YSK darbesiyle BİR SEÇİM TEKRARI DAHA…

İstanbul’da YSK aracılığıyla yapılan bir seçim darbesi ile karşı karşıyayız. Bu durum yeni de değil! 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra da AKP tek başına hükümet kuramayınca, önce “istikşafi görüşmeler”le oyalamış, ardından 5 ay sonra 1 Kasım’da seçim yaptırmıştı. Bu süre içinde başta Kürt illeri olmak üzere tüm ülkeyi teröre boğmuş, seçim hilelerine yenileri eklemiş ve bir kez daha sandıktan çıkmayı başarmıştı!

Yani AKP kazanamadığı seçimleri tekrarlatmayı alışkanlık haline getirdi. İstanbul’daki seçimlerin iptalinin ardından, yabancı basında bile “Erdoğan kazanana kadar Türkiye oy kullanmaya devam edecek” başlıklı yazılar çıktı.

Halk seçim yorgunu! Her yıl sandık kuruluyor! Erdoğan meşruiyetini, terörle-hileyle elde ettiği seçim başarısıyla sağlıyor. Muhalefet de buna çanak tutuyor! İktidarı-muhalefetiyle yıllardır bu oyunu tekrarlıyorlar. Halk da “salhaneye gururla giren koyunlar” misali, her defasında daha yüksek katılımla sandığa gidiyor! Bu oyunun bir figüranı olduğunu farketmeden…

23 Haziran’da bir kez daha bu oyun sahnelenecek…

 

Birlikte kotarıyorlar

Elbette AKP’nin bu rahatlığı, hatta pervasızlığı, muhalefetin silikliğinden, sinmişliğinden geliyor. Öncekiler bir yana, 31 Mart seçimlerinde İstanbul’u kazandıkları halde, oyların tekrar tekrar sayılmasına göz yumdular. Bunu da matah bir şeymiş, kendilerine güvenin bir göstergesiymiş gibi sundular. “Aşağıdan sayıyorlar İmamoğlu çıkıyor, yukarıdan sayıyorlar İmamoğlu çıkıyor” diyerek, hem kitleyi yatıştırdılar; hem de bu geri tutumlarını, “demokrasiye bağlılık” şeklinde lanse ettiler.

Oysa AKP-MHP bloku, seçim yenilgisini kabul etmeyeceğini belli etmişti. Yandaş basın, seçimlerin ertesi günü “sandık darbesi” başlıkları atmış ve daha ilk günden “seçimlerin yenilenmesi”ni gündeme taşımıştı. Sonraki günlerde AKP-MHP blokunun YSK’ya yaptığı itirazların ardı arkası kesilmedi. Muhalefetin neredeyse tüm itirazları reddedilirken, AKP-MHP blokunun en abuk-sabuk itirazları kabul gördü.

Muhalefet partileri ise, “bunlar hukuka aykırı” demekle yetindi, YSK’nın aldığı her karara boyuneğdi. İstanbul’daki seçimleri Ekrem İmamoğlu’nun kazandığı resmi olarak da ifade edilmişken, 17 gün mazbatası verilmediği halde eyleme geçmediler. “Geçersiz oylar”la başlayan yeniden sayımlarda İstanbul’un neredeyse tüm oylarının defalarca sayılmasına ses çıkarmadılar.

Bir ayı aşkın süren bu gelişmeler karşısında hiçbir karşı-hamle, ya da engelleme girişimi olmadı. Bu fütursuz gidişe bir yerde takoz koyma, tıkama çabasına girilmedi. HDP’nin seçimleri kazandığı 6 yerde, adayların KHK’lı olması gerekçe gösterilerek gaspedilmesi ve AKP’ye hediye edilmesi karşısında bile, ciddi bir tavır gösterilmedi.

Kısacası “seçimlerin yenilenmesi”ne adım adım, aynı zamanda göz göre göre gelindi… Her zaman olduğu gibi yoklaya yoklaya ilerlediler ve her aşamada dozajı yükselttiler.

Bu kararı YSK’ya aldırdıklarında, muhalefetin buna da boyun eğeceğini biliyorlardı. Her ne kadar alt perdeden “boykot” tehdidi yapılmışsa da geri adım atacaklarından emindiler. Aksi halde böyle bir riski göze alamazlardı.

Nitekim “seçimleri yenileme” kararının alındığı akşam, İmamoğlu kitleye yaptığı konuşmayla seçime katılacaklarının sinyalini verdi. Gerisi partilerin göstermelik organ toplantılarına ve işin resmiyete dökülmesine kalmıştı. Ertesi gün başta CHP olmak üzere tüm muhalefet partileri seçimlere katılacaklarını açıkladılar.

Böylece AKP-MHP blokunun “hukuksuz”, “keyfi”, “anayasaya aykırı” dedikleri bir kararına daha ortak oldular. Sanki 7 Haziran-1 Kasım pratiği hiç yaşanmamış gibi, “bu kez daha farklı kazanacağız” diyerek, kitlelere yeniden sandığı gösterdiler. “Her şey çok güzel olacak” sloganı ile de umudu ve beklentiyi canlı tutmaya çalıştılar.

Bütün bunlar, seçimlerdeki “dejavu” etkisini kırmaya yetecek mi? Yani AKP, 1 Kasım’daki gibi yine her tür yolu kullanarak seçimlerden başarıyla çıkacak mı? Ya da yenildiği durumda sonuçları kabul edecek mi?

Kesin olan; yıllardır bir seçim oyununun oynandığı ve bu oyunun da her oyun gibi tek başına değil, rakiple birlikte oynandığıdır. AKP ve Erdoğan’ın meşruiyetini sağlayan unsur sandık değil, düzen muhalefetidir. “Düzenin bekası” her şeyin üzerindedir ve bunu sağlamak için birlikte hareket etmektedirler.

Bu oyunu bozacak tek güç olan işçi-emekçi cephesi, kendi çıkarları için harekete geçmediği müddetçe; burjuva klikler arası “kayıkçı dövüşü” sürmeye, düzen partileri birbirine benzemeye, seçimler de anlamsız olmaya mahkumdur. Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da ileriye doğru  adım atılması, ancak halk hareketinin ve devrimin yükselişiyle olacaktır.

 

Demokrasilerin Frankeştaynlaşması

Bu durum sadece ülkemizde yaşanmıyor. Dünya ölçeğinde “burjuva demokrasisi” çöküş içinde. Demokrasi şampiyonluğu yapan ABD başta olmak üzere birçok emperyalist ülkede, demokratik kurumlar ve işleyişler adım adım tasfiye olurken, faşist ve gerici uygulamalar artıyor.

Bunların başında da seçimler geliyor. Demokrasinin “olmazsa olmazı” seçimler, bugün pek çok yerde şaibeli hale geldi. Seçim öncesi yapılan onca demagojiye, yalana, hileye, anti-demokratik uygulamalara rağmen, atılan oylarla sayılan oylar birbirini tutmuyor.

Stalin’in, “seçimde kimin oy attığı değil, kimin saydığı önemlidir” sözünün doğruluğu, hiç bu kadar net ve açık görülmemişti. İstanbul’daki “seçimlerin yenilenme” kararının ardından Binali Yıldırım da “seçim sandığa atılan oylarla değil, sandıkta yapılan sayımla kazanılır” diyerek, bu gerçeği itiraf etti.

Türkiye gibi emperyalizme bağımlı ülkelerde genel olarak demokrasi, özelde seçimler zaten hep sorunlu olmuştur. Fakat günümüzde emperyalist-kapitalist ülkelerde de seçimler daha fazla sorgulanır oldu. Seçim kampanyalarının “danışman şirketler” tarafından yürütülmesinden, seçim sonuçlarını belirleyen bilgisayar sistemlerine kadar her şey, seçimlerle ilgili soru işaretlerini arttırıyor.

Örneğin açılımı “bilgisayar destekli seçmen kütüğü sistemi” olan SEÇSİS, pek çok ülkede hileli seçimlerin kaynağı oldu. 2000 yılında ABD’de Bush’un hileyle kazandığı seçimler bunlardan biridir. Her tür yazılım hilesine açık olan bu sistem, 2004 yılından itibaren Türkiye’de kullanılmaya başladı. AKP’nin yıllardır her seçimde birinci çıkmasında bu sistemin önemli bir rolü var. Çünkü sistem, Adalet Bakanlığı kontrolündeki Ulusal Yargı Ağı UYAP’ın bir parçası. Birçok ülkede artan tepkiler üzerine kaldırıldı. Türkiye’de ise Bilgisayar Mühendisleri Odası’nın bu konudaki uyarılarına rağmen halen devam ediyor.

Bir diğeri, yine uluslararası niteliğe sahip “danışman şirketler”le seçim kampanyalarının yürütülmesi. ABD’de Trump’ı, İngiltere’de Brexit’i kotaran “danışman şirketler”den CA’nın (Cambridge Analytica) geçen yıl Türkiye’de bir partiye hizmet verdiği ortaya çıkmıştı. Bu şirketin bir yöneticisi, yabancı bir televizyon kanalında şunları söylüyor: “Seçim kampanyalarını biz artık gerçekler üzerine değil, duygular üzerine inşa ediyoruz. İnsanları harekete geçiren iki baş anahtar vardır: Korku ve umut. Korku ve kaygıya ne kadar hitap ederseniz, o kadar kazanırsınız!” (aktaran N. Cerrahoğlu, 25 Mart 2018 – Cumhuriyet)

Nitekim ABD ve İngiltere’de seçimleri, “korku ve kaygı” unsurlarını öne çıkararak kazandılar. Ülkemizde ise, AKP ile korkuyu, CHP ile umudu yaydıklarını görüyoruz.

Seçimlerin bu hale gelmesi, burjuva teorisyenler tarafından bile “demokrasilerin Frankeştaynlaşması” olarak niteleniyor. “İçleri boşalan, ideolojik referanslarını ve temsili niteliklerini yitiren” seçimler ve bunun sonucu yönetime gelen hükümetlerle, “burjuva demokrasisi”nin bu en önemli kurumu da çöküyor.

Sonuçta emperyalist-kapitalist sistemde seçimler tam bir tiyatro oyununa dönüşmüş durumda. Bunun “sosyalizmin çöküşü”nün ilan edildiği ‘90’lı yıllardan itibaren gelişmiş olması, hiç tesadüf değil. Sosyalizmin yenildiği, kitlelerin örgütsüz olduğu koşullarda, burjuvazinin gerici yüzü daha fazla ortaya çıkıyor ve demokrasi makyajı tel tel dökülüyor.

 

Sonuç yerine

Tüm dünyada seçimler böylesine ayağa düşmüş, ülkemizde ise, özellikle AKP’li yıllarda hileli-silahlı seçimler ayyuka çıkmış iken; seçimlere bu kadar önem atfedilmesi ve katılımın sürekli yükselmesi, bir trajedi olarak yaşanmaya devam ediyor.

Elbette bu durum, devrimci hareketin gerilemesi, kitlelerin düzen-içi çözümler dışında bir alternatif görememesiyle ilgilidir. Sosyalizmin ve devrimin gerilemesiyle burjuvazi gerçek yüzünü ortaya sererken, en büyük desteği reformizmden aldı. 2000’li yıllardan itibaren parlamentarizme kayan reformist hareketler, bugün CHP’nin adayını destekleyecek noktaya kadar gerilemiş durumdalar.

HDP’nin Ankara’da MHP kökenli Mansur Yavaş’ı, İstanbul’da dincilikte Erdoğan ile yarışan İmamoğlu’nu desteklemesi, onun kuyruğuna takılanları, bu kerteye düşürdü. Faşist ve gerici adayları destekleyerek, “faşizmi geriletmek” mümkünmüş gibi davranarak, kendilerini ve kitleleri kandırmayı sürdürüyorlar. AKP’nin oyunlarına CHP ne kadar ortaksa; bugün CHP adayını destekleyenler de AKP-MHP blokunun seçim yenileme keyfiliğine o kadar ortaktır.

Doğru olan; böyle bir seçime katılmayı reddetmek, faşist-gerici bloku tek başına bırakmaktır. Seçimlerin hiçbir meşruiyetinin kalmadığını göstermenin yegane yolu budur.

Durum bu kadar açıkken, bugün hala YSK’nın “gerekçeli kararı” üzerine tartışılıyor, gerekçelerinin geçersizliği ispatlanmaya çalışılıyor!

YSK’nın kararına uyduktan sonra, bunları konuşmanın ne kadar anlamsız hale geldiği düşünülmüyor bile…

Ya da Binali Yıldırım’ın “çaldılar” sözünden çark etmesi, AKP’nin argümanlarının boşa düşmesi, büyük bir sevinç kaynağı olabiliyor. İmamoğlu’nun seçimleri kazanacağına kesin gözüyle bakılabiliyor.

AKP’nin seçim oyununa katılarak, ona nasıl bir güç verdiklerinin farkında bile değiller. Öyle ki, AKP “sıra Ankara’ya da gelecek” diyecek kadar tehditkar… İstanbul’da bu yolu açanlar, sıranın her yere geleceğini bilmelidirler.

“İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybeder” sözü boş yere söylenmiyor. Kazandığı bir seçimin iptal edilmesine göz yuman ve yeniden seçimi kabul edenler, bunu çeşitli sözlerle süsleseler de gerçekte yenilmişlerdir… Yani mağluptur bu yolda galip… Çünkü seçme-seçilme ve genel oy gibi en temel hakların gaspına gözyumulmuş, bu hukuksuzluğa ortak olunmuştur.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …