Krizin ayak sesleri duyulur duyulmaz, patronların ilk yaptıkları şey, işçi kıyımı oldu. Başta tekstil olmak üzere hemen her sektörden işçi çıkarmalar başladı. Bunların özellikle sendikalaşmanın olduğu yerlerde yaşanması dikkat çekicidir. Ve önümüzdeki günlerde daha da artacağı anlaşılmaktadır.
Kriz, sadece işçi kıyımı olarak değil, onunla bağlantılı bir şekilde yoksulluk ve açlık olarak karşımıza çıkıyor. Krizle birlikte hükümetler, temel ihtiyaç maddelerine zam yaparlar. AKP hükümeti de böyle yaptı. Doğalgaza, elektriğe, benzine zam geldi. Bu, iğneden ipliğe herşeyin zamlanması demekti. Öyle de oldu. Ekmekten yumurtaya, soğandan patatese her şeyin fiyatı arttı. Ki bunlar yoksulların temel gıda maddeleridir.
Herşey zamlanırken, ücretler yerinde sayıyor. Örneğin yılın başında belirlenen asgari ücretin alım gücü, ilk 6 ay içinde yarı yarıya azalmış durumda. 2018’in ilk ayında asgari ücretle 427 dolar alınabilirken, 1 doların 6 TL’yi geçtiği Ağustos ayında, asgari ücretle 250 dolar alınabiliyor.
Kısacası daha krizin adı duyulduğunda, işçi-emekçi kesimler onun ağır faturası ile karşı karşıya kaldılar. Hayat pahalılığını çarşı-pazarda somut olarak yaşadılar, yaşıyorlar…
Krizi fırsata dönüştürenler hep patronlardır
Kriz, kapitalist sistemin kaçınılmaz sonucudur. Kapitalizmde planlı ekonomi yoktur. İhtiyaca göre üretim yapılmaz. Bu durum “üretim anarşisi”ni yaratır. Her burjuva “daha fazla kar” güdüsüyle kar getirecek alana yönelir. Pazarların emeceğinden çok fazla üretim gerçekleşir. Bir yanda stoklar dolup taşar, diğer yanda kitlelerin alım gücü azalır. Mallar ellerinde patlar. Ve kriz başlar…
Bu kez de “krizi fırsata çevirme” yollarını ararlar. Krizin müsebbibi kendileri olduğu halde, faturayı işçi-emekçilere keserler. Krizden çıkış yöntemi olarak, “maliyetleri azaltmak”la işe başlarlar. “Maliyetleri azaltmak” daha az işçiye daha düşük ücret vererek daha fazla ürün elde etmektir. İşçi kıyımı, ücretlerin dondurulması veya düşürülmesi, emeklilerin parasının kesilmesi, “işsizlik fonu”na el koyulması vb. ilk yaptıkları şeylerdir.
Erdoğan’ın Ağustos ayı başında açıkladığı “100 günlük program”da olsun, sonrasında krize “çözüm” arayışlarında olsun, söyledikleri şey aynıdır: Borçların yapılandırılması, teşvikler, vergi kolaylığı, imar affı vb… Bunları nasıl yapacaklar?
Bir kez daha patronların zararlarını hazineden karşılayarak ve “işsizler fonu”ndan peşkeş çekerek… Asgari ücretliden bile vergi alan devlet, birçok şirketin vergi borcunu şimdiden sildi.
Bu programların “çözüm” yollarının hiçbirinde, işçinin yarı yarıya düşen asgari ücretini yükseltmek yoktur. Temel ihtiyaç maddelerinden alınan vergileri kaldırmak yoktur. Patronlara işçi çıkarma yasağı yoktur. Sağlık harcamalarını bile karşılayamayan emeklilerin maaşlarını arttırmak yoktur!
Aksine Erdoğan, müjde verir gibi diyor ki, “1000 TL’nin altında emekli maaşı kalmayacak!” Seçim öncesi “1000 TL altında alan emekli yok” derken ve emekli maaşlarının asgari ücret seviyesine çıkarılacağı sözü verilmişken, şimdi emeklilere “1000 TL” reva görülüyor! Dahası, bayram arifesinde bazı emeklilerin parasının yatırılmadığı, bayramdan sonra alabilecekleri söyleniyor. Kimi işyerlerinde işçiler aylardır ücretlerini alamıyor.
Krizin ilk faturası: İşsizlik
“İşçi sınıfının düşkünler tabakası ve yedek sanayi ordusu ne kadar yoğun olursa, yoksulluk da o kadar yoğun ve yaygın olur” diyor Marks. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. İşsizlerin çokluğu, burjuvaziye, işçi ücretlerini alabildiğine düşürme, çalışma koşullarını ağırlaştırma zemini sunar. Kriz dönemlerinde ise işsizlik adeta çığlıklaşır, bu da daha az ücretle daha yoğun sömürü demektir.
Son yıllarda zaten işsizlik 6 milyon civarına çıkmıştı. Tekstil, inşaat gibi sektörlerde işten çıkarmalar artmıştı. Krizle birlikte buna metal dahil hemen tüm işkolları eklendi.
Almanya’nın ünlü Der Spigel dergisi 3 Ağustos 2018 tarihli sayısında “Türkiye’de otomotiv endüstrisi çöküyor” başlıklı bir haber yayınladı. Haberde, “Temmuz ayında başta binek otomobiller olmak üzere, orta ve küçük taşıtlardaki satışlarda bir çöküş yaşanıyor” diyor. Bunu da “önceki yıl ile kıyaslandığında, otomobil satışlarında yüzde 36 oranında gerileme yaşandığı” ile açıklıyor. Toplam ruhsatlı araç satışlarında ise düşüşün yüzde 39 oranında olduğu belirtiliyor.
Krizle birlikte genel olarak harcamalarda azalma olur. Özellikle ev, araba gibi büyük kalemlerde alışlar durma noktasına gelir.
AKP döneminin neredeyse tek gelişen sektörü olan inşaat, zaten uzun bir süredir sallantıdaydı. Evlerin satılmadığı, satılan evlerin kredilerinde ödeme güçlükleri çekildiği biliniyordu. O yüzden lüks dairelerde indirime gittiler, inşaat firmaları düşük faizle kredi vermeye başladı vb… Ama bu yöntemler de şişen inşaat sektörünü kurtarmaya yetmedi. Aksine krizle birlikte ev satışlarındaki durma eğrisi yükselecek ve batık krediler artacaktır. Bu da bankaların iflasını getirecektir.
Şimdi buna otomobil de eklendi. Otomobil sektöründeki bir çöküş, metal işkolunda binlerce kişinin işsiz kalması anlamına geliyor. Ve bu tehlike, bugün somut bir durum olarak karşımızdadır.
Krizin faturasını ödemeyelim!
Kısacası bir kez daha patronların zararları, işçi-emekçilerden kesilen vergilerden oluşan bütçeden, “fon”lardan karşılanacak; “maliyetleri kısma” adına da işçi kıyımı yapılacak, ücretler düşürülecek…
Böylece krizden yine büyük patronlar vurgun vurarak çıkacak! Daha fazla yokkrizisullaşan, sefalete sürüklenen ise işçi-emekçiler olacak!
Elbette bu bir kader değil! Bu döngüyü değiştirmek mümkün!
Krizin faturasını ödemeyi reddedelim! “Krizi çıkaranlar kimse, faturayı da onlar ödesin” diyelim!..
Madem ki, burjuvazi krizi fırsata çevirmenin yollarını arıyor; biz de mücadeleyi yükselterek hem bu yolu tıkayabilir, hem de krizi kendi lehimize değerlendirebiliriz. Çünkü kriz dönemleri bıçağın kemiğe dayandığı değil, deldiği ve işsizliğin-yoksulluğun kitleselleştiği dönemlerdir. Krizden etkilenen milyonlarca kişi ayağa kalktığında, karşısında hiçbir güç duramaz!
Böyle bir dönemde devrimci-demokrat sendikalara ve öncü işçilere çok önemli görevler düştüğü açıktır. Çünkü patronların en büyük yardımcısı, yine sarı sendikalar ve sendika ağaları olacaktır. Buna izin vermemek için, devrimci işçilerin ve sendikacıların inisiyatifi ele almaları, birleşik mücadeleyi örmeleri gerekir. Artık çağrı yapmaktan öteye geçmeli, somut eylemler üzerinde durulmalıdır.
Kapitalizmin yarattığı acıları, sıkıntıları çekmek zorunda değiliz! İnsanlığı felakete sürükleyen kapitalist sisteme karşı, sınıfsız-sömürüsüz-savaşsız bir dünya istemini daha güçlü haykıralım ve kavgayı büyütelim!