Krizle birlikte işsizlik rekor düzeyde: KAPİTALİZMDE İŞSİZLİĞE ÇARE YOK!

pdd-arka-logo-1

Kriz kendisini tüm şiddetiyle her geçen gün daha fazla hissettiriyor. Bunun birinci göstergesi, işsizliğin rekor düzeylere çıkmasıdır.

TÜİK’in son açıklamasında bu oran yüzde 12.3, yani 4 milyon civarında gösterilse de, gerçek rakamın 7-8 milyona ulaştığını söyleyen ekonomistler var. Çünkü TÜİK işsizliği düşük göstermek için her tür hileli yöntemi kullanıyor. Mesela sadece son 4 hafta içerisinde iş başvurusu yapanları dikate alıyor. İş bulma umudunu kaybeden yüzbinleri, mevsimlik ya da esnek çalışanları işsiz saymıyor. Keza çalışır durumdaki ev kadınları TÜİK’in işsizlik verileri arasında girmiyor.

DİSK’in yaptığı araştırmaya göre ise, Türkiye’de işsizlik oranı (2018 Kasım ayı itibarıyla) yüzde 19.3. Bunun sayısal rakamı, 6 milyon 646 bin kişinin işsiz olmasıdır. Aynı dönemde genç işsiz sayısı, yüzde 23.6’dır. Zaten her 4 gençten birinin işsiz olduğu, üniversite mezunlarında ise bu oranın daha da arttığı bilinmektedir.

İşsizliğin bir diğer göstergesi, işsizlik ödeneği almak için “işsizlik fonu”na yapılan başvurular. İŞKUR verilerine göre, Ocak 2019’da rekor düzeyde başvuru gerçekleşmiş. Ocak 2018’de 145 bin olan başvuru sayısı Ocak 2019’da 257 bine ulaşmış. Yani yüzde 77 oranında artış sözkonusu.

Kaldı ki bu oranlar 4-5 ay öncesine ait. Krizin artan şiddetiyle birlikte işsizliğin daha da arttığı kesindir. Bunu, temizlik için 1 kişinin alınacağı işyerine 600 kişinin başvurmasından anlayabiliriz. Her işçi alımı duyurusuna yüzlerce, binlerce kişi başvuruyor, uzun kuyruklar oluşuyor, izdihamlar yaşanıyor.

Yapılan bir araştırmaya göre ülkemizde çalışan her kişinin, kendisi dışında bakmakla yükümlü olduğu kişi sayısı, 2.6’dır. Bu hesaba göre 6 milyon kişinin işsiz olduğunu varsaysak, yaklaşık 20 milyon kişinin de açlık tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu görürüz. Yani işsizlik, aynı zamanda açlık anlamına geliyor.

Bu durum sadece Türkiye ile sınırlı değil. Dünyada da işsizlik oranı hızla artıyor. Buna bağlı olarak işçilerin yaşam ve çalışma koşulları daha da ağırlaşıyor, yoksulluk ve açlık çekenlerin sayısı büyüyor.

Uluslararası Çalışma Örgütü İLO’nun Ocak 2019’da yayınladığı rapora göre, dünyada 190 milyon kişi açık işsiz durumunda. Bunların içinde genç işsizlerin sayısı ise 64 milyon civarında. Çalışanların yarısından fazlası, sigorta ve sosyal haklardan yoksun. 200 milyon işçi, günde 2 doların altında çalışıyor. Çalışanların üçte birinden fazlası, haftada 48 saatten fazla çalışıyor. Ve yılda 2,78 milyon işçi, işçi cinayetlerinde yaşamını yitiriyor.

Bu tablo, ILO’yu bile dehşete düşürmüş. İşsizlikle birlikte büyüyen yoksulluğa dikkat çekerek, kapitalistlere “sosyal patlama” uyarısı yapıyor.

 

İşsizlik kapitalizme özgüdür

Kapitalizmde, tarımsal nüfusunun azalmasına paralel olarak kentlerdeki büyüme ile dev bir işsizler ordusu oluşur. Makineli tarımla eşzamanlı artış gösteren üretim bolluğuna karşın, işçi ve emekçiler, besin maddelerini alamayacak kadar yoksullaşır.

Açlıkla pençeleşen yoksul köylülerin iş bulma umuduyla kentlere akmasıyla oluşan geniş işsiz kitlenin, kentlerde de çığ gibi büyüyen işsizler ordusuyla birleşmesi; ortaya işsizlerden meydana gelen bir ordu yaratır. Bu dev işsizler ordusu, aynı zamanda, çalışanların ücretlerinin düşük tutulması ve her bahane ile kapının önüne konulmaları, örgütsüz-sessiz kitleler olarak çalışmaları için burjuvaziye büyük fırsatlar sunar.

Dahası, süreklileşen işsizlik, ekonomik kriz dünya çapında yaygınlaştığı ve genel bir hal aldığında, kronikleşir ve çalışanlar, yığınsal halde işlerini kaybederler.

“Kapitalizm ancak sıçramalı gelişebilir ve bu yüzden, işgüçlerini satmak zorunda olan üreticilerin sayısı her zaman, kapitalizm tarafından talep edilen işçi sayısının üstünde olmalıdır… Çeşitli gruplara dahil işçilerin toplam sayısını saptadıysak, bu, kapitalizmin onlara sürekli iş verebildiği anlamına asla gelmiyor. İşin böylesi bir sürekliliği kapitalist toplumda yoktur ve olamaz da. Ve bu ücretli işçilerin bütün grupları için geçerlidir. Gezginci ve yerleşik milyonlarca işçiden belirli bir bölümü, her zaman işsiz yedekler olarak  kalır; bu yedekler kah kriz yıllarında, belirli bir bölgede bir endüstri dalının çöküşünde, ya da işçileri bir kenara iten makineli üretimin özellikle hızlı gelişiminde, büyük bir boyuta ulaşır; kah güçlü biçimde azalır ve hatta bazı yıllarda ve yörelerde çeşitli endüstri dallarından girişimcilerin bilinen şikayetlerine yol açan o işgücü ‘kıtlığı’ oluşur.” (Lenin, Seçme Eserler Cilt 1, sf: 356).

Böyle olunca işsizlik her dönem farklılık gösterir. Kriz koşullarında olağanüstü artar, “refah” dönemlerinde ise, kısmen azalır. Ayrıca sınıf mücadelesinin düzeyi ve işsizlikle savaşım, işsizlik oranının düşmesine etkide bulunur. Fakat tümden ortadan kalması, kapitalizm koşullarında asla mümkün değildir.

Çünkü kapitalizm “azami kar” amacı güder. Bundan dolayı da kapitalist üretim tarzında planlı üretim yapılamaz. Üretim merkezi planlamadan yoksun olunca, çalışabilir nüfusun hepsi isdihdam edilemez. Yani  kapitalist üretim tarzı işsizliği üretir. Bir başka ifadeyle işsizlik, kapitalist üretim tarzının karakterinde vardır.

Her patron azami karı elde etmek için rakipleriyle kıyası savaşır. Rekabet kızıştıkça işçileri daha fazla baskı altına alır, daha fazla işgücü sömürüsüne tabi tutar. Daha az işçiyle daha çok ürün elde etmek ister. Bu durum işsizler ordusunu sürekli kılar.

Diğer yandan kapitalistlerin azami kara ulaşması için, yedek işgücü ordusuna, yani işsizlere ihtiyacı vardır. İşsizlerin varlığı, işçilerin daha yoğun sömürülmesine imkan tanır çünkü. Burjuvazinin elinde, en güçlü silahtır işsizlik. İşçilere artan işsizler ordusu gösterilir ve en aza razı olması sağlanır.

 

İşsizlik kapitalizmin “can simidi”dir

İşsizlik, kapitalizmin bir ürünüdür fakat burjuvazi ve onun sözcüleri bunu sürekli gizler. İşsizliğin nedenini kimi zaman nüfus artışına kimi zaman ‘krizde zarar ettikleri’ne bağlar. Ya da OECD’nin yayımladığı bir raporda söylediği gibi “aile içinde ikinci kişinin çalışması” işsizliğin nedenidir!

Asgari ücretin çok uzun zamandır aileyi geçindirecek şekilde değil, kişiyi ‘geçindirecek’ şekilde hesap edildiğinin itirafıdır bu. Mücadele ile alınan haklarla tek kişi kısmen de olsa ailesini geçindirecek kadar ücret alabiliyorken; son yıllarda alınan ücretle, bir kişi bile kendini geçindirmez hale gelmiştir. Bu, kapitalizmin ailenin tüm fertlerini çalışma hayatına çekerek, asgari ücreti alabildiğine düşük ödemesinin bir sonucudur aynı zamanda.

Kapitalistler işsizliği sadece “yedek işgücü” ordusu olarak kullanmazlar. Onu en kirli işlerinde kullanarak, kapitalizme en önemli dayanak yapar. Faşizmin kitle tabanını hemen her yerde işsizler oluşturmuştur. Çünkü kriz koşulları kendiliğinden devrimci duruma yol açmaz. Eğer bu elverişli koşullar komünist ve devrimciler tarafından doğru biçimde değerlendirilemez ise, faşizmin kitle gücüne dayanarak yükselişinin temellerini oluşturur. Dünyada ve ülkemizde bunun birçok örneği vardır. İkinci emperyalist savaş öncesi İtalya ve Almanya, en bilinen tipik örnekleridir.

Ülkemizde de böylesi dönemler yaşanmıştır. Kriz yıllarında faşist MHP’nin oy oranlarında artış görülür mesela. Irkçı ve şoven söylemlerle gerici-faşist politikalarına en fazla işsizleri yedeklerler. Böylece karlarını kan ve gözyaşı üzerinden güvenceye alırlar.

Keza profesyonel ordu, polis teşkilatı, mafya ya da kontgerilla örgütlenmeleri için, işsizler ellerinin altındaki bir ordudur. Mezun olup da iş bulamayan, özellikle de okuduğu mesleğe uygun iş hiç bulamayan milyonlarca gencin olması, onların böyle devasa sayılarla elemanı rahatlıkla bulmalarını sağlar. Ortadoğu başta olmak üzere dünyanın dört bir yanında kan döken Amerikan ordusu, ağırlıklı olarak ABD’ye iş bulmak umuduyla gitmiş Latin ve Asya ülkelerinin işsiz gençlerden oluşmuştur.

Kısacası, kapitalizmin bir hastalığı olan işsizlik, aynı zamanda kapitalizmin can simidi olmaktadır. İşsizler, çalışanların başının üzerinde bir “demoklesin kılıcı” gibi sallanır ve onların daha ağır koşullarda çalıştırılmasına neden olurken; devletin “vurucu timi” olarak halk üzerinde terör estirmesine hizmet etmekte, çok yönlü olarak kullanılmaktadır.

Bu kozu, kapitalistin elinden çekip alabilmek için işsizleri örgütlemek dışında çare yoktur. Burjuvazinin “böl-yönet” politikasına karşı, işçi-işsiz tüm emekçilerin birliğini ve dayanışmasını sağlayabilmek, kapitalizme indirilecek en büyük darbedir. Aynı zamanda faşizme karşı mücadeleyi de kapsayan, onu kitle tabanından yoksun bırakan bir öneme de sahiptir.

 

Herkese iş, herkese çalışma hakkı

Oysa en temel insan haklarından biridir “çalışma hakkı”! İnsan ancak çalışarak, üreterek, bir işe yaradığını görerek yaşayabilir. “Çalışma hakkı”, yaşama hakkıdır aslında. Kapitalizm, bu en insancıl, en doğal hakkı, ezici bir kitlenin elinden almıştır. O yüzden de daha kapitalizmin ilk aşamalarından itibaren işçi sınıfının işsizliğe karşı mücadelesi yükselmiştir.

1831 yılında direnişe geçen Lyon işçilerinin sloganı, “ya çalışarak yaşamak, ya savaşarak ölmek”ti. Bu mücadeleler sonucu Birleşmiş Milletler bile, “çalışma hakkı”nı insan haklarının en temel maddeleri içinde saymak zorunda kaldı. 1966 tarihli BM İnsan Hakları Konvansiyonu, “devletlerin yurttaşlarının ‘çalışma hakkı’nı güvence altına almaları gerektiğini” buyurmaktadır.

Fakat kapitalizm koşullarında bu hiçbir zaman mümkün olmaz. En gelişmiş kapitalist ülkelerde ve refah dönemlerinde bile işsizlik vardır. Sadece niceliksel bir farklılık sözkonusudur. Buna karşın “çalışma hakkı”nın yaşam bulabildiği, işsizliğin ortadan kaldırıldığı tek yer, sosyalist ülkeler olmuştur. Dolayısıyla işsizliğe karşı mücadele, kapitalizme karşı mücadelenin en dolaysız sürdürüleceği alandır. Kapitalizmin işleyişinin teşhiri bakımından olduğu kadar, sosyalizmin propagandası yönüyle de en iyi şekilde değerlendirilecek bir sorundur.

İşsizler, krize karşı mücadelenin en önemli gücü haline gelebilirler, gelmelidirler. Aksi halde, bu devasa kitle, kapitalizmin çürümüşlüğü içinde daha da çürüyecek, tüm değer sistemleri yıkılacak, karşı-devrim tarafından istenildiği gibi kullanılacaklardır. Hırsızlıkların, intiharların, cinnetlerin artmasının arkasında işsizlik vardır. Çaresiz kalan kitleler, her tür yola başvurmakta, kendilerinin ve en sevdiklerinin hayatlarına son verecek hale gelmektedirler.

Bütün bunlar, işsizliğe karşı mücadelenin ne denli önemli olduğunu bir kez daha ortaya koyar. “Herkese İş! Herkese Çalışma Hakkı” temel sloganı altında bu yöndeki çabaları yoğunlaştırmaktır. Ücret kesintisi yapılmadan “6 saatlik işgünü” talebi de işsizliğe karşı ileri sürülecek somut bir taleptir. Başta kamu kuruluşları olmak üzere tüm işyerlerinde üç vardiya yerine dört vardiyaya geçmek, herhangi bir yatırım yapmadan da istihdamı büyütecek bir uygulama olacaktır.

Keza işsizlerin “işsizlik fonu”ndan yararlanma olanakları genişletilmeli, fon, işsizler lehine yeniden düzenlenmelidir. İşsizlere ve ailelerine parasız sağlık hizmeti verilmeli, ayrıca elektrik, su, ısınma gibi temel ihtiyaçları devlet tarafından karşılanmalıdır. “İşçi Kıyımına Son! ”, “İşten atılanlar geri alınsın!” talepleri ileri sürülmeli, işten atmayı zorlaştıracak yasa ve düzenlemelerin yapılması istenmelidir.

 

Tek çözüm, birleşik mücadele!

İşçi sınıfının, birlikte hareket etmesi gereken en önemli toplumsal güçlerden biri de işsizlerdir. Esasında işsizler, işçi sınıfının bir parçasıdır. Bu şekilde ele almak gerekir. Komünistler, işsizleri işçi sınıfının parçası olarak gördükleri için birlikte örgütlemeyi esas almışlardır. Çünkü işçilerle işsizlerin ekonomik ve siyasal hakları, birbirleri ile doğrudan bağlantılıdır. İşsizliğin arttığı dönemlerde, işçilerin ağır çalışma koşullarında düşük ücretle çalıştırılmaları ve sömürünün katmerlenmesi tesadüf değildir.

Diğer yandan işçilerin, “herkese iş ve çalışma hakkı”, “çalışma saatlerinin düşürülmesi” “ücretlerin yükseltilmesi” gibi talepleri, işsizleri de ilgilendirmektedir. Tersten, işsizlerin iş ve çalışma isteği ve işsizlik sigortası gibi talepleri, işçileri de ilgilendirir. İşsizlerin yukarıda sözü edilen işlerde ve grev kırıcılar olarak onusuzlaştırılmamaları için de bu şarttır.

İşçilerle işsizler, mücadele alanlarında ve tüm eylemlerinde de birlikte olmak zorundadırlar. İşçisi, işsizi ile bir bütün olarak sınıfın kazanımı, ancak bu şekilde mümkün olabilir.

Krizle birlikte artan işsizliğin bir patlamaya dönüşmesi, egemenlerin en büyük korkusudur. ILO’nun bu konudaki uyarısı da boşuna değildir. İşsizlerin çalışanlarla birleşik mücadelesi, onların kabusudur.

İşsizlik, sadece şu anda işsiz olanların sorunu değildir. Bugün çalışıyor olanlar da her an işsiz kalabilir. Kriz koşullarında bu tehlike çok daha yüksektir. Onun için işsizliğe karşı mücadele, işçi-işsiz tüm işçi ve emekçilerin birlikte yapmaları gereken bir mücadeledir.

Birleşik mücadeleyi  örgütlemenin zemini, kriz dönemlerinde her zamankinden daha fazladır. Sendikalar bunu rahatlıkla örgütleyebilir. Ne var ki, işbirlikçi-uzlaşmacı sendikalarla bunu başarmak çok zordur. Her sorunda olduğu gibi bu konuda da tabandan örgütlenmeye, sendikaları da zorlamaya ihtiyaç vardır.

İşsiz kalmanın bunalımıyla intihara kalkışmak, işsizlik kuyruklarında ömür tüketmek kurtuluş değildir! İŞKUR’un önleri, işsizlik kuyrukları eylem alanına dönüşmedikçe, “herkese iş herkese çalışma hakkı” talebiyle birleşik mücadeleyi yükseltilmedikçe, işsizliği azaltmak mümkün olmaz.

Zaten kapitalist sistemde işsizlik ortadan kalkmaz, ama geriletilebilir. İşsizliğin tümden bitmesi, ancak sosyalist bir sistemle mümkündür. Nihai kurtuluş, işsizliğin ve sömürünün olmadığı sosyalist bir dünya ile olacaktır.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …