Brexit çıkmazı

İngiltere’nin AB’den ayrılmasını öngören Brexit anlaşması, 29 Mart günü İngiltere Parlamentosu’nda üçüncü kez oylandı ve üçüncü kez reddedildi.

İlk oylama 15 Ocak günü yapılmıştı ve 202 ‘Evet’ oyuna karşılık 432 ‘Hayır’ oyu ile reddedilmişti. Bu sonuç, İngiltere Başbakanı Theresa May açısından “Avam Kamarası tarihinin en büyük yenilgisi” olarak tanımlanmıştı. İkinci oylama ise 12 Mart tarihinde gerçekleştirildi ve  242 ‘Evet’, 391 ‘Hayır’ oyu ile yine reddedildi. 29 Mart’taki üçüncü oylama ise 286’ya 344 oyla üçüncü defa reddedildi.

AB ile May arasında hazırlanan Brexit anlaşması böylesine çıkmaza girince, “Brexit’in ertelenmesi” ya da “anlaşmasız çıkış” ihtimalleri tartışılmaya başlandı. Bu arada 23-26 Mayıs tarihlerinde yapılacak olan Avrupa Parlamentosu seçimleri de bu belirsizlik içinde önemli bir sorun oluşturuyor. AB içinde yer alacak olan İngiltere’nin seçimlere katılması gerekiyor ama Brexit gerçekleşecekse İngiltere’nin bu seçimlere katılmaması sözkonusu. Bu da bir karmaşa yaratıyor.

Keza Avrupa Konseyi, İngiltere’nin “anlaşmasız çıkışı” konusuna uzak değil.

Sonuçta bu tablo, İngiltere-AB ilişkileri açısından büyük bir çıkmaza dönüşmüş durumda.

 

Brexit sürecinin dalgalanmaları

İngiltere’de 23 Haziran 2016 günü yapılan referandumda, İngiltere’nin AB’den ayrılması oylanmıştı. Britanya’nın ilk iki harfi ile, İngilizce “çıkış” anlamına gelen “exit” kelimesinin birleştirilmesiyle “Brexit” adı verilen bu referanduma katılım yüzde 72 olmuş, Brexit isteyenlerin oranı ise yüzde 52’yi bulmuştu. Referandumu kaybeden David Cameron istifa etmek zorunda kalınca, Theresa May Muhafazakar Parti’nin ve hükümetin başına geçerek ayrılma sürecini başlattı.

Referandum sonrası yaklaşık iki yıl, May hükümeti ile AB arasında ayrılmaya ilişkin müzakereler yürütüldü. Sonunda hazırlanan anlaşma metni, 25 Kasım günü Avrupa Konseyi’nde kabul edildi.

Ancak bu süreç, İngiltere açısından son derece sancılı bir biçimde yürüdü. Çünkü İngiltere burjuvazisi gerçekte AB’den ayrılmak istemiyordu. “Brexit”, dönemin koşulları içinde bir “seçim vaadi” ve “AB üzerinde tehdit sopası” olarak ortaya atılmış fakat referandum sonuçları planları aşmıştı. Bu nedenle, 2,5 yıllık Brexit süreci boyunca, İngiltere hükümeti süreci durdurmak ve geriye dönmek için büyük bir çaba gösterdi.

Mesela müzakereler sırasında, İngiliz hükümetindeki birçok bakan, tepkisini ifade ederek istifa etti. İki yıl boyunca sayısız defa “referandumu tekrarlayalım” önerileri tartışıldı. Aralık 2018’de yapılması gereken parlamento oylaması, 15 Ocak’a ertelenmek zorunda kalındı. 15 Ocak’taki oylamada, 202’ye karşı 432 oyla Brexit reddedildi ve May hükümeti ülke tarihinin en ağır hükümet yenilgisini yaşadı. Öyle ki, oylamadan sonra May hükümeti için güvenoylaması yapılmak zorunda kalındı. 12 Mart’ta yeniden parlamentoya sunulan anlaşma, bu defa da 242’ye karşı 391 oyla reddedildi. Oysa 29 Mart günü Brexit’in başlatılması gerekiyordu.

Bu arada Brexit referandumunun tekrarlanması ya da eski referandumun iptal edilmesi gibi olasılıklar da tartışılmaya başlandı. Yanısıra Brexit’in başarısızlığı İngiltere’de hükümet değişikliği de içinde olmak üzere, önemli siyasal değişiklikler ihtimalini bünyesinde barındırıyor. Yani Brexit süreci, sorunları çözerek değil, yeni sorunlar oluşturarak ilerliyor.

 

Brexit neden başladı

Brexit, AB ülkelerinin hemen hepsinde hızla artmakta olan yabancı düşmanlığı ve AB karşıtlığının bir ürünü olarak gündeme gelmişti. Ekonomik krizin faturası göçmenlere ve AB politikalarına bağlanmış, bu koşullarda 2015 seçimlerinde İngiltere Başbakanı David Cameron’un seçim vaadi olmuştu. İngiliz burjuvazisi, kitlelerin bu tepkisini kullanarak AB karşısında çeşitli avantajlar elde etmek istiyordu.

Burada AB ile İngiltere’nin ilişkilerindeki tarihsel unsurlar da devreye giriyor. AB’nin temeli 1963’te, Fransa’da Elysee Sarayı’nda yapılan anlaşma ile atıldı. İngiltere’nin AET’ye (Avrupa Ekonomi Topluluğu) katılması ise 1972’yi buldu. Geçmişin “toprakları üzerinde güneş batmayan imparatorluğu” olan İngiltere, imparatorluğu kaybetse de finansal cephede elinde tuttuğu önemli ayrıcalıklarını kaybetmek istemediği için AB ile olan ilişkisini genellikle mesafeli tuttu. Mesela 1999 yılında bütün AB ülkeleri ortak para birimi Euro’ya geçerken, İngiltere Pound’u korudu. Shengen vizesi sınırlarına dahil olmadı, kendisini ayrı tuttu. AB ülkelerine ortak vize uygulaması getiren Maastricht Anlaşması’na imza atmadı, kendi sınır güvenliğini korudu.

İngiltere gerçekte AB’den çok ABD’ye yakın bir ekonomik-siyasi çizgi izliyordu. Hatta ABD’nin AB içindeki “Truva Atı” olduğu çok konuşuldu. ABD ve İngiltere’nin ortak tutumu, AB’yi ekonomik bir birlik olarak tutmak, askeri ve siyasi birliğin oluşmasını ise engellemekti. Çünkü böyle kaldığı sürece ABD ve İngiltere, AB ülkelerinin ekonomik sömürüsüne ortak olacaklar, askeri ve siyasi olarak ise AB ülkelerinin ABD’ye bağımlılığı sürecekti.

Ancak giderek bu denge bozuldu. En başta AB, ekonomide asıl olarak Almanya’nın kontrolü altındaydı. AB üzerinde Rusya etkisi de artmaya başladı. Üstelik AB içinde ortak askeri güç oluşturmak gibi konular, artık daha somut düzeyde konuşuluyor, adımlar atılıyordu.

Bu koşullarda İngiltere, biraz iç politikada milliyetçi söylemler üzerinde prim yapmak, biraz da AB ülkelerine karşı “düzeni bozma” tehdidini savurmak için Brexit tartışmalarını başlattı.

Tartışmalar ilk başladığında, İngiltere burjuvazisinin eli daha güçlüydü. Öyle ki, İngiltere’nin ayrılmasının AB’yi parçalayacağı, ekonomik çöküntü yaratacağı gibi tahminler havada uçuşuyordu. Hatta göçmen hareketleri konusunda İngiltere’nin taleplerini gözeten kapsamlı bir paket, AB tarafından hızla devreye sokuldu.

Gerçekte İngiliz burjuvazisi AB’den ayrılmak istemiyordu; çünkü AB, özellikle de yeni katılan AB ülkeleri, İngiltere’nin doğal pazaralanı gibiydi. Yanısıra, İngiltere’de fabrikası olan Ford, Nissan gibi bir çok önemli tekel, AB’den ayrılmanın yüksek gümrük tarifeleri gibi önemli sonuçları olacağını öngörerek karşı çıkıyorlardı. Üstelik İngiltere’nin AB’den talepleri de karşılanmıştı; artık referandumdan “AB’de kalalım” kararı çıkartıp AB içinde yola devam edebilirlerdi. Fakat bir kere işler kontrolden çıkmış, kitlelerin göçmen korkuları ve ekonomik kriz karşısındaki tepkileri sınırları aşmıştı. Referandum, Brexit’le sonuçlandı.

Referandumun hemen arkasından yazdığımız yazıda, Brexit sürecinin mutlaka İngiltere’nin AB’den ayrılması anlamına gelmediğini belirtmiştik. İngiliz burjuvazisinin AB’de kalma isteği bu kadar güçlü ve Brexit’e götüren yol haritası bu kadar uzun iken, süreci tersine çevirme yönünde arayışların mutlaka devreye gireceğini söyledik. Diğer taraftan, eğer İngiltere ayrılırsa, AB’nin çökmeyeceğini, yoluna devam edeceğini de belirttik.

Her iki öngörümüz de doğru çıktı. İngiltere Brexit’ten dönmek için yol-yöntem bulmaya çalışıyor; yapılan bütün oylamalar “ayrılmama” yönünde çıkıyor, hukukçular gerekçeler oluşturuyor. Diğer taraftan, AB üzerinde kendi mutlak hegemonyasını kurma, AB içindeki ABD elini kesme olanağı yakalayan Almanya ise Brexit’i hızlandırmaya çalışıyor.

 

Sonuç olarak

Bu sürecin nereye evrileceği halen belli değil. Ayrıca Akdeniz’in Atlantik’e çıkış kapısı olan ve İngiltere’nin kontrolünde bulunan Cebelitarık Boğazı’nın durumu; Güneyi, AB üyesi fakat Kuzeyi, İngiltere’nin kontrolünde olan İrlanda’nın sınır sorunu; İskoçya ve Kuzey İrlanda’da bağımsızlık ve AB’ye üyelik taleplerinin yükselmesi ihtimali gibi, belirsizliğini koruyan önemli konular var. İngiliz şirketlerin AB ile ithalat-ihracat ilişkilerinin zora gireceği, bunun da İngiltere ekonomisini olumsuz etkileyeceği de ortada. Keza genç ve eğitimli kesim, AB ile ilişkilerin kesilmesini istemiyor.

Diğer taraftan, Ortadoğu’da odaklaşmış olan ama zaman zaman Venezuela, Ukrayna gibi yeni cepheler de yaratan emperyalist savaş, İngiltere’nin AB’den ayrılmasını zorlaştırıyor. ABD ve İngiltere’nin savaşa dönük politikaları ve ortaklaşan çıkarları, AB içinde kalmayı gerekli kılıyor.

Bu koşullarda, İngiliz hükümetinin Brexit’i birkaç aylığına ertelemiş olması, yeni olasılıkların halen gündemde olduğunu gösteriyor. İngiltere’de bir hükümet değişikliği ile birlikte Brexit’ten bir biçimde vazgeçmesi, AB ile yeni ve İngiltere için daha olumsuz koşullarda bir anlaşmanın yapılması gibi ihtimaller de uzak değil.

Aslında sorunun odak noktası, ekonomik krizde düğümleniyor. Göçmen karşıtlığı da, yeniden “ulus devlet” sınırlarını çizerek ekonomik olarak daha güçlü ülkelerden korunma, kendi “ulus-devlet” pazarını kontrol altına alma çabası da, ekonomik krizden besleniyor. İngiltere’de ve genel olarak Avrupa’da, işçi ve emekçilerin haklarına dönük gasplar giderek artıyor. Kitlelerin yaşam koşulları, göçmenler yüzünden değil, kapitalizmin azgın saldırısı yüzünden kötüleşiyor. Egemenlerin “yabancı düşmanlığı”nı körükleyerek bu gerçeği örtbas etme girişimi, Brexit olayında olduğu gibi yeni sorunları doğuruyor ve kapitalizmin handikaplarını büyütüyor.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …