Karlar özelleşiyor, zararlar kamulaşıyor! BU DÖNGÜYÜ KIRALIM!

Erdoğan, “kriz yok, maniplasyon var” diyedursun, işçi ve emekçiler krizi her gün yaşıyor. Çarşı-pazarda fiyatların nasıl arttığını; ellerine geçen paranın her geçen gün nasıl eridiğini, üstelik işsizliğin bir kılıç gibi başlarında sallanışını, birçok arkadaşının işten atılışını her gün görüyor, duyuyor ve krizi iliklerinde hissediyor.

Krizin varlığı, asıl olarak işsizliğin boyutları ve enflasyon rakamlarıyla ölçülür. Resmi verilerle ne kadar oynansa da, enflasyon son 15 yılın zirvesinde. İşsizlik ise yüzde 20’lerde…

Eylül ayı itibarıyla “üretici fiyatlar enflasyonu” yüzde 46 olarak açıklandı. Bunun önümüzdeki aylarda tüketiciye yansıyacağı ve fiyatların çok daha fazla artacağı belli oldu. Şu ana kadarki zamları düşündüğümüzde, bizi nasıl bir fiyat artışının beklediğini düşünmek bile korkutucu.

6 milyon civarında olan işsizler ordusuna ise her geçen gün binlerce kişi katılıyor. Patronlar toplu işten çıkarma yerine hergün 3-5 işçi çıkarıyorlar. Böylece hem yasal engelleri aşıyor, hem de gelişecek tepkileri azaltmış oluyorlar. Hükümetin patronları bu şekilde yönlendirdiği anlaşılıyor. Atılan işçiler bunu bizzat patronlardan duyduklarını ifade ediyorlar.

Zamları da böyle yapmıyorlar mı? Her ay doğalgaza ve elektriğe zam geliyor. Bir defada yüzde 50 yapmak yerine, ayda yüzde 10-15 diyerek, üç-dört ayda yüzde 50’yi bulduruyorlar. Bilindiği gibi artık zam yerine “fiyat güncellemesi” deniliyor.

Kısacası adıyla, biçimiyle, oranlarıyla oynayarak asıl “maniplasyonu” kendileri yapıyorlar. Fakat gerçekler tüm çıplaklığıyla ortada.

 

Hükümet ve patronlar krizi işçiye yıkıyor

Hükümet, YEP adını verdiği krize çözüm planını açıkladı. Bu plan, faturayı işçiye yıkma planıdır. “Çözüm” diye sunulanlara bir bakın:

Esnek çalışmayı ve performans ölçülerini daha da yaymak, kıdem tazminatını tasfiye etmek, bütün çalışanları zorla 3 yıl boyunca BES’te tutmak ve prim kesmek…

“Esnek çalışma” ve “performans”ın ne demek olduğunu işçiler çok iyi biliyor. Patronların işçiyi köle gibi çalıştırması ve istediği zaman da kapının önüne bırakmasıdır. Son dönemde işten atma gerekçesi, “performans düşüklüğü” olmuştur. YEP’le bu durum daha yaygınlaşacak demektir.

Diğer yandan AKP hükümetinin uzunca bir süredir kıdem tazminatını gaspetmek istediği kimse için sır değil. Birçok kez hamle yaptı, fakat gelişen tepkiler üzerine geri adım atmak zorunda kaldı. Şimdi kriz ortamını fırsat bilerek bir kez daha kıdeme yöneldi. Elbette başarıp başaramaması yine tepkilere bağlı olacak.

Aynı durum BES için de geçerli. Başlangıçta ilk iki ay için zorunlu tutulmuştu ve işçilerin önemli bir kısmı iki ay içinde BES’ten ayrıldı. Yani amaçlarına tam olarak ulaşamadılar. Şimdi 3 yıl zorunlu tutmak istiyorlar. İşçiler sigortalı değil mi ki, BES’e yani Bireysel Emeklilik Sigortası’na girmeye zorlanıyor? Amaç, emperyalist tekellere para akıtmak olunca, her tür zorbalık mübah sayılıyor.

YEP’in açıklandığı günlerde, Ankara Sanayi Odası (ASO) Başkanı da işçi ücretlerinin 6 ay boyunca “işsizlik fonu”ndan karşılanmasını önerdi. Yoksa patronlar işçi çıkarmak zorunda kalıyormuş!

O “işsizler fonu” ki, işsizlerden çok hükümet ve patronlara yarıyor. Bugüne dek biriken 125 milyar TL’nin sadece 20 milyar TL’si işsizlere gitmiş. İşsizlerin fondan yararlanması binbir engelle kesilirken, patronlara kapı sonuna kadar açılıyor.

Patronlar kar rekorları kırarken, işçilere fazla ücret verildi mi? Şimdi kriz denilerek işçilerden kesilen paralara el koymaya kalkıyorlar. Yani karlar özelleşiyor, zararlar kamulaşıyor… Ve bu konuda hükümet ve patronlar elbirliği içinde çalışıyor.

Kaldı ki, işçilerin ücretlerinden, sosyal haklarında “tasarruf” etmesi beklenirken, devletin çeşitli kademelerinde savurganlık; “itibar” adı altında aşırı lüks yaşam; yandaşlara ve tarikatlara para hortumlamak devam ediyor. İşçilerin açlık sınırının altındaki yaşamları bile patronlara fazla geliyor; patronlar ve devlet, işçileri pervasızca sömürebilmenin yollarını arıyorlar. Buna da “krize karşı çözüm” diyorlar.

Bu döngüyü kıracak olan işçi ve emekçilerdir. Ama henüz onlar meydanlara çıkıp sözlerini söylemiş değiller.

 

Son sözü işçi sınıfı söyleyecek

Resmi verilere göre ülkemizde yaklaşık 20 milyon ücretli var. Bunların 3 milyonu memur ve sözleşmeli personel. Geriye kalanı özel sektörde veya kamuda “işçi” statüsünde çalışıyor. Kaldı ki, “kayıt-dışı” çalışan milyonlar var. Bir de 6 milyon civarında işsizleri eklemek gerek. Yani nüfusun yarısından fazlasını işçi ve emekçiler oluşturuyor.

Bu devasa kitle harekete geçtiğinde önünde hiçbir güç duramaz. Hükümet ve patronlar da bunu çok iyi bildiklerinden, hem yalan ve demagoji hem de baskı ve şiddetle üzerlerinde hakimiyet kurmaya çalışıyorlar.

Yukarıda belirttiğimiz gibi neredeyse hergün çeşitli işyerlerinde işçiler üçer-beşer işten atılıyorlar. Üstelik birçoğu tazminatlarını alamıyor. Hatta içeride, alamadıkları ücretleri bulunuyor. Birçok yerde 15 günle 3 ay arasında değişen “ücretsiz izinler”e çıkartılıyorlar. Ki bunlar, yasalara aykırı bir şekilde yapılıyor. Sırtlarını devlete dayayarak keyfi ve kuralsız davranabiliyorlar.

Peki işçiler bu yapılanları sineye mi çekiyor? Tabi ki hayır. Son 6 ay içerisinde pekçok yerde direniş oldu. Fakat hem burjuva medyada yer bulmuyor; hem de birbirinden kopuk olduğu için ses getirmiyor. İnşaat, Cargill gibi ses getirenlerin üzerine de polisi gönderip gözaltı ve tutuklama terörü ile bastırmaya kalkıyorlar.

Yaklaşık 20 milyon ücretli var, ancak bunun en fazla yüzde 10’u sendikalı. Sendikalı olmak isteyen işçiler de işten atılıyor. Ne yazık ki, varolan sendikaların çoğu bu işçilere sahip çıkmıyor. Krizden bu yana pekçok direniş olduğu halde sendikalar öne çıkmadı. Basın açıklamasıyla görev savdılar. Oysa şimdi eylem zamanı…

İşçi sınıfının asıl eksikliği örgütsüzlüğüdür. Tepeden tırnağa örgütlü patronların ve devletin karşısında örgütlenmek dışında çare yoktur.

İşçi ve emekçiler, bir kez daha kendi göbeklerini kendileri kesmekle karşı karşıyalar. İşyerlerinden işkollarına doğru örgütlenmek zorunda. Sendikaları zorlayacak olan da tabanda oluşturdukları örgütlülükleri ve eylemleri olacak. Son sözü işçi sınıfı söyleyecek…

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …