Son aylarda Emeklilikte Yaşa Takılanlar (EYT) ülkenin dört bir yanında toplantılar yapıyor, mitingler düzenliyor, sorunu gündemde tutmaya çalışıyorlar. “Emeklilikte Yaşa Takılanlar Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği” (EYT-SYD) öncülüğünde gerçekleşen toplantılara katılım öylesine yüksekti ki, salonlara sığmaz oldu. 10 Şubat’ta Ankara’da Anıtkabir’deki buluşmaya 200 binin üzerinde insan katıldı. Şimdi Mart ayının ortalarında İstanbul’da bir miting yapmayı planlıyorlar ve bir milyon kişinin katılımını hedefliyorlar. Kısacası son dönemin en kitlesel eylemlerini gerçekleştiren, en hareketli kesimi oluşturuyorlar.
Yaklaşık 10 yıl önce örgütlenmeye başlayan EYT’liler, 3 yıl önce de dernek kurarak mücadelelerini daha merkezi hale getirmeyi başardı. Özellikle seçim dönemlerinde seslerini daha fazla duyurmaya gayret ettiler. AKP, MHP dahil düzen partilerinden bu yönde sözler aldılar. Fakat seçim sonrası verilen sözler unutuldu, yerine getirilmedi. Son olarak CHP tarafından EYT’liler için meclise getirilen yasa teklifi de AKP’nin red, MHP’nin çekimser oylarıyla reddedildi. Bugüne kadar konuyla ilgili 11 yasa teklifi hazırlandı, ancak hiçbirinden sonuç alınamadı.
Bu durum EYT’lilerin tepkilerini arttırdı. 31 Mart yerel seçimleri öncesinde eylemleri çok daha kitlesel ve sık olmaya başladı. “EYT yoksa oy da yok” sloganıyla yola çıkıp, seçim öncesi somut bir kazanım elde etmek için yükleniyorlar. EYT’lilerin seçmenlerin yüzde 20’sini oluşturduğunu, sorunlarını çözmeyenlere oy vermeyeceklerini ilan ediyorlar.
Fakat sadece AKP-MHP blokuna değil, muhalif partilere de tepkililer. Örneğin EYT sorununu meydana getiren “mezarda emeklilik” yasası, DSP-ANAP-MHP koalisyonun döneminde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı olan Yaşar Okuyan tarafından imzalanmıştı. MHP kökenli Okuyan, birçok partiyi dolaştıktan sonra şimdi CHP’ye üye oldu. CHP’nin böyle bir kişiyi kabul etmesine EYT’liler tepki gösteriyor doğal olarak. Daha önce de HDP’li vekillerin EYT’liler için meclise getirilen yasa teklifine “korucular da yararlanacak” diyerek çekimser oy kullanmaları tepkilere yolaçmıştı.
EYT’liler ne istiyor?
Adlarını giderek daha sık duymaya başladığımız EYT’liler ne istiyor? Talepleri neler?
1999 yılında -tam da büyük Marmara Depremi’nin ardından- işçi ve emekçilerin adına haklı olarak “mezarda emeklilik” dedikleri 4447 sayılı yasa çıktı. Bu yasa ile emeklilik yaşı kademeli bir şekilde yükseltildi. Öncesinde kadınlarda 20, erkeklerde 25 yıl çalışan ve 5 bin işgününü dolduran herkes emekli olurken, bu yasayla birlikte kadınlarda 40 ile 58; erkeklerde ise 44 ile 60 yaş arasında değişen geçiş süresi getirildi. Dahası, yasanın geçmişe dönük uygulanmasıyla, prim gün sayısı ve sigortalılık süresi dolduğu halde yaşı gelmediği için emekli olunamadı. Bugün sayıları 3 milyonu bulan EYT’liler böyle oluştu.
Oysa kişilerin aleyhinde olan yasalar geçmişe dönük işlemezler. Bu, hukukun temel ilkelerinden biridir. Ama sözkonusu olan işçi-emekçi haklarının gaspı ve bu konuda emperyalist ülkelerin baskısı olunca, her tür yasa-dışılık yapılabiliyor.
Şimdi EYT’liler bu yasa-dışı uygulamanın kalkmasını istiyorlar. Çünkü prim ve hizmet süresini doldurdukları halde emekli olamadıkları için geçimlerini sağlamakta zorlanıyorlar. Bir EYT temsilcisinin söylediği gibi, “patronlar ‘yaşlısın’ diyerek kapının önüne koyuyor; devlet de ‘gençsin’ diyerek emeklilik haklarını vermiyor.” Böylesi bir çıkmaza sürüklenmiş durumdalar.
Üstelik işsiz kalanlar bir de Genel Sağlık Sigortası primini ödemekle karşı karşıya. Yoksa sağlık hizmetlerinden yararlanamıyorlar. “Şanslı” olup işine devam edenler ise, fazla prim ödendiği için daha düşük emekli maaşlarına mahkum. İşte EYT’liler, “çalıştıkça maaşların düşürüldüğü” bu sistemin kalkmasını istiyorlar.
“Kırk katır mı kırk satır mı” arasına sıkıştırıldıkları için, kayıt-dışı çalışmak zorunda kalıyorlar. ISİG verilerine göre son dönemde iş cinayetleri arasında EYT’lilerde önemli bir artış var.
Ayrıca “ABO” dedikleri Aylık Belirleme Oranı’nı düzelttirmek ve 99 öncesine getirmek istiyorlar. Yani son 20 yıldır sosyal güvence ve sağlık yönünde yapılan tüm yasaların değişmesini talep ediyorlar. Çünkü 1999’da ortalama yüzde 70 olan aylık belirleme oranları, 2008’de yüzde 50’lere, 2010’dan itibaren ise yüzde 28’lere düşmüş durumda.
Bu talepleri, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’na eklenecek bir madde ile karşılayabilirler. Ama yapmıyorlar. Çünkü sosyal güvenliği, son derece bilinçli ve adım adım yürütülen bir planla tasfiye ettiler. Şimdi ondan geri adım atmak istemiyorlar. Dolayısıyla EYT’lilerin karşı karşıya kaldığı sorun, emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin istekleri doğrultusunda tasfiyede edilen sosyal güvenliğin yeniden inşasıdır.
Sosyal güvenlik nasıl yok edildi?
‘90’ların başından itibaren emperyalist burjuvazi, sosyal güvenlik kurumlarına dönük bir saldırı başlattı. Bağımlı ülkelerden başlamak üzere, emperyalist-kapitalist ülkelere kadar uzanan bu saldırıda, o güne dek işçi ve emekçilerin kazanımları birer birer gaspedildi.
Çünkü sosyal güvenlik, bir dönemin “sosyal devlet” anlayışının uzantısıydı. Demokratik ve sosyalist devrimlerle ve kendi ülkelerinde işçi-emekçi mücadeleleriyle sıkışan emperyalist burjuvazi, ikinci emperyalist savaş sonrası “sosyal devlet” adı altında hak ve özgürlükleri genişletmek zorunda kalmıştı. ‘90’ların başında ise, Sovyetler Birliği başta olmak üzere “Doğu Bloku”nun çökmesiyle, emperyalist burjuvazinin saldırıya geçmesi bir oldu.
Dünya Bankası, IMF, OECD, AB gibi emperyalist kurumlar, bağımlı ülkelere bu doğrultuda programlar dikte ettiler. “Emeklilik yaşını uzatın, emekli maaşını düşürün, özel emeklilik şirketlerinin kurulmasına izni verin” diyerek, hükümetler üzerinde baskı oluşturdular. Bunlardan biri de Türkiye’dir. Hedef, SGK’nın içini boşaltmak, ardından özelleştirmekti.
’93 yılından itibaren tüm hükümetler, bu doğrultuda adımlar atmaya başladı. ’99 yılı önemli dönemeçlerden biridir. “Mezarda emeklilik” yasasıyla ilk büyük darbeyi indirdiler. Ardından 2002’de “özel emeklilik sistemi” devreye girdi. “Kemal Derviş Kanunları” olarak geçen “15 günde 15 kanun” meclisten geçti ve özel şirketlere -yabancılar dahil- emekli pazarı açıldı. Sonrasında kurulan AKP hükümetleri, “bu programın arkasındayız” diyerek emperyalist tekellere güvence verdi. 2008 yılında ise emeklilik yaşını bir kez daha arttırıp (prim 9 bin güne, emeklilik 65 yaşa çıktı) emeklilik maaşlarını düşürdüler. Tüm sosyal güvenlik kurumlarını birleştirilerek bütçeden bu kurumlara kaynak aktarımını azalttılar.
Böylece Bireysel Emeklilik Sistemi’nin (BES) önü düzlendi. Ama BES’e beklenen rağbet olmayınca, 2013’te hazineden prim başına yüzde 25 destek verildi. Ardından BES’e giren her kişi için 1000 TL’lik hazine yardımı başladı. Bunlar da yetmedi; 2018’de 45 yaş altı her çalışanı BES’e katılmaya zorunlu kıldılar. Tepkiler üzerine “istemeyen 2 ay sonra ayrılır” dediler, büyük bir çoğunluk ayrılınca da, bu yılın başında “ayrılmış olanlar dahil 45 yaş altı her çalışanı” BES’e girmeye zorunlu tuttular. Yani zaten sigortalı olanlar, SGK üyeleri de BES’e kaydırıldı.
Kısacası KİT’lerin özelleştirilmesinde olduğu gibi SGK da “zarar ediyor” denilerek önce içi boşaltıldı, sonra yerli-yabancı özel sigorta şirketlerine peşkeş çekildi. Kayıt-dışı çalışmaya göz yumulması, tahsil edilmeyen SGK primlerine defalarca af getirilmesi, patronların ödediği SGK priminin düşürülmesi vb. ile SGK’nın bütçe açığının büyütülmesi, bu amaca hizmet etti.
EYT’lilere kaynak yok!
EYT’lilerin sesleri yükselince, karşımıza yine bildik bir argüman çıktı: Kaynak yok!
İşçi ve emekçiler artık çok iyi biliyor ki, “kaynak yok” diyen bu devlet yetkilileri, kendileri için ve hizmet ettikleri yerli-yabancı tekeller için her tür kaynağı buluyor ve ona uygun yasaları çıkarıyorlar. Bizzat işçi ve emekçiden kesilen vergilerle oluşan bütçeden oluk oluk para akıtılıyor. Ama sözkonusu, işçi ve emekçilerin ücreti olunca “kaynak” bulunamıyor!
Oysa sadece patronlara SGK primini 5 puan indirdiklerinden dolayı bütçeden ayrılan pay, yıllık 30 milyarı geçiyor. Keza patronlara çıkarılan prim afları ile milyarlarca lira hazineye girmemiş oluyor. 2013 yılında affedilen miktarın oranı 33 milyardır. EYT’lilerin hazineye yıllık maliyeti ise, toplam 26 milyar TL civarındadır. Yani patronlara yapılan kıyaklardan sadece birini kesmeleri durumunda, EYT’liler haklarını rahatça alabilecek durumdadır.
Esasında bu tür hesaplara bile gerek yoktur. Bütçe denilen şey, zaten ağırlıklı olarak işçi-emekçilerin vergilerinden oluşuyor ve normalde yine onlara dönmesi gerekiyor. Ama kapitalist sistem böyle işlemiyor! Egemenler bütçeyi kendi malları görüyor ve oradan istedikleri gibi yararlanıyorlar. İşçi-emekçilere düşen kırıntıları da nasıl kısacaklarının hesabını yapıyorlar. Öyle ki, ücretler artarsa bütçe batarmış gibi konuşuyor ve halkı buna inandırmaya çalışıyorlar. Şimdi aynı oyun EYT’liler için oynanıyor.
Örneğin bir AKP yetkilisi, “EYT bir darbe girişimidir, mali disiplini yerle yeksan eder” diyor. Dahası, EYT’liler haklarını değil de, onlardan lütuf istiyorlarmış gibi davranıp aşağılıyorlar. Ve herzaman olduğu gibi işçi-emekçi kesimleri birbirine düşürmeyi amaçlıyorlar.
Erdoğan, bir miting konuşmasında, EYT’liler için “erken emekli olacaklar, ondan sonra kendine göre başka bir işte çalışmaya devam edecekler. Çift dikiş, türedi bunlar” diyor mesela. Hem de kendisi 40’lı yaşlarında emekli olduğu ve hem çalıştığı yerden hem de milletvekiliğinden emekli parası aldığı halde… Bunlara ek olarak cumhurbaşkanı maaşını yüzde 28 arttırıp 70 bine çıkardığı halde… Toplamda devletin kasasından emekli maaşlarıyla birlikte 100 bin TL’yi aşkın para alan (ki bunlara cumhurbaşkanı ödeneği ve örtülü ödenek dahil değildir) en üst düzey bir yetkili olarak bunları söyleyebiliyor…
Yani deveyi hamuduyla götürenler, işçi ve emekçilere “kaynak yok” diyor! Dahası, “darbeci”, “türedi” diyerek aşağılıyor. Bugün EYT’liler dahil, işçi-emekçilerin hak alma mücadelesi, aynı zamanda bir onur savaşına dönüşmüş durumda.
Sonuç olarak
EYT’liler iyi bir mücadele veriyorlar. Ancak düzen partilerinden medet umarak ve seçim atmosferini kullanarak başaracaklarını sanıyorlarsa yanılıyorlar. Yukarıda belirttiğimiz gibi karşı karşıya olunan sorun, sosyal güvenlik kurumunun tasfiyesi ve özelleştirmedir. Bunların arkasında da yerli-yabancı tekeller ve onlara hizmetle görevlenmiş devlet yetkilileri vardır. Dolayısıyla bu mücadele uzun soluklu ve zorlu geçecektir.
Diğer yandan sadece ’99 yılından önce işe girenlerin gaspedilen hakları ile sınırlamak da doğru değildir. Bir bütün olarak emeklilik sistemi değişmek zorundadır. Elbette bir yerden gedik açılmalıdır. EYT’liler bu yönde önemli bir basınç oluşturmuş durumda. Kısa sürede sonuç alamasalar da, mücadeledeki kararlılık ve süreklilikle mutlaka bir kazanım elde edeceklerdir.
Onların mücadelesini sahiplenmek, yarın çok daha ağır sonuçlarla karşılaşacak olan tüm işçi ve emekçilerin görevidir. EYT’lilere destek vermenin ötesinde, geleceklerini kazanma mücadelesidir bu.