Şimdi “Fransızca konuşma” zamanı

Marksist literatürde “Fransızca konuşmak”, eylemin diliyle konuşmak demektir. Lenin’in ifadesiyle; “ayağa kaldırıcı sloganlarla kitlelerin doğrudan mücadelesini, enerjisini artırmak ve çapını genişletmek”tir.

Bu tanım Fransa’nın tarihine atıfla yapılıyor. 1789 Devrimi’nden Paris Komünü’ne büyük dönüşümlere imza atması, radikal ve kesin sonuçlara götüren eylemlere sahne olması, “Fransızca konuşmak” diye bir terimi üretmiş.

“Fransızca konuşmak” yükseliş dönemine geçildiğinin işaretidir aynı zamanda. Tersten “Almanca konuşmak” ise, gerileme dönemini ifade eder. “İşler canlanıncaya kadar yavaş yavaş, düzenli ve sistemli bir çalışma ile adım adım ilerlemeyip santim santim kazanma” dönemini…

Marks, bu iki ülkenin durumunu karşılaştırırken; “Alman ayaklanmasının günü, Galya horozunun ötüşü ile ilan edilecektir” demiştir. Bu, Fransa’nın Almanya dahil Avrupa’nın geleceğinde ne denli belirleyici olacağına yapılan bir vurgudur.

Elbette Marksist-Leninistler, hem “Fransızca”, hem de “Almanca konuşmayı” bilmek zorundadır. Her dönemin kendini dayattığı taktikler, çalışma tarzı vardır çünkü.

* * *

Fransa, Kasım ayının ortalarından itibaren “Sarı Yelekliler”in eylemleriyle sarsılıyor. Bir kez daha “Fransızca konuşma”nın ne demek olduğunu tüm dünyaya gösteriyor. Hükümete geri adım attırdıkları halde, eylemler sürüyor. Çünkü 42 madde halinde topladıkları taleplerin karşılanmasını istiyorlar.

O talepler arasında, “asgari ücret” gibi “azami ücret”in de belirlenmesi ve bunun ortalama ücreti geçmemesi gibi ileri bir talep de bulunuyor. Ki bu, -ücretler arasında farkın iki katı geçmemesi şeklinde- sosyalizmde yaşama geçirildi. Fakat günümüzde asgari ile azami ücret arasındaki fark, yüzlerce katı bulabilmektedir. Örneğin Türkiye’de asgari ücret 2 bin TL iken, cumhurbaşkanının maaşı 76 bindir. Buna cumhurbaşkanlığı bütçesi ve “örtülü ödenek” dahil değildir.

Vergi adaletsizliği, Sarı Yelekliler’i sokağa çıkaran asıl nedendi. “Küçükten küçük, büyükten büyük vergi alınması”nı talep ediyorlar ve “80 milyarlık vergi kaçakçılığının peşine düşülmesi”ni istiyorlar. Keza konuttan, “kadrolu çalışma”ya, emeklilerden esnafa ve işsizlere kadar her kesimin sorunlarına çözüm öneriyorlar.

Sadece ekonomik değil, siyasal sorunlara da kafa yoruyor; bir bütün olarak sistemi sorguluyor ve daha eşit bir dünya istiyorlar. Örneğin parlamentonun işlevsiz hale gelişine, kararnamelerle yönetilmeye, cumhurbaşkanının yoksulları hor gören üslubuna isyan edip, halkın yönetime katılımını artıracak çözümler üretiyorlar.

* * *

Bunlar sadece Fransız işçi ve emekçisinin sorunları değil kuşkusuz. Tüm dünyada -hatta kimisinde daha fazla- bu sorunlar yaşanıyor. Onun için Sarı Yelekliler’in eylemi kısa sürede Avrupa’nın diğer ülkelerine de yayıldı. Avrupa’da sosyal haklar, dünyanın diğer bölgelerine göre daha gelişmiş olmasına rağmen, işçi ve emekçiler sokaklara döküldü. Çünkü oralarda da 90’lı yıllardan bu yana haklar adım adım gaspedildi.

Ne “sosyal devlet” ne de “demokrasi” burjuvazinin umurunda değil! Bunlar, işçi ve emekçilerin mücadelesiyle ve burjuvazinin “sosyalizm korkusu”yla elde edilmiş haklardı. “Sosyalist blok” yıkılıp bu “korku”dan kurtulduğu anda, ilk dönemki “vahşi”liğine döndü. Dinci-gericiliği yeniden hortlattı ve yağma savaşları ile dünyayı kana boğdu.

Yaklaşık 30 yıldır kapitalizm “tek kale maç” yapıyor! Ve hep böyle gideceğini sanıyor. İşte Fransız emekçileri, bu gidişe “dur” dediler. Hem kapitalizme, hem de onunla uzlaşan siyasi partilere, sendika ve kitle örgütlerine “sarı kart” çıkardılar.

Bu bir ihtar! Bu şekilde sürdüğü koşulda -ki başka türlü kapitalizm kapitalizm olmaz- işçi ve emekçiler “kırmızı kartı” da çıkaracaktır. Bundan kimsenin şüphesi olmasın!

* * *

Bu ihtar bile egemenleri korkutmaya yetti. Sarı Yelek “suç unsuru” sayılarak toplatılmaya başladı.

Aynı günlerde AKP’nin “Gezi fobisi” yeniden hortladı. Aradan 5 yıl geçtiği halde Gezi Direnişi hakkında soruşturmalar açılıyor, direnişe önderlik ettikleri savıyla gözaltılar, tutuklamalar yapılıyor.

Krizle birlikte kitlelerin artan hoşnutsuzluğunun yeni bir Gezi isyanına dönmesinden duyulan korkudur bu. Üstelik şimdi buna “Sarı Yelekliler” de eklendi. Onların örnek alınması, kitlelerin benzer taleplerle sokaklara dökülmesi en büyük kabuslarıdır.

Erdoğan, Macron’u taviz vermekle suçluyor. Ama kendisi de taviz vermek; Gezi Parkı’nı ortadan kaldırma projesinden vazgeçmek zorunda kalmıştı.

Tabi ki, şöyle önemli bir fark var: Gezi’nin talepleri son derece sınırlıydı. Dahası, “Erdoğan istifa” talebi, “çözüm süreci”ni baltalayacak diye HDP ve yörüngesindeki reformistler tarafından benimsenmedi. Diğer partiler ve reformist kurumlar da kitlelerin gücünden, kendilerini aşmasından korktular. Hep birlikte eylemi sonlandırmak için ellerinden geleni yaptılar.

Benzer durumları yaşayan Fransız işçi ve emekçileri, bu kez parti ve sendikalardan bağımsız biçimde örgütlenip, “kendi göbeklerini kendileri kesmeye” karar verdi. Onun için eylemleri daha etkili oldu. Bu aynı zamanda düzene entegre olmuş tüm kurumlara etkili bir şamardı.

* * *

Bir yılı daha geride bırakıp yeni kavga yılına girdik. 2018’in son günleri, 2019 için daha umutlu olmamızı gerektiriyor. Sadece Avrupa’da değil, ülkemizde de birçok yerde eylemler, direnişler sürüyor. Krizle birlikte işten atılan işçiler, bu direnişlerin başını çekiyorlar.

Krizin etkileri de ona karşı yükselen tepkiler de görünenden çok büyük. Hal böyleyken yeni yıla zamlarla uyandık. Poşetten köprülere her şey yine zamlandı. Aralık sonunda, büyük bir artış gibi sunulan 2 bin 20 TL’lik asgari ücret, işçinin eline geçmeden erimeye başladı.

Krizin yarattığı öfkeden kurtulmak için, hükümet yine savaş tamtamları çalıyor. “Menbiç’e girdik, giriyoruz” diyerek, esas sorunların konuşulmasını engellemeye çabalıyor. IŞİD çetelerini yeniden sahneye sürüyor. 1 Mayıs başta olmak üzere işçi ve emekçilere kapalı olan Taksim Meydanı, yılbaşı gecesi ÖSO bayrağı ile gösterilere sahne oldu. Bir kez daha kitlelere gözdağı verildi.

Ama işçi ve emekçiler artık eskisi gibi yönetilmek istemiyor. İsyan bayrağı çekilmiş durumda. Başı yine Fransa çekiyor. Ve artık “Fransızca konuşma” zamanı geldiğini bildiriyor.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …