Seçimlere sayılı günler kaldı. Ancak ne adaylarda ne de kitlelerde bir heyecan var. Düzen partilerinin zorlanarak yaptıkları seçim kampanyaları da halka bir umut vermiyor.
Nasıl versin ki?
16 yıldır tek başına hükümet olan ve birçok belediyeyi elinde bulunduran AKP, “seçim manifestosu”nda bugüne kadar yaptıkları her şeyin tersini vaat etti. “İhalelerin şeffaf yapılması”ndan “yatay yapılaşma”ya, “yeşil kent”e kadar bir “yalanlar manzumesi” sıraladı.
Muhalefet partilerinin de kitlelere sunduğu bir şey yok! Zaten “nasıl bir belediyecilik”, “nasıl bir kent yönetimi”, hatta vaatler bile tartışılmıyor. Adaylar üzerinden bir seçim kampanyası yürütülüyor. O adaylar da, parti başkanlarının atamasıyla gelmiş durumda. Bazıları kendi tabanlarında bile benimsenmiyor, en azından coşkulu bir sahiplenme gerçekleşmiyor. Hatta parti içi kargaşaya, kopuşlara neden oluyor. Örneğin CHP’de protesto gösterileri yapanlar olduğu gibi, bir kısmı da DSP’ye geçti.
Kısacası hükümeti muhalefetiyle tam bir çürüme içindeler. Halk ise seçimden çok geçim derdinde. Krizle birlikte artan işsizlik ve gıda fiyatları, en önemli gündemleri. Sadece bir kişinin alınacağı temizlik işine 6 binden fazla kişinin başvurması, “tanzim satış”larda uzayan kuyruklar, bunun somut göstergeleri.
Ayrıca kitleler seçim yorgunu. Neredeyse her yıl sandığa gitmekten, her defasında umutlanıp sonra hayal kırıklığı yaşamaktan bıkmış, usanmış durumda. Bunca sıkıntısı içinde, sonucu belli bir seçime daha gitmenin, işçi ve emekçiler açısından bir anlamı, önemi yok…
Anketler ne diyor?
Her seçim dönemi anket şirketleri öne çıkar. Yerel seçimler öncesi de arka arkaya anket sonuçları açıklanmaya başladı. AKP’ye yakınlığı ile bilinen şirketler bile, AKP’nin oylarının düştüğünü söylüyor. CHP’nin Ankara’da 10 puan ileride olduğu, İstanbul’da ise başa baş gittiği, birçok anketin ortak sonucu.
Tabi bu sonuçlar, muhalefeti memnun ediyor. Sıkça anket sonuçlarını paylaşıyorlar. Önceki seçimlerde anket şirketlerine veryansın edenler, şimdi anketleri kesin doğruymuş gibi sunuyorlar.
Oysa anket şirketleri, seçimleri manipüle etmekte kullanılan en önemli araçlardan biridir. Seçim öncesi yayınladıkları sonuçlarla kitleyi yönlendirirler. Bu seçimde de görevleri değişmedi. Muhalefeti önde göstermek, seçimden umudunu kesenleri yeniden sandığa çekmede önemli bir motivasyon. Erdoğan da güya anket sonuçlarına kızmış görünerek bu amaca hizmet ediyor. Gerçekte en çok Erdoğan seçimlere katılımın yüksek olmasını istiyor. Meşruiyetini buna dayandırıyor çünkü.
Anketlerin amacı bir yana, AKP’nin kitle desteğini kaybettiği doğrudur. Onlar da bunun farkında. Öyle olmasa Erdoğan ilçe ilçe dolaşır mı? Hergün bir televizyon kanalına çıkar mı? Belediye başkan adaylarından çok daha fazla çalışır mı? Binali Yıldırım gibi “ağır topu”nu İstanbul’a aday yaptığı halde, İstanbul’da bile o dolaşıyor.
“Esprili bir adam” olarak sunulan Yıldırım’ın ise suratından düşen bin parça. İstemeyerek de olsa TBMM Başkanlığından istifa etmek zorunda kaldı. Bu konuda muhalefetin baskısı sınırlı kaldığı halde, gelecekte başlarını ağrıtacağından çekinmiş olmalılar ki, seçimlere başvurunun son gününde görevini bıraktı.
AKP’nin birçok alanda zorlandığı ortada. Krizle birlikte kitle desteğini daha fazla yitirdiği de çok açık. Seçim mitinglerindeki tablo da bunu ortaya koyuyor. Sadece katılım yönüyle değil; “açız” diye bağıran, “iş istiyoruz” diyen, “taşerona kadro” sloganını atan kişilerin mitingte olması ve Erdoğan’a doğrudan seslenmeleri, bunun boyutunu gösteriyor.
Yani AKP’nin gerilemesi konusunda anketler az bile söylüyor. Fakat anket şirketleri bunu bir şekilde ifşa ediyorsa, arkasında duran güçlerin mutlaka bir amacı vardır. Bunun başında da sandığa gitmeme eğilimini kırmak geliyor. Seçimlere sayılı günler kalmasına rağmen “kararsızım” ya da “gitmeyeceğim” diyen önemli oranda bir kitlenin varlığı rahatsız ediyor.
Seçimlere katılım, sistemin geleceği açısından her şeyden önemli. Onun için hükümeti-muhalefetiyle buna yükleniyorlar. Onca hileye, anayasaya aykırı uygulamalara rağmen muhalefetin ses çıkarmaması, sandığa güvensizliği büyütmemek, sistemi tehlikeye atmamak içindir. Onların misyonu budur ve yerine getiriyorlar.
Elbette karşılığını da alıyorlar. Şimdi de bazı belediyeleri alacaklar. Egemen klikler arasında rant paylaşımı her zaman olur. Faşizm koşullarında bu alan daralır, hatta tümden kesilebilir. O durumda kavganın şiddeti de artar. Ama sistem-içi çözümlerle gidermeye çalışırlar. Bu oyunu bozacak tek güç, halkın mücadele gücüdür.
Egemenlerin arayışları sürüyor
Krizle birlikte artan hoşnutsuzluk, seçimlerden ve AKP’den bıkkınlık, egemenleri korkutuyor ve yeni arayışlara itiyor. Toplumsal bir patlamaya yolaçmadan düzen-içi yöntemlerle bir çıkışın çabası içindeler. Çünkü halk böyle yönetilmek istemiyor, onlar da yönetmekte zorlanıyorlar.
Özellikle son bir-kaç yıldır devletin kurumlarında, hukuk sisteminde, anayasa dahil tüm yasalarında büyük bir çatırdama var. Hileli referandumla rejim değişikliğine gidildi fakat yenisini de oturtamadılar. Yani işleyen bir sistem yok. Her yanından dökülüyor. En önemlisi de kitle desteği giderek eriyor.
Bu durumda yeni alternatifler yaratmakla karşı karşıyalar. Esasında uzunca bir dönemdir bunun arayışı içindeler. Erdoğan’sız AKP girişimleri oldu, ama başarılamadı. Ya da Meral Akşener’le “merkez-sağ” boşluğunu doldurmak istediler, o da tutmadı. Şimdi yeniden AKP içinden alternatif yaratmaya çalışıyorlar.
Bir süredir Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan gibi eski AKP kurmaylarının yeni bir parti kuracağı yönünde söylentiler vardı. Erdoğan mitinglerinde “içimizdeki hainler” diyerek böyle bir girişim olduğunu duyurdu. Kimilerine göre AKP içinden 1 değil, 2 parti çıkacak. 31 Mart seçimlerinin sonuçlarına göre harekete geçecekleri bekleniyor.
Bu girişimler partiye dönüşür mü, dönüştüğünde başarılı olur mu, bilemeyiz. Kesin olan, egemen sınıfların bu yöndeki arayışlarıdır ve düzen-içi “muhalefet boşluğu”nu doldurana, yeni bir hükümet adayı yaratana kadar da sürecektir.
Aynı günlerde Bahçeli’nin “beka” sorununu ortaya atması dikkat çekiciydi. AKP-MHP blokunun kaybetmesi durumunda devletin beka sorunu yaşayacağı sözü, bir yandan tehdit içeriyor; bir yandan da ülkenin daha büyük sıkıntılara gebe olduğunu ifade ediyor.
Erdoğan-Bahçeli ikilisinin iktidarlarını korumak için herşeyi yapacakları ve yaptıkları ortadadır. Son olarak Mersin’de MHP’den İyi Parti’ye geçen Belediye Başkanı’nın adaylığını çeşitli oyunlarla engellediler. CHP’nin Bodrum adayı da YSK engeline takıldı. YSK ellerinin altında bir aparat durumunda. Buna karşın muhalefet partileri YSK kararlarına uymakta beis görmüyor. Başka adaylar göstererek durumu kurtarmaya çalışıyor. Böyle bir muhalefetle AKP-MHP blokunu devirmek mümkün mü?
Onların sorunu muhalefet partileriyle değil zaten. Krizle birlikte tırmanan kitle tepkisinde ve bunun daha da büyüme riskinde. İktidarda kalmanın bir yolu zor kullanmak ise; diğeri, kitlelerin desteğini almak, en azından “rıza” göstermesini sağlamaktır. İkisi birarada ve olabildiğince dengede tutulur. Bu denge bozulmuştur. Kitlesel destek azaldıkça zor daha da artmıştır. Erdoğan’ın aş, iş isteyenleri azarlaması, Bahçeli’nin “beka” sorunundan sözetmesi boşuna değildir. Sedat Peker gibi mafya başlarının açık tehditlerini de eklersek; zor dışında çarelerinin kalmadığı görülür.
Seçim hileleriyle, kural tanımazlıkla ve zor yoluyla ayakta kalmanın elbette bir ömrü vardır. AKP-MHP blokunun artan hırçınlığı, bu ömrün tükenmekte oluşuna işarettir.
“Bu seçim son seçim” mi?
AKP’nin kitle desteğini kaybetmesi üzerinden “bu seçim son seçim olabilir” yorumları artmaya başladı. Meseleye yasal düzlemde bakanlar, önümüzdeki 5 yıl boyunca seçim olmayacağını söylüyor. Bir kısmı da AKP’nin oy kaybından korktuğu için bir daha seçime başvurmayacağını iddia ediyor.
Her ikisi de doğru değildir. AKP seçim hileleri ve tehditlerle yine kazansa ya da ciddi bir oy kaybı yaşasa da, bundan sonra yönetmekte daha fazla zorlanacaktır. Gerek kriz koşulları, gerekse uluslararası alanda yaşadığı sıkışma, bir yol ayrımına getirmiş durumda. Yapacağı her tercihin ağır bedelleri olacaktır.
Daha şimdiden “erken seçim” tartışmalarının yapılması, AKP-MHP blokunun işinin hiç kolay olmadığını gösteriyor. İlk önce bu gerici-faşist blok çatırdamaya mahkumdur. Zaten başından itibaren çatlaklar vardı ve bunlar her an büyüyebilir. Bahçeli, duruma göre yönünü çevirmede ustadır. Bugüne dek hükümetlerin yıkılıp kurulmasında önemli bir rol üstlenmiştir. Herhangi bir sarsıntıda Erdoğan’ı yüzüstü bırakması kimse için sürpriz olmaz.
Emperyalistler ve işbirlikçi burjuvazi, bir parti ve lideri, ihtiyaç duyduğu sürece başta bırakır. Çıkarlarına hizmet edemez hale geldiğinde (ki kitle desteğini yitirmesi bunun önemli bir yanıdır) alaşağı etmekten geri durmaz. Tarihin çöplüğü bu tür diktatörlerle doludur.
Onun için ne yasal süre, ne de Erdoğan’ın istemi, bu seçimleri “son seçim” yapar. Önceki seçimlerde de bu tür iddalar ortaya atılmış ama hepsi fos çıkmıştı; dahası her yıl sandık kuruldu. Bunu söyleyenler, emperyalistler ve klikler arası çelişkileri, daha önemlisi sınıf mücadelesinin belirleyici rolünü hesaba katmıyor ya da bilerek gözardı ediyorlar. Erdoğan’ı ve yönetimini her şeye kadir ve yıkılmaz gösteriyorlar.
Yıkılmayacak hiçbir hükümet yoktur. Hele ki işçi ve emekçiler tepkilerini eylemli bir şekilde ortaya koymaya başlarsa…
Çözüm sandıkta değil
Şairin dediği gibi “saraylar, saltanatlar yıkılır”, Erdoğan da gider. Bütün mesele nasıl gittiğidir. Yoksa en demokrat görüneni bile, başa geçince diktatör kesilir.
Örneğin yerel seçimlerde muhalefet partileri başta büyükşehirler olmak üzere birçok belediyeyi kazansalar ne değişecektir? Kayyım dahil yapılacak saldırılara direnmedikleri sürece, belediyeleri almanın ne anlamı vardır? Ki bugüne dek direneceklerine dair bir söz de vermiş değillerdir.
Ayrıca yeni yasalarla yerel yönetim bütçelerinde Erdoğan’ın yetki alanı genişletildi. Hazine’den belediyelere aktarılan kaynağın kullanılmasından, İller Bankası karından dağıtılan hibeye kadar Cumhurbaşkanı yetkileri içine alındı. Ki bunlar belediye bütçelerinin dörtte üçünü oluşturuyor. Yani suyun başı tutulmuştur. Belediyelere kim gelirse gelsin, kasanın anahtarı Erdoğan’da olduğu sürece eli-kolu bağlanmış demektir. Buna devrimci-demokrat adaylar da dahildir.
Bu yasalar değişmek zorunda. Sadece yerel yönetimler değil, seçimler dahil 12 Eylül uzantısı bütün anti-demokratik yasalar değişmeden, bunun mücadelesi verilmeden, faşizmi yıkmak bir yana geriletmek bile sözkonusu olamaz.
Yasalar sokakta yapılır. Seçim de sandıkta değil sokakta kazanılır. Dişe diş bir mücadeleyi göze almadan faşizme karşı mücadele verilemez. Düzen muhalifleriyle, seçim oyunlarıyla bunu başarmak da mümkün değildir.
AKP-MHP bloku seçimle değil, halkın mücadelesiyle yıkılacaktır. Bu güç harekete geçtiğinde, ne Erdoğan-Bahçeli kalır; ne de onlara öykünenler böyle bir cesareti gösterebilir. Hükümetleri de muhalefeti de hizaya çekecek olan, halkın mücadele gücüdür. Onun için mesele sadece Erdoğan’dan kurtulmak değil; yeni Erdoğanların çıkamayacağı bir düzen yaratmaktır.