Çoktan tarihe gömülmüş olan bazı hastalıklar, son dönemde yeniden hortlamaya başladı. Suriye’den gelen sığınmacıların sağlık hizmetlerine erişimlerindeki sıkıntılar, sınır kentlerinde tehlikeli çocuk hastalıklarının artmasına yol açtı. Hayvancılığı yokeden, halkı ithal ete muhtaç eden politikalar ise, şarbon hastalığının yayılmasına neden oldu.
Şarbonun yayıldığı gizleniyor
Şarbon vakaları, Ağustos ayı ortasında Ankara Gölbaşı’ndaki hayvanlarda görülünce, konu tartışılmaya başlandı. Et ve Süt Genel Müdürlüğü’nün Brezilya ve İrlanda’dan ithal ettiği yaklaşık 7 bin kesimlik hayvandan bir kısmı burada bekletiliyordu. Hastalığın belirtilerinin gizlenemez hale geldiği, muayene sonuçlarının kesin olarak şarbonu gösterdiği aşamada, 27 Ağustos’ta Gölbaşı’ndaki tesis karantinaya alındı.
Birkaç gün içinde Silivri’de, Sivas’ta ve Türkiye’nin birçok başka noktasında şarbon hastalığı ortaya çıktı. Kimi köyler ve bölgeler karantinaya alındı, onlarca kişi şarbon bulaştığı için hastaneye kaldırıldı.
Elbette devlet yetkililerinin standart açıklamaları hemen gelmeye başladı. Tarım ve Orman Bakanı Pakdemirli, “ithal hayvanlar hiçbir şekilde piyasaya verilmedi” dedi. Oysa ithal hayvanlar çoktan ülkenin dört bir tarafına dağılmıştı. Zaten aylardır çeşitli bölgelerde şarbon vakaları ortaya çıkıyordu. Yandaş marketlerde ucuz et satmak için et ithalatına hız verildiğinden bu yana, delidana hastalığından şarbona bir çok hayvan hastalığı ile ilgili söylentiler hız kazanmıştı.
Devlet bürokratlarının değişmeyen tutumudur bu. Halk sağlığını doğrudan etkileyen, ancak patronların karlarını azaltacak bir durum ortaya çıktığında, önlem almak, sorunu çözmek, kitlelerin etkilenmemesi için denetim yapmak gibi “görevleri”ni yerine getireceklerine, sorunu yalanlayan açıklamalar yaparlar.
Tabi bir de soruna dikkat çeken kesimler üzerindeki baskıyı artırırlar. Şarbon hastalığı, Brezilya’dan gelen hayvanların haftalarca ölüm gemilerinde yaptıkları yolculuğu internet üzerinden tartışanlar hakkında soruşturma açma tehdidi gibi…
Oysa, doğrudan kitlelerin can sağlığı sözkonusudur burada.
Şarbon ölümcül bir hastalıktır
Hastalık, şarbon olan bir hayvanın etinin yenmesi, hayvanın kesilmesi sırasında kanına temas edilmesi, şarbonlu hayvanın yünü, derileri, kılları ile yapılan ürünlerin kullanılması ile insanlara geçiyor. Ayrıca solunum yoluyla ve şarbonlu hayvana konan sineklerin taşımasıyla da şarbon hastalığı yayılıyor.
İnsandan insana geçmeyen, ancak hayvandan insana geçişte hızlı yayılan bir hastalık şarbon. Ve insanlar için ölümcül…
Bu nedenle hastalığı tedavi etmek yerine, hayvanların hastalanmasını önlemek çok daha doğru, kolay ve kalıcı bir çözümdür. Aşıların zamanında yapılması ve denetimler, şarbon hastalığının hayvanlarda ortaya çıkmasını engelleyerek sorunu baştan çözer.
İthalat politikaları hastalık yayıyor
İstanbul, Samsun, Mersin gibi illerin limanlarında hayvan taşıyan gemilerle ilgili sayısız haber yapıldı. Bu gemiler dünyanın öbür ucundan, Brezilya’dan, Uruguay’dan, İrlanda’dan ve daha başka ülkelerden ithal edilen kesimlik hayvanları Türkiye’ye taşımıştı.
Benzer bir tablo, geçtiğimiz Şubat ayında yine yaşandı. Brezilya’dan gemiyle 27 gün süren bir yolculuktan sonra gelen 25 bin büyükbaş hayvan, Mersin Limanı’nda günlerce bekledi.
Hayvanlar, haftalar süren bu yolculukları sırasında, adım atmaya yer olmayan hangarlarda, kendi pislikleri içinde yaşamış ve kendi pislikleri içinde beslenmişlerdi. Dahası, hayvanların dışkısının azalması için, içmeleri gereken suyun azaltıldığı da ortaya çıktı. Gemilerden çekilen fotoğraflarda, hayvanların üzerlerinin dışkı, ağızlarının köpük içinde olduğu görülüyordu. Yolculuk sırasında ölen hayvanlar ise öğütülerek denize atılıyordu.
Türkiye limanlarına geldikten sonra da, günler boyunca limana yanaşmadan beklediler, yine aynı hangarlarda, aynı vahşi koşullar altında. Açıkça hayvanların işkence gördüğü bir nakildi bu.
Gemiler öylesine kötü durumdaydı ki, demir atmış olduğu kentlerde, insanlar ağır koku nedeniyle günlerce sokağa çıkamadılar. Üstelik bu gemilerin karantinaya alınması ve veteriner denetimleri konusunda gereken işlemlerin yeterince yapılmadığı da sonradan ortaya çıktı.
Ve arkasından, böylesine işkenceyle ithal edilmiş olan hayvanlar, gerekli denetimler yapılmadan, bu süre içinde kapmış oldukları hastalıklar kontrol edilmeden piyasaya sürüldü. Bir kısmı kurban pazarlarına dağıtıldı, diğer kısmı ise “ucuz et” adı altında ne sattığı belli olmayan yandaş market zincirlerine…
Dahası, Şubat ayında gerçekleştirilen hayvan ithalatı sırasında, Brezilya mahkemeleri Türkiye’nin yükümlülüklerini yerine getirmediği gerekçesiyle canlı hayvan ticaretini yasaklamış, veterinerler de olumsuz raporlar vermişti. Bu baskıya rağmen, devlet ithalat koşullarını sağlıklı ve düzgün hale getireceğine, başka ülkelerden ithalat yapmaya devam etti.
Hayvancılık bitti, ithalat hastalık getirdi
Türkiye, tarım ürünlerinde olduğu gibi hayvancılık konusunda da kendine yeterli olan üstelik ihracat yapabilen bir ülke iken, AKP’nin tarım politikaları bu sektörü de yoketti. Bugün artık Türkiye, başka ülkelerin hastalıklı hayvanlarını ithal ederek yoksullara yediren bir ülke. Yerli üretim ise son derece sınırlı ve onların da samanı bile ithal ediliyor.
Türkiye bugün 10’a yakın ülkeden et ithal ediyor. Arjantin, Brezilya ve Avustralya’dan canlı hayvan ithal ederken, Polonya, Fransa, Macaristan, Romanya ve Bosna-Hersek’ten de et alımı yapıyor. Ayrıca geçtiğimiz Temmuz ayından düzenlenen BRİCS zirvesinde Rusya ile et ithalatı anlaşması yapıldı.
Üstelik bu ülkelerden bazıları, canlı hayvan ve kırmızı et ithalatında yasaklı ülkeler listesinde bulunuyor. Bosna-Hersek ve Fransa’da hayvanlarda hastalık bulunduğu uluslararası raporlarla da tespit edilmiş durumda.
Et ve Süt Kurumu’nun 2017 yılı raporuna göre, küçükbaş canlı hayvan ithalatı yüzde 4581 oranında arttı, büyükbaş hayvan ithalatındaki artış ise yüzde 72 düzeyine çıktı. Kasaplık ithalatı büyükbaş için yüzde 397, damızlık küçükbaş ithalatı ise yüzde 757 oranında artarak rekor kırdı. 2010 yılından beri hayvan ve et ithalatı için yaklaşık 4.4 milyar dolar harcandı.
Et fiyatlarının artması karşısında, devlet bürokratları her seferinde “o zaman biz de ithalat yaparız, fiyatlar iner” diyorlar. Sanki üretici keyfi nedenlerle et fiyatlarını artırıyor; karşılarına ithal rakip çıktığında üretici de bu spekülatif ve haksız fiyatları indirmek zorunda kalacakmış gibi açıklıyorlar durumu. İthalatın bu kadar rekor düzeyde artmasını da buna bağlıyorlar.
Oysa et fiyatlarının artmasının nedeni, ülkede hayvancılık sektörünün her yıl biraz daha çöküş yaşamasıdır. Devlet destekleri azaltılmakta, üreticinin bankalara olan borçları iflaslara neden olmaktadır. Bu koşullarda yerli üretim düştükçe fiyatlar artıyor, ithalat yapıldıkça üretici biraz daha yıkıma uğruyor ve yerli üretim azalıyor; bu durumda ithalat biraz daha artıyor, ithalat artışı üreticiyi daha fazla yıkıyor…
Bu kısır döngünün tek sonucu, ülkenin et ve hayvancılık sektörlerinin emperyalist tekellerin eline geçmesidir. Fiyatların da artık tamamen onlar tarafından belirlenir hale gelmesidir.
İthalat sürecinin emperyalistlerin inisiyatifine geçmesi, aynı zamanda ülkenin bozuk ve hastalıklı et çöplüğüne dönüşmesidir. İthalatçıların yerli işbirlikçileri de, veteriner kontrolleri, denetimler vb.ni devre dışı bırakarak, kendi karlarını gerçekleştirmektedir.
28 Nisan tarihinde yayınlanan bir kararla, AKP hükümeti, ithal hayvanlarda veteriner denetimini ortadan kaldırdı. Bu değişiklik, ithal hayvanların ülkeye girişte her türlü hastalığı ve pisliği üzerinde getirmesine resmiyet kazandırılmasıdır. Son ithal hayvanlarda şarbon patlaması yaşanmasının asıl nedeni de budur.
Bu koşullarda ülkemizdeki et, giderek daha pahalı, daha kalitesiz ve daha sorunlu hale gelmektedir. Üreticiler güçlendirilmediği, gerekli sağlık kontrolleri yapılmadığı sürece de, hem üreticilere hem de kitlelere verdiği zarar daha da büyüyecektir.