Suriye’de cihatçılara karşı savaş artık sona doğru ilerliyor. Elbette daha kanlı çarpışmalar, keskin pazarlıklar, emperyalistlerin “yer kapma” mücadeleleri ve Suriye’nin geleceğine dair pek çok belirsizlik mevcut. Ama savaşın sonuna ilişkin kesinleşmiş unsurlar da var.
Mesela “Esad gitsin” üzerinden başlatılan Suriye savaşı, Esad’ın konumunun güçlenmesiyle, ABD’nin bu savaşı kaybetmesiyle sonuçlanıyor. Mesela, Suriye’yi işgal planları hazırlayan İsrail, artık “acaba Golan’ı elimde tutabilecek miyim” sorusuna cevap arıyor. Rusya ve İran artık Suriye toprakları üzerinde hak sahibi; Çin de “12’ye 5 kala” savaşında yer alabilmek için harekete geçmiş durumda. ABD artık Ortadoğu’da eski gücü ve etkisinin önemli bir kısmını yitirmiş olduğunu gizleyemiyor. Ve ABD tarafından üretilen radikal İslamcı-cihatçı çeteler, Ortadoğu topraklarında bile karşılık bulamadan, kök salamadan çekilmek zorunda kalıyorlar.
Rojava’nın statüsü ve Suriye hükümeti ile ilişkisi, Türkiye’nin işgal ettiği topraklardan nasıl ve hangi koşullarda çekileceği, ABD üslerinin ne olacağı gibi sorular şimdilik belirsizliğini koruyor. Ancak bu konular hem nihai sonucu değiştirmiyor, hem de aslında birçok noktada yeterince veri birikti.
Güneydeki zafer hızlı geldi
Suriye Ordusu’nun Nisan-Mayıs aylarında, Doğu Guta’yı cihatçılardan temizlemesi, önemli bir dönüm noktasıydı. Başkent Şam’ın kenar mahallesi olan Doğu Guta, hem Şam’a dönük cihatçı saldırılarının merkezi konumundaydı, hem de yoğun sivil yerleşiminin olması, oraya bir temizleme harekatını fazlasıyla zorlaştırıyordu.
Ardından 18 Haziran’da güneydeki kentlerden Dera’ya dönük “temizlik operasyonu” başlatıldı. 1 Temmuz’da Dera artık Suriye devletinin kontrolü altındaydı. Dera, Mart 2011’de Suriye’de hükümet karşıtı hareketin fitilinin ilk ateşlendiği, ilk gösterinin yapıldığı kentti. Bu nedenle buradaki zafer, Suriye hükümetine sadece askeri değil, siyasi-psikolojik üstünlük de sağlıyordu.
Ağustos’a gelindiğinde, Süveyda ve Kuneytra bölgelerindeki cihatçı çeteler tamamen yokedilmişti. Böylece Suriye Ordusu, Ürdün sınırının tamamını kontrol altına almış oldu.
Bu bölgelerde bulunan cihatçıların önemli bir kısmı teslim olmuş ya da saf değiştirmiştir. Kalanlar ise, ağır silahlarını bırakıp, hafif silahlarını yanlarına alarak İdlib’e geçtiler.
Cihatçıların gittikleri bir başka bölge ise, Suriye’nin güneydoğusunda kalan ve ABD’nin elinde bulunan El Tanf oldu. ABD’nin El Tanf’ta kurduğu askeri üs, cihatçı çeteler için bir sığınağa dönüştü. Cihatçı çeteler ile ABD arasındaki ilişkinin açık bir simgesi oldu bu alan.
Bu süreçte, savaşın seyrini ortaya koyan en çarpıcı gelişme, 22 Temmuz günü, ABD’nin isteği ve İsrail’in operasyonu ile Beyaz Miğferler adlı IŞİD’çi örgütün Suriye’den “tahliye” edilmesiydi. Beyaz Miğferler 2013’te, İngiliz bir istihbaratçı tarafından, ABD’nin yönetiminde, İstanbul’da kurulmuştu. 3 bin kadar kadrosu Türkiye’de eğitildi. Görevi, Esat karşıtı propaganda faaliyeti yürütmekti. Suriye’nin “kimyasal silah” kullandığı, yüzlerce sivili katlettiği yolunda yaptıkları haberler ve çektikleri görüntülerin sonradan yalan olduğu ortaya çıkmıştı. Ama ABD cephesinin Suriye’ye dönük saldırılarında bahane olarak kullanıldı. ABD, Kanada, Danimarka, Hollanda, Almanya, Yeni Zelanda gibi çok sayıda ülke, Beyaz Miğferler’in finansörlüğünü yaptılar. Bu örgüte gönderilen yardımın toplamda 33 milyar dolara ulaştığı tahmin ediliyor. Maddi-manevi desteğin çarpıcı göstergelerinden biri de, bu propaganda örgütüne Oscar ödülü verilmesi oldu.
Cihatçıların güney cephesinin çökmesi, bu örgütün alanda sıkışmasına neden oldu. Ve ABD-İsrail ortaklığı, kendileri için çok faydalı olan bu çeteyi, savaş alanının dışına çekmek zorunda kaldı. Beyaz Miğferler’in tahliyesi, Suriye’nin bu savaşı kazanmakta olduğunun en çarpıcı göstergelerinden biriydi.
İdlib’de “son” savaş
Suriye’de Türkiye’nin işgal ettiği, Kürtlerin savaşarak ele geçirdiği, ABD’nin askeri üs kurarak kontrol altında tuttuğu bölgeler var elbette ve bunların her biri Suriye hükümeti açısından önemli sorunlar. Ancak öncelik, cihatçıların temizlenmesinde. Ve Suriye’de cihatçıların elinde kalan son kale İdlib.
Bu savaşın çok sert, çok zorlu geçeceği biliniyor. Öncelikle, diğer kentlerde savaşta yenilen ve hükümete tabi olmak istemeyen cihatçı çeteler, silahları ile birlikte İdlib’e taşınmıştı. Şimdi ise İdlib son nokta; yenildikleri koşulda gidebilecekleri başka bir bölge kalmadı. Bu gerçek, İdlib savaşını çeteler açısından “ölüm-kalım savaşı”na çeviriyor.
Ayrıca buradaki çetelerin hükümete tabi olma, “teslim olma” gibi bir seçeneği de yok. Çünkü diğer bölgelerdeki cihatçılar, sonuçta Suriyeliydiler. Kendi topraklarında değişen koşullara uyum sağlamakla yetindiler. İdlib’deki cihatçıların ezici çoğunluğu Çin, Rusya, Avrupa, Afrika gibi başka ülkelerden-kıtalardan gelen teröristler. Teslim oldukları koşulda, kendi ülkelerine iadeleri ve burada ceza almaları sözkonusu olacak. Bu ihtimal de onların İdlib’de kalmaya daha istekli, verecekleri savaşın daha kararlı olmasını getiriyor.
Üstelik Rusya ve Suriye de, İdlib’deki cihatçılarla anlaşma-uzlaşma yolunu gündeme almıyorlar. Çünkü İdlib’in önemli bir bölümünde HTŞ (Heyet Tahrir el Şam) gibi, terör listesinde olan ve uzlaşma dışı bırakılan çeteler var. Yanı sıra, diğer bölgelerden gelmiş ve “uzlaşma”yı ihanet olarak gören çeteler de burada oldukça etkin. Yani İdlib’deki çeteler, genel olarak savaşı sonuna kadar sürdürmeyi planlayan çeteler.
Tüm bu unsurlar, İdlib savaşının diğer tüm çarpışmalardan daha sert ve kanlı geçeceğini gösteriyor. Ancak Suriye devleti de, Rusya ve İran da, bu savaşın gereklerine göre hazırlıklarını yapıyorlar.
Her şey bir yana, savaşın geldiği aşamada, Suriye topraklarında bir cihatçı odağının varlığını sürdürmesi “kabul edilemez” olarak ele alınıyor. Bu odağın varlığı, siyaseten Suriye’nin “zafer”ini gölgeliyor, tartışmalı hale getiriyor, gelecek açısından yeni bir savaş-işgal dinamiğini gündemde ve sıcak tutuyor.
Suriye, Rusya ve İran, son aylarda elde ettikleri zaferlerden sonra, bunu yapabilecek güç ve üstünlüğe sahip olduklarını görüyorlar. Psikolojik üstünlük 2015’e kadar cihatçıların elindeyken, 2016’dan itibaren Suriye devletine geçmiş durumda. Ve bu tablo o kadar açık, zaferin kazanılması beklentisi o kadar yüksek ki, Çin bu savaşta yer almak, asker göndermek istediğini bildiriyor. Bu, Çin’in ilk defa dünyanın başka bir bölgesindeki savaşa dahil olmasıdır. Keza YPG-DSG güçleri de İdlib savaşında Suriye Ordusu ile birlikte savaşmak istediklerini ifade ediyorlar. Kazanılacağı belli olan savaşta, hem kendilerine alan açmak, hem de Suriye ile sürdürdükleri müzakerelerde avantaj edinmek istiyorlar.
Suriye hükümeti, “ne zaman işgal edilmiş olursa olsun”, “Suriye topraklarının tamamını” geri alacağını duyurarak, savaşta kazanacaklarına olan inancını net biçimde ifade ediyor. “Ne zaman işgal edilmiş olursa olsun” ifadesi, Türkiye’nin Afrin ve Cerablus’taki varlığının yanısıra, ABD askeri üslerini ve hatta İsrail’in elindeki Golan Tepelerini de kapsıyor.
İdlib’de, Rusya açısından tartışmasız önem taşıyan bir unsur daha var. Rusya’nın Hmeymim’deki askeri üssü, İdlib’deki cihatçıların saldırı menzilinde. Cihatçılar Rus üssüne çeşitli biçimlerde saldırılar düzenleyebiliyorlar. Bu nedenle Rusya, kendi alanını korumak amacıyla da İdlib’in temizlenmesini vazgeçilmez görüyor. Farklı bölgelerden cihatçıların sevkedilmesiyle yaklaşık 100 bin savaşçının toplandığı, 2 milyonu aşan nüfusuyla ciddi bir odağa dönüşen İdlib’in kontrol altına alınması, zor ama zorunlu bir durum oluşturuyor.
İdlib’te AKP’nin işgal hesapları
İdlib savaşında en önemli sorun ise, AKP hükümetinin tutumu. Suriye’deki cihatçı çetelerin tümü, destek aldıkları bir komşu devlet ya da doğrudan ABD askeri üssü olmasının avantajını kullanarak savaştılar bugüne kadar. Kalamun Lübnan’dan, Dera ve Kuneytra Ürdün ve İsrail’den besleniyordu. Bu ülkelerin desteğinin kesildiği noktada, Suriye ve Rusya’nın cihatçıları yenmesi ve kenti ele geçirmesi kolaylaşmıştı. Rakka ve Deyr ez Zor’da, savaşın bir aşamasında Suriye Ordusu’nun yaklaşması üzerine, ABD’nin talimatıyla cihatçı çeteler çekilmiş, bölgeyi DSG’ye bırakmışlardı. İdlib’de ise, cihatçıların arkasında AKP hükümeti var.
Cihatçıların Suriye’de etkin olduğu dönemde, İdlib’deki Türkiye varlığı, Rusya ve Suriye için gerekli hale gelmişti. Keza Türkiye’yi ABD’den uzaklaştırma amacıyla da, Suriye topraklarında Türkiye’ye çeşitli tavizler verilmişti. Afrin, Cerablus işgalleri, Türkiye ile yapılan pazarlıkların sonucuydu. Ancak o süreçlerde bile, AKP hükümeti Suriye’nin ya da Rusya’nın karşı çıktığı adımlar atmaya, “güvenilmez ortak” pozisyonunu sürdürmeye devam etti. Ve gelinen aşamada, Türkiye’nin İdlib’deki varlığı artık gereksizleşmeye başladı.
AKP hükümetinin Suriye politikası, savaş ortamını fırsata çevirerek, Suriye’den toprak koparmak oldu. Rusya ile ABD arasında oynadığı ayak oyunları sayesinde pazarlık gücünü artırarak Suriye’de elde ettiği toprakları “işgal-ilhak” politikası izlemeye çalıştı. Cerablus’ta, Afrin’de kaymakam atamak, PTT şubesi kurmak, El Bab’da Suriyelilere kimlik belgesi vermek gibi, siyasal önemi büyük adımlar attı. İdlib’deki konumu ise Astana sürecinde belirlenen çerçevenin ötesine geçti. Astana toplantılarında İdlib için konulan hedef, başta El Nusra olmak üzere bölgedeki çetelerin temizlenmesi, etkisizleştirilmesi idi. Ancak AKP hükümeti çetelerin birleşmesini, ismini değiştirmesini sağlayarak Suriye ve Rusya’yı “kandırmaya”, üstelik de bölgede kalıcılaşmaya çalıştı.
Bu koşullarda Rusya ve İran çeşitli defalar AKP hükümetine “Astana koşullarına uyması” çağrısı yaptı. Hatta Suriye BM Daimi Temsilcisi Caferi, 31 Temmuz günü yaptığı açıklamada, Suriye hükümetinin Türkiye’nin işgalindeki tüm toprakları geri alma hakkına sahip olduğunu; Türkiye’nin Suriye’nin bağımsızlığını defalarca ihlal ettiğini; İdlib’deki çatışmasızlık bölgesiyle ilgili taahhütlerine uymadığını; tıpkı Osmanlı’yı kovdukları gibi Türkiye’yi de kovmayı bileceklerini söyledi.
Açık ki, Suriye, Rusya ve İran, Türkiye’nin Suriye topraklarındaki varlığını istemiyorlar. Ancak AKP hükümetinin her fırsatta ABD ile işbirliği yapma çabasını daha tehlikeli buluyor; bir NATO ülkesinin kendilerinin yanında görünmesini önemsiyorlar; bu nedenle şimdilik Türkiye’yi karşılarına alacak adımlara girişmiyorlar.
Mesela İdlib operasyonu için koşullar son derece uygun olmasına rağmen, Türkiye’nin itirazları nedeniyle bunu geciktiriyorlar. Erdoğan, Putin ile her görüşmesinde İdlib saldırısını önlemek için çabalıyor.
Aslında AKP, güneydeki savaşın bu kadar erken biteceğini beklemiyordu. ABD ile Menbiç konusunda belli bir yol aldıktan sonra İdlib’e sıra gelmesini planlıyordu. 11 Temmuz’daki NATO zirvesi sırasında Trump’un etrafında dolanıp bu konuda bir söz almak için epeyce uğraştı. Eğer ABD ile Menbiç anlaşmasını göstermelik olmaktan çıkarmayı başarmış olsaydı, Türkiye’yi kuzeyden söküp atmak daha zor olurdu.
Bu kadar yoğun ısrarlar üzerine Rusya, Türkiye’ye 7 Eylül’e kadar süre tanıdı. 7 Eylül günü İstanbul’da Almanya, Rusya, Fransa ve Türkiye’nin katılımıyla bir toplantı düzenlenecek. Rusya 7 Eylül’e kadar Türkiye’nin İdlib’deki cihatçıları kontrol altına alması, silah bırakmaya ikna etmesi vb. adımlar bekliyor. AKP’nin beklentisi ise, Almanya ve Fransa’nın da oturacağı masaya “mülteci sorununu” koymak ve AB ile her sıkıştığında joker olarak kullandığı bu konu üzerinden İdlib saldırısını geciktirici bir karar alınmasını sağlamak.
Suriye PYD ile masaya oturdu
Suriye’de savaşın başladığı dönemde Kürt hareketi, savaşan tarafların dışında duran, kendi bölgesini savunan ve IŞİD’e karşı savaşan bir tutum almıştı. 2014’teki Kobane direnişinin ardından, 2015 bahar aylarında ABD’nin desteği ile Tel Abyad’ı ele geçirip Rojava’nın iki kantonunu birleştirdikten sonra durum değişti. PYD, Suriye ve Rusya’yı karşısına almama çabasını sürdürdü; ancak ABD ile de açık işbirliğine başladı.
O günden bugüne ABD, Kürt hareketine ve Kürtlerin öncülüğündeki DSG’ye askeri malzeme ve para yardımı yaptı. Karşılığında ABD’nin ön açmasıyla YPG, sınırlarını genişletti; Rakka ve Deyr ez Zor’u ele geçirdi. Bu arada, YPG ve DSG’nin kontrol altına aldığı alanlarda, en az 25 ABD askeri üssü kuruldu.
ABD ile Kürt hareketi arasındaki bu ilişki sorunsuz ilerlemedi elbette. ABD’nin AKP ile işbirliği yapmak istediği her aşamada, Kürt hareketi bir geri adım atmaya zorlandı. Afrin işgaline göz yumulması, Kürt hareketi açısından en önemli tavizlerden biriydi. Son olarak 24 Haziran seçimleri öncesinde, ABD’nin Menbiç tavizi ve YPG’nin “Fırat’ın doğusu”na çekileceğini garanti etmesi üzerine, tavır almaya karar verdi. Suriye hükümeti ile görüşme çağrısı, bu aşamada gündeme geldi.
Suriye için YPG’nin ABD ile işbirliği ve bu işbirliğine dayanarak attığı adımlar, elbette kabul edilemez düzeyde. Ancak cihatçı çeteler ile savaş sürerken, Kürt hareketi ile olan sorunu savaşarak değil masada çözmek, Suriye hükümeti için tercih edilen yöntem. ABD’nin sürekli Kürtleri ortada bırakan, Türkiye karşısında geri adım atmaya zorlayan tutumu da Suriye hükümeti için bir avantaj.
Buna rağmen, Kürtlerin görüşme çağrısına, güneydeki kentlerde cihatçılara karşı zaferler kazanıldıktan sonra cevap verdi. 27 Temmuz günü ilk görüşme gerçekleştirildi. Böylece Suriye hükümeti masaya daha güçlü oturma olanağı elde etti.
Suriye hükümeti ile Kürtlerin önderliğindeki DSM (Demokratik Suriye Meclisi) arasında başlatılan görüşmelerde, Kürt bölgesine verilecek özerkliğin çerçevesi, Tabka Barajı’nın kontrolü, Deyr ez Zor’daki petrol yatakları, Kürt hareketinin “doğal sınırlarına” çekilmesi, Rakka ve Deyr ez Zor’un Suriye hükümetine devredilmesi, Afrin’in geleceği, ABD ile Kürt hareketinin ilişkisinin kopartılması, Kürtlerin kontrolü altındaki bölgelerde kurulu askeri üslerin durumu vb. çok tartışmalı konular var.
Bu arada atılan bazı adımlar da sözkonusu. Suriye hükümetinin memurlarının Kürtlerin elindeki Tabka Barajı’nda görev yapmaya başlaması, Halep’te 6 mahallenin kontrolünün Suriye’ye bırakılması bunlardan bazıları. Keza Rakka ile Haseke’nin büyük bölümünün Suriye hükümetine bırakılması konusunda anlaşma sağlandığı, petrol gelirlerinin paylaşılması konusunda görüşmelerin sürdüğü, Kürtlerin kontrolündeki sınırlar ve kamu kurumlarına Suriye bayrağının asılmasının kararlaştırıldığı gibi haberler de çıkıyor.
Sonuçta görüşmelerin başlamış olması, iki tarafın da askeri çatışmadan uzak durmayı tercih ederek uzlaşma niyetinde olduğunu gösteriyor. Ancak bu sürecin sorunsuz olacağını da düşünmemek gerekiyor. AKP hükümetinin, Kürtlerin haklarına dönük her adıma tepki göstereceği açık. Keza YPG’nin Suriye hükümeti ile ABD dışında bir anlaşma yapması, ABD’nin de büyük tepkisine yol açacaktır.
Suriye’de herkesin hesabı farklı
Suriye’de radikal cihatçılarla savaşta sona yaklaşılmış olması, Suriye’nin düzlüğe çıktığı anlamına gelmiyor. Çünkü 8 yıl boyunca oradaki savaşa elini uzatan, savaştan nemalanan bütün kesimler, farklı hesaplar yapıyorlar.
Rusya ve İran, artık Suriye’ye tamamen yerleşmiş durumda. Askeri üsleri, ticari anlaşmaları vb. ile, Suriye’nin geleceği onlarsız kurulmayacak.
Suriye’nin yeniden inşası sürecine ilişkin zaten önemli anlaşmalar imzalamış olan Çin, son dakikada savaşın bir parçası oluyor.
İsrail için artık Suriye’nin parçalanması hedefi geriye düşmüş durumda. Özgüveni artan Suriye ve İran’ın Golan Tepeleri’ni geri almak için harekete geçmesinden korkarak Rusya ile İran’ın sınırlanması üzerinden işbirliği kurmaya çalışıyor.
ABD, İran’ı yenmeden Suriye’de bir başarı kazanamayacağını da, Çin’in etkisini kıramayacağını da görüyor. Bu nedenle İran’a dönük yaptırımları çok önemsiyor. Ve Kürt hareketinin tepkisine rağmen Türkiye’yi yanına almak istiyor. Kürt bölgesinde, Türkiye’nin istediği tavizleri de vermekten çekinmiyor. Elbette Kürtlerden de vazgeçmeyecek, iki tarafı birlikte idare etmeye çalışacaktır. Ancak bu hiç kolay olmayacaktır. ABD’nin bir başka hamlesi, 6 Körfez ülkesi, Ürdün ve Mısır ile birlikte bir Arap NATO’su kurma çabasıdır. Bunun hayata geçip geçmeyeceği henüz belli değildir.
Almanya ve Fransa, Suriye’de kendilerine ABD’nin dışında yollar aramaktadırlar. Zaten İran’a dönük ambargo konusunda isteksizler. 7 Eylül’de İstanbul’da yapılacak toplantı, onlar için, Rusya ile olan ilişkilerinde de yeni bir evre anlamına gelmektedir.
AKP hükümeti için en önemli sorun, Suriye’den toprak koparmaktır. Ancak Suriye’de yaşanan gelişmeler, Rusya’nın Türkiye’ye “artık elindekileri Suriye’ye devretme zamanı geldi” demesinin yaklaştığını gösteriyor. Kürtlerin Suriye’deki statüsü ise, AKP hükümetinin söz hakkının fazla olmayacağı bir aşamaya ilerlemektedir.
Bütün bu hesaplar, Suriye savaşında artık yeni bir aşamaya gelindiğini gösteriyor. Ve Ortadoğu’da savaşın bitmesini istemeyen ABD, bölgede yeni çatışma unsurları oluşturmaya çabalıyor.