Cezayir 22 Şubat’tan bu yana kitle eylemleriyle sarsılıyor. Devlet Başkanı Abdülaziz Buteflika, 18 Nisan’da gerçekleşecek seçimler için 5. defa başkanlığa adaylığını koyunca, kitleler “artık git” dedi ve “halk rejimin yıkılmasını istiyor” sloganlarıyla sokaklara döküldü. Sendikalar, öğrenciler, kitle örgütleri, Buteflika’nın adaylığını protesto etmeye başladı. Gösterilerde polis biber gazı kullanarak saldırdı, yüzlerce eylemci yaralandı, yüzlercesi de gözaltına alındı.
Haftalarca süren ve yüzbinlerce insanın katıldığı eylemler üzerine, Buteflika 11 Mart günü aday olmaktan vazgeçtiğini açıklamak zorunda kaldı. Cumhurbaşkanlığı seçimlerini erteledi, kısa süre içinde kabine revizyonuna gideceğini, siyasi reform ve yeni anayasa için ulusal bir konferans düzenleneceğini, yeni anayasanın referandumla oylanacağını duyurdu. Ve hemen ardından Başbakan Ahmed Ouyahia istifa etti. Ancak tüm bu vaatler, kitleleri durdurmaya yetmedi; eylemler artarak, ülke geneline yayıldı. Bu koşullarda Buteflika, Nisan ayının ilk günlerinde istifa ettiğini duyurdu.
Buteflika, 2013’te geçirdiği felç nedeniyle tekerlekli sandalyeye mahkum ve konuşma engelli bir biçimde yaşamını sürdürüyor. Buna rağmen 2014’te 4. defa başkanlığa yeniden aday olmuş, büyük protestolara rağmen seçimleri kazanmıştı. Son 6 yıldır, halkın karşısında nadiren çıkıyordu. Törenlere kendisi değil, çerçevelenmiş fotoğrafı katılıyordu. Zaten zamanının büyük bölümünü “rutin tıbbi kontroller” için İsviçre’de geçiriyor. Eylemlerin başlamasının ardından, yine İsviçre’de olduğu açıklaması yapılmıştı. 82 yaşındaki Buteflika’nın çoktan ölmüş olduğu, ülkeyi kardeşi Said’in yönettiği yolunda rivayetler de var.
Cezayir’in kanlı tarihi
1991’de Sovyetler Birliği (SB) dağılırken, dünyanın pek çok ülkesinde SB ile yakın ilişkide olan ülkelerde altüst oluşlar yaşandı. SB’den geriye kalan Rusya’nın kendi iç sorunları ile boğuştuğu dönemde boşalan alanlar için, ABD harekete geçti. Kuzey Afrika’dan Orta Asya’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada İslamcı yönetimlerin önünü açtı, “Yeşil Kuşak” oluşturma projesine hız verdi. Cezayir de bu Amerikan saldırısından nasibini alan ülkeler arasındaydı.
1990’da İslami Selamet Cephesi (FIS), yerel seçimleri kazandı. Bu seçim zaferinin ardından, doğrudan yaşam tarzına müdahale etmeye başladı. Kadın çalışanlara örtünme zorunluluğu getirdi, Bedevi gençlerin arasında yaygın olan rai müziğini yasaklandı, alkol satan dükkanları ve kumar oynatan kahveleri kapattı. Bir yıl kadar sonra Aralık 1991’de genel seçimlerde FIS birinci turu önde bitirdi. Fransa bu duruma müdahale ederek Cezayir ordusunu harekete geçirdi; böylece seçimin ikinci turu iptal edildi. İslamcıların yönetime gelmesinin önü kapatıldı, FIS yasaklandı, ordu şiddetiyle çökertildi.
Onlara dönük temizlik harekatı, Afgan cephesinden dönmüş olan cihatçılar için bir hareket alanı yarattı. Keza FIS’ın silahlı kanadı da mücadeleye başladı. Silahlı İslami Grup (GIA) “kafir” olarak nitelediği bütün Cezayirlilere karşı savaş yürüttü. Laik kesimler üzerinde ağır bir İslamcı terör estirilmeye başlandı. IŞİD’e benzer yöntemlerin kullanıldığı, pervasız bir vahşet dönemiydi bu. Devlet de “İslamcılarla savaş” adı altında bütün halk üzerinde baskı ve şiddetini artırdı.
1991-2002 arası, ağır-kanlı bir iç savaşın ortasında, işkenceler, gözaltında kayıplar, tecavüzler, katliamlarla dolu bir vahşetin içine sürüklendi Cezayir halkı. Üstelik bu vahşet hem İslamcı cihatçılardan, hem de devletten geliyordu. Bu süreçte 200 bin insanın öldüğü, 7 bin kişi kaybolduğu tahmin ediliyor. Bu döneme “kanlı-karanlık on yıl” adı verildi.
Bu ağır dönem, 1999’da Buteflika’nın ordu desteği ile başa geçmesinin ardından yavaş yavaş bitmeye başladı. Buteflika yüzde 73,5 oyla devlet başkanı seçilmiş, “ulusal uzlaşma programı”nı devreye sokmuştu. 2002’ye kadar olan dönemde çatışmalar azaldı, kısmi af çıkarıldı, 20 bine yakın cihatçı çete mensubu silah bıraktı. Devletin yaptığı katliamlar ve saldırılar ise soruşturulmadı, faillerine dokunulmadı.
Bir taraftan “ulusal uzlaşma” sağlanırken, diğer taraftan oluşan “istikrar” ortamında elektrik ve doğalgaz ağının genişletilmesi, konut inşa edilmesi, üniversiteler açılması, altyapının güçlendirilmesi gibi adımlar atıldı. Ekonomide düzelme sağlandı. İçte sorunların bu biçimde düzeltilmesi, dışarıda da Cezayir üzerindeki tecriti kaldırdı. Cezayir, ABD ve AB’nin “Sahraaltı’nda terörle mücadele” ortağı ilan edildi. Afrika Birliği’ndeki ağırlığını yeniden kazandı.
Tüm bu gelişmeler, Buteflika’nın adeta bir “kahraman” haline getirilmesini sağladı. Aslında başkanlık koltuğunda Buteflika’nın oturduğu, perde gerisinde ise ordu generallerinin ülkeyi yönettiği bir dönemdi bu.
Ve generaller arasındaki rekabet, yeni bir ekonomik-siyasi yıkımı adım adım hazırladı. Yönetici kesimler ve generaller, hızla yolsuzluk bataklığına battılar. Bürokrasinin bütün “nimet”lerinden yararlanmaya başladılar, adam kayırmacılık, hukuk tanımazlık, koltuğa yapışmak gibi her türden yozlaşmayı sergilediler. Temel hak ve özgürlükler gaspedildi, halk üzerindeki baskı ve şiddet arttı. Anayasaya göre devlet başkanının iki dönem görev yapma sınırı kaldırıldı, Buteflika, 3. kez, 4. kez yeniden seçildi; 20 yıl boyunca ülkenin üzerine karabasan gibi çöktü.
Yolsuzluklara ve yoksullaşmaya karşı direniş
Cezayir petrol ve doğalgaz zengini bir ülke. Petrol-gaz gelirleri ihracatın yüzde 95’ini oluşturuyor. Ve bu gelir, devlet yönetiminin yolsuzlukları içinde eritiliyor. Ülkede ekonomik büyüme yüzde 3’ün altına inmiş durumda. İşsizlik yüzde 11, gençler arasında ise yüzde 30’a tırmanmış. Cezayir parası Dinar son yıllarda hızla değer kaybediyor, enflasyon artıyor.
Cezayir’deki eylemlerde ekonomik talepler yokmuş gibi görünüyor. Gerçekte ise, yolsuzlukların hedefe çakılması, kitlelerin kendi yoksulluğunun sorumlusu olarak hükümeti gördüğünü ortaya koyuyor.
Son aylarda benzer biçimde ağır siyasi baskıya karşı ve ekonomik taleplerle işçi ve emekçilerin harekete geçen başka ülkeler de sözkonusu.
Sudan’da ekmeğe yapılan büyük zamlar, Ömer el-Beşir yönetimini üç aydır sarsıyor. Eylemler hızla eşitlik-özgürlük-demokrasi taleplerine evrildi. Din-ırk-cins ayrımcılığı, şeriat düzeni sorgulanıyor, ekmek zammıyla başlayan ayaklanma siyasi bir niteliğe dönüşmeye başladı. Ülkeyi 29 yıldır ağır bir baskı altında diktatörlükle yöneten Beşir, kitlelerin direnişini OHAL ilan ederek durdurmaya çalışıyor.
Tunus’ta yoksulluğa ve yolsuzluğa karşı 2011’de başlayan halk ayaklanması sonrasında İslamcılar yönetimi ele geçirmeyi başarmıştı. Ancak mücadele birikimi ve sendikal hareketi güçlü olan Tunus’ta, işçi ve emekçiler son 4 ayda üç büyük grev gerçekleştirdiler.
Cezayir’de ise, 1992-2002 döneminin kanlı karanlığı kitlelerin hafızalarında henüz çok canlı. Devletin ağır terörü bugün kitlelerin eylemlerini belli bir sınır içinde tutmaya zorluyor. Ancak kitlelerin yaşam koşullarının ağırlığı karşısında duyduğu öfke, Cezayir egemen sınıflarını geri adım atmaya zorluyor. Buteflika’nın önce başkanlık seçimlerinden vazgeçmesi, ardından istifa etmek zorunda kalması bunun göstergesidir.
Bundan sonrasını belirleyecek olan, Fransa’ya karşı bağımsızlık savaşını vermiş, radikal İslamcıların egemenliğini reddetmiş, mücadele birikimleri güçlü olan Cezayir halkının direnişinin düzeyidir.