Yine sel, yine felaket… DOĞA İNTiKAMINI ALIYOR!

“Doğal varlıklar üzerinde kazandığımızı zannettiğimiz her zafer için, doğa bizden öcünü alır” demişti Engels, bundan yaklaşık 150 yıl önce…

Aradan geçen yıllarda kapitalizmin doğayı tahribatı durmak bilmedi. Şimdi tüm dünya “iklim değişikliği”nin yarattığı felaketleri yaşıyor. Sel, kuraklık, orman yangını, rutine bindi. Son bir ay içinde Yunanistan’da orman yangını, Hindistan’da sel ve kuraklık, Vietnam’da erozyon, Kanada ve Meksika’da aşırı sıcaklar yüzlerce insanın ölümüne yolaçtı. Aynı zamanda birçok canlı yok oldu.

Türkiye’de ise, yaz aylarında ülkenin neredeyse yarısında sel felaketi yaşandı. Karadeniz’in “makus kaderi” haline gelen seller, bu kez Ordu’nun ilçelerini vurdu. Ve AKP dönemindeki doğa katliamlarının en somut tablosunu gözler önüne serdi.

 

“Doğa olayı” değil, kar hırsı

Ordu’nun ilçeleri Ünye ve Fatsa’da en yoğun biçimde yaşanan sel felaketinde, bilanço her zamankinden ağır oldu. Sadece sahil yolu değil, çok sayıda asfalt kullanılamaz hale geldi. Tarihi Cevizdere Köprüsü dahil olmak üzere sekiz köprü yıkıldı. Dahası, en az 30 ton fındığın Karadeniz’e aktığı söyleniyor. Öyle ki, Karadeniz fındıklardan uzayıp giden bir şeritle kahverengine büründü.

Sel sonrası Ordu’ya giden hükümet yetkililerinin “tek tesellimiz can kaybının olmaması” diyerek, durumu hafifletme çabalarına karşın, sonrasında can kayıplarının olduğu da ortaya çıktı. Sözde halkı teselli etmeye gelmişlerdi. Bu durumun müsebbibi kendileri değilmiş gibi, dere yataklarına yapılan yapılaşmadan dert yandılar. Sonrasında bölgeyi ziyaret eden Erdoğan dahil hepsi, “doğal felaket” diyerek suçu “aşırı yağmura” attı. Tıpkı Tekirdağ’daki tren katliamında olduğu gibi…

Oysa felaketlerin hepsi göz göre göre geliyor. “Doğa olayı” değil, kapitalizmin azami kar hırsıyla yapılanların sonuçları yaşanıyor.

TMMOB adına yapılan açıklamada, selin nedenleri şöyle sıralanıyor: Birincisi, derelerin üstleri kapatılarak-dere yatağı betonlaştırılarak suyun doğal yollarla denize ulaşmasının engellenmesi. İkincisi, Karadeniz Sahil Yolu’nun oluşturduğu setin, derelerin Karadeniz’e ulaşmasına engel olması ve dolgu alanlarıyla bölgenin sellere karşı savunmasız hale getirilmesi. Üçüncüsü, HES’ler nedeniyle derelerin akış rejiminin bozulması. Bölgede yoğunlaşan HES ve madencilik faliyetlerinin doğal bitki örtüsünü yok etmesi…

“Yaşadıklarımız doğal afet değil, plansız ve çarpık kentleşmenin sonucudur” diyor TMMOB. Bunu bölgede yaşayan halk da çok iyi biliyor. Yıllardır HES’lere karşı kıyasıya mücadele etmeleri boşuna değil…

HES’lerle bölgenin ekolojik dengesini alt-üst ettiler. Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın verilerine göre Karadeniz’de son 10 yıl içinde 203 HES yapıldı.  2017’de yapımı başlayan 20 HES bulunuyor. Ayrıca 123 HES’in daha yapılacağı söyleniyor.

 

Geçim kaynaklarını da yitirdiler

Karadeniz halkı doğasıyla birlikte geçim kaynağı olan fındığı da kaybetti. Birçok ailenin bir yıllık geçim kaynağı olan ve binbir emek verilerek hasat edilen fındık, sel sularıyla Karadeniz’e döküldü. Fındıktaki kaybın yüzde 70 civarında olduğu belirtiliyor.

Fındık, ithal edilmeyen hatta ihraç edilen sayılı tarım ürünlerimizden. Ancak diğer ürünlerin başına gelenler fındık için de geçerli. Taban fiyatı maliyeti karşılamayınca, fındık üreticisi de üretmekten vazgeçmek zorunda kalıyor. Örneğin geçen sene fındık fiyatı 10 lira civarındaydı, fındığın maliyetinin de zaten 10 lira olduğunu söyleyen üreticiler, protesto eylemlerinde bulunmuş ve fındıklarını dökmüştü.

TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı; “2017 yılında 670 bin ton olan fındık üretiminin bu yıl 550 bin tona düşeceğini önceden açıkladık” diyor. Ancak selin 30 bin ton fındığı denize dökmesiyle bu oranın düşeceğini belirtiyor. Durumun daha da kötüleşeceğine dikkat çekerek, “hükümetin şirketlerin yanında değil üreticinin yanında yer alması”nı istiyor.

Fındık üreticisi, artık para etmediğini düşündükleri fındık üretiminden uzaklaşmaya başlamıştır. Buna rağmen devam eden kesim de, iki aylık emeklerinin denize dökülmesinin yıkımını yaşıyorlar. “Sermaye Karadeniz’e yüklendi” diyorlar ve devletin bu kaybı karşılamasını istiyorlar. Ayrıca bu yıl taban fiyatlarının yüksek belirlenmesini talep ediyorlar.

Sadece fındık üreticisi değil, her yıl fındıkta çalışmak üzere Karadeniz’e gelen mevsimlik işçiler de işlerinden oldular. Daha çok Kürt illerinden gelen bu işçiler, sel felaketi sonrası kaldıkları yerlerden tahliye edildiler. Zaten çadırlarda kötü koşullarda kalıyor ve çok düşük ücretle çalışıyorlardı. Üstelik çoğu kez şoven saldırılara maruz kalıyorlardı. Bütün bunlara katlanarak üç kuruş kazanmaya geldikleri işlerinden de mahrum kaldılar.

 

Kapitalizm öldürüyor

Azami kar dürtüsü ile kapitalizm, sadece insanları değil, tüm canlıları katlediyor. “Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser!” demişti Marks. Rant uğruna ne ağaç, ne orman bıraktılar. Şimdi insanlık bunun sonuçlarıyla karşı karşıya…

“Bilinmelidir ki; doğal varlıklar üzerinde kazandığımızı zannettiğimiz her zafer için doğa bizden öcünü alır. Mezopotamya, Yunanistan, İtalya, Orta Asya ve başka yerlerde işlenecek toprak elde etmek için ormanları yok eden insanlar, çölleşmeye zemin hazırladıklarını, dağlardaki kaynakların sularını kuruttuklarını, azgın sel yığınlarının ovaları basmasına neden oldukları akıllarına bile getirmemişlerdir. Artık anlamalıyız ki; bizler hiçbir zaman doğaya egemen olmak gibi bir çaba içinde olmamalıyız; tersine etimiz, kanımız ve beynimizle ondan bir parça ve onun tam ortasında olduğumuzun bilinciyle davranmalıyız. İnsan olarak doğa üzerinde kurduğumuz egemenlik, onun yasalarını tanıma ve doğru olarak uygulayabilme üstünlüğüne sahip olabilmemizden öteye gitmemelidir. Hele varoluşumuzun ilk koşulu olan suyu ve toprağı bir alışveriş nesnesi yapmak, insanın kendisini bir alışveriş nesnesi yapmaya doğru atılmış bir adımdır. Su ve torağın alınır, satılır bir mal haline getirilerek bir azınlığın tekeline alınması ve geri kalanların dışlanması ahlaksızlıktan başka bir şey doğurmaz.” (Engels, Doğanın Diyalektiği)

Dünyanın en büyük sigorta şirketlerinden Alman Munich Re’nin verilerine göre, 1980’de tüm dünyada 250 olarak kaydedilen doğal afetlerin sayısı, 35 yıl içinde 3 katına çıkmış. Son 10 yılda doğal afetlerin yarattığı yıllık ortalama hasarı ise, 170 milyar dolar olarak hesaplanmış. Sadece 2017 yılında yaşanan doğal afetlerin yarattığı ekonomik yıkım, 330 milyar dolar. Yani on yıllık ortalamanın iki katı…

Bir yanda büyük sel felaketleri yaşanıyor, diğer yanda su kıtlığı çekiliyor. Hem de aynı ülkede ve aynı tarihlerde… Paradokslar sistemi olan kapitalizm, doğayı da bu hale getirdi. Örneğin geçtiğimiz ay Hindistan ve Bangladeş’teki sel felaketinde 1 milyondan fazla insan evlerini terk etmek zorunda kaldı. Aynı Hindistan, bu yıl tarihinin en büyük su kıtlığını yaşıyor. Keza Yunanistan’daki orman yangınında 91 kişi yaşamını yitirdi, hemen ardından Atina’yı sel aldı.

Sadece sel, orman yangını, deprem, tsunami gibi felaketlerde değil, aşırı sıcaklar yüzünden de insanlar ölüyor artık. Japonya’da, bu yıl sıcaklık nedeniyle ölenlerin sayısı 80’i geçmiş. Kanada Quebec’te yine aşırı sıcaklardan 50 yaş üstü 90 kişi ölmüş. Meksika’da sıcaklıklar yüzünden olağanüstü hal ilan edildi. Cezayir’in Ouargla kentinde, Temmuz ortasında hava sıcaklığı 51.3 dereceye ulaşmış. Bu, Afrika kıtasında kaydedilmiş en yüksek sıcaklık. Avrupa ülkeleri de bugüne dek hiç görmedikleri 40 dereceleri gördüler.

“Küresel ısınma”nın sonuçlarını öyle 40-50 yıl sonra değil, bugünden yaşıyoruz. Ve bunların katlanarak devam edeceğini düşündüğümüzde, nasıl bir manzarayla karşı karşıya kalacağımızı tahayyül etmek bile çok zor.

Rosa Lüksemburg, 110 yıl önce “ya barbarlık ya sosyalizm” demişti. Sadece insanlık için değil, tüm canlılarıyla birlikte dünyanın kurtuluşu için de sosyalizm dışında seçenek kalmamıştır.

Kapitalizme karşı mücadele, aynı zamanda doğayı kurtarma, ekolojik dengeyi koruma mücadelesine dönüşmüştür. “Ya ölü yıldızlara götüreceğiz hayatı, ya dünyamıza inecek ölüm!” kehaneti gerçek oldu. Ölüme karşı hayatı savunmak, kapitalizme karşı sosyalizmi savunmak ve onun için mücadele etmekle özdeşleşmiştir artık…

 

Bunlara da bakabilirsiniz

Rojava’ya saldırılar İsviçre’de protesto edildi

Türkiye ordusunun Rojava’ya ve Irak Kürdistanı’na dönük saldırıları, İsviçre-Basel’de kitlesel bir yürüyüşle protesto edildi. Şehrin …

Yeni “çözüm süreci” kimin ihtiyacı?

TBMM’nin 1 Ekim’deki açılışında, Devlet Bahçeli’nin DEM Parti sıralarına gelip tokalaşması, “yeni çözüm süreci”nin başladığının …

Devrim Kartalı Remzi Basalak

Remzi Basalak, 1963 yılında Adana’nın Ceyhan ilçesinde doğdu. Az topraklı çiftçi bir ailenin çocuğuydu. İlkokulu …