ABD Suriye’den çekilmiyor

Son dönemde Suriye savaşında çok önemli gelişmeler üst-üste gelmeye başladı. ABD Suriye’den çekileceğini açıkladı. Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn, Şam’da yeniden büyükelçiliklerini açtı. Sudan Devlet Başkanı Suriye’ye ziyaret gerçekleştirdi, Moritanya Devlet Başkanı da ziyaret edeceğini duyurdu. Türkiye, YPG’nin kontrolü altındaki toprakları işgal edeceğini açıkladı, sonra bunu belirsiz bir tarihe erteledi. YPG “federasyon” talebinden vazgeçtiğini duyurdu ve Şam ile görüşmelere başladı.

Elbette ki ABD, Suriye’den geri çekilmiyor. Daha önce Irak’tan, Afganistan’dan da çekileceğini açıklamıştı; ancak askerlerini azaltmakla birlikte, bu ülkelerdeki işgalci konumunu korumaya devam etmişti. Şimdi aynı durum Suriye’de de yaşanıyor.

Ancak yine de son gelişmeler, Suriye savaşında yeni bir dönemin başladığını gösteriyor. Esad yönetiminin artık tartışılmaz hale geldiği, ABD’nin temel hedeflerini gerçekleştiremeden geri adım atmak zorunda kaldığı bir dönemi… Ve bu geri adım, ABD açısından sadece Suriye’de değil, Ortadoğu’da genel bir hegemonya kaybı anlamına geliyor.

 

İdlib’ten Menbiç’e, Türkiye’nin atakları

İdlib’teki cihatçıların temizlenmesine ilişkin olarak Eylül ayında yapılan Soçi mutabakatı, Türkiye’nin 15 Ekim’e kadar İdlib’de 15-20 km derinliğinde silahsızlandırılmış bölge oluşturmasını öngörüyordu. Ancak Türkiye bunu başaramadığı gibi, İdlib’deki cihatçılar arasında karşılıklı tehditler ve gerginlikler oluşmaya başladı. Türkiye bazı cihatçı örgütleri Suriye Ulusal Ordusu adı altında birleştirmiş olmakla birlikte, genel olarak İdlib’de ateşkesi sağlamayı başaramadı; HTŞ gibi en etkili cihatçı örgütler Türkiye’nin şemsiyesi altına girmediler.

Türkiye’nin İdlib için iki planı var: Birincisi, İdlib’i mümkün oldukça uzun süre elinde tutmak. İkincisi, İdlib’deki cihatçıların bir kısmını Menbiç’e aktararak PYD’ye karşı savaşmalarını sağlamak.

Rusya için İdlib vazgeçilmez önemde bir nokta. Çünkü Rusya’nın Lazkiye’deki askeri üssü, İdlib’deki cihatçıların atış menzilinde bulunuyor. Zaten bugüne kadar birçok defa İdlib’den Lazkiye’ye roketli saldırılar düzenlendi. Keza Rusya Türkiye’nin İdlib’de kalma, cihatçıları besleme ve hatta İdlib’i ihlak etme planlarını da biliyor. Ancak Türkiye’nin ABD ile Rusya arasındaki salınımlarındaki artış nedeniyle, Türkiye’yi ABD’nin önüne itecek bir adım atmamak için İdlib sorununu rölantiye almış durumda. İdlib’e dönük askeri harekatı başlatmak için acele etmiyor; kimsenin itiraz edemeyeceği en uygun koşulların oluşmasını bekliyor. Bu arada Türkiye’nin Soçi’de verdiği sözleri yerine getirmesi için sıkıştırıyor.

Zaten Türkiye’nin Menbiç ve “Fırat’ın Doğusu”nu gündemleştirmesi de Rusya’nın bu baskısı üzerine oldu. Türkiye ABD’ye “Menbiç’te güvenliği birlikte sağlama”yı dayattı; ABD de bunu kabul etmiş göründü; bir tarafta YPG ile “ortak devriye” çıkartırken, başka tarafta Türkiye ile “ortak devriye” oluşturdu. Bu süreçte Türkiye Kürt bölgelerine dönük bombardıman başlattı. Irak sınırları içinde bulunan Şengal ve Kandil, TSK’nın ilk hedefi oldu. Ardından Tel Abyad bölgesinde PYD’ye dönük taciz atışları ve bombalamaları gerçekleşti.

Türkiye bu hamleleri elbette kendi başına, Suriye’deki emperyalist güçlerden bağımsız yapmıyordu. Tam tersine son bir-iki ay boyunca, hem Rusya hem de ABD ile Erdoğan arasında “bahar” rüzgarları esiyordu.

Rusya, Avrupa’ya doğalgaz sevkiyatı için Ukrayna’yı devredışı bırakacak iki çok önemli adım atmıştı. Birincisi Baltık Denizi’nden Almanya’ya doğrudan uzanan bir “Kuzey Akım” boru hattı projesini hayata geçirmişti. İkincisi, Türkiye’den Avrupa’ya uzanan “Türk Akımı” boru hattında ilerleme kaydetmişti. Üstelik Türk Akımı projesinin deniz kısmının tamamlanması ile ilgili Putin’in de Türkiye’ye geldiği bir kutlama düzenlendi. Yanısıra, ABD’nin bütün itirazlarına ve tehditlerine rağmen, Türkiye’ye S-400 füzelerinin satılacağı açıklandı.

Aynı dönem, ABD ile Türkiye ilişkileri de hızla ısındı. Trump ile Erdoğan, Paris’teki Barış Zirvesi’nde mutlu pozlar verdi; ABD, PKK’nin liderleri Murat Karayılan, Cemil Bayık ve Duran Kalkan için, tam da Amerikanvari bir tarzda “başlarına ödül koyarak” arama kararı açıkladı. Kasım ayının sonu, Aralık ayının başlarında CIA Başkanı Gina Haspel’den ABD’nin Suriye Temsilcisi James Jeffrey’e kadar önemli isimler Ankara’ya ziyaret gerçekleştirdi. Ve hepsinden önemlisi, Türkiye’ye yıllardır verilmeyen hava savunma sistemi Patriot’lara, ABD meclisinden onay çıktı.

Tüm bu gelişmelerin sonucunda, artık Suriye’de daha rahat at oynatacağı yanılsamasına kapılan Türkiye, Menbiç’e “girdik-giriyoruz” dayatmalarına başladı. Buna karşılık ABD, “biz de çekiliyoruz” diyerek TC’nin beklemediği bir adım attı. Öyle ki, bu karar karşısında AKP hükümeti bir açıklama bile yapamadı. Çünkü istedikleri ABD’nin değil PYD’nin çekilmesiydi. Hele ki, TSK’nın girmeyi planladığı bölgeye Suriye bayrağının çekilmesi, Türkiye açısından daha da büyük bir soruna dönüştü.

 

Savaşı “taşeronlara” devretmek

ABD’nin Suriye’den çekilme kararını, Erdoğan ile telefon görüşmesi sırasında aldığı söyleniyor. Son dönemde Türkiye’ye çok önemli tavizler vermesine rağmen Erdoğan’ın taleplerinin bir türlü bitmiyor oluşu karşısında, “artık bırakıyorum” dercesine…

Trump’un açıklaması bir anda ortalığı karıştırdı. ABD’nin kendi içi de karıştı. Trump’un açıklamasının ardından; ABD Savunma Bakanı James Mattis ile IŞİD’le mücadele koalisyonu özel temsilcisi Brett McGurk peşpeşe istifa ettiklerini açıkladılar.

ABD içinde bu konuda görüş ayrılıkları olduğu biliniyor. Bir tarafta Suriye’nin vazgeçilmez önemde olduğu, bu nedenle tam güçle orayı kazanmak gerektiğini savunanlar var; diğer tarafta, ABD’nin dış savaşları finanse etmek için çok uğraştığı, “taşeronlara” görev vererek kendisinin kısmen geri çekilmesi gerektiğini savunanlar duruyor. Zaten Trump’un, “Biz IŞİD’i temizledik, biraz da Türkiye temizlemek istiyormuş” demesi bunun göstergesi. Trump’un açıklaması da, bu açıklamaya karşılık gelen istifalar da, bu politik çatışmaların ürünü.

Ancak buna rağmen, ABD Suriye’den de, Menbiç’ten de çekilmez; çekilmeyecek. Tıpkı Afganistan’dan, Irak’tan çekildiğini açıkladığı, ama oradaki askeri üslerini de, hegemonyasını da koruduğu gibi…

Rojava topraklarında ABD’nin 20’den fazla askeri üssü olduğu biliniyor. Ne bu üsleri bırakır, ne de stratejik öneme sahip Rojava topraklarını…

Bununla birlikte, “taşeronlara” daha fazla görev verilmesi her zaman mümkündür, emperyalistlerin işi kolaylaştırma yöntemidir.

Bugüne kadar ABD emperyalizmi bu yöntemi fazlasıyla kullandı. ABD’nin isteğiyle, Suudi Arabistan’dan Katar’a kadar birçok ülke, Suriye savaşına silah ve para aktardı. Türkiye “cihatçı otobanı” olarak tanımlandı; cihatçı çetelerin lojistik alanına dönüştü. Suudi Arabistan’a ait bir ÖSO’cu birlik, YPG’nin önderliğindeki QSD içinde yer aldı, savaştı. Hatta en başta, IŞİD, ABD’nin planları doğrultusunda Irak ve Suriye işgaline başladı.

Bugün sadece savaşı değil, siyaseti de taşeronları üzerinden hızlandırmış durumda. Suriye’deki savaşın sonu gözükünce, ABD ile ilişkide bulunan ülkeler, Suriye’ye seferler düzenlemeye başladı. Suudi Arabistan öncülüğünde, Arap Birliği ülkeleri Suriye ile ilişkilerini yenilemeye yöneldiler. Sudan Devlet Başkanı El Beşir, Suriye’ye ziyaret gerçekleştiren ilk Arap lideri oldu. Aslında Çin’in işbirlikçisi olan, ama son dönemde Suudi Arabistan’la da ilişkilerini “normalleştirmeye” çalışan Sudan’ın bu ziyaretinin, Suudi Arabistan’ın “elçisi” olarak yapıldığı ileri sürülüyor. Ardından Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile Bahreyn, Suriye büyükelçiliklerini yeniden açtılar. Hatta BAE, “Suriye, Arap Birliği’nde neden yok” diyerek (oysa 6 yıl önce BAE’nin girişimiyle Arap Birliği’nden çıkarılmıştı), geri almayı gündeme getirdi. Ürdün, Suriye’ye sınır kapısını açtı ve Şam’a bir heyet gönderdi. Bu adımlar da Suudi Arabistan’ın yönlendirmesiyle atıldı.

Suudi Arabistan, Suriye’de savaşın da, yeniden inşanın da İran ve Türkiye’ye kalmasını önlemek için, öne atılma ihtiyacı duymaktadır. Zaten Trump, Suriye’de yeniden inşanın Suudi Arabistan tarafından finanse edilmesi gerektiğini söyleyerek bu tabloyu tamamlamıştır.

Türkiye ise, Suriye’nin yeniden inşasını Katar parasıyla yapmayı planlıyor. Katar-İran-Irak-Suriye-Türkiye beşlisi, bu doğrultuda görüşmeler yapıyor. Bunun farkında olan Suudi Arabistan ise, önalmaya çalışmaktadır.

ABD’nin Suriye’den çekilme açıklamasına bu koşullarda bakmak gerekir. Bir yanıyla, bu çekilme sözü doğru değildir; ABD bu topraklardaki hegemonya iddiasından vazgeçmez. Diğer yanıyla, işbirlikçilerinin, taşeronlarının daha fazla devreye girmesi, daha fazla sorumluluk alması, elbette ABD’nin işine gelir.

Son dönemde ABD’nin bırakalım çekilmeyi, Ortadoğu savaşında üstünlük kurmak amacıyla yaptığı hamleler var. Kaşıkçı cinayeti vesilesiyle Suudi Arabistan üzerinde baskı kurması bunlardan biridir. Bugüne kadar petro-dolar sistemiyle (Suudi Arabistan petrolü dolarla satıyor, ABD de Suudi krallığını koruyor) dünyayı yöneten ABD, Suudi Arabistan’ın Çin ve Rusya ile ilişki kurma çabalarına önemli bir darbe indirdi. İkincisi, Suudi Arabistan, Mısır ve İsrail’i biraraya getirmeyi başarmıştır. Ortadoğu’da bu ittifakın daha etkin olmasını hedeflemektedir. Üçüncüsü, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs çevresinde İsrail-Mısır-Yunanistan-Kıbrıs Rum Yönetimi işbirliği ile ve ABD şirketlerinin yönlendirmesinde Rusya-Türkiye-İran’ı sıkıştırma olanağı elde etmiştir. Dördüncüsü, Suudi Arabistan, BAE, Kuveyt, Bahreyn, Katar, Umman, Mısır ve Ürdün’ü biraraya getirerek “Arap NATO’su” kurdu. Askeri gücü zayıf olmakla birlikte bu ittifak, 3 Kasım’da ortak (Katar’ı dışlayarak) bölgesel tatbikat düzenledi.

 

PYD’nin tutumu ne olacak

ABD’nin Suriye’den çekilme kararı, PYD-YPG nezdinde tepkiyle karşılandı. Bir taraftan “biz kendi gücümüzden başka kimseye güvenmiyoruz zaten” açıklamaları yapılırken, bir taraftan da ABD’nin gitmemesi gerektiği konusunda ikna çabalarına girişildi.

Çünkü ABD’nin çekilme açıklaması, gerçekte YPG’yi Türkiye karşısında savunmasız bırakma anlamını taşıyordu. “Menbiç’in işgali”, “Fırat’ın Doğusu” sözleriyle sesini yükseltmiş olan Türkiye, ABD’den “kurban” istiyordu. ABD Menbiç’i “feda” edeceğini göstermiş oldu.

Ancak Erdoğan hükümetinin işi o kadar da kolay değildi. ABD ne zaman Kürt hareketini ortada bıraksa, PYD Suriye ya da Rusya ile işi çözmeye çalışıyordu. Onun bu tutumu Afrin’de etkili olmamış, ABD’nin Afrin’i gözden çıkarmasına karşılık Rusya’ya yakınlaşma çabası işe yaramamıştı. Çünkü Afrin işgali sırasında, Rusya’nın da Kürt hareketini “cezalandırmak” gibi bir hedefi vardı.

Menbiç gündeme gelince durum değişti. Öncelikle PYD ciddi bir geri adım atarak, “federasyon” hedeflerinin olmadığını, “Suriye topraklarının-bayrağının-devletinin” bir parçası olduklarını söyleyerek, Suriye Ordusu’nu Menbiç’i korumaya çağırdılar. Rusya ve Suriye de bu çağrıyı karşılıksız bırakmadı; Ariman Köyü’ne Suriye bayrağı çekildi. PYD’ye bu desteğin iki nedeni vardı: Birincisi, Suriye ve Rusya, Türkiye’nin Suriye’den kopardığı toprakları daha fazla genişletmesini tehlikeli olacağını biliyordu. İkincisi, PYD ilk defa bu kadar açık bir geri adım atmış, federasyon talebini kaldırmıştı.

Suriye bayrağı Türkiye’nin Menbiç işgalini durdurdu. Bu işgale izin almak için, Aralık ayının son günlerinde Rusya’ya bir heyet gönderildi; ancak başarılı olmadı.

Diğer taraftan, PYD’nin hamlesi Menbiç’in tamamını Suriye’ye bırakmıyordu; ÖSO ile sınır olan bir bölgede Suriye askerleri bulunurken, Menbiç’in başka bölgelerinde ABD askerleri bulunmaya devam ediyor.

ABD, YPG’yi rahatsız edecek bir adım daha attı. KDP’ye yakın Suriye Kürt Ulusal Konseyi’nin (ENKS) silahlı gücü olan Roj Peşmergeleri’nin Şengal’den Suriye’ye geçmesini istedi. Türkiye KDP’yi “terörist” olarak tanımlamadığı için, Rojava’da Roj Peşmergeleri’nin bulunması, Türkiye’nin işgal gerekçelerini ortadan kaldıracaktır. Ancak YPG, kendi hegemonya bölgesinde KDP’nin varlığını istemiyor. Bu da YPG’nin ABD ile ilişkisinin bir başka açmazını oluşturuyor.

* * *

Suriye savaşında henüz çözümlenmemiş sorunlar var. Türkiye’nin işgal ettiği toprakların durumu, Rojava bölgesinin statüsü, yeni anayasanın içeriği, ABD askeri üslerinin geleceği vb…

Ancak kesin olan şeyler de var. Artık “Esad gitsin” cümlesini ABD dahil kimse sarfetmiyor; hatta Esad hükümeti ile ilişki kurmaya çalışıyor. Rusya “sıcak denizlere” inmeyi başardı; Suriye’deki askeri üssü Rusya’nın en güçlü-gelişkin üslerinden birisi oldu. İran üç ülkede birden (Yemen, Irak ve İran) savaşma gücü olduğunu kanıtladı. Çin, İran üzerinden bölgedeki tüm ülkelerle ilişkilerini, ticaretini artırdı.

Diğer taraftan, ABD’nin IŞİD üzerinden Ortadoğu’yu ele geçirme savaşı, IŞİD ile birlikte yenilgiye uğradı. İran’a dönük yaptırım kararı, 8 ülkeyi muaf tutmak zorunda kalması nedeniyle daha baştan çökmüş oldu. Çin’in İran-Irak-Suriye hattı üzerinden Akdeniz’e ulaşma hedefi olan Kuşak ve Yol Projesi’ni engelleyemedi. Barzani’yi referandum sonrasında, PYD’yi Türkiye karşısında terk ederek, Ortadoğu’daki Kürt hareketini ortada bırakmaya hazır olduğunu gösterdi.

Savaşın bilançosunu çıkarırken, Suriye savaşında Rusya, İran ve Çin’in kazandığını, ABD’nin ise önemli mevzileri kaybettiğini söylemek mümkün. ‘Arap NATO’su kurma çabaları, İsrail’i daha etkin kullanma hedefi, Türkiye’yi kazanmak için taviz verme tutumu, Kürt hareketini kendisine bağımlı tutma niyeti gibi adımları ve çabaları elbette ki sürüyor.

Ancak çekilme kararını bu tarzda açıklaması, Suriye’ye girdiği günden daha zayıf konumda olduğunu göstermeye yetiyor.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …