Sudan’da halk, dört aydır diktatör Ömer el Beşir’i protesto eden eylemler gerçekleştiriyorlardı. Dört ayın sonunda, 11 Nisan günü bir askeri darbe ile diktatör görevden alındı, tutuklandı, hükümet feshedildi. Darbeyi yapan ordu, 2 yıllığına yönetime el koyduğunu açıkladı. İki yılın ardından seçimlere gidileceğini ve yeni bir anayasa hazırlanacağını duyurdu.
Daha ilk günden halkı karşısına almak istemeyen ve darbeye kitle desteği oluşturmak isteyen Savunma Bakanı Orgeneral Avad Muhammed Ahmed bin Avf, “Sudan’ın kötü yönetildiğini” söyledi ve protestolar sırasında yaşanan can kayıpları nedeniyle de özür diledi.
Sudan halkı dört ay boyunca sokaklarda eylemler gerçekleştirmiş ve Ömer el Beşir’in istifasını istemişti. Eylemler, diktatörün istifasına yetmedi. Ancak ülkeyi yönetemez hale geldiği de ortadaydı. Kitle eylemleriyle istifa etmiş olsaydı, bu işçi ve emekçiler için büyük bir zafer anlamına gelecekti. Sudan’daki egemen sınıflar, kendileri açısından büyük bir tehlike yaratacak olan bu durumun gerçekleşmesini engellemek için orduyu devreye soktu. Beşir, askeri darbe ile görevden alındı, tutuklandı, neresi olduğu açıklanmayan bir yere hapsedildi.
Ekmek isyanlarından ‘devrim’ sloganlarına
Protestolar, ekonomik kriz bahanesiyle ekmek fiyatlarının bir anda üç katına fırlaması, yakıt, tüp ve elektriğe gelen fahiş zamlarla enflasyonun yüzde 70’e çıkmasıyla başladı. Ekmek fiyatlarının artmasının nedeni, İMF reçeteleri doğrultusunda devlet sübvansiyonlarının kaldırılması ve buğday ithalatının durdurulmasıydı. Bu zamlarla aynı günlerde, el Beşir, kendisinin 5. kez seçilmesine olanak sağlayan bir yasayı meclisten geçirmişti. 30 yıl süren diktatörlüğü, zaten kitleler üzerinde büyük bir tepkiye neden oluyordu; bunu adeta “ölünceye kadar” sürdürme çabası, ekmek zamlarıyla birleşti; kitlelerin öfkesi patladı.
İlk olarak 13 Aralık 2018’de, Mavi Nil eyaletinde Atbara kentinde patlayan gösteriler, bir hafta içinde Damar, Berber, Karima, Sennar, Gedaref ve başkent Hartum’a sıçradı ve bütün ülkeyi sardı. Atbara kenti, ülkenin ekonomisi açısından büyük önem taşıyan demiryollarının kesişme noktasında bulunan ve genel olarak hükümet karşıtı protestoların beşiği kabul edilen bir kent.
Eylemlerle birlikte sloganlar da güçlendi. İlk talep ekmek zamlarının geri alınması iken, hızla siyasi talepler öne çıkmaya başladı. Özgürlük, adalet, barış, kadın hakları, diktatörün istifası derken, “devrim” talepli sloganlar da hızla yayıldı.
Gündüz eylemlerinin dışında, büyük meydanlarda gece eylemleri de gerçekleştirildi. Dört ay süren eylemler boyunca kitlenin üzerine, polisler ya da maskeli-silahlı siviller tarafından çok defa ateş açıldı, toplamda 50’den fazla insan öldü, yüzlercesi yaralandı, binlercesi tutuklandı. Şubat ayında sıkıyönetim ilan edilince, saldırılar daha da sertleşti. Gözaltına alınanlara kırbaç cezaları uygulandı. Ancak bu saldırılar eylemleri bitirmeye yetmedi.
Sudan’daki muhalif kitle örgütleri, eylemlere önderlik ettiler. Çok sayıda kitle örgütü bir araya geldi, kendi içlerinde bir “komuta merkezi” oluşturarak, eylemleri örgütlediler, yön verdiler. Kitlenin eylem gücü arttıkça, politik sloganlar temel hale geldi, eylemin niteliği değişti.
Protestolara akademisyenlerden yoksul gecekondu halkına, gençlerden yaşlılara kadar çok geniş bir kesim katıldı. Özellikle kadınlar açısından büyük bir özgürleşme alanı açıldı. Çünkü 30 yıl önce Beşir bir darbe ile ülke yönetimini ele geçirdiğinde, özellikle kadınlar üzerinde büyük bir baskı oluşturmuştu. Şeriatla yönetilen ülkede, kadınların yönetime karşı tepkisi de çok büyük oldu.
Eylemlerde katılımcıların üçte ikisinin kadın olduğu görülüyor. Sudanlı kadın protestocuları “Kandaka” olarak tanımlıyorlar. Kandaka, antik Sudan’da Nübye hanedanlığının savaşçı kraliçelerine verilen bir unvan. Keza protestoların en çarpıcı görüntülerinden birisi, başkentte 5 gün boyunca adeta bir “kuşatma” şeklinde sürdürülen eylem sırasında, beyaz giyinmiş bir kadının, bir aracın üzerine çıkarak “Thowra!” (Devrim) sloganıyla şarkı söylemesi oldu. Şeriatın “kadının yeri evidir” emrine karşılık “kadının yeri devrimdir” sloganı yükseltildi.
Eylemlerde ordunun tutumu da dikkat çekiciydi. Başlangıçta Sudan ordusu “ülke yönetiminin etrafında kenetlendikleri” açıklamasını yaptı. Ancak sonrasında, polis ya da Beşir’in silahlı milis güçleri saldırıya geçtiğinde, gaz bombası attığında ya da ateş açtığında kaçan halkın bir kısmı orduya ait tesislere sığınınca, ordu halkı korudu. Hatta son evrede, zaman zaman polis ile askerin karşı karşıya geldiği, askerin polisi durdurmak için ateş açtığı durumlar görüldü. Eylemdeki kitlenin yanından-içinden geçen askeri birlikler, Sudan eylemlerinin en çarpıcı görüntüleri arasındaydı.
Elbette ki ordu “demokrat” ya da “ayaklanmacıların yanında” olduğu için yapmıyordu bunu. Egemen sınıflar, ayaklanan kitlenin güveneceği bir kurum olarak orduyu öne çıkarıyor, ordunun halkın yanında olduğu yanılsamasını yaratmaya çalışıyorlardı. Bu aynı zamanda, olası bir askeri darbenin, halk tarafından benimsenmesi için de bir hazırlıktı.
6 Nisan, eylemlerin yeni bir boyuta sıçradığı gün oldu. 6 Nisan’da kitle, hem Beşir’in başkanlık sarayını ve hükümet binalarını, Savunma Bakanlığı, Ulusal İstihbarat ve Ulusal Güvenlik konutlarını kuşatan bir oturma eylemi başlattılar. Eylemin 5. gününde, askeri darbe geldi.
Diktatörlükle geçen 30 yıl
Sudan en başta Arap dünyasından Afrika’nın derinliklerine açılan kapı olarak konumlanmıştır. Diğer taraftan petrol ihraç eden birkaç Afrika ülkesinden biridir. Kızıldeniz’e komşu olması, Akdeniz’den Hint Okyanusu’na uzanan güzergahta önemli bir geçidi tutmasını sağlamaktadır. Bütün bunlar, Sudan’ın stratejik önemini artırmakta, sömürgecilerin her zaman hedefinde olmasını getirmektedir. Tam da bu nedenle, Sudan topraklarında yaşayan halkın binlerce yıllık tarihi, ağır bir sömürü altında halkların acılarıyla örülmüştü.
I. Emperyalist savaşın ardından Sudan, Afrika’da bağımsızlığını kazanan ilk ülkelerden biri oldu. Genel olarak diktatörlükler ve ağır baskı rejimleri tarafından yönetilen Sudan’da, son olarak 1998 yılında Ömer el Beşir’in gerçekleştirdiği bir askeri darbe yaşanmıştı. O günden itibaren 30 yıllık dönem, ülkede ağır bir baskı ve şeriat yönetimiyle geçti. Müslüman Kardeşler mensubu olan el Beşir, Sudan halkının etnik ve dini çeşitliliğini hiçe sayan bir şeriat rejimi kurdu. Ve ilk günden itibaren, onun bu baskılarına karşı direnişler de yaşandı.
Beşir diktatörlüğünün en kanlı dönemi, Güney Sudan ile yaşanan iç savaş ve Darfur katliamıdır. Güney Sudan 1972’de özerkliğini kazandığında, Sudan’ın en büyük petrol yataklarına sahip olduğu bilinmiyordu. Bu tespit edildiğinde, Hıristiyan azınlığın yaşadığı Güney ile Sudan hükümetinin savaşı başladı.
Sudan’daki devasa petrol yataklarında asıl olarak Çinli şirketler etkinlik kurmuştu. ABD ise Güney’i ayırarak petrol yataklarına tek başına hakim olmak istiyor, bu nedenle Güney’in özerkliğini isteyen silahlı gruplara milyonlarca dolar para akıtıyordu. ABD’nin yanısıra İsrail, Fransa ve Almanya da, Güney’deki ayrılıkçı hareketi açıkça desteklediler. Çin ve Rusya ise Sudan hükümetinin yanında yer aldılar. Çin petrol yatakları üzerindeki hakimiyetini korumak için, Rusya ise Sudan hükümeti ile kurduğu askeri ilişkileri sürdürmek için… Milyarlarca dolar değerindeki, kükürt oranı düşük ham petrolü saklayan geniş Sudan topraklarında süren kirli savaşın oyuncularının hesapları da böylesine kirliydi.
Güney Sudan, kanlı bir iç savaşın ardından 2011 yılında bağımsızlığını ilan etti. Ayrılık, kitlelerin yönetime duydukları tepkilerin, Batılı emperyalistler tarafından kullanılması üzerinden gerçekleşmişti. Ancak bölünme, Batılı emperyalistlerin Güney’i kontrol altına almasını sağlamadı. Ülke 8 yıldır bitmek bilmez bir açlık-yoksullaşma girdabına yuvarlandı. İç savaşın önderliğini yapan Sudan Halk Özgürlük Hareketi (SPLM), her türlü muhalif harekete karşı vahşi bir terör estirdi.
Güney ile savaşın sürdüğü dönemde, ülkenin batısında bulunan Darfur’da yaşanan katliam, el Beşir diktatörlüğünün bir başka vahşetidir. Ülkenin en yoksullarının oturduğu Darfur bölgesinde, 2003 yılında başlayan muhalif hareket, Sudan hükümetinin müdahalesiyle bir katliama dönüştü. Hükümet, Arap kabileleri silahlandırarak Afrikalı kabilelerin üzerine sürdü ve çatışmalarında Arap kabilelerini destekledi. Bu saldırıda Darfur nüfusunun üçte biri zorla yerlerinden edildi, 2003-2008 yılları arasında BM rakamlarına göre 300 binden fazla insan öldürüldü. Devlet tarafından çöle sürülen insanların açlıktan ölmesi, Darfur katliamının en vahşi unsurlarından biriydi.
ABD, petrolüne erişimi kaybettiği Sudan’ı, Darfur katliamını kullanarak kontrol altına almaya çalıştı. BM-Güvenlik Konseyi’ne getirdiği Sudan’a müdahale tasarısı, Rusya ve Çin’in vetosuna takıldı. Ancak ABD, yaptırım kararları almayı ve 2009 Beşir hakkında UCM’de (Uluslararası Ceza Mahkemesi) yargılama kararı çıkarmayı başardı.
El Beşir, son yıllarda üzerindeki baskıyı hafifletmek için çeşitli adımlar attı. 2016’da İran’la ilişkilerini sınırladı. İsrail uçaklarına koyduğu yasağı kaldırdı ve İsrail’e Afrika’nın derinliklerine giden kapıyı açmış oldu. Suudi Arabistan ve BAE (Birleşik Arap Emirlikleri) tarafından Yemen’de başlatılan savaşa 1000 (bin) asker gönderdi. ABD’nin kapısını, Suudiler ve İsrail üzerinden çalma gayretiydi bu. Karşılığını da aldı. ABD 20 yıldan fazladır uyguladığı yaptırımları 2017’de hafifletti. Ancak Çin ve Rusya ile olan ilişkilerini sürdürdüğü için Sudan’ı “terör destekçisi” listesinden çıkarmadı.
Sudan üzerinde hesapları olan ülkelerden biri de Türkiye’dir. Müslüman Kardeşler bütün dünyada lanetlenirken, AKP hükümeti ve Erdoğan desteği sürdürdü. Sudan diktatörü el Beşir, bu desteği alan yöneticilerden biriydi. Elbette bu karşılıksız da değildi. Erdoğan el Beşir ile, Sudan’ın Kızıldeniz’e açılan adası Sevakin’de bir üs kurma anlaşması yaptı. Kızıldeniz’deki ticaret yolunu tutan stratejik Sevakin Adası konusunda hayaller kuran Erdoğan, Beşir’e dönük bu darbenin ardından ortada kaldı.
Emperyalistler el Beşir ile ilişkilerini geliştirerek Sudan üzerindeki hegemonyalarını artırmaya çalışırken, kitle hareketi tüm bu planları altüst etti. Beşir hükümeti yerle bir edildi.
Halkın direnişi sürüyor
Sudan halkının yaşadığı ağır ekonomik kriz ve siyasi baskılar bir ayaklanmaya neden oldu. Ayaklanma dalgasının başladığı Aralık ayında ordu, Beşir yönetimini destekleyen açıklamalar yapmıştı. Ancak kitle hareketinin çığ olup herşeyi önüne katacağını gördükleri noktada, halkın yanında görünmeye başladı.
Her darbeci gibi, Sudan darbecileri de kitlelerin desteğini almaya, ülkeyi diktatörden kurtaran kahraman rolü oynamaya çalışıyorlar. Hapishanelerdeki tüm siyasi mahkumları serbest bırakma kararı aldılar. El Beşir’in partisinin tüm yöneticilerini, onun görevlendirdiği tüm valileri görevden aldılar. El Beşir döneminin bütün izlerini ve sembollerini yerle bir edeceklerini açıkladılar. Bütün bunlarla, ayağa kalkmış halkın darbe karşısındaki tepkisini azaltmaya, darbeyi kabullenmesini sağlamaya çalışıyorlar.
Diğer taraftan darbe yapar yapmaz akşam saat 22.00 ile sabah 04.00 arası sokağa çıkma yasağı ilan ettiler. Hükümeti, meclisi feshettiler. İki yıl sürecek bir darbe dönemi ilan ederek, iki yılın sonunda seçimlerin yapılacağını duyurdular. Yani darbeci yönetimi en az iki yıl sürdürmeyi istediklerini gösterdiler. Kitlelerin sokakları terketmesini istediler. Fakat kitleler, sokağa çıkma yasağını tanımayarak eylemlerine devam etti. Askeri bir darbe yönetimi değil, kendilerinin seçtiği sivil bir yönetim istediklerini ortaya koydu.
Tüm dünyada işçi ve emekçiler çok iyi biliyor ki, her darbe öncelikle halka karşıdır; halkın eylemlerini durdurmaya, baskı altına almaya dönüktür. Bu durumun farkında olan halk da sokakları bırakmayı reddediyor, eylemlerini sürdürüyorlar. Ancak darbecilerin halka karşı giderek daha fazla sertleşecekleri, saldırılarını arttıracakları bellidir. Tıpkı daha önce Mısır’da Şeriatçı Mursi yönetimine karşı kitle eylemleri yükseldiğinde ordunun yaptığı darbe gibi…
Bu koşullarda Sudan halkının, yaşam koşullarını iyileştirebilmenin yanı sıra askeri darbe yönetimini durabilmesi için de, direnişi sürdürmekten başka bir çaresi yoktur.