Hong Kong’da “suçluların iadesi” yasa tasarısını protesto etmek için Haziran ayında başlatılan gösteriler sürüyor. Yasa tasarısının iptal edilmesinden bu yana, Çin yönetimine karşı bir harekete dönüşen gösteriler, ABD’nin de desteğiyle daha güçlü ve etkin bir hale geldi. Kitlelerin kötü yönetime karşı tepkileri, ABD ile Çin arasında bir hegemonya savaşına dönüşmüş durumda.
Gösteriler nasıl başladı
Şubat ayında, Hong Kong’da hükümet, “suçluların iadesi” için yasa tasarısı hazırlamıştı. Tasarıda, Çin, Tayvan ve Macau’daki yetkililerin cinayet ve tecavüz gibi suçlarla yargılananlar için iade başvurusu yapmasına izin verilmesi; son kararı ise, her davayı özel olarak inceleyecek mahkemelerin vermesi öngörülüyordu. Tasarıda siyasi ya da dini suçlardan yargılanan kişilerin iade edilmeyeceği özellikle belirtilmişti.
Hong Kong’un 20 ülkeyle suçluları iade anlaşması var. Çin, Tayvan ve Makao dışında, suçluların iadesini isteyen herhangi bir ülkenin talebi kabul ediliyor. Yani yasaya karşı çıkanlar, Çin’e özel bir yasağı korumaya çalışıyor.
Bu yasanın Hong Kong’daki Çin’e muhalif kesimleri hedef alacağını, Hong Kong’u Çin yönetiminin yargı sistemine maruz bırakacağını ileri süren muhalifler, ilk gösteriyi 31 Mart günü yaptılar. Birkaç bin kişinin katıldığı eylemler, Haziran ayının ilk haftasında hız kazandı. Ve yönetimden memnun olmayan yüzbinlerce insan sokaklara döküldü.
Muhalifler, eylemlere katılımın 1 milyona ulaştığını; böylece Hong Kong’un 1997’de İngiltere hakimiyetinden çıkarak Çin’e devredilmesinden bu yana en büyük gösteriler olduğunu ileri sürdü. Bu gösterilerde genel olarak polis müdahalesi yaşanmadı. Bir grup göstericinin Meclis binasına girmeye çalışması gibi durumlarda ise polisin plastik mermili, biber gazlı müdahalesi oldu.
Asya’nın en önemli finans merkezlerinden biri olan Hong Kong’da yaşanan bu gösteriler, hükümet üzerinde büyük bir baskı oluşturdu. Ve ilk haftanın ardından 15 Haziran günü, Hong Kong lideri Carrie Lam, tasarının süresiz olarak geri çekildiğini açıkladı.
Bu geri adım, göstericilere yeterli gelmedi. Hükümetin derhal istifasını isteyen muhalefet, gösterileri sürdürme kararı aldı.
Geride bıraktığımız iki ay boyunca, gösterilerin dozu giderek yükseldi. Neredeyse her hafta sonu, binlerce gösterici polisle karşı karşıya gelmeye başladı. Ağustos ayının başında, artık kentin bir çok noktasında eşzamanlı grev, yol kapatma ve işgal eylemleri düzenlenmeye başlamıştı. Otoyolların ve demiryollarının binlerce protestocu tarafından kapatılması, trafiği felç etti ve yüzbinlerce kişinin işe gitmesini durdurdu. Plazalarla AVM’ler işgal edildi. Ardından protestocular Hong Kong Uluslararası Havalimanı’nı işgal ettiler. İşgal sırasında tek bir pist hizmet verebilirken, 150’den fazla uçuş iptal edildi. İki gün boyuna havalimanında eylem etkili oldu.
Gösteriler sırasında şiddet kullanımı da arttı. Polisin göstericilere plastik mermi ve göz yaşartıcı spreyle saldırdığı görüntülerin yanında, göstericilerin de polis dövdüğü görüntüler basında yer almaya başladı. Resmi rakamlara göre, 139’u polis olmak üzere 461 kişi şiddetli çatışmalarda yaralandı. Haziran ayından itibaren toplamda 700’e yakın kişi gözaltına alındı, 6’sı tutuklandı, 50’si hakkında soruşturma açıldı, plastik mermi kullanımı nedeniyle çok sayıda kişinin gözleri kör oldu.
5 Ağustos günü gerçekleştirilen genel grev, havalimanının işgali ile birlikte kentte gerçekleştirilen en önemli eylemdi. İşçiler, üstelik de sendikaların kararı olmamasına rağmen genel greve gittiler. Demiryolları, havayolları, devlet kurumları, inşaat, finans, bankacılık gibi sektörlerde çalışan onbinlerce işçi, şehrin ulaşımını da sekteye uğratarak genel greve gittiler. Hong Kong’daki eylemlerin iki ayı aşkın süredir durdurulamaması, üstelik işçi sınıfının da eylemlere dahil olması, Çin yönetimi açısından büyük bir sorun.
Ekonomik kriz burada da etkili
Aslında Çin yönetimi, gösterilerin kontrolden çıkmakta olduğunun farkında. Çin Devlet Konseyi Hong Kong ve Makao İşleri Ofisi Başkanı Zhang Xiaoming, Hong Kong’un 1997’de Çin idaresine devrinden bu yana en ciddi ve en kötü krizle karşı karşıya olduğunu açıklayarak bu durumu itiraf etti. Dahası, “şiddet içeren faaliyetler artıyor ve toplum üzerindeki etkisi daha da yaygınlaşıyor” sözleriyle, işlerin kontrolden çıkmakta olduğunu belirtti. Mesela yol kapatma ve işgal eylemleri, Hong Kong için bir ilkti.
Salt “batının kışkırtmasıyla” ortaya çıkan bir muhalefet hareketini bastırmak ve kontrol altına almak kolay. Ancak kitlelerin kendi hoşnutsuzlukları ile eylemlere katılması ve eylemlerde kendi sorunlarını ifade isteği karşısında, egemenlerin işi zorlaşıyor.
7,4 milyon nüfusu olan Hong Kong’da kişi başına düşen milli gelir 50 bin dolar. Hong Kong dünyanın en büyük limanlarından birine sahip olan bir kent. Ve dünyanın en önemli finans merkezlerinden biri aynı zamanda. Bu durum Hong Kong halkının refah düzeyinin yüksek olduğu yanılsaması yaratabilir. Oysa gerçek bu değil.
Sözkonusu zenginlik, bir tarafta aşırı lüks yaşamı, diğer tarafta ise yoksulluğu biriktiriyor. Hong Kong milyarderleri ÇKP ile ilişki içinde kentin ekonomisini gaspederken, nüfusun yüzde 20’si açlık sınırının altında yaşıyor. Çin işçi sınıfı, devrim sonrasındaki kazanılmış haklarını bugün önemli ölçüde kaybetmiş durumda; ancak kalan kırıntılar bile Çinli işçi ve emekçilerin temel hak ve hizmetlere belli bir erişimi sağlıyor. Hong Kong ise, İngiltere’nin vahşi sömürüsü altında kapitalizme geçerken, sosyal hak ve hizmetlerden nasibini alamamış durumda. Bu koşullarda, Hong Kong yoksulları, barınma sorunu başta olmak üzere oldukça kötü koşullarda yaşam savaşı veriyorlar.
Bu durumda tepkileri Hong Kong yönetimine ve yönetimle işbirliği yapan Çin’e yöneliyor. Ve batılı emperyalistlerin kışkırtmalarının ötesinde, kitlelerin kendi sorunlarının öne çıktığı, kendi sorunları ile eylemlerin içinde yer aldıkları bir tablo oluşuyor.
İngiltere yönetiminden Çin’e
Hong Kong tarihi
Hong Kong, Çin’in güneydoğu bölgesinde bir liman kenti. Dünya ekonomisine malolmuş dev bir finans merkezi; dünyanın beşinci büyük döviz pazarı. Güney Çin Denizi’ne doğrudan açılan ve Malaka Boğazı üzerinden Hindistan ve Afrika’ya uzanan güzergah üzerindeki en kritik noktalardan birisi, dünya deniz ticaretinin en işlek liman kenti. Bu konumu nedeniyle de, “Doğu’nun incisi” adını almış ve tarihi boyunca sömürgecilerin hedefi olmuş.
1700’lerin sonlarından itibaren Çin topraklarına göz diken İngiltere, 1839’da Çin ile I. Afyon Savaşı’na giriyor. Savaşı kazanan İngiltere, Çin’den ilk olarak Hong Kong adasını koparıyor. 1898 yılında ise, zaten işgali altında bulunan Hong Kong için, Çin ile 99 yıllık bir “kira sözleşmesi” imzalanıyor. Bu süre boyunca Hong Kong, İngiltere tarafından atanan bir Vali aracılığıyla ve Çin düşmanı bir anlayışla yönetildi. Öyle ki, Hong Kong’ta, lüks lokantaların kapısında “Köpekler ve Çinliler giremez” yazıyordu. Ancak İngiltere’nin Çin’i düşmanlaştırma politikası, 1949 yılındaki Çin Devrimi’nin ardından bozulmaya başladı. Kitlelerde devrime ilgi, 1960’larda Hong Kong’da sömürgecilik karşıtı güçlü eylemlere dönüştü. Eylemler, İngiltere tarafından vahşi biçimde bastırıldı.
1982 yılında, kira sözleşmesinin bitiş tarihi yaklaştığı için İngiltere ile Çin arasında görüşmeler başladı. İngiltere, kira sözleşmesinin uzatılmasını istiyordu elbette. Ancak Çin yönetimi, adanın egemenliğinin devrinden başka bir önerinin kabul edilemez olduğu konusunda kararlı durunca, İngiltere’nin başka çaresi kalmadı. 1984 yılında devirle ilgili Ortak Deklarasyon hazırlanarak koşullar oluşturuldu. Anlaşmanın temeli, Çin’e devredilecek olan Hong Kong’da 50 yıl boyunca “tek ülke iki idari sistem” kurulması, kendi yönetsel bağımsızlığını ve yapısını koruması, dışişleri ve savunma konularında doğrudan Çin’e bağlı olmak suretiyle ayrı bir Özel İdari Bölge şeklinde yönetilmesiydi.
Anlaşmaya göre, Hong Kong’da resmi dil İngilizce olmaya devam edecek; Çin’deki sistem Hong Kong’da uygulanmayacak; özel mülkiyet hakları yasalarla korunacak; yabancı ülkelerin; serbest ticaret politikası 50 yıl boyunca sürdürülecek; bağımsız maliyeye sahip olacak ve Çin bütçesine karşılıksız bütçe aktarılmayacak; serbest ticaret bölgesi olma konumunu koruyacak; ayrı bir gümrük bölgesi olma özelliğini koruyacak; Çin ile arasındaki sınır korunacak; yargıda İngiliz sistemi korunacak; kentin adı Çin Halk Cumhuriyeti Hong Kong Özel İdari Bölgesi olacak.
Anlaşma şartları aslında Çin açısından oldukça ağır, İngiltere’nin ve batılı emperyalistlerin çıkarlarını gözetecek biçimde hazırlanmıştı. Ancak Hong Kong’u bir biçimde topraklarına geri kazanmayı hedefleyen Çin için, sonuçta bu geçici bir durumdu.
Hong Kong yönetimi, dolaylı biçimde Çin tarafından belirleniyor. Yaklaşık 1200 kişilik bir komisyon, Çin’in onayından geçen kişiler arasından baş yöneticiyi seçiyor. 2017 yılındaki seçimlerde, bu yönteme karşı aylar süren şemsiye eylemleri gerçekleştirilmişti. ABD ve İngiltere’nin desteklediği eylemler sonuç vermedi; Çin yanlısı Carrie Lam baş yönetici seçildi.
* * *
Bugün Hong Kong’daki gösteriler, doğrudan ABD, Almanya ve İngiltere tarafından örgütleniyor, destekleniyor. ABD, eylemcilerin önderleri ile görüşmeler yapıyor; Almanya, Çin karşıtı eylemlere katılanlara siyasi mültecilik hakkı veriyor.
Bu koşullarda Çin, askeri müdahale gibi seçenekleri de düşündüğünü belirterek eylemciler üzerinde bir tehdit unsuru oluşturmaya çalışıyor. Ancak, tepkiler, ABD destekli muhaliflerin ötesine geçip yoksulluğun tepkisine dönüşmüş olduğu için bunu yapması kolay değil.
ABD emperyalizmi, hegemonyasının önündeki en büyük engel olan Çin’i farklı biçimlerde sıkıştırmak için çok uğraşmıştı. Hong Kong’daki eylemler, beklemediği bir olanak sundu. Bu nedenle eylemlerin sürmesi ve yaygınlaşması için tüm gücünü seferber etmiş durumda.
Çin ise, dünya hegemonyasını ele geçirmede bu kadar büyük bir yol almışken, kendi topraklarındaki böylesine etkili bir direnişle karşı karşıya kalmanın sıkıntısını yaşıyor.
Böylece Hong Kong, yeni emperyalist paylaşım savaşının öne çıkan bölgelerinden biri haline geldi. Bu emperyalist kapışmada, Hong Kong işçi ve emekçilerin lehine hiçbir gelişme olmayacak. Aksine yine en büyük zararı onlar görecekler. Ancak kendi davaları için dövüştükleri oranda, bu lüks ve şaşalı bölgede kendilerine neden hep yoksulluk düştüğünü sorgulayabilecek, hangi emperyalist gelirse gelsin değişmez bu durumu düzeltebilecekler.