Dergimizin Yazıişleri Müdürü Çağdaş Büyükbaş, 3 Ocak’ta tahliye oldu. Haksız biçimde yaklaşık 17 ay hapis yatan Çağdaş Büyükbaş’la yaptığımız röportajı yayınlıyoruz.
PDD: Ne zaman cezaevine girdiniz ve hangi gerekçeyle yargılanıp ceza aldınız?
Çağdaş Büyükbaş: Dergimizin Ocak 2016 tarihli sayısında 3. sayfada yayınlanan “Savaşa karşı birleşik mücadele”, 4. sayfada yeralan “Kürt illerinde katliamlara karşı protestolar”, 14-18 sayfalarında yayınlanan “Kürdistan’da savaş ve direniş” ile, yine dergimizin Şubat 2016 tarihli sayısında, 2. sayfada yayınlanan “Topyekün saldırıya karşı topyekün direniş”, 3. sayfada bulunan “Cenazelerle birlikte çürüyen insanlık” yazıları hakkında, “PKK propagandası yapmak ve halkı kin ve nefrete tahrik etmek” iddiasıyla Haziran 2016’da soruşturma açılmıştı. Sözkonusu yazılar, Kürt kentlerinde yürütülen kuşatma döneminde, Kürt halkına yönelik baskı ve şiddeti konu alan yazılardı. Mahkeme 1 Kasım 2016 tarihinde sonuçlandı. Mayıs 2017’de 1 yıl 10 ay 15 günlük hapis cezası onaylandı. 11 Ağustos 2017’de tutuklanarak Metris’e, 15 Ağustos’ta Silivri 5 No.lu L Tipi Cezaevi’ne götürüldüm.
Cezaevi koşulları nasıldı? Yaşamı nasıl örgütlediniz?
“PKK propagandası yapmak”tan hüküm aldığım için PKK’li hükümlülerin bulunduğu koğuşa götürüldüm. Tabi buraya gitmeden önce girişte her cezaevinde uygulanan bir prosedür var. Tecrübesiz ve ilk kez tutuklanan, ya da sallantıdaki kişileri hedef alan bir uygulama. “Taraflı mı, tarafsız mı” diye sorulan bir sorunun ardından “Taraflı, (örgütlü) koğuşta kalmak istiyorum” dediğinizde “Ama denetimli serbestlikten yararlanamazsınız” diyerek “tarafsız” koğuşa geçmeyi teşvik etmeye çalışıyorlar. Tarafsız koğuşta ise genelde örgütlü mücadeleyi bırakmış, itirafçı ya da ajan olmuş, ya da bir zamanlar cezaevinin örgütlü koğuşlarında kalırken yaşamı bozan, düzenin yoz yönlerine özenip kaçan kişiler kalıyor. Haliyle buraya ilk kez giren bir devrimciyi, yurtseveri kişiliksizleştirmek istiyorlar… Bu soruya vereceğiniz “taraflı” cevabının ardından ise yasalarda olmamasına rağmen cezaevi idaresinin ya da savcısının insafına bağlı bir süreçle denetimli serbestlik verilmiyor genelde… Ki tarafsız koğuştakilerde de aynı durum sözkonusu, orada da çıkarttıkları hemen hemen yok gibi.
15 Ağustos’tan itibaren PKK’li hükümlülerin kaldığı koğuşa geldim. 5 No.lu’da yaklaşık 350-400 kişi arası bir sayı mevcut. 10 kişi başka yapılardan ve dosyaları PKK’ye bağlandığı için oradalar. F-10 koğuşuna gittiğimde 24 kişi oldu. Ben çıktığımda sayımız 39’du. Diğer koğuşlarda da insanların bir kısmı yerde yatıyor. Yeni bir koğuş verip vermeyecekleri bir yana, neredeyse merdiven altlarına dahi ranza koyacaklar. Adlilerin kaldığı bölümlerde bunun da yapıldığını duyduk. Tek kişilik odalar inşa edip, ranza ekleyerek 6 kişilik yapmışlar.
Koğuşlar iki katlı; üst kat yatakların olduğu, alt kat ise salon, mutfak, tuvalet-banyonun olduğu bölüm. Gün, 7.15’te herkesin uyandırılması ve kahvaltı yapılmasıyla başlıyor. 8.30’da sayım geliyor, havalandırma kapıları açılıyor. Sabah haberlerinin ardından kitap okuma ve eğitim çalışmaları aralardaki çay molasıyla birlikte 12’ye kadar sürüyor ve öğlen yemeği yeniliyor. Saat 13-15 arası sessizlik saati ve volta atmak, kitap okumakla geçiriliyor. 15 çayından sonra spor yapılıyor. Takımlar çıkarılarak futbol ve voleybol oynanıyor. Akşam saat 18’de yemek yenildikten sonra eğer havalandırma kapanmamışsa volta atılıyor ya da haberlere bakılıyor. Haberlerden sonra kişinin tercihine göre satranç ya da dama oynanıyor, televizyon seyrediliyor. Saat 20.30’da akşam sayımı yapılıyor ve kitap okumaya çıkılıyor. Saat 22.00’da, gece çayından sonra yine kişinin kendi inisiyatifinde bir zaman kalıyor. Saat 24.00’da yatılıyor. Yaz ya da kış saati uygulamalarına göre havalandırma saatlerinde geçirdiğimiz süre artıyor ya da azalıyor.
Rutinmiş gibi görünmesine rağmen, kendi içinde hızlı bir akışa sahip. Zamanı tamamen örgütlemek kişinin kendisine de bağlı olduğu için bilgilenmek ve bilinçlenmek, kafa yormak için haliyle epey zaman kalıyor. Hep denir ya “cezaevleri okul gibidir” diye. Bolca kitap okumak, haber takibi, mektuplaşmak gibi avantajlara sahip oluyoruz. Yılda bir kitap okuma oranları yayınlanır haberlerde. Türkiye genelde sonlarda yer alır bu listede. Cezaevlerini baz alsalar, sanırım ön sıralara çıkar. Ben haftada ortalama 2 kitap bitiriyordum. Birçok teorik kitap, roman, öykü kitabı okudum. Dergiye yazılar yazıp gönderdim, ama yazıların sadece iki tanesinin gittiğini öğrendim. Diğer yazıların ne olduğu meçhul, ama bilinçli olarak gönderilmediğini düşünüyorum.
Kalabalık bir ortam var. İlk kez böylesi bir ortamda kaldığım için, insani ilişkiler ve kendini tanımak bakımından tecrübeler edindim. Spor faaliyetleri hem vücut, hem de kafa sağlığı açısından çok önemli. Kaldığımız alan dar olduğu için, sosyal etkinlik olarak spor, volta ya da “emek süreçleri” dediğimiz temizlik, bulaşık gibi faaliyetler iyi bir alternatif oluşturuyor. Örneğin ben bu süreçte hiç hastalanmadım. Dışarıda da hareketli olduğum için bağışıklık sisteminin güçlü olmasından, yanı sıra spor yapmak ve yaşamı örgütlemekten diye düşünüyorum.
Ayın üç haftası kapalı, bir haftası açık görüş var. Telefon haftada bir. Bu ziyaret anları, bizim açımızdan televizyondan ya da gazetelerden öğrenemediğimiz haberleri alabilmek demek. Ziyaret yaklaşık 45 dakika; bu kadar kısa bir zaman aralığında, bunu ne kadar yapabilirsek artık. Ancak aldığımız olumlu ya da olumsuz haberler bizi de etkiliyor.
Tutuklandıktan sonra serbest kalmanız için bir kampanya yürütüldü? Ne kadar takip edebildiniz, nasıl değerlendiriyorsunuz?
Evet, gerek ziyarete gelen yoldaşlarımdan, gerek ailemden duydum, ama tutuklu olduğum süreç boyunca kendimle ilgili gazetelerde herhangi bir haber göremedim. Dergimizin yapmış olduğu sticker, afiş çalışmaları, eylemleri ve çabaları bir yana bırakırsak, bir yok sayma süreci yaşandığını söyleyebilirim. Onca çabaya rağmen, ne Kürt basını (Özgür Gündem, Özgürlükçü Demokrasi, Yeni Yaşam), ne Evrensel, Birgün, Cumhuriyet gibi gazeteler bir kez dahi yer vermedi. Çıktıktan sonra internette de bir araştırma yaptığımda, bu yok saymanın tarz halini aldığını gördüm. Özellikle Kürt basınının ilgisizliği çarpıcıydı. Ki, onların “nöbetçi yayın genel yönetmenliği” kampanyasına da katılmış olmama rağmen görmemesi, farklı bir kanı oluşturdu. “Tutuklu ve hükümlü gazeteciler listesi”ne dahi adımın yazılmaması, bu yöndeki uyarılara cevap verilmemiş olması, geçiştirilmesi, kendine ilericilik, devrimcilik ya da yurtseverlik atfeden basın yayın kurumlarının ayıbıdır. Herkes topu birbirinin üzerine atmış. Avrupa’da yoldaşlar Artı tv’ye gidiyorlar “Özgür Gündem (ya da o anda hangi isimle çıkıyorsa) yayınlanmadan yayımlayamayız” cevabını verebiliyorlar. Devrimci bir basın tarafından gelen talepler görmemezlikten gelinebiliyor. Adalet Bakanlığı bile hapishaneye ilk girdiğimde, gazeteci olduğumdan dolayı hapishane idaresinden bilgi istemişken, dost kurumların bu tavırları endişe verici. Yazmış olduğum onca mektubu, dışarıdan atılan mailleri, sözlü talepleri, girişimleri yok sayıp iki satırlık bir haber dahi yapılmaması, bilinçli bir tercih olmalı. İçeride bulunduğum sürede köşe yazarlarına, gazetelere mektup yazdım, süreci anlatmaya çalıştım. Ayrıca yoldaşlarım dışında, arkadaşlarım ve akrabalarım da sosyal medya ağlarında durumumu paylaşmışlar. Futbol turnuvalarında özgür bırakılmamı talep eden pankartlar açmışlar. Bunları duymak sevindirici ve moral verici. Ben burada bu süreci örgütlemeye çalışan ve katkılarda bulunan yoldaşlarıma ve dostlara teşekkür ediyorum. Geçmeden şunu söyleyeyim; benimle ilgili tek haber, çıkmama birkaç gün kala Yeni Yaşam gazetesinin, Özgür Gündem’in Nöbetçi Genel Yayın yönetmenlerinin haberini yaptığı yerde geçmesi oldu.
Normalde denetimli serbestlikten çıkman gerekiyordu,
bu süreç neden işlemedi?
Yukarıda da kısaca değinmiştim. Yasaya göre bir yılın altına düşen herkes denetimli serbestlikten yararlanıyor ve bunun birçok örneği de mevcut. Ki normal koşulda iki yılın altında hüküm alanların da hapse girmemesi, cezasının ertelenebileceği yine yasalarda var. Benim açımdan süreç mahkemede çizildi anladığım kadarıyla. “Çünkü hükmün açıklanmasının geri bıraktırılmasını istiyor musun?” sorusuna “hayır” demiştim ve bu cevabımla heyete göre “pişmanlık emaresi” göstermemiştim. O yüzden cezayı verdiler ve ertelemediler. Hapse girdikten kısa bir süre sonra hukuki girişimlerim oldu. Verdiğim dilekçelere ilk cevaplar “Taraflı koğuşta kaldığım” için olumsuzdu. Ama gelen gerekçeli kararda gördüm ki, tutuklandıktan sonra idare, 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne infazın nasıl çektirilmesi gerektiğine dair prosedürü sormuş. Gelen cevap, infazın cezanın 4’te 3’ünü yatırmak ve denetimli serbestlikten faydalandırmamak yönlü olmuş. Mahkemede koyulan tavıra, heyetin verdiği intikamcı cevap bu oluyor. Bir de Silivri özelinde, denetimli serbestlik vermemek gibi bir durum oluşmuş. İlk olarak bizim hiç görmediğimiz bir heyet hakkımızda karar alıyor ve doğrudan “örgütlü (taraflı) koğuşta kaldığımız” için ret veriyor. İnfaz hakimliği de genelde aynı yönde karar veriyor. Bir ihtimal Silivri Ağır Ceza Mahkemesi, talebi yapan kişinin yargılandığı mahkemelerin TMK kapsamında olup olmadığına bakarak olumlu karar verebiliyor. Ama o kararların verilmesinde benim itirazlarımın da payı olduğunu düşünüyorum. Cezaevindeki benzer durumda olanlar, “nasıl olsa tahliye etmiyorlar” diyerek işin üstüne düşmemişler. Ben dilekçeler sürecini başlattıktan sonra bu yönde girişimler arttı ve infazı bir yılın altına düşen tutsaklar dilekçeler vermeye başladı. Benim kaldığım koğuşta 5, diğer koğuşlarda da bir o kadar kişi denetimli serbestlik alabildi. Bir de, başka bir ilde yakalandığında bir yılın altına düşer düşmez çıkabilme ihtimali varken, İstanbul’daki hapishaneler bu süreci işkenceye çeviriyor ve dilekçelere cevapların gelme süreleri hesaplandığında, infaz süreniz neredeyse bitmiş oluyor. Silivri, zorunlu sürgünler dışında paranızla yapmak istediğiniz sevk taleplerini de karşılamadığı için, tahliyeyi engellemek için dolaylı-dolaysız bütün yolları zorluyor. Denetimli serbestliklerin engellenmesinin de bilinçli olduğu çok açık.
Söylemek istediğiniz başka bir şey var mı?
Hapishane süreçleri komünistler, devrimciler açısından her zaman gündemdedir ve bu süreci en iyi şekilde geçirmek, kendi örgütlülük düzeyinizin de göstergesi aynı zamanda. Kurduğunuz bağların gücü, bilinç düzeyiniz, deneyimizin elbette önemli. Ancak dışarıdaki yaşantınızda, bağlardaki en ufak zayıflama, bıraktığınız bir boşluk, ne kadar tecrübeli olsanız da sizi bulabilir ve gerilere çekebilir. Hapishaneler inşa edilirken, yönetim mekanizmaları kurulurken bunu hesaplıyorlar. Sizi düşüncelerinizden koparmak, kişiliksizleştirmek en büyük gayedir. Çıktığınızda en azından korkak-tedirgin bir tip olmanız için her şeyi yaparlar. Bunda başarılı oluyor mu? Türkiye hapishanelerinde önemli bir direniş geleneği var. Buna sahip olmak ve o direnişi örgütleyen yapılardan birinin bir ferdi olmak, sorumluluğu bir kat daha arttırıyor. Ben de kendi açımdan bu süreci en iyi biçimiyle geçirmeye çalıştım. Eksiksiz olmadı tabi. Ancak hapishane deneyimi, başta yaşama ve özgürlüğe bağlılık, ona sonuna kadar sahip çıkma, devrimci yaşantıyı iyi örgütleme yönünde katkılarda bulunuyor. En önemlisi dışarıdaki yaşantıda eksiklik bırakmamak. Çünkü o eksiklikler, hapishanede daha fazla derinleşiyor. Bir kez daha teşekkürler ve selamlar.