Kaz Dağları’nda büyük bir ağaç ve çevre katliamı yaşanıyor. Kirazlı Köyü yakınında kurulan altın madeni için 195 bin ağaç kesildiği ortaya çıktı. Çekilen fotoğraflar kıyımın büyüklüğünü, çevreye verilen zararın dehşet tablosunu ortaya koyuyor.
Ve kitleler bu çevre-doğa katliamını durdurmak için harekete geçmiş durumda. Bölge halkı “su nöbeti” tutuyor. 5 Ağustos günü onbinlerce insan bir yürüyüş gerçekleştirdi.
Kanadalı şirket altın arayacak
Kanadalı Alamos Gold şirketi, Çanakkale’nin Kirazlı Köyü’nde altın aramak için Mart 2019’da maden ruhsatı almış ve ağaç kesimine başlamış durumda. Aslında bölgede madencilik faaliyeti, yükselen tepkiler üzerine mahkemelik oldu. Ancak Orman Müdürlüğü, Danıştay kararını beklemeden Haziran ayının ortalarında ağaç kesim iznini verdi. Alamos Gold’un yerli ortağı Doğu Biga Madencilik de ağaç kesimine başladı. ÇED raporuna göre 45 bin ağaç kesilecekti. TEMA Vakfı’nın çektiği uydu görüntülerine göre ise 195 bin ağaç birden kesilmişti.
AKP Hükümeti, son dönemde doğa yağmasına hız vermiş durumda. Adeta “ne kopartırsak kardır” diye, rant unsurlarını gerçekleştirmeye çalışıyor. Kaz Dağları’nda da bunun telaşıyla hareket ediyorlar.
Tepkiler yükselince bakanlıkların konuya atlayıp açıklama yapmaya çalışması da bunun göstergesi. Enerji Bakanlığı “maden alanının Kaz Dağları’nın içinde olmadığını” söylüyor mesela, insanlarla alay edercesine. Tarım ve Orman Bakanlığı kesilen ağaç sayısının sadece 13 bin 400 olduğunu ileri sürüyor. Altın ararken siyanür kullanılmayacağını söylüyorlar pervasızca.
Oysa altın arama faaliyeti tek başına ağaç katliamı ile sınırlı bir durum değildir. Altın çok geniş toprak kütleleri içinde çok küçük parçalar haline bulunur ve bunun ayrıştırılması için geniş havuzlar içinde toprağın eritilmesine ihtiyaç duyulur. Ve bu ayrıştırma işleri, siyanür ile gerçekleştirilir.
Şirket zaten kendi sitesinde bunu açıkça söylüyor. 1 gr altın için 4 ton su kullanacaklar. Altın madenciliğinin, günlük su ihtiyacı 7 bin tondur. Bu miktar, ortalama bir ilçenin günlük su ihtiyacından kat kat fazladır. Bu havuzlarda eritmek için tonlarca kayayı parçalayacaklar. Dağı dinamitle patlatarak, “açık ocak siyanür havuzlarında” altını ayrıştıracaklar. Bu demektir ki, bütün Kaz Dağları’nı eritecekler.
Zaten Kaz Dağları’ndaki tek maden ruhsatı Kirazlı Köyü’nde değildir. Bölgede yüzlerce altın arama, 40’ın üzerinde de işletme ruhsatı verilmiş durumda. Bölgede TÜMAD şirketine ait Lapseki altın madeni de 1,5 yıldır çalışmalar yürütüyor. Newmont ve Teck Cominco adlı şirketler ise ÇED sürecini bekliyorlar. Ardından Kaz Dağları’na komşu Madra Dağı hedefte. Balıkesir Havran’da onlarca altın madeni projesi de sırada bekliyor. Bölge tam bir cehenneme çevrilecek.
Bakanlıkların yaptıkları açıklamalarda, Türkiye’nin altın ithalatına 8,5 milyar dolar ödediği belirtilerek madencilik faaliyeti savunuluyor. Oysa bu da bir demagoji. Verilen rakamın ne kadar doğru olduğu, doğruysa bu parayı kaç yıllık ithalat karşılığında ödediği bir yana; çıkartılacak altının sadece yüzde 4’ü Türkiye’ye kalacak. Kanadalı şirket, çıkardığı altının yüzde 96’sını alıp götürecek. Yani Kanada’ya altın rezervi oluşturmak için, ağaçlarımız, canlılarımız, ekosistemimiz yağmalanıyor.
Altın madenciliği ile gelen cehennem
Ağaç katliamı, madenciliğin vahşetinin ilk anda görünen yüzü. Dünyanın en önemli ekosistemlerinden birisi Kaz Dağları. Altın madenciliği, sadece Türkiye’nin değil, dünyanın akciğerlerini hançerliyor.
Kaz Dağları 283 farklı bitki türüne evsahipliği yapıyor; bunların yedisi sadece Türkiye’de bulunuyor. Yanısıra onlarca memeli hayvan, kuş, sürüngen, yüzden fazla böcek türü yaşamını Kaz Dağları’nda sürdürüyor. Ağaçlar kesildiği anda, yüzbinlerce canlı birden yokolmakla karşı karşıya kalıyor.
Sonrasında madencilik vahşetinin etkileri daha da yayılıyor, daha kalıcı hale geliyor. Tonlarca toprağın dinamitle patlatılmasının, toprağının eritilmesinin ardından, maden şirketinin işi bittiğinde, geride bir dağ ya da tepe kalmıyor mesela.
Sonra açık siyanür havuzlarından yeraltına sızan sular, bölgedeki tatlı su kaynaklarını zehirliyor; böylece bölgenin etrafındaki çok daha geniş bir alanda tarım alanları, içme suları siyanürleniyor. Kullanılacak siyanür miktarı 400 bin ton olarak hesaplanmaktadır. Altını ayrıştırmak için kullanıldıktan sonra, doğaya, bitkiye, hayvana, insana, havaya karışacak olan 400 bin ton siyanür…
Mesela bölgenin en önemli içme suyu kaynağı olan ve 180 bin insanın kullandığı Atikhisar Barajı, madenin sadece 14 km uzağındadır.
Dahası bölge fay hattının üzerinde bulunuyor. Yani olası bir depremde, havuzlar çökecek ve siyanür çok daha hızlı ve doğrudan biçimde toprağa karışacak.
Kaz Dağları’nın altını yeşildir
Oysa Homeros’un “bol pınarlı, vahşi hayvanların anası”dır Kaz Dağları. Her tarafından, buz gibi suyu olan binlerce kaynak fışkırmaktadır. 1500 metre rakımda bile, yaz kış su fışkırır kaynaklarından. Balıkesir ile Çanakkale’nin birleştiği yerde, ayaklarını Ege Denizi’ne uzatırken, kollarıyla Marmara Denizi’ni kucaklar.
Zengin bir bitki örtüsüyle donanmıştır. Dünyada sadece burada bulunan ağaçları, sadece burada bulunan bitkileriyle 3 milyon dönüm ormanı oluşturmaktadır. İlk çağların “vahşi hayvanların anası” olan bu zengin ormanlarda, gerçekten de vahşi hayvanlarını besler, barındırır.
Dünyanın akciğeridir Kaz Dağları. Oksijen bolluğu yönünden, dünya sıralamasında üçüncüdür.
Bu özellikleriyle Kaz Dağları, bütün dünyanın da dikkatini çekmiştir. Kazdağı yöresi, orman, orman altı bitki örtüsü ve sahip olduğu endemik (yani sadece Kaz Dağları’nda yetişen) türleriyle, doğa ve hayvan varlığı ile korunması gereken bölge olarak belirlenmiştir. Örneğin, Dünya Bankası tarafından desteklenen, “Bitki Gen Kaynaklarının Yerinde Korunması” projesinin pilot bölgesi olarak seçilmiştir. Ayrıca, Kazdağı 1993 yılında Milli Park ilan edilmiştir. Ancak tamamı değil, yalnızca Balıkesir sınırları içinde kalan, güneyinden doruklarına kadar olan çok küçük bir bölümü Milli Park kapsamındadır.
Kazdağı, eko-turizm yönünden olduğu kadar, tarihi ve kültürel potansiyeliyle de öne çıkmaktadır. Çünkü o, ilk çağların Yunan mitolojisinin İda Dağı, Türkmenlerin Anadolu’ya gelmesiyle ise Sarıkız’ın Kazdağı’dır. Bölgede yaşanan farklı halkların ve farklı tarihsel dönemlerin kültürünü ve efsanelerini üzerinde toplamıştır. Bu özellikleri ona paha biçilmez değerler katmaktadır. Truva, Antandros, Gargara vb. antik kalıntıları, tarih boyunca değişik kültürlere ev sahipliği yapmasıyla çok özel bir konuma sahiptir.
Bütün bunlara baktığımızda köylülerin de dediği gibi Kazdağı zaten “yeşil altın”a sahiptir. O yeşil altın ki, ona bin yıllardır hayat veriyor. Kazdağı, kendine ölüm getirecek olan sarı altını ise bağrında en derinlere saklamıştır adeta. İşte aç gözlü emperyalist maden tekelleri, derinlerde saklı olan bu sarı ölümü yer yüzüne çıkarıp, 250 milyon yıllık güzellikleri ve binlerce yıllık tarihi üzerinde taşıyan İda Dağı’nı öldürmeye çalışıyorlar.
Maden yasası doğa katliamı yasasıdır
2004 yılında Maden Yasası’nda yapılan değişiklikler, dünya çapında değeri olan ve koruma altına alınması gereken doğal güzellikleri yerle bir ediyor.
2000 yılından itibaren İMF ile yapılan anlaşmalarda ülkenin yeraltı zenginlikleri pazarlık masasının önemli maddelerindendi. Emperyalist madencilik tekellerinin IMF kanalıyla yaptığı baskılar sonucunda, 2004 yılında 5177 sayılı kanunla Maden Yasası’nda değişiklikler yapıldı. Bu değişikliklerle tekellere, milli park, orman, meralar, sahil şeridi, turizm bölgeleri, yerleşim alanı, askeri alan, su havzası, tarım alanı, SİT alanı ayrımı gözetmeksizin madencilik faaliyeti yapmasına izin verildi. Maden arama faaliyetleri, Çevresel Etki Değerlendirilmesi (ÇED) kapsamı dışına çıkarıldı. Arama izinleri toplam rezervin yüzde 10’unun işletilmesine izin verirken, rezerv miktarının belirlenmesi de madenci firmanın beyanına bırakıldı. Emperyalist tekeller, kendi ülkelerindeki yasalar, yönetmelikler ve çevre yaptırımlarından dolayı rahat hareket edemediklerinden ve alınması zorunlu önlemler maliyetleri artırdığı için, gözlerini yarı-sömürge ülkelerin altın madenlerine diktiler. Mesela, Almanya, Çek Cumhuriyeti, Yunanistan ve Amerika’nın bazı eyaletleri siyanürle altın aranmasını yasaklamıştır.
Emperyalist tekellere tanınan kolaylıklar bunlarla da sınırlı değildir. Madencilikle uğraşan tekellere 5 yıl vergi muafiyeti, KDV indirimi, elektrik, su ve sigorta primlerinde yüzde 50 indirim sağlanırken, çıkarılan madenden alınan devlet payı yüzde 20’den yüzde 2’ye düşürülmüştür.
2004 yılında yapılan bu değişikliklerden sonra, Bergama, Dersim ve Kazdağı’nda altın madeni çalışmaları, Artvin’de bakır aramaları yoğunlaştı, Toros Dağları taş ocakları ile delik deşik edilmeye başlandı. Emperyalistler ve işbirlikçileri, önce bu talanın yasal zeminini hazırladıkları için, yasal başvurular ve yargı süreçleri genel olarak talancıların lehine sonuçlandı.
Bugüne geldiğimizde Maden Yasası’nın ortaya çıkardığı tablo çarpıcıdır. 1923 yılından 2003 yılına kadar, -yani Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan AKP’nin işbaşına geldiği döneme kadar- Türkiye’de verilen maden ruhsatı sayısı toplam 1168’dir. 2003 yılından 2018 yılına kadar verilen maden ruhsatı ise, 149 bin 965’tir. Bu rakama 2019 yılında verilen ruhsatlar dahil değildir. Bu ruhsatlar ile, sadece yabancı şirketlerin Türkiye’de sahip olduğu maden alanı 200 bin km2’dir. Bu alan Türkiye’nin toplam yüzölçümünün dörtte biridir.
Maden Yasası ile, ülkemizin doğasının ve yeraltı kaynaklarının nasıl bir emperyalist talana açıldığının en açık ifadesidir bu rakamlar…
Ekoloji mücadelesi,
yaşam hakkı savunusudur
Ekoloji mücadelesi, geçmişte bir avuç elitist çevrecinin sorunu olarak gündemleşiyordu. Ancak artık doğayı korumak, kitlelerin kendi yaşam hakkını savunma mücadelesine dönüştü.
Karadeniz’de HES’lerin varlığı artık her yağmuru bir sele-heyelana dönüştürüyor, insanlar ölüyor. Ege’de kurulan santraller, binlerce yıllık zeytin ağaçlarını yokediyor; insanların geçim kaynaklarını kurutuyor; kapkara kömür madenlerinde işçi olmaya zorluyor. Kaz Dağları’nda kesilen ağaçlar, bu ekosistemde yaşayan tüm canlıların yaşamını tehdit ediyor.
Kapitalizm ve dinci gericilik, doğadaki canlıları kendi çıkarlarının bir aleti olarak görmekte ortaklaşıyorlar. Ancak “insan”, kendi yaşamını hiçe sayanlara karşı mücadele ederken, tüm canlıların kıymetli olduğunu öğreniyor; onlara da değer vermeye, korumaya çalışıyor. Bu yüzden doğayı koruma mücadelesi, insanın kendisi ile birlikte doğadaki canlıları da koruma mücadelesiyle bütünleşiyor.
Kaz Dağları’nda ağaçların kesilmesi de bu değişimin sonucu olarak büyük bir direnişle karşılandı. Önce maden şantiyesinin önünde çadırlar kuruldu, “nöbet” başlatıldı. Ardından 5 Ağustos günü, onbinlerce insanın katıldığı bir yürüyüş gerçekleştirildi. Bu direniş, bu sahiplenme büyüyor ve maden şirketi ile birlikte AKP Hükümeti’ne de geri adım attırma hedefiyle güçleniyor.
Doğa düşmanı AKP Hükümeti, 31 Mart seçimlerinin ardından doğa talanına hız verdi. Bir dönemin sonuna geldiğimizi, AKP döneminin artık bitmekte olduğunu onlar da gördü; gitmeden önce dört bir yana daha vahşi biçimde saldırmaya başladılar.
Ancak onların bu saldırganlığı, bu defa kitlelerin büyük bir direnişiyle karşılanıyor. Mesela ODTÜ’ye KYK bahanesiyle faşist öğrenci yığma projesi, ODTÜ kavaklığının kesilmesine neden olmuştu. ODTÜ kavaklığını koruma mücadelesi öylesine güç kazandı ki, yeni bir Gezi Ayaklanması yaşamaktan korkan AKP, geri adım atmak zorunda kaldı.
Şimdi benzer bir durum Kaz Dağları için de geçerlidir. Buradaki rant ne kadar büyük, emperyalist tekellerin altın hırsı ne kadar yüksek olursa olsun, direniş geri adım attıracaktır. Milyonlarca yılda ekolojik sistemi oluşmuş, binlerce yıl farklı uygarlıklara beşiklik yapmış olan “Bin pınarlı İda”, bu talan ve yağmadan kurtarılacaktır.