“İLK KURŞUN” OSMAN YAŞAR YOLDAŞÇAN

“İLK KURŞUN” OSMAN YAŞAR YOLDAŞÇAN (*)

ÖLÜMSÜZ PROLETARYA KAHRAMANININ HAYATI VE MÜCADELESİ

 

Birinci Bölüm

 

I

 

Ölüme Nasıl Meydan Okundu,

Nasıl Kahramanca Ölündü

 

1980 yılının 29 Eylül günüydü.

O gün İstanbul’da gökyüzü koyu gri bulutlarla kaplanmıştı. Kesik kesik yağmur yağıyor, su damlacıkları duman tabakasıyla örtülü gibi görünen deniz üstündeki sislerin içinde gömülüp gömülüp kayboluyorlardı. Hava soğuk, sokaklar önceki günlere göre daha tenhaydı.

Osman o sabah da şafakla birlikte yeniden doğmuş gibiydi, hava aydınlanırken evden çıktı. Pırıltılı gözleri gülümsercesine sokakları tarıyor, her zamanki gibi bir bir yapacağı işleri geçiriyor aklından. Yüreği kıpır kıpır, o günkü eylemin heyecanı ve sevinciyle çarpmakta. Korkusuz, soğukkanlı doğasının çelik küresi içinde tatlı bir sıcaklık yayılıyor.

12 Eylül faşist askeri darbesi, nicelerinde kesin yenilgi zannıyla karamsarlık, geri çekilme eğilimi doğurmuştu. Sağ oportünistler yedi kat yerin dibine gömülmüştü sanki, sesleri solukları kesilmişti. Birkaç silahlı eyleme girince mangalda kül bırakmayan maceracılara takıldı kafası. Nasıl da yelkenleri indirmişlerdi. Kavga kızıştıkça coşan sert ve çetin karakterine ters düşüyordu bunlar. 12 Eylül darbesini ‘geleceğiniz varsa göreceğiniz de var’ sözcükleriyle yargılayan Osman’ın çehresi, faşist cuntaya hazırladığı partizan eylemlerini aklına getirince elektriklenir gibi oldu, heyecanlı bir coşku dalgası kapladı, içini sıcak sıcak.

Aydınlık, pürüzsüz zayıf yüzü mermerden bir büstü andırıyordu, dışa yansıtmıyordu duygularını hiç. Uzun yüzü, öne çıkık alnı; soruşturan, yoklayıcı ve kaçamaksız gözleri; sivri çenesi, zekayı, güvenilirliği, atılganlığı ve korkusuzluğu simgeler gibiydi. Gözlüğünün üst çerçevelerini yay gibi çevreleyen kaşları, gülmeye hazır gibi uçları hafif yukarıya eğilimli dudakları neşeli, şakacı mizacını dile getiriyordu. Kısa siyah saçları, düzgün, ince bıyıkları ve pürüzsüz beyaz cildinin üzerindeki siyah çerçeveli gözlükleriyle aydın kökenli olduğu belli oluyordu ilk bakışta. Lazlığını ele veren tek şey gözlerinin alt hizasından itibaren öne çıkmış eğri ve uzun burnuydu. Ortanın üstündeki boyu, zayıf vücudu ona zarif bir görünüm veriyordu. Zamanı geride bırakmak istermişçesine hızlı ve aceleyle yürür, nedense insanda hep dış görünüşüyle bile kesinlik, bilincinde açıklık ve kararlılık izlenimi uyandırırdı.

Öğleye kadar işiyle ilgili yerleri dolaştı. Saat 16 olduğunda randevularını ayarlamış, akşamüzeri yapacağı gerilla eyleminin son hazırlıklarını da tamamlamıştı. O günkü eyleme katılacak gerilla müfrezesindeki herkes biliyordu nerede, ne zaman, ne iş yapacağını. Sıra, son olarak silahların nakline gelmişti. Önceden gasp ettiği otomobili de hazırdı. Yanında bir silah arkadaşıyla birlikte bomba ve silahları çanta içinde arabaya yerleştirdi. Birer tabanca da ceketlerinin altında kemer içine sokuluydu. Direksiyonun başına kendi geçti ve yola koyuldular.

Caddelerden, sokak içlerinden, apartman aralarından geçtiler. Sokak aralarından gitmeyi tercih ediyordu. Köşeyi dönüp bir sokağa girdi, sonra bir başkasına. Daha birkaç metre yol almıştı ki, birden daracık sokağın ucunda yolu kapatacak tarzda içi jandarma dolu bir askeri minibüsün yavaş yavaş geldiğini gördüler. Yol kesilmişti, minibüsün içindeki askerler “dur” işareti veriyorlardı. Osman arabayı yavaşlatırken, yoldaşı zaten hazır bekleyen otomatiği atışa hazır hale getirdi. Fark ettirmeden ve telaşsızca. (* ‘Yoldaşı’ olarak geçen kişi, ’84 Ölüm Orucu eyleminde yitirdiğimiz, aynı zamanda Osman’la teyze çocukları olan, yiğit komünist M. Fatih Öktülmüş’tür. Fatih, bu büyük çatışmadan sonra kolundan yaralanmış ve uzun süre kullanmakta zorlanmıştır. Kendi olanakları ve çabasıyla güçlükle çalıştırmayı başardığı kolu, daha sonra yine bir çatışmada yaralı yakalanıp yoğun işkencelerden geçirilince yeniden zorlamaya başlamış, kullanamaz hale gelmiştir. Vücudundaki onca yaraya ve kolundaki sakatlığa rağmen, ’84 Ölüm Orucu ekibinin içinde yeralmak için kendini öneren M. Fatih Öktülmüş, Ölüm Orucu’nun 67. günü, 17 Haziran 1984 tarihinde şehit düşmüştür.)

Araba askerlerin hizasına geldiğinde duracak kadar yavaşlamıştı. Askerler arama yapmaya hazırlanıyorlardı. Fakat tam o sırada otomobil gürültüyle bir ok gibi yerinden fırladı. Otomobilin ardından bakakaldı askerler. Bunu hiç beklemedikleri şaşkınlıklarından belliydi. Minibüsün içinden askerlerin daha önceki kayıtsızlığını kıpırdanış izledi, içerde tıkış tıkıştılar, silahlarını doğrultup ateşlemeleri olanaksızdı. Acele acele ve telaşla kapılara uzandı elleri. Fakat otomobil çoktan köşeyi dönüp uzaklaşmış, görünmez olmuştu bile.

Osman otomobile son sürat yüklenerek oradan uzaklaşmaya baktı, önüne çıkan arabaları, insanları kah sağdan kah soldan nasıl uygun düşerse öylece ekip geçti. İki yoldaş birbirine bakıp dostça gülümsedi. Evler, ağaçlar, insanlar renkli çizgiler gibi görünüyordu arabanın içinden yanlara bakınca. Bir süre sonra, araba daha yavaş gitmeye başladı. Osman otomobili bir sokak içinde apartmanların arasına park etti. Telaşsızca koltuk ve kapılardaki parmak izlerini sildiler. Çantayı alarak yürüye yürüye oradan hızla uzaklaştılar.

İki yoldaş sohbet ede ede sokak aralarından epey yürüdüler. Hava biraz açılmıştı. Çocukların top oynadığı evler arasındaki bir araya gelince biraz konaklamaya karar verdiler. Çantayı yere koyup çocukların hırslı hırslı oynadıkları futbolu seyretmeye başladılar. Daha doğrusu öyle göründüler. Havanın kararmasını beklemeliydiler, çünkü gidecekleri eve dikkati çekmeden öyle girebilirlerdi.

Aralarında kavganın potasında erimiş yoldaşlığın verdiği sıcaklıkta tatlı bir sohbet başladı. Ara sıra şakalaştılar. Osman, “Şu silahlı eylemleri bir yapalım, diğer işleri de yoluna koyalım gör sen o zaman TİKB’yi” dedi neşeli neşeli. Tasarılarını düşününce yüreğini bir sıcaklık dalgası kapladı.

Dikkati çekmemek için, Osman silah çantasının başında beklerken, yoldaşı çocuklarla ahbaplık etti, onlarla biraz top oynadı. Sonra tekrar Osman’ın yanına geldi. Hava yavaş yavaş kararmaya yüz tutmuştu.

Osman silahlardan söz etti biraz. Bir an düşünce bulutları geçti yüzünden. Sonra yoldaşına dönerek “Toptaşı cezaevinde yatarken bir lümpen vardı” dedi. “Bu adam iki 14’lü tabancasını yanından hiç ayırmazmış. Onlar yanında olduğu sürece de hiç yakalanmayacağına inanırmış. Fakat silahını kullanmaya bile fırsat bulamadan yakalanmış” diye sürdürdü konuşmasını. Toptaşı cezaevindeki günleri bir film şeridi gibi geçti gözlerinin önünden. İnsan unsurunun silaha üstünlüğüne, bilinçli, planlı, örgütlü faaliyetin önemine ilişkin birkaç söz edecekti vazgeçti. Silaha olan düşkünlüğü ve sevgisi bu anlayış üzerine temellenmişti. Düşüncelerinden sıyrıldı, “kalksak iyi olur” diye değiştirdi konuyu. Arabayı park ettikleri yeri iyi bulmuyordu. Daha sonra polise ipuçları bırakmamak için otomobilin yerini değiştirmek iyi olur diye düşünüyordu. Oradan ayrılmaya hazırlanıyorlardı.

Bir araba homurtusu duyuldu uzaktan. Başlarını çevirip sesin geldiği yöne baktılar. Daha önce yolarını kesen askeri minibüsü gördüler. Belli ki askerler onları arıyorlardı.

Askeri minibüsü görünce, iki yoldaş kaçıyor görünümü vermeden yürümeye başladılar. Belki askerler onlar olduğunu fark edemeyebilirlerdi. Fakat her şeyden önce sipersiz arsadan uzaklaşmaya, en yakın yerdeki sipere ulaşmaya bakıyorlardı.

O sırada uzakta bulunan minibüs önce yavaşlamış, sonra durmuştu. Jandarmalar aradıklarını bulmuşçasına arabadan inmeye başlamışlardı. İner inmez ateş vaziyeti alıp silahlarını ateşlediler. Osman ve yoldaşı bir yandan zaten hazır tuttukları silahlarıyla karşılık verirken, öte yandan birkaç adım ötedeki siper olarak kullanabilecekleri evlerin aralarına doğru koşuyorlardı. Ev köşelerine siperlenir siperlenmez jandarmalara veryansın ettiler kurşunu. Amansız bir çatışma başlamıştı.

Silah takırtıları havayı yırttı. Jandarmalar telaşla ve panik halinde arabayı siper edinerek yere attılar kendilerini. Her biri ezilmiş bir yılan gibi yere yapışmış, acemi acemi girecek delik arıyordu. Minibüsün camları delik deşikti. Osman ve yoldaşının silahından çıkan mermilerin koparttığı cam kırıkları ve yerden fırlayan toprak parçaları askerlerin üzerine yağıyordu, dolu gibi. Jandarmalar daha da bir korkuyla siperlerine yapıştılar, toprağın içine girmek istercesine, belki içlerinden birkaçı yaralıydı.

Top oynayan çocuklar şaşırmıştı, pencereden başlar uzandı. Silah gürültüsüyle irkildi mahalle. Şimdi jandarmalar daha yoğun ateş ediyorlardı. G-3’leriyle siperlerinden, korku bulutunu dağıtmak istercesine ve rastgele.

Osman ve silah arkadaşı çoktan siperden sipere koşarak Bağcılar yokuşuna tırmanmışlardı bile. Korkusuzlukları ve soğukkanlılıkları rahat hareket etmelerinden belli oluyordu. Mahalle halkı hayranlık ve sevgiyle izliyordu yokuş yukarı tırmanan bu gözüpek partizanları. Hemencecik birkaç cümleyle belirlemişlerdi ne yöne gideceklerini. Birbirlerini kollayacakları bir sistem kurdular. Biri salvo ateşiyle jandarmaları siperlerine hapsederken, diğeri koşarak bir sonraki sipere ulaşıyor, daha sonra tersi tekrarlanıyordu. Her ev, her tümsek, her çukur bir siper. Mermilerini sayarak harcıyor, mermilerin halktan kişilere isabet etmemesi için dikkat sarf ediyorlardı.

Zorlu bir sokak savaşıydı başlayan. Jandarmalar hem silah, hem de sayı üstünlüğüne sahiptiler, zaman onların lehine işliyordu. Fakat düzensiz ve ürkektiler. Gitgide ateşi sıklaştırdılar, önce birkaçı daha sonra hepsi takibe koyuldular.

Osman, on yıldır etini kemiğini parça parça, kanını damla damla devrime harcayan yiğit kumandan kesik kesik soluyordu. Çelik iradesine ve yiğit yüreğine koşulu sınıf kavgasında yıpranmış vücudu şimdi engel oluyordu. Yüksek bir çiti aşarken ayağı takıldı ve yere kapaklandı boylu boyunca. Hemen doğrulamadı yerinden. O anda yaralı mı, bacağındaki kırık mı zorlandı, yoksa diz kapağındaki eski hastalığı mı nüksetti belli değil. Düşünecek zaman yok. Yoldaşının içi gitti, yanına koştu hemen elini uzattı, gözü arkada düşmanı kolluyor. Osman’ın bir eli sımsıkı silahında, gözlüklerini düzeltirken, “Sen git, ben onları burdan geçirmem” dedi. Yoldaşı, “olur mu öyle şey, nasıl söylersin bunu” dercesine baktı Osman’ın gözlerinin içine ve elini uzattı. Tekrar koyuldular Bağcılar yokuşuna, eski düzenle, fakat daha yavaş ilerleyebiliyorlardı.

Jandarmalar aranın açıldığını görünce ateş yağmurunu yoğunlaştırdılar. Uzun menzilli G-3’lerden çıkan mermiler iki devrim savaşçısının sağından solundan geçiyordu vızır vızır. Evler, ağaçlar, köşeler, sürekli değişen savaş hattındaki siperlerdi. Bazen açık alanlar çıktı önlerine, o zaman aldırmadı mangal gibi çelik yürekler havada uçan kurşun ve ölüme.

Hava kararmıştı. Sokak lambalarından ve pencerelerden ışıklar belirdi. Artık otomatiklerin namlu uçlarında ışık alevleri parlıyordu karanlıkta. Seyirci kalabalığı arttıkça arttı. İki kişilik direniş ordusunun yiğit savaşı, Bağcılar halkını tılsımlı bir büyü gibi etkilemişti; korkuyu da bir yana atıp seyre daldılar. Kimdi bu yiğit ve gözüpek savaşçılar? Bir devrim filminin sahnesindeki kahramanlara bağlanırcasına ısındılar onlara.

İlk etapta, yokuşun bitişindeki caddeye ulaşmayı tasarlamışlardı. Bir otomobil durdururlarsa, uzaklaşabilirlerdi oradan. Yokuşun sonuna yaklaşmışlardı, birkaç ev ötede caddeye çıkan sokak uzanıyordu. Jandarmaların silah sesleri kah tek tek, kah tarrakalarla yokuşu tırmanır gibiydi.

Caddeye ilk çıkan Osman oldu. Caddeye adımını atar atmaz biraz uzakta bekleyen askeri cipi ve jandarmaları fark etti. Başka bir devriyenin pususuyla karşılaşmışlardı. Osman o anda yanından geçen özel otomobili durdurmaya çalıştı, kıl payıyla kaçırmıştı. Yoldaşı da caddeye ulaşmış, Osman’ın yanına doğru geliyordu.

Bu arada jandarmalar üzerlerine doğru koşmaya başladı. Osman ve yoldaşı hemen caddenin karşısına doğru koştular. Bir yandan da üzerlerine doğru koşan jandarmaları ateş yağmuruna tuttular. Karşılıklı silah sesleriyle ortalık ana baba gününe dönüşmüştü.

Osman’ın yoldaşı ne olduğunu anlayamadığı bir darbeyle sarsıldı. Otomatiği elinden fırlayarak sokağa düştü. Yere düşen silahını aldı. Silah kullanacak durumda değildi, gözleri Osman’ı aradı, bulamadı. Caddede karşılaşılan jandarma devriyesiyle girilen çatışma sırasında aralarındaki irtibat kopmuştu. Git gide fenalaşıyordu.

Karanlık koyulaştıkça ışıklar netleşiyordu. Hava daha da soğumuştu. Ortalıkta koşuşmalar, gürültülü sesler duyuluyordu. Osman caddenin karşı tarafında ev aralarından devriyelerin üstüne doğru gitmişti. O da yoldaşını bulamıyordu. Jandarmalar çoğalmıştı, artık bunlarla hesaplaşmalıydı. İnşaatı siper edindi, bir yandan silahına mermi dolduruyor, bir yandan da soluklanıyordu.

Seyirci kalabalığının arasından muhbirler süzüldü tek tük. Jandarmalarla konuştular, elleriyle bir yerleri gösterdiler. Sonra jandarmalar iki koldan inşaatın beton duvarlarını taramaya başladılar. İnşaata yöneldiler, fakat silahla karşılık verildiğini görünce irkilerek geriye çekildiler. İnşaat dıştan jandarmaların çemberi altına alınmıştı. Osman sızacak bir açık göremeyince hızla inşaatı gözden geçirdi. Son kaleydi burası, iyi savunmalıydı. En uygun yere siperlendi. Yüreğinde korkudan eser yok, tek düşüncesi kalesini faşist cellatlara karşı bir direniş anıtı haline getirmekti.

İnşaat silahlarla sürekli taranıyor. Duvarlardan fırlayan tuğla, kıymık, çimento parçaları saçılıyor etrafa. Polis ekipleri, asker dolu kamyonlar art arda yığılıyor inşaat çevresine. Üstüne monte edilmiş ağır makineli A-6’larla kariyerler de geldi. “Kale”nin etrafındaki evler boşaltılıyor tek tek; halk uzaklaştırılıyor, ellerinde telsizleri, etraflarında muhafızları ile faşist subay ve polis şefleri adamlarını yerleştiriyorlar. Silah takırtıları arasında komut sesleri duyuluyor. İnşaatın etrafında gitgide genişleyen daireler şeklinde birkaç hat kuruldu. Faşist caniler it sürüsü gibi çoklar. Korkaklıktan gelen bir temkinlikle hareket ediyorlar. En son projektörlerle aydınlatıldı “kale”.

Karanlıklar ortasında parıl parıl parlayan inşaat, Bağcılar’da ihtişamlı bir kaleyi andırıyor. Kalede tek başına hem partizan, hem komutan Osman Yaşar Yoldaşcan. Yüreği tetiğinde çarpıyor. Bir tarafta iki tabancası ve bir bombasıyla Osman, tek kişilik halk ordusu. Karşı tarafta tankıyla tüfeğiyle, polisiyle askeriyle, it sürüsü gibi faşist cellatlar ordusu. Tam bir savaş düzeni. Düşman yine de korkulu ve tedirgin.

Faşist haydutlar ateş yağmurunu durdurdular. Çıt yok. Megafondan kurt ulumasını andıran bir ses yükseldi: “Etrafın sarıldı, kurtuluşun yok!” Kısa bir sessizlikten sonra bunu daha yüksek bir tonla söylenen “teslim ol” çağrısı izledi. Merakla bekleniyor, gözler inşaatta. Çıt yok.

Tek bir kurşun sesi geceyi yırttı, boğum boğum göğe yükseldi. Yerden göğe doğru çakan bir şimşek gibiydi. Ardından, bir yıldırım gibi gürleyen Osman’ın sesi yankılandı: “İHTİLALCİ KOMÜNİSTLER TESLİM OLMAZ!”, “YAŞASIN MARKSİZM-LENİNİZM!”, “YAŞASIN TÜRKİYE İHTİLALCİ KOMÜNİSTLER BİRLİĞİ!”, “KAHROLSUN FAŞİST CUNTA, YAŞASIN DEVRİM!” Bu sloganlar bir el silah sesiyle noktalanıyor ve Osman’ın namlusundan çıkan mermi ezilmiş bir kertenkele gibi sipere yapışmış faşist elebaşların üstünden vınlayarak geçiyor. “Kale”, şimdi daha da bir ihtişamlı, kalın sütunlarla çevrili mermerden bir anıt gibi.

“Kale”nin duvarları delik deşik. Silah takırtıları yükseliyor düşman saflarından yeniden. Kariyerlerin üstündeki ağır makineliler gürültüyle alev kusuyor. Faşist köpekler sürüsü, çılgına dönerek Osman’ın sloganlarını tarrakalarla boğmaya çalışıyor.

Osman vazgeçmiyor devrim sloganlarını haykırmaktan. Mermilerini hesaplayarak çok dikkatli harcıyor, zaman zaman düşmanla söz düellosuna giriyor. Savaş bir saniye bile durmuyor, Osman “kale”sini korumakta kararlı, akibetini sessizce beklemeye hiç niyeti yok. İnşaattaki kireçlerle devrim sloganları yazıyor duvarlara, halkına mesaj iletiyor. Düşman duvardaki harflere ateş ediyor hırsla, fakat boşuna.

Faşist caniler ordusunun saflarından arada bir komut sesleri, telsiz konuşmaları duyulmakta. Boyuna yeni güçler geliyor inşaatın çevresine. Hepsi gitgide daha telaşlı ve bitkin görünüyorlar. Baskın yapmaya cesaretleri yok. Osman’ın mermilerinin bitmesini bekliyor olsalar gerek. A-6’ların tarrakalarına bomba sesleri karışıyor. Teslim ol çağrısını birkaç kez daha yapıyorlar, fakat aynı cevabı alıyorlar. Osman’ın ruhunun derinliklerinden kopan gür haykırışı yine yükseliyor gecede, değişen tek şey sloganlara yenilerinin eklenmesi.

Saat 21’i gösteriyor. Direniş savaşı başlayalı tam 3.5 saat oldu. Osman’ın mermileri bitmek üzere, son mermisini silahında bırakıyor. Sona sakladığı bir de bombası var. Yiğit direnişini alabildiğine uzatmaya, elinden geldiğince devrim sloganlarını fazla haykırmaya bakıyor. Tepeden tırnağa devrim inancıyla, direniş ruhu ve coşkusuyla dolu. Yumruklarından kaslarına, saçlarının herbir teline kadar elektriklenmişçesine isyan yüklü, isyankar. Şimdi faşist cellatlara önceden tasarladığı planı uygulayacak.

“Kale”den silah sesleri gelmiyor artık. Düşman bunu fark ederek susturuyor silahları. Tam bir sessizlik… Faşist cellatlar ordusunda bir kıpırdanma var; subaylar ve polis şefleri aralarında konuşuyorlar fısıltıyla. Cesaretleniyorlar. Bekliyorlar, ses yok. Ateş ediyorlar, “teslim ol” çağrısı yapıyorlar megafonla, yine ses yok.

Şimdi, faşist haydutlar cesur görünüyorlar. Bakırköy Ekipler Amiri Başkomiser A. Doğan Yılmaz; bu, halka kan kusturmuş, nice devrimcinin kanına elini bulamış domuz suratlı herif, gömüldüğü siperden çıkmış, çetesiyle bir şeyler konuşuyor. Kahramanlık gösterisi için önüne çıkan fırsattan memnun. “Teröristler”le polis ekipleri arasındaki birçok çatışmada, ev baskınlarında böyle fırsatları değerlendirerek “kahraman” dedirtmedi mi kendine? Şeflerinin ve generallerin önünde bir törende nutuk çektiğini, herkesin takdirli bakışlarla ona baktığını görür gibi oldu.

Projektörlerin ardında sırtında şövalye giysileri olmayan zırhsız Don Kişot’u andırıyor. Elinde silahı, arkada muhafızları ile faşist baş komiser alanda öne eğilmiş vaziyette inşaata doğru koşar adımlarla ilerledi. Hücum pozisyonunda ilerledikçe silah sesi gelmemesi cesaretlendiriyor da onu.

“Kale”sinden Osman Yaşar Yoldaşcan göründü aniden. Sağ eli yukarıya kalkık ve arkaya doğru gerilmiş. Beyaz mermerden yapılmış bir kahraman heykeli gibi, ölümsüz bir anıt gibi. Osman Yaşar Yoldaşcan projektörler altında parıl parıl bir proletarya kahramanının görüntüsüyle sanki devleşiyor, ölüme ölümle meydan okuyor!

Bir bomba patladı, faşist başkomiserin yanı başında, bir parlaklıktan kızıl kıvılcımlar sıçradı etrafa ve bir el de silah sesi duyuldu. Faşist başkomiser yıldırımla çarpılmışa döndü, önce havada kıvrandı, sonra yere düştü. Parça parça ezilmiş bir yılan gibi şekilsizce kıvrıldı, kaldı.

Göz açıp kapayıncaya kadar sürdü bunlar. Osman’ın ağzından yine sloganlar yükseldi, elinde yine silahı vardı. A-6’lar, G-3’ler, MP-5’ler Osman’ı tarıyor o sıra. Vücudu dimdik gerildi ve mermer heykel yere düştü. Elinde silahıyla, ebedi bir uykuya dalar gibi ölüme vardı.

Birkaç kez taradılar boydan boya korkularını yemek için. Yiğit bir yürek durdu. Bir proletarya kahramanı böyle öldü.

Sanki dünya durdu, dönmedi bir an. Rüzgar esmedi, yapraklar kımıldamadı, çocuklar ağlamadı ve deniz duruldu.

O gece İstanbul derin bir sessizliğe gömüldü. Sokaklarda faşist sürülerin postal seslerinden ve araba homurtularından, bir de it ulumalarından başka ses duyulmadı.

Taa ki, şafakla birlikte hayat yeniden başlayıncaya, acı yüreklerde kin ve kuvvet mayalanıncaya kadar sürdü ölü gece, sessiz karanlık.

Sonra OSMAN YAŞAR YOLDAŞCAN ölümsüzleşti; halk kahramanı yüce katına yükselerek kızıl bir bayrak oldu.

 

 

II

 

YAŞAMI ZAFER TÜRKÜSÜ,  ÖLÜMÜ KAHRAMANLIK DESTANI

 

“Sıkı durun. Kaçmadık. Yenilmedik… Çünkü Spartaküs ateş ve ruh demektir, yürek ve can demektir. Çünkü Spartaküs zafer özlemini, sınıf bilinçli proletaryanın mücadele azmini temsil etmektedir… Bunlar elde edildiği zaman, biz ister yaşayalım, ister yaşamayalım, programımız yaşayacaktır ve kurtulan halkların dünyasına egemen olacaktır. Her şeye rağmen!” (* Bu sözler, yiğit Alman komünist Karl Liebnecht’in öldürüldüğü gün olan 15 Ocak 1919 tarihli Rote Fahne’de yayınlanan son yazısından alınmıştır. Bak. Rosa Lüksemburg, Spartakistler Ne İstiyor, S.173)

 Faşist askeri darbenin üstünden daha bir ay bile geçmemişti. Kara haber, Ekim’in ilk günü verildi faşist basında kara puntolarla. Gazeteler; “İstanbul Bağcılar’da güvenlik kuvvetleriyle girdiği silahlı çatışmada bir başkomiseri öldüren, iki asker ve bir polisi yaralayan ‘solcu terörist’ Yılmaz Sonkaynar ölü olarak gele geçirildi” diye yazdı.

 

Acı haber hızla yayıldı. Tanımayanlar “helal olsun” dedi, “yiğit kişiymiş”. Silah arkadaşları duyunca acıdan kıvrandı, kin hırsından akrep gibi yüreklere çöreklendi. Adı, yoldaşlarının gözünde yaş, bilek uçlarında taş kesmiş yumruk, kenetli dişler arasından fısıltıyla dökülen ant oldu.

Yılmaz Sonkaynar, TİKB Merkez Komitesi üyesi ve askeri komutanı, yiğit komünist önder Osman Yaşar Yoldaşcan’ın sahte kimliğindeki takma adıydı. Dövüşe dövüşe yaşadı, dövüşe dövüşe öldü. yaşamı zafer türküsü, ölümü kahramanlık destanı. İşte böyle yaşamalı, böyle ölmeliydi.

1968’lerin devrimci gençliği içinde yaman bir sıra neferi, daha çiçeği burnunda genç bir eylemci; 12 Mart faşizminin zindanlarında olgunlaşmış siyasi mahkum. Kitabında geri dönüşe, boyun eğişe, korkuya yer yok. Dışarı çıkar çıkmaz neyi var neyi yoksa devrime verdi, özgürlük savaşının sadık ve yılmaz Yoldaşcan’ıydı. İşkenceden zindana, zindandan silahlı çatışmaya, silahlı çatışmadan polis ve askerle kovalamacaya kadar yarışıp durdu. Faşizmin kahpe kurşunlarından paramparça olmuş bacağı, koltuk değnekleri, vur emirleri, altına “asker katili” yazılmış arama ilanları, Truva Atı’ndaki oportünizmin baltalamaları ve hain muhbirlerin polis ifadeleri; topu birden onun hızını bile kesmeye yetmedi. Ulusal ve sosyal kurtuluş davasında hiçbir engel durduramadı onu, ölümden başka…

TİKB’nin temellerini atarken hayata yeniden başladı; şanlı Marksizm-Leninizm yolunda uçar gibi koşar adımlarla daima ön saftaydı. Örgütçü, baskı ve teknik uzmanı, usta yeraltı savaşçısı, yiğit gerilla komutanı Osman Yaşar Yoldaşcan; omuzlamadığı görev yok, hünerli elleriyle onurlandırmadığı alan yok. Elinden silahı eksik değil, faşist kasaplara kan kusturuyor. Faşist generallerin ve cani polisin TİKB içindeki bir numaralı düşmanı, işkenceci cellatların baş sorusu: “Topal nerede?” Topal savaşıyor, bir elinde silahı, bir elinde TİKB’nin orak-çekiç-silah ve kızıl yıldızlı bayrağı, özgürlük için. Bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde eylem ve direniş grafiği, nerede hangi koşullar altında ve ne durumda olursa olsun, kızıl bir şerit gibi daima yukarı yükseldi.

Ölmeden önce nöbeti bırakmadı, faşist diktatörlüğün üstüne azrail diye gönderdiği cellatın azraili oldu canını aldı. Son kurşunu gibi, son sözleri de, dirisi gibi ölüsü de faşist düşmana korku saldı. Polis şefleri ve generallerin, Osman Yaşar Yoldaşcan’ın şahsında savaş tanrısı Ares’i (*Ares: Eski Yunan mitolojisinde savaş tanrısı.) görmeleri boşuna değildi. O gerçek bir Spartaküs’tü-devrim generali!

Her komünist örgütün inşa yıllarında ya da devrimin kritik dönemeçlerinde enerjik ve üstün nitelikli önderlerini kaybettiği görülmüştür. Sverdlov, Ernst Thaelman, Kemal Stafa gibi, otuzbir yaşında, en verimli çağında kaybettiğimiz Osman yoldaş da TİKB’nin temel direği durumunda olan komünist bir önderdi. Kişiliği, eylemi ve tecrübelerinde somutlaşan devrimci birikimi, birçok alanda birden omuzladığı görevler ve üstün devrimci sorumluluk anlayışı, O’nu örgütümüzün gözbebeği ve ilham kaynağı komünist önderi haline getirmişti. Yirmi yaşındaki bir gençten daha dinamik, enerji dolu ve ateşliydi; ama öte yandan örgütüne, proletaryaya ve halkın devrim davasına bağlılığı ve sorumluluğu onu yaşıyla kıyaslanamayacak derecede olgunlaştırmıştı. Kavganın yüksek fırınında pişmiş, boyuna savaşmış, acı çekmiş, önündeki dikenli engelleri bir bir aşmış gerçek anlamda bir tüfek!

Osman Yaşar Yoldaşcan, aramızdan ayrılırken, proletaryanın nihai kurtuluşu ve halkın devrim davası için savaşın nasıl kahramanca yürütüleceğini; otuz yıllık bir ömrün kutsal dava uğruna nasıl fedakarlıkla, kan ve terle, boyun eğmezlik ve atılganlıkla, üstün bir cesaret ve komünist ruhla örülüp dokunabileceğini; faşist diktatörlüğe ve emperyalizme karşı nasıl onurla ve dimdik savaşılacağını öğreterek gitti. Dava için nasıl yaşamak gerektiğinin sırrı onun kahraman ölümündedir, böylesi bir ölümün yolunun nasıl tutulabileceği de yaşamı ve eyleminde saklıdır. Sınıf kavgası sahnesinde O, proletaryanın hamuru ve erdemleriyle yoğrulmuş kahraman bir savaşçıydı, yaşamının her saati örgütünün inşa halindeki kalelerine konmuş bir blok taşı gibiydi, her eylemi sömürücü ve zalimlerin sırtına inen bir kırbaç, ölümü ezilenler ve sömürenler ordusuna bir isyan çağrısıydı.

Osman Yaşar Yoldaşcan için ölüm bir rastlantı olmadı, çünkü her gün ölümle kucak kucağa yaşar ve onunla yarışırdı. Fakat faşist rejimin haydutları Osman’ı bir rastlantı sonucu öldürebildiler; kiminle savaştıklarından ve kimi öldürdüklerinden habersizdiler. Daha sonra, hedefi 12’den vurduklarını, adını öğrenince anladılar.

Osman’ı öldürmüşlerdi, hayalleri gerçek olmuştu; ama kahraman ölümü ve adı, faşist canileri yine ürküttü. Kahramanlığı adıyla devleşti ve fırtınası, düşman saflarını dalga dalga sarstı. Faşist generaller ve cani polis şefleri cenazesinden bile ürküyorlardı, ailesine serbestçe teslim etmediler. Cenazesini Silivrikapı Mezarlığı’na cehennem zebanileri gibi sıra sıra dizilmiş cemseler ve bölük bölük asker arasında korkuyla titreşerek naklettiler. Korkuyorlardı. Silivrikapı Mezarlığı’nda, ada 5, parsel no: 2880 olan mezarına gömülünceye kadar ayrılmadılar başından faşist haydutlar.

Faşist generaller ve polis şefleri, Osman Yaşar toprağa gömüldükten sonra da rahatsızdılar. Ölümsüzlüğe erişmiş adı ve yaşayan anılarından ürküyorlardı. Adana Cezaevi’nde devrimci mahkumların bulunduğu koğuşa baskın yapan faşist bir albay, duvarlarda Osman Yaşar Yoldaşcan’ın afişlerini görünce deliye dönüyor, korku ve tedirginliğini küfürle kapatmaya çalışarak, “… ölürken bile bizden birkaç kişiyi temizleyerek gitti” diye homurdanıyordu. Osman’ın anısına yapılan her şey, bildiri, afiş, pul, duvar gazetesi ve yazıları faşist polis ve subayları olağanüstü bir şekilde rahatsız ediyor, faşizmin karakollarından küfür ve yakınmalar yükseliyordu.

Boşuna değildi faşist cellatların, sıkıyönetimin arananlar afişinde bazı yerlerde Osman’ın fotoğrafını hınçla kazımaları ve halka gözdağı vermek için altına “vuruldu” diye yazmaları. Alnındaki kurşun delikleriyle ölümden sonra çekilmiş fotoğrafları polislere dağıtılmıştı. İşkenceci katiller, TİKB’li diye sorguladıkları ve işkence tezgahına yatırdıkları devrimciler ve emekçilere, “işte yiğit bellediğiniz, çok güvendiğiniz ve sevdiğiniz önderinizi öldürdük, daha güvenecek neyiniz kaldı” diyerek onları ruhen çökertmek istiyorlardı. Fiziki işkenceyle boyun eğdiremedikleri, “TİKB’liler konuşmaz” kuralına en çok kendileri tanık oldukları için bu yola başvuruyorlardı. Bu nedenle, komünist direnişi simgeleyen ve TİKB ruhunu anıtlaştıran Osman Yaşar Yoldaşcan’ın şahsında umutsuzluğa sürüklemek istiyorlardı onları. Oysa faşist düşman göremedi ki, O’nu tanıyan, gören, duyan devrimcilere fotoğrafını göstermekten, adını anmaktan etkili bir direniş çağrısı olamazdı. Üç kelimelik Osman Yaşar Yoldaşcan adında yoğunlaşan manifesto, ister içerde ister dışarıda olsun, yoldaşlarında sonuna kadar direniş ve savaş andı oldu.

Faşist haydutlar, sağlığında olsun, ölümünden sonra olsun Osman’a “şehir eşkiyası”, “cani”, “asker katili” diye saldırdılar. Osman’ı faşizme ihbar eden Aydınlıkçı hain uşaklar da öyle saldırıyorlardı…

Osman Yaşar Yoldaşcan, yüce devrim şehitleri ve dünya devrim kahramanları ordusunda yerini almış onurlu bir komünist önderdir. Bu gerçek hiçbir saldırı ve karalamayla karartılamaz. O, halkımızın bağrından yetişmiş, halkın devrim ve kurtuluş davası yoluna baş koymuş yaman bir gerilla komutanıdır.

Marksizm-Leninizm’in ve proleter enternasyonalizminin onurlu kızıl bayrağını yüksekte tutmayı namusu bilirdi. Halkın özgürlüğü, insanın insana kulluğunu yok etmek dışında ne kendisi için bir şey istedi, ne de aklından geçirdi. Faşist teröre, halk üzerindeki sömürü ve zulüm sistemine karşı kızıl terörün aşığıydı. Devrim için savaşmaktan, faşist cellatlara kan kusturmaktan onur duyar, zevk alırdı. Ama ne bir maceracıydı, ne de düşmanların kastettiği türden bir “terörist”. Düşmana karşı acımasız şiddeti, devrimin biliminden öğrendi, yaşamın gerçeğinden çıkardı. Ve Osman Yaşar Yoldaşcan, kitlelerin tarihsel girişkenliğine, onlarsız bir davanın kazanılamayacağına sonuna dek inanırdı.

Düşmanın en amansız düşmanı, dostlarının en sadık ve içten sevgilisiydi. Yoldaşlarına, tutarlı devrimci-demokratlara, ezilen ve sömürülenlerin oluşturduğu emek ordusuna sonsuz sevgisi ve saygısı vardı. Yiğit yüreği işçi sınıfıyla birlikte barikatlarda, işgallerde, grev alanlarında, gösterilerde atardı. Halkının zaferiyle coşar, yenilgisiyle dişleri kenetli yeniden koyulurdu kavgaya. Devrime güvenini hiçbir şey sarsmadı, proletaryanın demir örsünde dövülmüş iyimserliği ve zafer inancı, en zor günlerde bile canlı ve tazeydi. Halkına ve onun özgürlük davasına iradesi dışında bile olsa zarar vermekten korkar, devrimci faaliyetlerinde ve eylemlerinde buna azami bir dikkat gösterirdi. Fakat sömürücü ve zalimlere, emperyalist barbarlara ve faşist cellatlara, hainlere karşı nefreti, kini, öfkesi sıradağlar kadardı. Kan emici ve zorba emperyalizme, faşist burjuvazi ve toprak ağalarına, düzen köpeği faşist cellatlara ve hain revizyonistlere karşı mücadele isteği ve azmi, gökyüzü gibi sonsuzdu.

Faşist diktatörlüğün talancılığı ve namussuzlukları; kadınların, çocukların, gençlerin, ihtiyarların barbarca katledilmesi; işkenceler, darağaçları, kurşuna dizmeler, onun halkına sevgi dolu yüreğinde nasıl kin ve nefret cephaneliği olmasın ki? İşte bunun için faşist elebaşları cezalandırdı, devrimci eyleminin önüne çıkan engelleri ezip geçti. Madem ki düşman sert ve acımasızdı, Osman düşmana karşı daha da sert ve acımasız olmalıydı ve öyle oldu.

Osman yaşam doluydu, devrim için yaşamayı, eylem halinde olmayı severdi. “Nasıl olsa bir gün öleceğiz” düşüncesiyle kendini kapıp koyuvermiş, boş vermiş insanlardan değildi. Ölümü, silahı gibi yanında taşıdığı halde, en tehlikeli eylemlere giderken bile onda karamsarlık ve mezar kokan bir şey hissedemezdiniz. Ölüme karşı madden ve manen mücadele halindeydi. Bu nedenledir ki, o faşist kurşunların ve kavganın zor koşullarının onu yıpratan, sakat bırakan fiziksel aşındırmalarına karşı çelik bir iradeyle karşı koydu. Promethus gibi dirençliydi. (*Promethus: Ateşi, tanrıların tekeliden çalıp insanlara verdiği için tanrı Zeus’un gazabına uğramıştır. Zeus onu ıssız bir kayaya çiviletir. Bir kartalın her gün karaciğerini parça parça yemesine rağmen Promethus Zeus’tan aman dilemez.) Ama o ölümden de korkmadı, ölümü daima küçümsedi. Çünkü ölümü küçümsemeden, heran onu karşılamaya hazır olunmadan davayı sonuna kadar omuzlamak, zafere ulaşmak olanaksızdı. Osman’ın ölümü kucaklamakta, hem de kahramanca kucaklamakta tereddüt etmeyeceği, yaşamında her şeyiyle belli olurdu. Ölüm anı geldiğinde, onu da bir silah yapıp faşist düşmanın suratına patlattı.

Ölüme giderken, nöbet yerini terk etmedi, boyun eğmeyi düşünmedi, komünist gururuna leke kondurmadı; onu sevdalısı gibi, ama kahramanca karşıladı. Dünya halklarının ölümsüz kahramanları katına yükseldi. Kavgada ve ölümde tıpkı Paris Komünü’nün, Ekim Devrimi’nin, Büyük Anti-Faşist Dünya Savaşı’nın, Vietnam Halk Savaşı’nın ölümsüz kahramanları gibiydi. Volya Kuşi’ler, Nguyen Van Troi’ler, Fuçik’ler, Ebu Hasan’lar gibiydi. Deniz’lerin, Mahir’lerin, Kaypakkaya’ların devrimci yiğitliğini, İhtilalci Marksizm-Leninizm’in örsünde çelikleştirerek sürdürdü; Mustafa Suphi yoldaşın katına yükseldi.

Osman Yaşar Yoldaşcan da şimdi; Alman bunkerlerin mazgalını bedeniyle tıkayan Kızılordu’lu Matrosof; Stalingrad’a yaklaşmakta olan Alman tanklarından ilkinin önüne bir demet bomba ile atılan Kemal Pulatof, Alman makineli tüfeğinin namlusunu göğsüyle tıkayan Tuyç Eryiğitof ve daha niceleri gibi ölümsüz bir kahramandır.

Ölümsüz kahraman, unutulmaz komünist önder Osman Yaşar Yoldaşcan şimdi de anıları ve erdemleri ile aramızda yaşıyor. Anıları ve üstün devrimci kişiliğiyle, yaşayan yoldaşlardan daha fazla aramızdadır. Fakat onun adı ve anıları hiçbir zaman içi boşaltılmış ve anma törenlerinde akla gelen bir şey olmayacaktır. O, davamızda bir ilham kaynağı; yaşayan bir savaşçı, komünist ruhumuza şekil veren, davamızla birlikte yürüyen, gitgide büyüyendir. Işığı sönmeyecek, devrimci siması kaybolmayacak, silahı yerde kalmayacaktır.

Osman Yaşar Yoldaşcan’ın katillerine gelince, onların hükmü verilmiş, kesinleşmiş, defterleri dürülmüştür. Faşist cellatları tankları topları kurtaramayacak, tüm duaları günahlarını bağışlatamayacaktır.

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

I

OSMAN YAŞAR YOLDAŞCAN’IN GENÇLİK YILLARI

 

Osman Yaşar Yoldaşcan, 4 Aralık 1949’da Giresun’da dünyaya geldi. Maliye memuru olan babası aslen Trabzonlu’ydu. Osman’ın çocukluğu Giresun ve Manisa’da geçti, daha sonra babasının tayini Manisa’dan Samsun’a çıktığından, ilkokulu ve ortaokulu Samsun’da okudu.

Yoldaşcan ailesinin tek geçim kaynağı memurluktan sağlanan aylıktı. Bu nedenle, Osman’ın çocukluğu ve gençliği yoksulluk içinde geçmiştir. Osman ağırbaşlı, arkadaş canlısı ve son derece zeki bir çocuktu. İyi yüreği ve yoksul arkadaşlarına yardımseverliği ile çevresindekilerin sevgisini kazanmıştı. Parlak öğrencilik yaşamı O’nun en belirgin yönlerinden biridir. İlkokuldan üniversiteye kadar her yıl sınıfın ve okulun birincisi olur, iftihara geçerdi. Üstün zekası, çalışkanlığı, dürüstlüğü, O’nu öğretmenlerinin ve arkadaşlarının gözdesi yapardı. Öyle gece-gündüz çalışan, ezberci öğrenci tiplerinden de değildi, aksine normal çalışır, üstün başarı elde ederdi. Övünmez, arkadaşlarına yukarıdan bakmazdı. Arkadaşlarına, özellikle yoksul olanlara elini uzatır, onlara derslerinde karşılıksız olarak ve isteyerek yardım ederdi.

Babasının tayini çıkınca Ankara’ya taşındılar ve Osman 1964 yılında Atatürk Lisesi’ne girdi. Lisenin son sınıfında okuduğu yıllar, Türkiye’de anti-emperyalist  demokratik uyanışın hızlandığı, halkın tüm kesimlerinin mücadelesinin kerte kerte yükseldiği yıllardır. Öğrenci gençlik hareketinin iki büyük merkezinden biri olan Ankara’da devrimci düşünce, özellikle üniversite gençliği arasında yaygınlaşmaktaydı. O sırada liseler henüz üniversite gençliğinden etkilenen ve onu izleyen durumdaydı. Osman’ın devrimci düşünceleri daha lisedeyken böyle bir ortamda şekillenmeye başlamıştı. Zaten ailesi ilerici düşünce ve geleneklere sahipti. Osman’ın üzerinde küçüklüğünden beri bunun etkisi vardı. Yoksullukları ve üstün kavrayış yeteneği, hızla devrimci hareketin saflarına geçmesini kolaylaştırıyordu. Lisede filizlenen devrimci düşünceleri, üniversiteye ayak bastığında Osman’ı devrimci akımın içinde yer alacak duruma getirmişti.

Osman, 1967’de girdiği üniversite giriş sınavlarında 46 bin öğrenci arasında 512 puanla Türkiye birincisi oldu. Teknik konulara ilgisi nedeniyle ODTÜ’ye girmeyi tercih etti. O, ODTÜ’de de sınıf birincisi olmaya, girdiği her sınavda en yüksek ve nadir rastlanan türden tam puan almaya devam etti. Öğretmenleri ve öğrenci arkadaşları, Osman’ı parmakla gösterirlerdi. Hatta daha sonraları, hapishaneden çıktıktan sonra öğretmenleri, sınava girmeden bile geçer not vereceklerini söyleyecekler ve okula tekrar girebilmesi için çalışacaklardı.

Fakat Osman üniversitede yalnızca çalışkan bir öğrenci değildi; her şeyden önce, emperyalizme ve yerli gericiliğe karşı yükselen gençlik hareketinin ayrılmaz bir parçasıydı. O yıllarda üniversite gençliğinin Amerikan emperyalizmine ve faşizme karşı mücadelesi, Türkiye tarihinde zirvesine doğru tırmanmaktaydı. Osman gençlik eylemlerinde bir sıra neferi olarak yerini aldı. ODTÜ’de Vietnam kasabı Commer’in arabasının yakılması eyleminden anti-emperyalist, anti-faşist gösteri mitinglere, okuldaki boykot ve işgallere kadar hepsinde de bir gençlik eylemcisi idi. Forumlara, konferanslara, tartışma toplantılarına katılırdı.

1971 yılına doğru halk hareketi en üst noktasına varmış, işçi sınıfının ve emekçi kitlelerin uyanışı, demokratik örgütlenmesi sıçramalar yaratmıştı. Tekelci burjuvazi ve toprak ağalarının açık terörist saldırısı, 12 Mart’ta faşist askeri darbeyle noktalandı. 12 Mart faşist rejiminin saldırı hedeflerinden biri de üniversitelerdi. Kısa süre sonra buralar, öğrenci gençlik hareketinin legal, yarı-legal merkezleri olmaktan çıktı. Yeraltı yıllarıyla birlikte anti-faşist hareket üniversite dışına kaydı.

12 Mart döneminin başlangıcında Osman, başka devrimcilerle tanıştı. Üniversite gençliği içinden çıkmış küçük bir gençlik grubu içinde yer aldı. Anti-faşist mücadelenin ağır koşullarıyla birlikte, Osman’ın yaşamında ve eyleminde yeni bir evre başlıyordu.

 

12 Mart döneminin genç eylemcisi

Osman’ın kişiliğinde çocukluğundan beri biçimlenen belirgin bir özellik; bir şeye karar vermeden önce üzerinde düşünmesi, karar verdikten sonra da doğru bildiği yoldan kararlılıkla yürümesiydi. Bu özelliği sonraki yıllarda daha gelişti ve olgunlaştı. Özelliğini dile getirdiği için zaman zaman Marks’ın çok sevdiği ve Dante’nin İlahi Komedyası’ndan aldığı, “Kim ne derse desin sen doğru bildiğin yoldan yürü” cümlesini tekrarlardı. Şimdi önünde iki yol vardı; birincisi, okulu bitirmek ve üstün zekası sayesinde fizik biliminde yükselerek bir bilim adamı olmak, ikincisi faşizme karşı direniş yoluna atılmak ve devrimcilik mesleğini seçmek. Osman için her iki yol da açıktı. Burjuva düzende kendisi için rahat bir yer kapması zor değildi, yabancı ülkelerin kapacağı ünlü bir fizik bilgini olması büyük ihtimaldi. Fakat o ikinci yolu seçti, bir daha geri dönmemecesine.

Faşizme karşı direniş kampını seçmişti, devrimin zorluklar, fedakarlıklar dolu yoluna koyulmuştu bile. Fakat 1971 yılında henüz Türkiye’de ihtilalci komünist bir parti ya da örgüt yoktu. Sol harekete revizyonizm egemendi. Devrim kampında anti-faşist, anti-emperyalist direniş yolunu tutan küçük burjuva devrimci hareketler ise revizyonizmin etkisi altındaydılar ve maceracı bir yol izliyorlardı. Osman’ın içinde yer aldığı küçük gençlik gurubu da Mao revizyonizminin etkisi altında, küçük burjuva maceracı eylem çizgisi izleyen şekilsiz bir gruptu. O günkü koşullar içinde, devrimci hareketin mevcut gelişim düzeyinde, Osman bunu ölçecek düzeyde değildi. Halkının kurtuluşunu içtenlikle isteyen, inançlı, her türlü fedakarlığa hazır genç bir devrimciydi.

Belli bir adı, programı ve örgütlenmesi olmayan söz konusu gençlik grubu, 12 Mart’ı izleyen günlerde devrimci faaliyetleri için mali olanak sağlamak amacıyla “4 milyonluk İzmir Ziraat Bankası soygunu” diye anılan eylemi planlamakla meşguldü. Osman da bu eylemin kadrosu içinde yer alıyordu.

Para temini için planlanan eylemde, önceden bir dizi hazırlık yapmak gerekiyordu. O sıralarda hemen birçok şey sahte kimlik sorununda düğümlenmişti; şoför ehliyeti, kimlik kartı, evlenme cüzdanı vb. gibi. Fakat bunun altından kalkacak kimse yoktu, Türkiye’deki diğer sol grupların da henüz çözemediği bir sorundu bu. Ya patates, sıcak yumurta gibi ilkel yöntemlere başvuruluyor, ya da resmi kanalların kovuklarından yararlanılıyordu. Daha kendisine görev verilmeden, Osman bu işi üstüne aldı. Kısa süre sonra küçük bir tahta parçası üzerinde sivri ve keskin bir aletle kazınmış ilk soğuk damga hazırdı. Ardından lastik damga parçalarını birleştirerek yaptığı sıcak damga da tamamdı. Osman kendine özgü zekası ve yöntemleri ile usta bir zanaatkarın inceliğiyle, böyle çözdü kimlik sorununu. Artık her çeşit kimlik yapılabiliyordu, fakat o çok geçmeden yeni ve daha üstün teknikler geliştirerek, herşeyi aslından ayırt edilemeyecek bir ustalıkla yapabilecek duruma geldi.

Eğer kimlik sorunu çözülmeseydi, eylem ve gizlenme sorunu tehlikeye düşecekti. Osman, daha ilk anda arkadaşlarının sevgisini ve hayranlığını toplamıştı.

Elbette Osman’ın rolü bununla sınırlı değildi. Bu özelliğinden önce, o her türlü görevin altından kalkabilecek militan bir devrimciydi. Eylem 1971 Temmuzu’nun sonunda gerçekleştirildi, o sırada Osman bir grup arkadaşıyla birlikte paraları gizleme ve nakletme görevini üstlenmişti. Banka paralarına el konduğunda polis ve ordu birlikleri yolları kesmiş, İzmir ve çevresi kontrol altına alınmıştı. Helikopterler, komando timleri, İzmir ve çevresini tarıyordu. Osman ve arkadaşları önce paraları bir yerde tuttular, sonra tüm arama ve tedbirlere rağmen Ankara’ya başarılı bir şekilde naklettiler. Hem de birkaç gün içerisinde.

Osman az konuşan, ağırbaşlı ve üstüne aldığı sorumluluğu ciddiyetle yerine getiren devrimci bir tip olarak göze çarpıyordu. Gizlilik kurallarını başarıyla ve yaratıcı bir şekilde uyguluyor, temkinli davranıyor, soğukkanlılığı ve yetenekliliği daha ilk bakışta dikkati çekiyordu. Sessiz sedasız oluşu, dıştan bakınca ilk elde kibirliymiş izlenimi uyandırabilirdi. Fakat yakından tanıyınca tam tersi görülüyordu; sıcak, alçakgönüllü ve sade.

Çok geçmeden grubun hemen hepsi yakalandı. Faşist rejim azgınca saldırıyordu. Küçük burjuva devrimciliğinin iflasıydı bu; grup örgütlenmesi gevşek ve şekilsizdi, herşeye amatörlük egemendi. Kitlelerle bağlar hemen yok denecek kadar azdı. İman gücü ve niyet yetmiyordu. Her hareket aşağı yukarı bu durumdaydı.

Osman, bir hainin konuşması sonucunda arkadaşlarıyla birlikte Ankara’da yakalandı. Bir müddet Ankara polisi tarafından sorgulandı, sonra İzmir Sıkıyönetimi tarafından bir ay gözaltında tutuldu. Maddi ve manevi işkence, tüm baskı ve tehditler Osman’ı çözemezdi, çözemedi de. O zaman 22 yaşındaki genç, inançlı ve cesur devrimci Osman’a grupla ilgili sırları söyletemediler. İfadelerinde başkalarını suçlatamadılar. Faşist polis ve subaylar karşısında boyun eğmez ve soğukkanlıydı.

Kısa bir süre İzmir Narlıdere’de, sonra çıkıncaya kadar Şirinyer Askeri Cezaevi’nde yattı. Poliste olduğu gibi, savcı sorgulamalarında ve mahkemelerde de devrimci tavır takındı. Siyasi inançlarını ve davasını sonuna kadar savundu, düşmana taviz vermedi. Kuşkusuz faşizme karşı direniş cezaevinde de devam ediyordu, etmeliydi. Osman bir devrimci gibi düşündü ve öyle yaşadı. Yaptığından asla pişman değildi; cezaevi yönetimi, askeri hakimler karşısında devrim davasından taviz vermedi. Eline geçirdiği yayınları su içer gibi okuyor, Marksist-Leninist klasikleri inceleyerek ve devrimci romanlar okuyarak dünya görüşünü derinleştirmeye çalışıyordu. Faşizmin zindanlarını bir okul haline getirmeye baktı. Bir an önce kendini dışarı atabilmeyi, faşist mahkemelerin gözüne girerek tahliye olmayı, “uslanmış” gibi görünmeyi aklından bile geçirmedi.

Faşizmin demir parmaklıklarını yırtmayı ve özgür olmayı istemesine istiyordu. Ama nasıl? Kaçarak! Gözaltında olduğu sırada neredeyse kaçıyordu. Bir grup arkadaşıyla birlikte İzmir’de Hilal diye anılan askeri karargahta hücrelere tıkılmışlardı. 10’a yakın kişi, karargahın girişinde ifadelerin alındığı yazıcı bürosunun bodrumundaki ahır gibi küçücük bir yerde tutuluyorlardı. Yüksekliği 1.5 metre kadardı, içerisi pis ve karanlıktı. Etrafı nöbetçilerle doluydu. Osman kaçmayı düşünüyordu, eline geçirdiği demir bir çubukla işe koyuldu. Milim milim duvarı delmeye başladı, diğerlerinden bazılarını da işe kattı. Öylesine yavaş ilerliyorlardı ki, on gün sonra bile ancak yarı yoldaydılar. Nihayet günler sonra duvarın sonuna geldiler, fakat hücrede bulunan, ufak tefek şeylerden gözaltına alınmış bazıları, bundan korkuyor ve mızıkçılık ediyorlardı. Osman ne pahasına olursa olsun kaçmakta kararlıydı. Bir günlük çalışmayla duvarda bir kişinin geçebileceği delik hazır olacaktı. Duvar karanlıkta boş bir araziye açılıyordu, nöbetçi duvarın ucunda epey uzakta olduğundan, atlatılması da zor olmayacaktı. Fakat kötü bir rastlantı sonucu, o gün hepsi de gözaltından alınarak, mahkemeye çıkarıldılar ve cezaevine nakledildiler. Buna rağmen Osman kaçma düşünden vazgeçmeyerek, hep fırsatı kollayacaktı.

12 Mart faşist rejimi karşısında alınan yenilgi, devrimci-demokrat saflarda teslimiyetçiliği, davayı inkar eğilimlerini yaygınlaştırmıştı. Yenilgi yıllarında, mücadeleye moda kafasıyla katılan “yol arkadaşları” onlarca nedamet teorisini ürettiler ve taraftarlar da buldular. Devrim kaçakları ve korkaklar haince “teori”ler öne sürerek Mevlanacılığa, Abdühhamitçiliğe ya da uluslararası plandaki modern revizyonizmin en açık, en kaba biçimlerine kapaklanıyorlardı. Fakat buna karşı direnenler, faşizm karşısında boyun eğmeyenler de vardı. Mahirler, Denizler, Kaypakkayalar ve daha başkaları… Osman da bu kampta yerini aldı. Bu tür gerici teorilerin hiçbirine metelik vermedi.

Osman 1972 Eylül’ünde tahliye oldu. O günlerde faşizm, devrimci-demokrat mücadeleyi bastırmış, küçük burjuva hareketleri dağıtmıştı. Kitleler öndersiz ve örgütsüzdü. Osman, kendisiyle tahliye olan arkadaşları ile birlikte bazı ilişkileri toplamaya, barınma olanakları sağlamaya çalıştılar. Cezaevindekilerle ilişkiler sürdürüldü. Osman kimlik, fotoğraf işleriyle ilgili bazı cihazlar yaptı ve yeni teknikler geliştirdi. Teorik düzeyini yükseltmek için Marks, Engels, Lenin ve Stalin’i inceledi; Kapital’in yayınlanmış ciltleri, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Lenin ve Stalin’in strateji ve taktik, örgütlenme sorunlarıyla ilgili eserleri o günlerde okuduğu eserler arasındadır. 12 Mart yenilgisinin nedenleri üzerine düşündü, maceracılığın yansımaları üzerine bazı sonuçlar çıkardı ve modern revizyonizmin eleştirisi üzerine durdu. Arkadaşlarıyla bunları tartıştı.

Dışarıda o günkü ağır koşullarda toparlanmayı sağlamak, bir örgüt yaratmak ve devrimci faaliyeti yükseltmek mevcut düzey, birikim ve eldeki malzemeyle zordu. Bu gerçekleştirilemedi. Diğer yandan, Osman tahliye olmuştu, ama İzmir Sıkıyönetim Mahkemesi’ndeki dava devam ediyordu. Askeri Yargıtay eski kararı bozmuş, en az 10-15 yılla cezalandırılmasını istiyordu. Tekrar tutuklanma ihtimali ortaya çıkmıştı. Arkadaşlarının da onayını alarak hem gizlenme olanaklarının darlığı nedeniyle, hem de silah eğitimi yapabilmek için yurtdışına kaçmaya tasarlıyordu.

Devrimci olmadığı halde sevdiği ve ona yardım etmek istediği için bir okul arkadaşı, Osman’ın Güneydoğu sınırından çıkmasına olanak sağlayabileceğini söylemişti. Bu kişi Siirtli bir Kürt öğrenciydi. Osman’a bazı adresler verdi ve gerekli bilgiyi kendisinin memleketine ileteceğini söyledi. Osman kendine sahte kimlik yaptı, Siirt’e giderek verilen adresleri buldu. Sonunda dağlarda kaçak gezen bir eşkıyayla buluşturdular.

Osman, yaşlı bir eşkıyayla birlikte, sınıra doğru yola çıktı. Eşkıya mavzerini yanından ayırmayan, araziyi çok iyi tanıyan, tehlikeyi zamanında fark edebilen yaman biriydi. Geceleri dağlardan ve orman içlerinden ilerliyor, gündüzleri ormanda, mağaralarda konaklıyorlardı. Yiyecekler, eşkıyanın irtibatlı olduğu köylülerden gizlice alınıyordu.

Osman sonradan eşkıyanın ne ölçüde disiplinli olduğundan, kendi tecrübeleriyle edindiği kuralları nasıl bir katılık ve şaşmazlıkla uyguladığından söz ederek buna hayranlığını ifade edecekti. “Bu eşkıya -diyordu- tam da eğitilmiş bir gerillanın katı disiplinine, temkinliliğine ve gözüpekliğine sahipti.” Eğer bir köyün civarında bazı köylüler tarafından görülmüşlerse, hemen oradan en az 10-15 kilometre uzaklaşıyorlardı. Jandarmalarla karşılaşsa, onlara mavzeriyle cevap vermekte  tereddüt etmeyeceği her halinden belliydi.

Osman eşkıyayla arkadaşlık kurmuş, ona ayak uydurabilmesiyle de beğenisini kazanmıştı. Günlerce yol aldılar ve sonunda Suriye sınırına ulaştılar. Eşkıya kaçakçılarla işbirliği yapan jandarmalarla ilişki kurdu. Osman eşkıyaya teşekkür ederek vedalaştı ve jandarmaların gözü önünde mayınlı araziden Suriye’ye geçti. Mayınların arasında boş yerler, geçile geçile yol olmuştu.

Köylerden, kasabalardan geçti. Otobüsle Şam’a kadar vardı.

Yollar, sokaklar tanklarla, toplarla, askeri arabalarla ve silahlı askerlerle doludur. Sokak başlarında halka silah dağıtılmaktadır, her taraf kargaşa içindedir ve insanlar telaşlıdır. Osman’ın bulunduğu sırada şehir birkaç kez uçaklar tarafından bombardıman ediliyor, bazı yerlerde paramparça uçak enkazlarına rastlanmaktadır.O sırada Suriye İsrail’le savaş halindedir.

Osman, Şam sokaklarında Filistin Kurtuluş Cephesi’nin bürolarını arıyor, bulamıyor. İngilizce sorduğu sorular cevapsız bırakılmaktadır. Gerici Suriye rejimi, Filistin Kurtuluş Cephesi ile ilişki kurmak isteyen yabancılara engel olmakta ve onları geri iade etmektedir. Bu sırada Suriye polisi Osman’ı bazı turistlerle birlikte casus zannıyla yakalıyor ve gözaltına alıyor. Karakoldan karakola, sorgudan sorguya günlerce tutuluyor. Lübnan sınırındaki karakolda birkaç gün aç-susuz bekletiliyor, kim olduğu, Suriye’de ne aradığı, niyetinin ne olduğu üzerine sorgudan geçiriliyor. En sonunda Türkiye sınırında bir karakola teslim ediyorlar.

Türkiye sınırındaki karakolda Osman’ı sıkı bir sorgulama beklemektedir. Daha gelir gelmez jandarmalar birkaç kez falakadan geçiriyorlar. Sonra jandarma subayının sorgulamaları başlıyor: “Gerçek kimliğin ne?… Suriye’ye niçin gittin?… Anarşist misin?… Hangi örgüttensin?…” Osman sık sık tekrarlanan bu sorulara, ısrarla siyasi bir yönü olmadığı, iş aramak, biraz da çeşitli ülkeleri görmek ve tanımak hevesiyle gittiği cevabını veriyor. İnanmıyorlar, işkence ve sorgulama günlerce sürüyor. Sonunda bir sonuç elde edemeyeceğini anlayan jandarma subayı serbest bırakmak zorunda kalıyor.

Osman tekrar Ankara’ya geldi. Kendine sahte bir pasaport düzenleyerek Avusturya’ya gitti. Viyana’da gizli olarak 4-5 ay kaldı. O sırada faşist rejim çözülme ve gerileme durumundaydı; halkın anti-faşist muhalefet dalgası gelişiyordu. Devrimci harekette canlılık belirtileri görülüyordu. Osman için bundan daha sevindirici bir şey olamazdı, devrimci mücadeleye katılma azmiyle Türkiye’ye döndü.

Bunlar Osman’ın yoldaşlarından pek az kişi tarafından, o da genellikle konu olarak bilinir. Başından geçenleri anlatmayı, dirençliliğiyle ilgili durumlardan söz etmeyi hiç sevmezdi. Ölümünden birkaç gün önce yoldaşları Osman’ı zorlayarak bunu sorduklarında o kısaca özetledi ve özellikle bu dönemde yurtdışına çıkmanın yanlış olduğunu söyledi. Geçmişteki örgütsüzlüğün ve küçük burjuva dar anlayışın bugün için bir mazeret olamayacağına işaret etti. Zaten 12 Mart döneminde yurtdışına gidişi de faşizmin baskılarından kurtulma isteği değildi, o daha çok mücadele edememenin sıkıntısını çekiyordu o günlerde. Son yıllarda faşist rejim onu sokak ortasında kurşunlamak, işkence tezgahında ya da idam sehpasında katletmek için aradığı halde, yurtdışına çıkmayı aklından bile geçirmedi.

Osman 1974 yılında Türkiye’ye döner dönmez devrimci faaliyetin içine daldı. Öğrenci hareketinde ve halk yığınları üzerinde gericilik yıllarının durgunluk atmosferi dağılıyor, devrimci dalga yükseliyordu.

 

Yoldaşcan İstanbul’da

Her yenilgi dönemi, yeni bir döneme devrilirken doğal olarak geçmişiyle ilgili tartışmaları, nedenler üzerinde düşünmeyi, yeni arayışları getirir. 1975 yılına doğru sol hareketin her kesimi geçmiş değerlendirmeleri yapıyor, “yeni dönem” yeni ayrılıkları ve bölünmeleri getiriyordu. İhtilalci Marksizm-Leninizm’e doğru bir dönüşüm gerçekleşti mi? 12 Mart ve öncesinden gerekli dersler çıkarıldı mı?

Ne yazık ki, küçük-burjuva devrimci akımların hemen hepsi, gerçekleri kavramış ve bundan ders çıkarmış gibi davrandı. Fakat küçük bir azınlık maceracı çizgide diretirken, diğerleri sağ oportünizme doğru dümen kırdılar. Kazançlı çıkan Sovyetçi ve Maocu revizyonizm oldu. Eski maceracı önderlerin hemen hepsi revizyonist ihanete kapaklandı. Ortayolcu akımlar, modern revizyonizmin saflarına daha da yakınlaştı. Sosyal-emperyalizm tartışmaları, Çin revizyonizminin manyetik alanına ve karşıdevrimci “Üç Dünya Teorisi”nin kucağına çekilerek revizyonizmin değirmeninden revizyonizmin değirmenine su taşındı. Ancak işçi sınıfı ve emekçi kitleler başlarında kılavuz bir partiden yoksun da olsalar, sömürü ve zulme karşı mücadelenin yolunda ilerlediler…

1974 yılının son aylarında Osman, Ankara’dan İstanbul’a geldi. Geliş nedeni, İstanbul’da bir örgütlenme yaratmak, devrimci faaliyeti bu sanayi merkezinde de sürdürmekti. Osman’la birlikte gelen birkaç arkadaşı da, ufak tefek bazı ilişkiler dışında İstanbul’da sıfırdan başlayacaktı. Bu ilişkiler değerlendirildi, bazı öğrenciler fabrikalarda işe girdiler. Yavaş yavaş semtlerde, fabrika ve sendikalarda bazı mevziler elde edildi.

Osman coşku ve azimle işe başladı. İstanbul proletaryası gibi, sabah erkenden kalkar, karanlıkta yola koyulurdu. Boşta olanların işe yerleştirilmesi, evrakların hazırlanmasına yardım edilmesi, ev ve kimlik işlerinin çözülmesi, pratik faaliyetlerin denetlenmesi, ve onlara katılma, çalışma komitelerinin teorik ve pratik faaliyetlerinin yönetilmesi severek ve istekle yaptığı günlük işler arasındaydı. Fabrikalardan, sendikalardan işçilerle ilişkiler kurar, onları kişisel etkiyle devrime kazanmaya çalışırdı. 1975 yılında İstanbul’da yerden mantar biter gibi dernek kuruluyordu, Osman bu derneklere gider, tartışmaları ve toplantıları izler, çeşitli eylemlere katılır, yeni ilişkiler geliştirirdi.

Bir yıl geçmeden İstanbul’da grubun temelleri atılmış, hiç de küçümsenemeyecek bir gelişme sağlanmıştı. Presiz’den Ülker’e, Çamgaz’dan Elka’ya, Coca-Cola’ya kadar birçok fabrika ve işyerine uzanan ilişkiler ağı vardı. Bu ağ Maltepe, Kartal, Pendik, Bahçelievler vb. semtlere, üniversitelerdeki bazı fakültelere kadar uzanırdı.

Osman Presiz işçilerinin patrona, faşist ve revizyonist sendika ağalarına karşı mücadelesinin başındaydı. İşçiler Yılmaz abilerini -o zamanki takma adıydı ve işçiler öyle derlerdi- sever ve sayarlardı. Osman, sonradan trafik kazasında yitirilen Presiz işçilerinin önderi baş temsilci Kemal İkinci ile aynı evde kalırdı. Savaş hilelerine başvuran revizyonist sendika bürokrasisine karşı mücadele etmek ve işçilerle ilişki kurmak için Maden-İş’in bazı bölge temsilciliklerine sürekli giderdi. Çamgaz, Ülker, Coca-Cola işçi önderleriyle sıkı ilişki içindeydi.

Çağdaş Metal-İş sendikasının İstanbul şubesine çöreklenmiş Aydınlıkçı revizyonistlere karşı mücadele, Osman’ın işçilerle birlikte mücadele ettiği alanlardan biridir. Çamgaz işçileri 1975 yılında patrona karşı yiğitçe direndiler, sarı sendikacılarla hesaplaştılar. Sosyal Demokrat Çağdaş Metal-İş’in İstanbul şubesinde bazı mevzileri ele geçiren Aydınlıkçı hainler, Çamgaz fabrikasında kapıdan kovulanın yerine bacadan girmek, işçilerin patrona karşı mücadelesini kırmak niyetindeydiler. Çamgaz işçileri devrimci önderlerinin etrafında Aydınlık revizyonizminin karşısına dikilmişlerdi, fakat hainler sakız gibi yapışıyor, birbir hileye başvuruyorlardı. Osman, Çamgaz işçi önderlerini alarak sendika şubesine gitti. İşçiler, Aydınlıkçı hainlere bir ders vermeye gelmişlerdi. Fakat bu patron uşakları, işçileri tartışmaya çekerek yumuşatmak, sonra da laf cambazlığıyla oltanın ucuna takmak niyetindeydiler. Osman işçilerin arasından öne fırladı ve öfkeyle yumruğunu masaya indirerek onlara gerekli cevabı verdi. İşçi sınıfına yaraşır bir öfke ve heybetlilikle yaptığı kısa konuşmadan sonra, oportünist hainlerle tartışılamayacağını söyleyerek işçilerle birlikte dışarı çıktı.

Osman tüm enerjisi ve fedakarlığıyla çalışarak önemli mesafeler kaydetmiş, devrimci faaliyetin ve eylemin en önünde olmuştu. Aynı enerji sarfıyla çok daha büyük bir gelişme sağlanabilirdi, fakat bu Osman’ın kişisel özellik ve yeteneklerinin ötesinde bir şeydi artık. Çünkü bir örgüt adı, propagandası yapılacak bir program, ajitasyon ve propaganda aracı niteliğinde yayın organları yoktu. Grup ilişkileri, ilkellik ve amatörlük bir noktada gelişmenin önündeki frenler haline geliyordu. Ki, bir yanda da devrimci-demokrat çizginin yanı başında, direnilmezse düşülmesi mümkün revizyonist ihanet uçurumu uzanıyordu.

İşçi sınıfının ve emekçi yığınların sömürü ve zulme, faşizme, emperyalizme ve modern revizyonizme karşı mücadelesi ülke çapında dalga dalga gelişiyordu. Ekonomik ve siyasi kriz derinleşiyor, sınıf mücadelesi şiddetleniyordu. Fakat hala ihtilalci komünist bir parti yoktu, birçok devrimci gibi Osman da bunun özlemi içindeydi. Pratik faaliyetin sürekli dayattığı şey partiydi. 1976 yılına gelinirken Osman’ın içinde yer aldığı grupla THKO arasında bir yakınlaşma oldu. Kaba anlamda, Sovyet sosyal emperyalizmine ve Sovyetçi revizyonizme, maceracılığa karşı tavır gibi bazı konularda birleşiyorlardı. Gruplaşmalar ve sözüm ona çizgiler kesin hatlardan yoksun ve son derece yüzeyseldi. THKO revizyonistleri ile ilkesizce birleşildi; ilke sorunlarında ve temel konularda açıklık yoktu; ortada “birlik” vardı, ama Marksizm-Leninizm yoktu. Bunlar mücadelenin ve siyasi düzeyin ilerlemesiyle pratiğin denek taşından da geçerek daha sonra aydınlığa kavuşacaktı…

Osman, her zamanki gibi hem bir önder, hem her işe koşturan bir militandı. Onbinlerce bildiri, afiş, pul Osman’ın örgütleyiciliği ve geceli gündüzlü çalışması sonunda belirlenen hedeflerin çok üstünde dağıtılıyor ve yapıştırılıyordu. Kah silahı belinde trenlerde, fabrika önlerinde, semtlerde gazete satışını en yaygın şekilde örgütler ve yönlendirir, kah geceleri duvar yazıları yazmaya çıkışı yönetir, kah devrimci faaliyetler esnasında öne çıkan faşist MHP’liler ve polislerle silahlı çatışmaya girerdi. Faşistlerin saldırılarını püskürtüyor, onlara göz açtırmıyordu, onlarca kez böyle silahlı çatışmaya girdi. Öyle ki, faaliyetlerin yoğun, sert ve yaygın yürütülüşü pasif durumda olan ve işleri geriye doğru çekmek isteyenleri ayrıştırıyor, Osman’a yönelik gerici şikayetlere neden oluyordu. Fakat devrimci ve militan unsurlar Osman’ı canları gibi seviyor ve ona saygı duyuyorlardı.

İstanbul’un hiçbir bölgesi Osman’ın yönettiği bölge kadar aktif ve militan değildi. Örgütsel faaliyetler süreklilik kazanıyor, yeni yeni ilişkiler gelişiyordu. Bu, gözle görülür derecede belirgindi…

Birleşmenin ardından çok geçmemişti. 1976 1 Mayısı’nın hemen öncesinde Osman ve yanındakiler, afişleme, bildiri, duvar yazılarının yürütülmesi için gerek duyulan bir araba gaspı sırasında, polis ve gece bekçileriyle karşı karşıya geldiler. Silahlı çatışma çıktı. Osman ilk elde yanındakilerin kaçmasını sağladı ve çatışmayı kendi üstüne çekti. Bu arada sağ bacağının kalçaya yakın bir kısmına gelen hain bir kurşun bacak kemiğini paramparça etti. O halinde çelik iradesini kullanarak düşmanın eline geçmemek için karanlıkta sürüne sürüne bir çöp bidonunun ardına gizlendi. Hızla kan kaybediyordu. Polis ve bekçiler el fenerleriyle tarıyorlardı, içlerinden birisi yaralandığı için kızgındılar. Sonunda çöp bidonunun arkasını buldular. Korkuyla ve telaşla ellerinde silahlarla Osman’a yaklaşan bir polis ve gece bekçisi arasında kısa bir tartışma cereyan etti. İçlerinden biri, “devlete kurşun sıkan bu hainin işini burada bitirelim” diyordu. Diğeri ise, “boşver ne olur ne olmaz ters bir durum çıkar iş mahkemeye düşer uzun süre uğraşmak zorunda kalabiliriz, en iyisi karakolda uygun bir şekilde temizlemek” diyerek arkadaşına karşı çıkıyordu. Sonunda ikincisinin dediği oldu.

Ve Osman’ı sağlam bacağından yakalayarak, tıpkı Naziler’in, Vietnam’daki Amerikalı haydutların yaptığı gibi, sürükleye sürükleye polis arabasına götürdüler, oradan da karakola gittiler. Bacağından akan oluk gibi kan dindikten sonra, tedavi yapmaksızın karakolun pis hücresine atıldı.

Yaralı halde günlerce bir yandan kangren tehlikesine ve vücudunu gıdım gıdım kemiren ölüme; diğer yandan polisin maddi ve manevi işkencelerine karşı savaş verdi. İşkence ve sorgulamaların ardı arkası kesilmiyordu. Yine hep aynı bıktırıcı şeyler: “Ne iş yaparsın, amacın nedir, kaçan arkadaşların kimlerdi, nerede kalıyorsun” vb. vb… Hurda haline gelmiş bacağı ve asgari direnç noktasındaki yıpranmış vücuduyla direndi; sarsılmaz irade, devrime inanç ve davaya bağlılık, delinmez çelik bir zırh oldu, geçit vermedi. Günlerce dayandı, bir yandan da cin gibi zekası işliyor, polis ve savcı sorgularında açık vermiyordu.

Osman Yaşar Yoldaşcan’ın üstündeki kimlik yine sahteydi ve üzerinde “Veli Ala” yazıyordu. Gerçekte böyle birisi vardı, bu bulunmuş kimlikte sadece fotoğraf değiştirilmişti. Osman sahte kimlikle diretti, gerçek ismini ve siyasi kimliğini öğrenemediler. Siyasi geçmişi, örgütü ile ilgili hiçbir sır vermedi. Araba gaspçısı olarak kabul etmek zorunda kalmışlardı, ama işkenceciler en azından çatışma esnasında yanından kaçan arkadaşlarının ismini söyletemediklerini de biliyorlardı. Osman o sıra polisleri en iyi şekilde yenilgiye uğratmanın zevkini çıkarıyordu.

Polis pes ettikten sonra, Osman’ı cezaevinden cezaevine gezdirdi durdu. Yaralı bacağına cezaevi revirinde rastgele ve sözde tedavi yapıldı. Bacak kemiği kısalarak ve eğri bir şekilde de olsa kaynamıştı, ama hala yürüyemiyordu. Para göndereni, ziyarete geleni, bakanı edeni yoktu, fakat o manen sapasağlamdı ve hiçbir şikayet duyulmadı ağzından.

Yakalanalı bir yıla vardığı sırada, 1977 Nisanı’nın son günlerinde hala Toptaşı Cezaevi’nde yatıyordu. Koltuk değnekleriyle çok yavaş yürüyebiliyordu. Dava duruşmaları başlamak üzereydi, sahte kimliğin açığa çıkma ihtimali belirmişti. Bu sırada Osman kaçış yolları üzerinde de kafa yoruyordu. Bir ara yolunu bulup Haydarpaşa’da bir hastaneye tedavi için gelip gitmeye başladı. Dışarıyla irtibat kurarak, durumu ayrıntılı olarak anlatıyordu. Her gün iki jandarma Osman’ı cezaevinden alıyor ve rasgele yoldan çevirdiği bir taksiyle hastaneye götürüp getiriyordu.

Birgün Osman silahlı jandarmalar arasında yine her zamanki gibi hastaneden çıkarılmış cezaevine götürülmek üzereydi. Önlerine boş bir taksi yanaştı. Jandarmalar taksi şoförünün açtığı kapıya ilerlediler ve Osman’la birlikte binerek şoföre Toptaşı Cezaevi’ne gideceklerini söylediler. Şoför yolda bir arkadaşını gördü, onu da aldı arabaya. Tenha bir yerde jandarmalara teslim olmaları söylendi. Şaşkınlıklarını üstlerinden atamamışlardı ki, kendilerini arabayı arkadan yaya olarak seyreder durumda buldular.

Osman özgürdü artık. Dosyasında, Veli Ala adının karşısına “kaçtı” yazıldı. Polis üç yıl boyunca Veli Ala’yı aradı, öyle birini buldu da; fakat buldukları kişinin kaçak kişiyle hiçbir ilgisi yoktu, kaçanın kim olduğunu tespit edemediler. Osman buna güler ve “ya işte çöken rejimin bürokrasisi bu” derdi.

 

HER RENKTEN OPORTÜNİZME KARŞI MÜCADELEDE KARARLI MARKSİST-LENİNİST

 

Osman cezaevinden kaçtığı sırada HK saflarındaki bölünme patlama noktasındaydı. Dışarı çıktığında ilk işi susamışçasına Türkiye’de devrimci mücadelenin durumunu öğrenmek ve HK içindeki gelişmeler hakkında bilgi edinmek oldu. O sırada Enver Hoca yoldaşın AEP VII. Kongre Raporu’nu, Çin kaynaklı yayınlardan “Üç Dünya Teorisi”ni ve diğer belgeleri incelemiş bulunuyordu. Her şey bir yana, bu sorunun başlı başına hayati bir önem taşıdığı, karşıdevrimci teorilerle uzlaşılamayacağı inancındaydı.

Bölünme patlak vermiş, saflar ayrılmıştı. Osman’ın kardeşi de HK saflarındaydı. Birbirlerini çok seven iki kardeş nasıl tavır alacaklardı, duygusal nedenler davanın çıkarlarına ağır mı basacaktı? Kardeşi daha Osman dışarı çıkmadan HK revizyonizmi saflarında yerini almıştı, muhalefetin kararlı düşmanları arasındaydı. İki kardeş biraraya gelip tartıştılar. Osman gerici bağlara göre tavır alamazdı; muhalefetin saflarındaydı.

Çift koltuk değnekleri, bakımsızlıktan harap düşmüş bir bünye… Buna rağmen ayrılma sonrasında Osman oturduğu yerden faaliyetlerini sürdürdü. Kimlik işleri, silahların tamiri, temizlenmesi, teknik işler, Tiran Radyosu’ndaki yayınların yazıya çekilmesi, Marksist-Leninist klasiklerin incelenmesi gibi. Bir ara yolunu bulup bacağından ameliyat oldu. Ameliyat sonrasında bacağı iyiden iyiye düzelmiş, topallığı zor fark edilir bir duruma gelmişti. Hala koltuk değnekleriyle yürüyordu, ama o artık sağlam bir adamın yapabileceğinden fazlasını omuzlamaya hazırdı. Muhalefetin yönetici kadrosunda askeri işlerin, baskı ve teknik işlerin sorumluluğunu üzerine almıştı.

HK revizyonizmine karşı muhalefet, Marksist-Leninist bir bütünsellikle ve sağlam bir siyasi perspektifle yürütülmemişti. Revizyonizmin tüm alanlardaki yansımaları görülemiyor; şu veya bu alanla sınırlı kalan karşı çıkışlar yapılıyor; nedenler yerine sonuçlar, esas yanlar yerine tali yanlar üzerinde duruluyor; yıkılanın yerine yeni ve devrimci olan konamıyordu. Muhalefet küçük burjuva temeli aşamamış, Marksist-Leninist dönüşümü sağlayamamıştı. Siyasetsizlik ve kesin sınırlardan yoksunluk muhalefetin saflarına kavga kaçkınlarının, HK revizyonizmini bütünüyle üstünde taşıyanların sızmasına yol açmıştı. Saflarda düşünce ve eylem birliği, etrafında sımsıkı kenetlenilecek program ve taktikler, örgütsel bir çatı yoktu. Oportünizme birçok alanda ayaklanılmış ve darbeler indirilmişti, ama bu ne öldürücüydü, ne de tamdı, ne de karşısına ihtilalci komünist bir örgüt alternatifiyle çıkabilmişti.

Doğal olarak muhalefet derin bir kriz çukurunun içine yuvarlanacaktı… Her şehirde, en adi biçimiyle savunulan troçkist-revizyonist görüşler peydahlandı… Onlara göre yapılması gerekli tek şey ne örgütlenme, ne pratik ne başka bir şeydi; sadece küçük grupları halinde bir araya gelip Troçki, Althuser gibi hain revizyonistleri okuyarak “teorik eğitim” yapılmalıydı. Devrimci eyleme gerek yoktu, bu okuma grupları arasında “koordinasyon” sağlanması yeterdi.

Osman, koordinasyoncu revizyonizme karşı en baştan itibaren kesin, kararlı ve uzlaşmaz bir tavır takındı. HK revizyonizmine doğru geriye dönüp bakmadı bile… Osman, felsefi revizyonizme karşı Marksist-Leninist felsefe silahıyla daha iyi donanabilmek için o sırada Anti-Dühring, Alman İdeolojisi, Materyalizm ve Ampiokritisizm gibi klasikleri yeniden okudu. Koordinasyoncuların felsefi bilgisi, birkaç revizyonist pasajdan ve bunların arasına serpiştirilmiş “madde-bilinç” kelimelerinden öteye gitmiyordu. Bu nedenle Osman onları “madde-bilinç” diye adlandırırdı. Zaten militan ve savaşçı yapısı gereği devrimci eylemi ve Marksist-Leninist teorinin kılavuzluğunu inkar eden bir akımdan nefret duymaması olanaksızdı. O, hareketi canlandırmak, pratik faaliyeti ve eylemi hızlandırmak ve yaygınlaştırmak, geriye kalanı onarmak için çabalıyordu. Kendi başına özenle afişler, bildiri ve pullar çıkarttı, bunların hedefe ulaşması için mücadeleye istekli kişileri örgütledi. Organlar kurdu, teorik ve pratik faaliyetlerini düzenledi.

Koordinasyoncu revizyonist ihanet, polisle işbirliğine kadar varacaktı. Muhalefetin en üst kademesine kadar sızabilen Gazi İpek adındaki koordinasyoncu, saflardan atıldıktan bir süre sonra polisin eline geçti. Muhalefet hakkında bildiği ne varsa, siyasi polise anlattı. Ankara’dan İstanbul’a gelerek bir polis arabasının içinde bir yoldaşımızın evini gösterecekti. Polis eve baskın yaparak iki kişiyi yakaladı. Aynı zamanda bu muhbir, muhalefet hakkında ne biliyorsa, bazı silahlı eylemler de dahil olmak üzere tek tek anlatmıştı. Polis, Veli Ala takma adını kullanarak Toptaşı Cezaevi’nden kaçan kişinin Osman Yaşar Yoldaşcan olduğunu, silahlı eylemleri yönettiğini, soğukkanlı, akıllı ve cesur bir silahlı eylemci ve bir ayağı topal olduğunu, bu polis ajanının verdiği bilgilerden öğrendi. Bunu öğrenen polis, harıl harıl Osman Yaşar Yoldaşcan’ı arayacaktı.

Buna rağmen Osman silahlı eylemler düzenlemeye devam etti. Örgütün mali ihtiyaçlarını karşılıyor, elde ettiği paralarla silah alıyor ve bunu gerekli yerlere dağıtıyordu.

İçine düşülen krizden etkilenmeyen, enerjisini var gücüyle harcayan, durmadan oraya buraya koşturan, üstelik devrimci yönde ilerlemek isteyenleri ileri çeken moral güç kaynağı Osman yoldaştı. Güç durumlarda metanetini kaybetmez, herkese güven veren sapasağlam bir anıt olurdu. Şikayetçi olmadan, oflayıp puflamadan, suçu onun bunun üzerine yıkmadan, Marksizm-Leninizm davasına ve devrimin zaferine güvenini yitirmeden yolundan ilerledi…

Marksizm-Leninizm yolunda ilerlemekte kararlı, bir profesyonel devrimciler örgütü inşa etmede azimli ve güvenli olan devrimci unsurların çabası boşa gitmiyordu. Yavaş yavaş canlanma belirtileri görülüyordu. Pratik faaliyet yoğunlaştıkça, kitle çalışmasına ve eyleme dalındıkça bu daha da hissedilir oldu. Karşıdevrimci “Üç Dünya Teorisi”ne, Aydınlık ve HK revizyonizmine karşı Türkiye’de ilk kızıl bayrak açıldığında hem revizyonist hasımlara güçlü bir balyoz darbesi indiriliyor, hem de ufukta parlayan kızıl yıldız görülüyordu.

Mao revizyonizmine karşı mücadelenin başlangıcı 1978 yılının başlarına kadar uzanıyordu, açık polemik aynı yılın sonunda başlatıldı. Bunun önemi aynı zamanda ve özellikle revizyonizmden sıyrılma ve Marksist-Leninist yönelimin ayağındaki prangaları parçalama niteliğinden geliyordu. Osman yoldaş, Mao revizyonizmine karşı mücadelenin en ön saflardaki kararlı, ilkeli ve atılgan savaşçılarındandı. Bu revizyonizmi inceleyerek, kavrayarak ve üzerindeki tozlarını silkeleyerek reddediyordu.

Hareket bir yol ayrımındaydı. Çöküşün de, devrimci yükselişin de unsurları vardı. Ya dağılma ve yok olmak sürecine girilecekti, ya da devrimci bir dönüşüm sağlanarak komünist bir örgüt inşa edilecekti. Örgütsel ve siyasi krizin devam ettiği bu koşullarda kendi gücüne güvensizlik, kötümserlik, çürüme ile kararlılık, dinamizm, kendi gücüne ve geleceğe güven karşı karşıya geliyordu. Hareket içinde her iki atmosferde yaşayanlar vardı; ilki küçük-burjuva sınıf yapısına denk düşüyordu ve çöküşe götürürdü, ikincisi proletaryanın tavrıydı ve komünist örgüte götürürdü.

Bu duruma ve krize son vermek amacıyla 1979 yılının Şubatı’nda, hareketin ileri durumundaki kadroları ve yönetici kademelerde yer alanlardan oluşan bir toplantı yapıldı. Söz konusu iki farklı tavır açık ya da kapalı olarak bu toplantıda dile getirildi. İdeolojik siyasi ve örgütsel inşada karamsarlık saçan, geriye doğru çeken, inşa görevini sözde kabul edip özde güvensizlik yayan görüş azınlıktaydı ve alçak çıkıyordu. Ağırlık ve çoğunluk görevleri omuzlamada azimli, her türlü fedakarlığa hazır ve kararlı olan taraftaydı.

Şubat toplantısında hareketin çeşitli sorunları tartışıldı. İllegal bir teorik yayın organı ve kitle gazetesi çıkarılması, örgütün siyasi platformu ve tüzüğünün yazılması, örgüt çizgisinin açıklık kazanması ve sınırların belirlenmesi, illegal örgütün yeniden inşa edilmesi, kitle çalışmasının hızlandırılması ve militan eylem çizgisinin izlenmesi için toplantıda karar alındı. Az kişiden oluşan yeni bir GMK oluşturuldu.

Osman Yaşar Yoldaşcan komünist bir örgütün inşasında en kararlı ve en azimli olan yoldaşların başında geliyordu. Toplantıda, “biz çürüyoruz” teorisine vurdu; kısa ama özlü konuşmasında kendisinin belli eksikleri olduğunu, ama GMK’da yer alarak krizden çıkış ve Marksist-Leninist örgütün inşası için elinden geleni yapmakta kararlı olduğunu söyledi. İnançlı, azimli ve güvenliydi, varolma ve yokolma sorunu gündeme geldiğinde, üstün pratik zekası can alıcı noktayı bulup çıkarmış, herkesten daha keskin bir öngörülülük ve açıklıkla küçük-burjuva yılgınlığın karşısına dikilmişti. İşte siyasi bilinç ve davaya inanç burada belli oluyordu. Osman işkencede, silahlı eylemlerde koyduğu komünist tavrı, bu belirleyici noktada da göstererek sınavını verdi.

Yoldaşları için Osman’dan büyük maddi ve manevi güç kaynağı olamazdı, herkes onun verdiği sözü tutacağına içtenlikle inanıyordu ve bundan kuşkusu yoktu.

Ve Osman Yaşar Yoldaşcan sözünü tuttu.

 

 

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

 

TİKB’NİN YENİDEN İNŞASINDA, GÜVENİLİR VE YETENEKLİ KOMÜNİST ÖNDER

 

1979 yılı başlarında faşist rejimin ekonomik ve siyasi krizi şiddetlenmişti. İşçi sınıfının ve emekçi kitlelerin sömürü ve zulüm sistemine karşı kin ve öfkesi eylem dalgasının yükselmesiyle sonuçlanıyordu. Revizyonist ihanet yaygın ve azgındı. Ortayolcu revizyonist akımlar da dahil olmak üzere hepsi kriz içindeydi, parçalanıyor ve bölünüyorlar, Aydınlık revizyonizmine oluk oluk kan taşıyorlardı…

O koşullarda TİKB’nin yeniden inşası görevine başlandı. Görevler her alanda ve çok, onları omuzlayacak güçler zayıftı. Öyleyse bu çelişkiyi çözmek için olağanüstü bir enerjiyle çalışmak, güçleri seferber ederek yokuş yukarı koşmak gerekiyordu. Osman Yaşar Yoldaşcan kolları sıvamış, tüm enerji ve birikimini, fedakarlık, yetenek ve yaratıcılığını TİKB’nin inşasının emrine vermişti. Her zamankinden daha coşkulu, daha gayretliydi, sanki hayata yeni başlıyordu.

GMK’nın daha ilk toplantısında askeri eylemlerin, baskı ve teknik işlerin sorumluluğunu üstüne aldı, ama örgütsel inşa, pratik görevler, dergi ve gazete dağıtımına da katılacaktı. Görevlerin çokluğu ve zorluğu karşısında yılgınlıktan eser yoktu, içi gülen gözleriyle “TİKB savaşacak, güçlenecek ve büyüyecek” diyordu.

Osman yoldaşın birçok alanda birden omuzladığı görevleri, yaşamdaki karmaşıklığı içinde, birinden diğerine koştuğu şekliyle, aynı gün içinde birkaç işi birden kovaladığı biçimde anlatmak olanaksızdır. Bu nedenle en iyisi ayrı ayrı başlıklar altında izlemek olacak.

 

Baskı ve teknik işler

Osman’ın bir saniye bile kaybedecek vakti yoktu, zamanı iyi kullanmak onun silahlarından biriydi. İlk önce baskı işlerini yürüteceği kadroyu bulmalıydı, şu yada bu şehirden, duruma göre yetenekleri gözönüne alarak baskı kadrosu kurdu; onları organlaştırdı. Baskıcıları bir araya getirerek bugünden tezi yok yapacakları işleri tek tek anlattı, onları işlerinin başına saldı.

Nerede nasıl çalışacaklardı, onu da çözdü. Teksir makinesini, ciltleme aletlerini, serigrafi malzemesini, letrasetleri, film araçlarını, kağıtları, masasını, sandalyesini buldu buluşturdu, tezgahını kurdu. Gazete ve dergi, afiş ve pul basımında herbirinin kendine özgü yanına göre baskı tekniği gerekiyordu; kendisine özgü zekasıyla baskı teknik ve yöntemlerini geliştirdi, basit aletler icat etti.

Gazete ve dergi basılmaya başlamıştı, Osman yoldaşın alınteriyle kurulan TİKB’nin yeraltı matbaasında. Yazıları daktilo ettirir, oradan alır baskıya götürür, kapakların şeklini çizer, başlıklar için gerekli letraset filmlerini hazırlar, bunları teksir makinesinden geçirir, sayfaları dizer ve sonra ciltlerdi. Hem baskıcıları yönetir, hem de onlarla birlikte bir işçi gibi çalışırdı. Çalışmayı bir zorluk olarak görmez, aksine çalıştıkça keyiflenir neşesi yerine gelirdi. Bol bol espri yapar yoldaşlarını neşelendirir, kaytarma eğilimi görürse kimseyi kırmadan uygun bir şekilde işi yoluna koyardı. Onu yazın en sıcak günlerinde terleye terleye ya da kışın en soğuk günlerinde titreye titreye çalışırken görebilirdiniz. Buna rağmen başka işlerini bahane etmez, hiç şikayetçi olmazdı.

Yeraltı basınının örgütlenmesinde, gizliliğin ağır koşullarının dayattığı sorunların çözümlenmesinde Stalin gibi maharetliydi. Baskı işlerinde bize hala rehberlik eden gelenekler, yöntemler ve araçlar onun eseridir. O, bir işi üstlendi mi artık kimse ne olacak diye düşünmez, başarısından kuşku duymazdı. Teknik ve hüner düzeyini her defasında yükselterek görevine verdiği önemi ve ciddiyeti gösterirdi…

Şakacı bir mizaca sahipti, sık sık yoldaşlarına takılır, onları kızdırırdı. Baskı için yazıları alırken önce elinde bir tartar, gülerek “kaç gram bakayım, biliyorsun parça başına para” derdi. Ya da yazıyı yazanın yanında okurken, yazıyı yazan “bitirdin mi?” diye sorduğunda O, “yok daha başladım sayılmaz. Çünkü daha bir şeye rastlamadım” derdi. Halbuki o sırada yarıyı geçmiştir. Bir eleştiri yazısı okurken eğer çok hoşuna giden bir yere gelmişse, “hücuum” diye bağırırdı.

TİKB’nin yeraltı basınının baskı ve tekniğinin temelini atan Osman yoldaş, bu alanda birçok kişiyi yetiştirdi. Ölümüne kadar omzunda taşıdığı bu görevi her zaman zevkle yapmıştır. O, maceracılar ya da legal basının kölesi sağ oportünistler gibi şu veya bu bahaneyle komünist yeraltı basınının rolünü küçümsememiştir. Aksine bunun önemine işaret ederdi. Gönlünde matbaa yatıyordu, fakat bu boş bir hayal değildi; matbaa makinalarını nereden nasıl sağlayacağını tasarlamış, plan ve bilgi hazırlıklarını tamamlamıştı bile. Matbaadan ve dergi, gazete, afiş ve pulların yeni matbaayla nasıl basılacağından söz ederken derin bir heyecan dalgasıyla coşar, ellerini ovuşturur ve  yüz hatlarının tüm çizgileri gülerdi,;tıpkı silahlı eylemlerine ilişkin tasarılarından söz ederken olduğu gibi. Eğer ölmeseydi en kısa zamanda ve ilk yapacağı işlerden birisi bu olacaktı.

Osman gibi bir gerilla komutanı ve silahlı mücadele aşığı, yeraltı basınına neden bu kadar önem veriyordu? O gerçek bir komünistti çünkü. Gazete, bildiri, vb.nin TİKB etrafında kitleleri toparlayabilmek, onların bilinç düzeyini yükseltmek ve eylemlerini yönlendirmek için kitlelere uzanan antenler olduğunu iyi biliyordu. Örgütün inşasında ve krizden çıkışta devrimci basının örgüt içi birliği pekiştirici ve örgütsel faaliyeti yönlendirici rolünü sadece teori düzeyinde değil pratik yaşamda da özümlemişti. Gazetenin sadece kolektif ajitatör değil, kolektif örgütleyici de olduğunu bildiği için, onunla ilgili her göreve dört elle sarılırdı. Çoğu kez, silahlı eylemlerle ilgili işler hepimize cazip gelir ve onları büyük işler görüp -elbette gerçekte öyledir- baskı, gazete dağıtımı gibi işleri “hamallık” saydığımız ve küçük işler sayarak küçümsediğimiz olur. Bu, sorunu “hava atma” işiyle karıştırdığımızdan olsa gerek. Oysa Osman yoldaş her ikisini de öncelikle örgüt işi ve devrimin ihtiyacı olarak alır, birini diğerini küçümsemenin aracı haline getirmezdi. Her ikisine de zevkle koşar, bunlarla ilgili faaliyetleri günlük pratikte içiçe kenetlendirirdi.

Dergi, gazete, bildirilerin vb. basılması kadar, onların hedeflerine ulaştırılması da Osman’ı yakından ilgilendirirdi. Bu onun direkt olarak üstüne aldığı bir görev değildi, ama bu işlerin yürütülmesinde en büyük yardımcı, hatta çoğu zaman başı çeken yine oydu. Gizli yayınların dağıtımında örgüt çapında illegal bir ağ kurmak, bunu faşizmin sökemeyeceği bir duruma kavuşturmak, Osman’ın titizlikle üzerinde durduğu ve özlemini duyduğu şeydi. Faşist cunta orasını burasını da yırtsa, illegal yayınların kitlelere ulaştırılmasını engelleyemesin isterdi. Faşist polise karşı en tetikte olduğu zamanlarda bile, gizli yayınları ulaştırmak için kendini büyük tehlikelerin kucağına attı. Çünkü sorunu derinlemesine görüyor ve bu sorunu örgüt inşasının temel direklerinden birisi olarak alıyordu.

Diğer yandan TİKB’nin tüm kimlik işlerini, yalnız başına Osman hallederdi. Bu alandaki yetenek ve yaratıcılığının çok eskilere dayandığına işaret etmiştik. Bu işi o kadar fazla yapmıştı ki ve o kadar zamanını alıyordu ki, artık bıktırıcı bir duruma geldiği söylenebilir. Gerçi o artık bu işte iyice uzmanlaşmıştı ve eliyle bile yapabiliyordu, ama bir sürü iş arasında yıpratıcı olduğu da belliydi. Ama sesini çıkarmadan ve özenle işini yapardı.

Burada Osman’ın tüm yoldaşlarına öğrettiği bir ders saklıdır; komünist ruh ve parti anlayışı ruhu. O, üstüne aldığı örgüt işi ne olursa olsun -ister baskı, istek teknik ya da bir başkası- ona tüm dikkati, enerjisi ve yaratıcı çalışmasıyla yüklenirdi. Burada Kalinin’in aşağıdaki cümlesi Osman’ı tanımlamak için bir anahtar gibidir. Kalinin şöyle diyor:

“Parti işi, eğer şöyle söylemek gerekirse, onun her işe, hatta en karmaşık teknik ve mekanik bir işe, parti anlayışı ve ruhunu sokmasından ibarettir.”

İşte, Osman yoldaşın en önemli özelliklerinden birisi budur.

 

Örgütçü ve örgüt adamı olarak YOLDAŞCAN

Toplantı öncesinde örgüt adına layık bir şey yoktu ortada. HK’ya muhalefet sonrasında vaatlerle “şahane düzeyinde, sürükleyen ve sarhoş eden, fakat sağlam bir temelden yoksun sıradan sözcükler”le (Lenin) toplanan kuru kalabalık gitmiş, devrimci lafazanlıkla tırmanılan tepelerden vadinin ortasına yuvarlanılmıştı. İyi günlerin “yol arkadaşları” çoktan tüymüş, bir kısmı da karamsarlık saçarak, moral bozarak köşeye çekilmişti… İki yıl gecikerek de olsa TİKB’nin inşasına yeniden, komünist bir ruhla başlanıyordu.

Osman Yoldaşcan, Örgütlenme Bürosu’nda yerini aldı ve komünist bir örgütün inşasında her zamankinden daha bir azimle, her hücresine kadar örgüt ruhuyla dolu olarak işe başladı. Yeniden üye ve üye adayları tespit edildi, organlar kuruldu, önlerine görevler kondu. Osman örgütlenme görevini üstlenen yoldaşlarıyla birlikte toplantılara katılıyor, durumun vahametini kavratmaya ve örgüt faaliyetlerinin aksamaksızın sürdürülmesine çalışıyordu. Hayranlık verici enerjisi, o zamana kadar edindiği tecrübeleri, kanı ve canı örgütünün emrindeydi.

Örgütün sınırları çiziliyor, örgüt adamı ile örgüt adamı olmayan, lafazanla iş yapan ayrışıyordu. Osman, fabrika ve semt hücrelerinin örgütlenmesinde ve faaliyetlerinin yürütülmesinde bir önderdi; ama merdivenin ilk basamaklarında onların bir üyesi gibi de çalışıyordu. Organların işletilmesinde, kadroların teorik eğitiminin sürdürülmesinde, pratik faaliyetlerin yürütülmesinde toplantılara katılıyor, onları denetliyor ve aksayan yanları düzeltiyordu. Artık gazete ve dergi çıkıyordu, afiş, bildiri, pul da basılıyordu. Osman bunların dağıtımını örgütler, gerekli silahları görevlilere teslim ederdi. Coca-Cola’dan Profilo’ya, Teletrans’tan Tekel fabrikasına, Kartal, Bahçelievler vb. semtlere kadar her türlü ajitasyon-propaganda faaliyetine katılırdı. Faşistler ve revizyonistlerle silahlı çatışma çıktığında yoldaşlarının başına koşardı.

Osman, örgütün inşasında gerici alışkanlıklara, eski geleneklere kölece bağlılığa, ilkesiz işgüzarlığa ve boş hayalciliğe acımasız darbeler indirilmesinde belirleyici bir rol oynamıştır. Öyle, kararlar ve kağıt üzerindeki planlarla, güzel sözler söyleyip yan gelip yatanlarla örgüt inşa edilemeyeceğini iyi bilen ve bu tür kimselerin alternatifi olan Leninist militanın özel tipiydi. Kusursuz bir profesyonel devrimci olarak sancılı ve zor günlerde taş üstüne taş koyarak, randevudan randevuya, toplantıdan toplantıya, eylemden eyleme koşarak örgütün çimentosu olmuştur.

Krizden çıkmak, şekilsizliği geride bırakmak olağanüstü çaba, köklü, derin, geniş siyasal bir perspektife dayalı örgütsel faaliyet gerekiyordu. Hareket önceden bir çevre, ahbap-çavuşluğa, sağlıksız ilişkilere dayanan zayıf grup örgütlenmesi görünümündeydi… Marksist-Leninist örgüt anlayışına yabancı olan bu feodal-burjuva anlayışa, küçük grup zihniyetine vurulmalı, kökünden parçalanmalıydı. Grup ve çevre biçiminden örgüt biçimine geçiş ne pahasına olursa olsun sağlanmalı, örgüt ruhu ve yaşantısı hakim kılınmalıydı.

İşte Osman yoldaş grup biçiminden örgüt biçimine geçiş yokuşuna tırmananların, elinde Marksizm-Leninizm’in kılıcıyla çevre ruhuyla örgüt ruhu arasındaki çelişki düğümünü çözmeye çalışanların başında gelir. O, sadece şu ya da bu yolla, kurnazlıkla, içgüdüsel olarak ya da küçük burjuva duyguları okşayarak çevre ruhunu yaşatmak ve sürdürmek isteyenlere darbe vurmadı. Aynı zamanda eskinin kendi üzerinde bıraktığı etkileri, kalıntıları da silkip attı. Ne yaptı? Süslü püslü sözler etmedi, tılsımlı değnekler de kullanmadı. Dürüst oldu, örgütün ve davanın çıkarlarını her şeyin üstünde tuttu. Marksist-Leninist örgüt ilke ve kurallarına sarıldı, örgüt tüzüğünü uygulamaya çalıştı.

TİKB tüzüğü hazırlanırken Osman yoldaş buna önem vermiş, tüzük üzerine notlar çıkararak çalışmıştı. Fakat O, örgüt yaşantısı ve işleyişini kağıt üzerindeki kurallardan ibaret olarak da görmedi. Organların kurulması ve işletilmesi, Marksist-Leninist örgüt ilkelerinin pratik faaliyet içinde işlerlik kazanması, bireyci ve anarşist anlayışların eleştirilmesi ve yok edilmesi, örgüt yaşantısının başlıca sorunlarıydı. Osman yoldaş da var gücüyle bunlara yüklendi. Kadroların siyasi perspektifi ne denli derinleştirilir, ideolojik düzeyleri ne kadar yükselirse, devrimci eylem ve propaganda-ajitasyon örgütlenme faaliyetinde ne ölçüde yol alınırsa, oportünizmin boy atacağı bataklıklar da öylesine kurutulurdu. Çevre ruhu üzerine yazı yazmadı, belki bunun hakkında nutuk da çekmedi; ama yapılması gerekenleri yaptı.

Bir müddet sonra, grup biçiminden örgüt biçimine geçişe ayak uyduramayanların şikayetleri ve mızmızlanmaları görülüyordu. Kimisi ayrıldı, kimisi kendisinin dıştalandığı, ihmal edildiği ve haksızlığa uğradığını söylüyordu. Elbette bunlar olacaktı, çünkü eskisi gibi itibarlı değillerdi; örgüt yaşantısı, imtiyazları ve her tarafa burunlarını sokabilme imkanlarını yok ediyordu. Osman yoldaş bunlar karşısında belli bir süre sabırla düzeltme tavrı gösterir, eğer düzelmeye niyetli değillerse, proletaryanın demirden süpürgesiyle tozları süpürmekte tereddüt etmezdi…

Osman, örgütün ilkeli birliğini her şeyin üstünde tuttuğundan, Leninist örgütlenme ilkelerinin uygulanması ve yerleşmesi için çalışmıştır. Örgütsel alandaki sapmalara karşı pratik olarak mücadele etti ve kurucu, işletici bir rol oynadı. Her defasında alınan yolu gözler ve yeni önlemlerle çıkardı.

TİKB I. Konferansı’nın ardından hem tecrübelerini gözden geçirmiş, hem de örgüt önderliğindeki yeteneklerini geliştirmek, çalışma tarzını ilerletmek için yeni bir atılım yapmıştı. Bu her halinden belliydi. İK toplantılarına sürekli katılıyor, daha fazla yük omuzlamak için gayret ediyordu. Faşist diktatörlüğün saldırılarının yoğunlaştığı bu dönemde örgütte merkeziyetçiliğin ve demir disiplinin önemini görüyor ve bu her hareketine yansıyordu. Fakat O demir disiplini işletmekle, bürokratik baskı ve yöntemleri birbirine karıştırmazdı. Onunla birlikte çalışan yoldaşları çok iyi bilirlerdi ki, O hem alınan kararların uygulanmasında ve görevlerin yerine getirilmesinde merkezi disiplinde diretir ve uzlaşmaz, hem de buyrukçuluğa, sekterizm hastalığına düşmezdi. Yoldaşlarına karşı anlayışlı, sıcak ve ikna edici oluşu, ama liberalizmle uzlaşmayışı, O’na karşı sevgi ve saygıyı arttıran nedenlerden biridir.

Bürokrasi ve liberalizm her Marksist-Leninist örgütün önüne çıkabilen tehlikeli bir tuzaktır. Gerek örgüt çapında, gerekse yönetici organlarda bunlara karşı savaşılmaz ve sürekli bir devrimci çelikleşme sağlanmazsa tehlikeli oportünizmlere yol açar. Fedakarlığı, çalışmada titizliği ve kararlılığı, oportünizmle uzlaşmazlığı ve dürüstlüğü ile bunlara karşı silahlanmış olan Osman yoldaşın örgüt yaşamından öğreneceğimiz çok şey vardır. Komünist önder olarak örnekti, örgüt militanı olarak örnekti.

TİKB’yi yaralayan darbeler ister faşist diktatörlükten gelsin, ister revizyonizm ya da içteki aksaklıklardan gelsin, sanki Osman’ı yaralarmış gibi olurdu. TİKB’yi yaşamı, onuru ve geleceği ile özdeşleştirmişti. Bahçelievler’de ve Kartal’da faşizmin darbeleri sonucu yaralar alındığında, O, yavrusunu tedavi eden bir hekim titizliğiyle yaraları sarmaya koşmuştu.

Bir subay ve iki askerin ölümüyle sonuçlanan Kartal korsan eylemi sonrasında, Aydınlık oportünistleri fırsatı ganimet bilip TİKB aleyhtarı propagandayı yoğunlaştırmışlardı. TİKB’nin eyleminden sonra Kartal’ı bırakıp kaçtığını, halkın başına belayı musallat edip görünmez olduğunu yazıyorlardı gazetelerinde. Bu karşıdevrimci koroya “Özgürlük” dergisiyle HK revizyonistleri de katılmışlardı…

Oysa öncelikle Osman yoldaşın kumandasındaki eylem, faşist diktatörlüğün Kartal halkı üzerindeki azgın terörüne verilmiş gerekli bir cevap ve devrimci bir misillemeydi. İkinci olarak TİKB savaş alanını terk etmedi, faaliyetlerini ve kitlelerle ilişkilerini sürdürdü, oportünist hainler çamur attığı sırada Osman omzunda otomatiği yoldaşlarıyla birlikte olay bölgesinde bildiri dağıtıyor, pul yapıştırıyordu. Faşist polis ve subayların TİKB’yi hedef alan yoğun saldırılarına ve bölgede aldıkları sıkı önlemlere rağmen…

Osman’ın örgüt inşasındaki ve yaşantısındaki komünist önderliği ve örnek tavrı hafızalardan silinmeyecek yüceliğe ve saygınlığa sahiptir.

 

Bolşevik eleştiri-özeleştiri anlayışı

Osman yoldaş Bolşevik eleştiri ve özeleştiri anlayışına sahipti; bu alandaki anlayışını nasıl gitgide derinleştirdiğini ve yetkinleştirdiğini görebilirdiniz.

Osman yoldaş gibi üstün niteliklere sahip bir komünistin hataları ve eksiklikleri olmamış mıdır? “Çok iş yapan hata da yapar” dendiği gibi, kuşkusuz O’nun da hata yaptığı olmuştur. Fakat bunlar yeniden inşa sürecinde, ilkelerin çiğnenmesi niteliğinde ve örgütün varlığını tehlikeye sokan ağır hatalar değildi.

1971 döneminden bu yana Osman, içinde yer aldığı grubun izlediği çizginin belli ölçüde ve sınırlı da olsa sorumluluğunu taşıyan kişilerden birisidir. Eski dönemin grup anlayışının izlerini de taşımıştı. Fakat TİKB’nin yeniden inşası sürecinde bunları en köklü ve en hızlı bir şekilde aşanların başında Osman gelirdi. TİKB I. Konferansı’nda kendisinin de belirttiği gibi, “Eski dönemlerin oportünist hataları açıklıkla tespit edilmeli, fakat yeniden inşa öncesi dönemde bizi Marksizm-Leninizm’e getiren birikim inkar edilmemeliydi, özeleştiri ise örgüt inşasının önümüze çıkardığı sorunların Marksist-Leninist çözümü ve eskinin kalıntılarının tasfiyesiyle birleştirilmeli” idi. Osman yoldaş sadece özeleştiriden korkmamak ve kaçınmamakla kalmaz, onu Bolşevik anlayışla da ele alırdı. Eleştiri ve özeleştiriyi örgütün komünistleşmesi ve güçlendirilmesinin silahı haline getirirdi. İşlerinin çokluğu, dalgınlığı gibi nedenlerden kaynaklanan ufak tefek hataları olduğunda bunları da açıklıkla belirtir ve hemen düzeltirdi.

Osman yoldaş, fedakar, cesur ve atılgan bir yapıya sahip olduğu için kendini sık sık en küçük işlerde bile tehlikeye ve ölümün önüne atardı. Oysa onun yerini doldurmak çok zordu, bu nedenle bazı durumlar dışında başkalarının yapabileceği işlerde, kendisinin örgüte ait olduğunu düşünerek dikkatli olması ve her zaman tehlikeye atılmaması gerekirdi. Fakat O, bunları keyfinden yapmıyordu, yine örgüt çıkarlarından hareket ediyordu. Bu kendisine hatırlatıldığında ya güler geçer, ya da anlamamazlıktan gelirdi. Ancak bu konuda gerekli önlemleri almamakla esas hatalı olan bizleriz.

Diğer yandan Osman yoldaş örgüte zarar veren hatalar gördüğünde, kişisel hesaplar peşinde koşmaksızın ve küçük burjuva duygulara kapılmaksızın, açık ve dürüstçe eleştirirdi. O, insanların hatalarını düzeltebilmesi için sabırla ve titizlikle yardımcı olurdu. Kimseyi haksız yere kırmak istemez, en kızgın olduğu zamanlarda bile sinirlerine hakim olurdu. Osman şöyle derdi; “çok sinirlendiğin zaman önce ona kadar say ve ne söyleyeceksen hiç olmazsa ondan sonra söyle.” Bu onun yoldaşlarını kırmamak için gösterdiği titizliğin kanıtıdır. Fakat umudunu kestiği ve iflah olmayacağına inandığı kişilere karşı da kararlı olur, tehlikeli durumlar ve oportünizmle uzlaşmazdı.

 

Yeraltı savaşının ustası

Lenin, “biricik ciddi örgüt ilkesi”nin en sıkı gizlilik olduğunu hayatı boyunca vurgulamıştır. Gizlilik sanatı, profesyonel devrimci militanın mihenk taşı durumundaki niteliklerin ilk sıralarında yer alır.

Osman gizli örgüt yönetmede ve yeraltı savaşında usta bir devrimciydi. İllegal yayınların basımının ve dağıtımının örgütlenmesi; geride iz bırakmayan onlarca başarılı silahlı eylem; gerçek kimliğin bile açığa çıkmadığı polis ve hapishane deneyleri, polis ve sıkıyönetimle oynanan kovalamaca, silahların gizlenmesi, en ağır koşullarda yürütülen örgütsel faaliyetler vb. bunu kanıtlamak için yeterlidir.

Osman, yıllardır faşist polis tarafından “tehlikeli terörist” olarak aranmaktadır. Bir yoldaşın hapishaneden -O daha sağken- yazdığı gibi, polisin Osman’ı ele geçirmek için yapmayacağı şey girmeyeceği riziko yoktu. Polis ve sıkıyönetimin Osman yoldaşa kuruduğu tuzakta üç şey vardı; sokakta ya da evde kıstırarak öldürmek, işkence tezgahında öldürmek, idam sehpasında öldürmek. Tek alternatif dışında bir başka alternatif; tek alternatif içinde ise bir dördüncü alternatif söz konusu değildi. Herkes gibi Osman da bunu biliyordu; fakat O, bu nedenle hiçbir görevini aksatmadı, poliste dosyası bile olmayanlardan daha rahattı. Kadrolar ve kitlelerle bağları hapishanede yattığı günler dışında kopmadı. Üstelik Osman çabuk teşhis edilebilecek tipik birisiydi; polis ve sıkıyönetimin elinde çeşit çeşit fotoğrafları vardı, topal olduğunu da biliyorlardı.

O halde Osman her şeye boş vermiş, maceracı kafaya sahip birisi miydi? Gizli bir güç tarafından korunduğuna mı inanırdı? Hiçbirisi. O, gizlilik sanatının bir ustasıydı. Eskiden beri, gizliliğin takma isim kullanmak, arada bir arkayı kollamak demek olmadığını tekrarlar dururdu. İllegal örgütlenme ve faaliyetle şiddete dayanan devrim; kazanılmış “demokratik özgürlükler”le egemen sınıfların tabiatı; gizlilik ilkesiyle öncü müfreze, legalizmle oportünizm arasındaki ilişkileri derinlemesine ve bütün bağlantılarıyla özümlemişti. Sağ oportünist yasalcılığa karşı uyanık olduğu gibi, maceracıların gizliliği örgütten, kitlelerden, pratikten kopma ve eve kapaklanma anlayışının da dışındaydı.

Gizlilikteki ustalığı, temkinliliğine, dikkatli ve kurallara riayete dayanan disiplinliliğine, çok yönlü yeteneklerine ve yaratıcı uygulamasına, ağzının sıkılığına dayanırdı. Son derece zeki, yetenekli ve yaratıcı olduğundan her duruma uygun somut kurallar çıkarır ve bunları dikkatle uygulardı. Takip ve aramalara karşı uyanık olur; yazışma ve notlarda şifre kullanır; telefonda, dolmuşta, sokakta imalı konuşur; randevulara giderken veya evlere girerken temkinli olurdu. Soğukkanlı davranır ve düşmanı gözünde büyüterek boş yere tehlike korkusuna kapılmazdı. Çoğu kez, faşist rejimin zayıflıkları konusundaki pratik bilgisi ve cesur davranışları onu tehlikeden kurtarırdı, ama gereksiz rizikolara da girmezdi.

İskenderun’da bir jandarmanın ölümüyle sonuçlanan hastanede gözaltında tutulan Hacı Köse yoldaşı kurtarma eylemi sonrasında fotoğrafı hemen gazete ve televizyonlarda yayınlanmış, bölgede askeri birlikler ve polis seferber olmuştu. Yoldaşları onun için endişe duyarken, o faşizmin halka halka çemberlerini yarmış, İstanbul’a ulaşmış sakin sakin evin kapısını çalıyordu.

Yine bir gün sokağa çıkma yasağının olmadığı günlerde, gece saat 3 civarında sokakta birkaç yoldaşıyla birlikte kendine ait olmayan bir arabayla gidiyordu. Dar bir sokağa girmişti, yolun ortasına yaklaştıkça büyüyen farlarla karşılaştı. Karşısında askeri bir cip duruyordu ve yol otomatikli mavi bereliler tarafından kesilmişti. Osman hiç bozuntuya vermeden arabanın önünde durdu. Mavi berelilerin başındaki subay sert tonla “eller yukarı, inin aşağı” diyordu. İçerdekileri aradılar, komando subayı diğerlerinden ayrı olarak Osman’ı birkaç dakika sorguya çekti, arabanın koltuk altlarını, bagajını aradı. Sahte kimliğini, ehliyet cüzdanını gözden geçirdi ve sorgulayarak çelişki yakalamaya çalıştı. Ama boşunaydı. Sonra komando subayı “haydi binin” demek zorunda kaldı. Bu, onun için en basit ve günlük olay niteliğindeki örneklerden biridir.

Bir defasında da ev tutmuştu. Ev sahibi kontratı imzaladıktan sonra Osman’a “ben insan sarrafıyım. İnsanı bakınca gözünden anlarım” diyordu. Osman bıyık altından gülmekle yetindi, sonradan bu adamın MHP yöneticilerinden biri olduğunu öğrenecekti.

Silahları evden eve şehirden şehire nasıl taşıdı, gazeteleri hangi yoldan naklederdi, silahlı eylemlerle ilgili “erketiciliği” nasıl ustalıkla yapardı, polisin tuzak kurduğu TİKB bölgelerinde örgütsel faaliyetlerini nasıl ustalıkla yürütürdü -işte bunlar Osman’ın yeraltı savaşındaki ustalığının sonucudur. Düşmanın ipuçlarını sürerek ulaşabileceği yerleri, gece gündüz demeden nasıl hızla boşalttığını, gizlilik kurallarını çiğneyen en sevdiği yoldaşlarını bile nasıl iyi bir haşladığını biliyoruz.

Burada Osman yoldaşın gizlilik kurallarına riayetin de ötesinde hayranlık verici bir özelliğine değinmeden geçmek olanaksız. Sık sık, bir-iki silahlı eyleme katılınca ya da bazı başarılı işler yapınca şişinen, küçük dağları ben yarattım havasıyla bunları böbürlenerek herkese anlatan, örgüt sırlarını bir postacının evden eve dolaşması gibi önüne gelene anlatan kişilere rastlarız. Bu tipler ya “kahramanlıkları”nı, ya da bulundukları mevkiyi, ya da nasıl her sırrı bildiklerini göstermek için adeta kıvranırlar. Bu, gizlilik ilkelerini ayaklar altına almanın, örgüt sırlarını düşmana açık etmenin en berbat şeklidir. İşte Osman yoldaş bu tiplerin tam karşıtıdır, hem de en uç kutuptaki. Oysa O’nun kadar övünülecek olaya katılmış ve üstün niteliklere sahip olanı yoktur. Bir kez olsun hava atmamış, yaptığı eylemlerden, geçtiği işkencelerden, üstün zekası ve becerikliliğinden dolayı övünmemiştir. Zorunlu olmadığı sürece, en yakın yoldaşlarına bile söylenmemesi gerekeni söylemezdi. İç dökmek nedir bilmezdi. Çok konuşan ve örgüt sırlarını açık edenlere “zevzeklik etme” derdi.

Osman’ın söz konusu bu özelliği, onda gizliliğe uymanın çok ötesinde, alçakgönüllülüğünü gösteren üstün bir niteliktir. Alçakgönüllülük, sadelik Osman’ın doğuştan kazandığı bir erdemiydi. Çoğu kez, ilk bakışta dıştan hangi görevde olduğu, hangi işleri yaptığı belli olmaz; ilk tanıyan kişilerde sıradan bir aydın izlenimi uyandırır, hatta şaka konusu olduğu olurdu. Fakat o bunlara aldırış etmez, bu tür izlenimleri silmek için herhangi bir girişimde dahi bulunmazdı. Elbette bu izlenim çok geçmeden tersine döner, yanılgıya düşen kendi kendinden utanmak zorunda kalırdı.

Burada şunu vurgulamak gerekir ki, Osman’ın yeraltı savaşındaki ustalığı yalnız kendine kalan kişisel bir özellik değildir. Zaten O, yalnız başına gizliliği çok iyi uygulayan bir partizan olsaydı, usta denilmezdi. O yeraltı savaşındaki tecrübe ve yeteneklerini gizli bir örgütün inşasına ve faaliyetlerinin yürütülmesine uygulamış, ustalığını örgüt yönetme sanatında göstermiştir. Aynı organdaki ve alt organlardaki yoldaşları ondan öğrenmiş, eleştiri ve uyarılardan yararlanmışlardır. Gizliliği örgütsel faaliyetin her alanına uygulama yeteneği, tecrübesiyle yoldaşlarının saygısını toplamıştı.

 

Proletaryanın sade yaşamı yüksek komünist ahlak

Osman yoldaş proletaryanın manevi erdemleriyle ve yüksek komünist ahlakla donanmış bir komünist önderdi. Sadelik, alçakgönüllülük, çalışkanlık, fedakarlık, cesurluk, dürüstlük, ciddiyet ve sorumluluk duygusu gibi niteliklerin tümünü kişiliğinde birleştirmişti. Bunlar bizim ona yoktan yakıştırdığımız şeyler değil, gerçekte varolan ve tanıyanlar tarafından çok iyi bilinen özellikleridir.

Enerjisini, tümüyle devrim davasının ve örgütün çıkarlarına vermiş, kafasını ve yüreğini devrime adamıştı. Çalışkanlık onun iliğine işlemişti. 1975 yılından beri bir makine düzeneğiyle sabah erkenden gün ışımadan kalkar, yola koyulurdu. Gün nadiren onun üzerine doğardı. Sabahtan akşama yemek yemeden dolaştığı, birkaç zeytin ve bir dilim peynirle ya da bir tas çorbayla akşama kadar idare ettiği çok olmuştur. Sabahtan akşama kadar örgütün işleriyle uğraşır, zamanını boş geçirmezdi. O yorgunluğunu göstermez ve bundan da şikayet etmezdi, bunu görmek için onunla aynı evde kalmak yeterliydi, çünkü geç saatlerde eve döner yemeğini yedikten sonra başını yastığa koyar koymaz uykuya dalardı.

Yaşamı proletaryanın sade yaşamıydı. Gizlilik gereği bazı zamanlardaki şık giyimi sayılmazsa, genellikle ne bulursa onu giyer, fazla masraftan kaçınırdı. Örgütün mali olanakları onun elinden geçtiği halde, sanki parası yokmuş gibi davranırdı. Öyle ki, topallığı nedeniyle özel ayakkabı yaptırması gerektiği halde fazla para gider diye yaptırmamış, ısrarlara aldırış bile etmemişti. Sinema, tiyatro, oyun, yüzme gibi şeylere ne vakit ne de para ayırırdı. İçkiye eskiden düşkün olduğu halde yıllardır eğilim duymamıştı. Eskiden iki paket sigara içerdi, oysa sigarayı bırakanlar arasında bir tek O, ölümüne kadar bir daha içmemişti. Satrancı çok sevdiği halde, çok vakit aldığı için oynamazdı. Hasta olduğu zamanlarda bile özel beslenme zorla kabul ettirilirdi, çoğu zaman da kabul etmezdi. Ailesiyle hiçbir gerici bağı yoktu, sık sık ailesini görmek için bahane icad edenlerden, burjuva ahbaplık ilişkileri, dost ve aile ziyaretleri ile vakit öldürenlerden değildi.

Osman devrimciliği bunlarla sınırladığı için mi böyle yapardı? O, Hint fakirinin çile doldurma anlayışıyla hareket eden bir çileci miydi? Hayır. O bunları, gösteriye kaçmadan ve yapay zorlamalara girmeden, kavganın ateşi içerisinde profesyonel devrimcilik anlayışının ve komünist ahlakın bir sonucu olarak benimsemiştir. Osman yoldaş kendini davaya adamış, yaşamını onun gereklerine uydurmuş, burjuva dünyasının rahatlık ve alışkanlıklarıyla bağını kesmiş kusursuz profesyonel bir devrimci örneğiydi.

Bilinen birçok tip vardır. Kendileriyle ilgilenilmediğinden sık sık şikayetçi olurlar, iyi giyinmeye, iyi beslenmeye, özel ayrıcalıklar edinmeye bakarlar. Bu tipler genellikle hastalıklarını, ailelerinin durumunu bahane ederek aile yaşamlarının ve rahatlarının bozulmaması için bin dereden su getirirler. Kendilerini örgütün, özel çıkarları genel çıkarların üstüne çıkarırlar.

İşte, Osman yoldaş bu tiplerle taban tabana zıttır. Fedakarlığı, kolektif yaşama uyumu, çalışkanlığı, sadeliği ve dürüstlüğü ile kahraman ve cesur tavrı arasında tam bir uyum, sağlam bir tutarlılık vardır. O, tüm bu nitelikleri basit ahlaki bir sorun olarak yalnız başına değil, ihtilalci komünizmin dünya görüşü, düşünce ve davranış bütünlüğü içinde birleştirirdi. Yoldaşlarına, yoksul halka karşı sevgi ve saygısı, kibarlığı ve yardımseverliği onun ilk anda fark edilebilen özellikleridir. Yoldaşları hasta olduğunda, işkence gördüğünde, öldüğünde çok üzülür, kimseyi kırmamaya özel bir itina gösterirdi. Eğer yoldaşlarını canı sıkkın görmüşse, onların özel bir sorunları varsa, bunun nedenlerini anlamak için sondaj yapar, ona yardımcı olmaya can atardı. Kadın yoldaşlara ve emekçilere karşı feodal ve burjuva tarzda değil, devrimci tarzda davranırdı. En yorgun olduğu anlarda bile sessizce mutfak ve ev işlerine el atardı.

Sınıf düşmanlarına karşı sınırsız bir öfke ve kinle dolu bu unutulmaz kahraman, çocuklara ve yoksul emekçilere karşı sevgiyle doluydu. Öyle ki çocuklar hemen ona ısınır ve dost olurlardı. 3-4 yaşındaki bir çocukla aynı evde kalıyorlardı, çocuğun komşulara ve çevredeki çocuklara bazı açıklar vermesi mümkündü. Fakat Osman çocuğu öylesine eğitmişti ki, o takma isim kullanmaya alışmış, tanımadığı kimselerin sorularını cevapsız bırakmayı öğrenmişti. Çocuk gerçek ismini annesinden ve Osman’dan başka hiç kimseye anlatmazdı.

İşçilere ve yoksul köylülere karşı saygılı davranır ve onlarla çok çabuk ilişki kurardı. Henüz sınıf bilincine varmamış emekçilerin, önüne çıkardığı engeller karşısında sabırlıydı. Eylemlerinde, silahlı çatışmalarda halka bir zarar gelmemesi için azami dikkat gösterirdi.

 

 

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

 

TECRÜBELİ VE YETENEKLİ ASKERİ KOMUTAN

 

Osman Yaşar Yoldaşcan 1978 yılının ilk günlerinden beri gerilla eylemlerinin hem komutanı hem partizanıydı.

TİKB’nin yeniden inşası döneminde bir kez daha tartışmasız olarak örgütün askeri komutanlık görevi ona verilmişti. Siyasal askeri önderlik ve askeri komutanlık Osman Yaşar Yoldaşcan’ın en başarılı olduğu alan ve onun en fazla gelişme yönü idi. Yoldaşları arasında askeri sorunlardaki teorik bilgisi, pratik tecrübesi, üstün cesareti, fedakarlığı, askeri tekniklerdeki yetenekleri ve savaşma azmi ile sonuna kadar güvenilir askeri bir otorite olarak benimsenmişti.

İhtilalci komünist müfreze TİKB, küçük burjuva akımlardan köklü farklı olan Marksist-Leninist rotasıyla olduğu kadar, militan eylem çizgisi ve silahlı eylemleriyle de faşist karşıdevrimin hedef tahtası olmuştur. Faşizmin silahlı güçlerine karşı militan çizgi ve silahlı eylemlerdeki cesur ve gözü pek saldırı ve aktif savunma tavrı, halkın TİKB’ye olan sevgi ve güvenini kazandırmıştır. Bunda Osman Yaşar Yoldaşcan’ın tartışılmaz bir yeri vardır. Çünkü TİKB’nin militan savaşçı eylem çizgisi Osman yoldaşın usta ellerinde biçimlenmiş, O’nun kahraman şahsında somutlaşmıştı.

Bugün Osman yoldaş ne yazık ki, gerilla savaşındaki ustalığını, yetenek ve tecrübelerini teorik bir düzeye çıkartan yazılı belgeler bırakmadı. Bu örgütümüz için büyük bir kayıptır. Fakat O’nun TİKB’nin askeri örgütlenmesinde attığı adımlar, yerleştirdiği kural ve gelenekler, örgüte mal ettiği silahlı mücadele deney ve birikimi yolumuzu aydınlatacak düzeyde bulunuyor. Şimdi biz artık O’nun attığı temeller üzerinde bıraktığı yerden devam etmek durumundayız.

Osman Yaşar Yoldaşcan, emekçi halkımızın bağrından yetişmiş kahraman savaşçıların hangi düzeylere erişebileceğini kanıtlıyor. O’nun gibi kahraman bir askeri öndere, yetenekli, akıllı ve cesur bir komutana sahip olmaktan, haklı olarak gurur duyuyoruz.

Osman gençliğinde dürüst, kendi halinde bir öğrenci aydındı. Ama bu aydın, sınıf kavgasının ateşi içerisinde başarılı bir komünist önder, kahraman askeri bir komutan haline gelecekti. Askeri bir eğitimden geçmemiş, yeterli olanaklara sahip olamamıştı, hatta bünye olarak -topal olması- dezavantajlara sahipti. Fakat O askeri alanda bir uzman, bu dönemde halkımızın yetiştirdiği en yetenekli komutandı. Çekirdekten yetişti ve ulaştığı düzeyle usta bir askeri önder olduğunu kanıtladı. Kahraman ölümü A diyenin Z de demesi gibi bir zorunluluğun sonucuydu.

Osman Yaşar Yoldaşcan faşist polis ve generallerin korku duyduğu yiğit bir savaşçıydı. Düşman sadece O’nun kahramanlığından değil, üstün zekası, savaştaki hileleri ve ardından iz bırakmazlığından da çekiniyordu. Faşist polis Osman’ı verdiği açıklardan dolayı değil, 1978 yılında bir hainin polise verdiği bilgilerden sonra öğrenebildi. Bu muhbirin verdiği bilgiler, faşist polisin Osman üzerinde özellikle durmasına yol açacaktı.

Komünistlerin, anti-faşist halk savaşçılarının, devrimci kitlelerin Osman Yaşar yoldaşın askeri mücadele ve tecrübelerinden öğreneceği çok şey vardır. O da halkımızın tecrübelerinden ve savaşçı geleneklerinden, gerilla savaşının uluslararası deneylerinden ve somut pratikten öğrenmişti.

 

SİYASAL BİR ÖNDERİN KAVRAYIŞI İLE BİRLEŞEN ASKERİ TAKTİSYEN YETENEĞİ

 

Faşist diktatörlüğe karşı gerilla eylemleri 12 Mart öncesinde yaşanmıştı. Birkaç yıllık aradan sonra derinleşen ekonomik ve politik kriz koşullarında, 1975’leri izleyen yıllarda kademe kademe yükselen kitle mücadelesinin zengin savunma ve saldırı biçimleri ortaya çıktı. Faşizme karşı halk eyleminin biçimlerinden biri de gerilla savaşıydı, bu mücadele yöntemi gitgide ön plana çıktı.

Faşist diktatörlük devrimci hareketi ezmek ve halkın devrimci atılımını kırmak için polis ve ordu müfrezelerini, faşist MHP’yi iç savaş düzeniyle seferber etti. Faşist karşıdevrim, halkın devrimci mücadelesine ve gitgide öne çıkan silahlı eylem biçimlerine karşı, yoğun ve yaygın misillemelere başvurdu. Toplu ve tek tek katletmeler, sokak ortasında kurşunlamalar, işkenceler günlük ve alışılmış olaylar haline gelmişti.

Devrimciler, ileri işçi ve köylüler kendilerini nasıl savunabilirlerdi? Faşizmin misillemelerine nasıl karşılık verilebilirdi? Kuşkusuz bu sınıf mücadelesinin her alanında, her yoldan mücadele etmekle olurdu. Gerilla eylemi ise koşullardan kaynaklanan ve iç savaşa geçiş dönemecinde başvurulması gereken silahlı mücadele yöntemlerinden birisiydi. TİKB diğer faaliyetleri ve mücadele yöntemleri yanında, partizan eylemlerini de yürüttü.

Bu eylemlerin başında Osman Yaşar Yoldaşcan vardı. Örgütün silahlanması, yayın ve ev masrafları, profesyonel devrimcilerin giderleri burjuvazinin paralarına el koyma yoluyla sağlanıyordu. Çeşitli şehirlerde nefret edilen halk düşmanı faşistler, muhbirler cezalandırılıyor, polisin tutukladığı ya da cezaevine attığı devrimciler, gerilla baskınlarıyla kurtarılıyordu. Korsan eylemler, bildiri dağıtmalar, afiş asmalar vb. silahlı müfrezelerin koruması altında yapılıyordu.

Osman, gerilla eylemlerini örgütleyerek yönetmek, onlara katılmakla kalmadı, mevcut nesnel ve öznel koşulların değerlendirilmesi temelinde, öne çıkan askeri mücadelenin gerektirdiği örgütlenme ve hazırlıklara da eğildi ve sorunu, anti-faşist mücadelenin önemli bir konusu olarak ele aldı. Çünkü gerilla mücadelesi örgütün tek tek, düşüncesiz eylemleri olarak görülemezdi; güncel bağlantıları ve geleceğe yönelik yanıyla askeri bir hareketti.

Osman, siyasal bir önderin kavrayışı ile askeri komutanın niteliklerini şahsında birleştirmişti. Fakat O bunları bir çırpıda edinmedi, uzun yıllar içinde çok yönlü bir gelişmeyle kazandı; gerçi bu niteliklerinin gelişmesine sağlam bir temel sağlayan özellikleri eskiden de vardı. Öncelikle, silahlı mücadele sorununa devrimin siyasi stratejisi ve taktikleri ve örgütün siyasal önderliği açısından yaklaşırdı. Örgütün her alanında çalışmış, sınıf bakış açısını derinleştirmiş ve tecrübelerini olgunlaştırmıştı. Marksizm-Leninizmi bilen, davasını özümseyen bir önderin siyasi kişiliğini, askeri sorunlardaki teorik bilgisi, pratik tecrübesi, fedakarlığı, üstün cesareti ve kendine güven duygusu ile dokunmuş askeri komutanlıkla birleştirmişti. Askeri komutan olarak gittiği her yerde, el attığı her işte kişisel otorite kurması öncelikle bu niteliklerine dayanırdı. Askeri sorunlardaki bilgisi ve tecrübesi kadar askeri eylemleri ve ona katılacak kişileri de iyi örgütleyebilen bir önderdi. Osman yoldaşın gerilla eylemlerini sadece komuta kademesinde değil silahlı eylemlerin yürütülüş esnasında da örgütleyici olması, her zaman en iyi partizan formunu koruması onun belirgin özelliğidir. Onun komutanlığı emirler ve koordinasyon düzeyinde kalmazdı. Fedakarlığı, yiğitliği, teknik bilgi ve becerileri, uzak görüşlülüğü, kararlılığı vb. otorite kurması, partizanların saygısını kazanması ve disiplinin sağlanmasında birinci dereceden rol oynardı.

Osman Yaşar Yoldaşcan, TİKB’nin Merkez Komitesi içinde örgütün her türlü sorunu ve faaliyetlerinin bütünü ile yakından ilgilendi. En önemli siyasal kararların alınmasında, mücadele taktiklerinin belirlenmesinde söz sahibiydi. Örgütlenme bürosunda örgüt inşasının sorunlarından baskı ve teknik işlere, ajatasyon ve propaganda faaliyetlerine kadar hemen her alanla ilgilenirdi. Bu nedenle gerek askeri örgütlenme sorununa gerek silahlı eylemlere siyasi bir önderin bakış açısıyla yaklaşırdı. Tek bir alanda çalıştığında bile, asla küçük esnaf dar görüşlülüğüne düşmezdi.

Gerilla savaşını, ülkenin güncel koşullarına bağlayabilmesiyle, örgüt faaliyetiyle bütünleştirmesi ve genel devrimci mücadelenin bir parçası olarak almasıyla “sol” ve sağ oportünistlerden ayrılırdı. Osman yoldaş, gerilla savaşını, dönemin koşulları ve onun diğer mücadele biçimleriyle kaynaştırılması açısından almıştır. Eylemlerdeki ustalığı, askeri taktiklerdeki yeteneği bu perspektifiyle birleştiği için üstün bir değere sahiptir.

Osman yoldaş askeri komutanlığını, Marksist-Leninist askerlik bilimi ve proletaryanın davası ekseninde geliştirdi. Askeri sorunlardaki teorik bilgisi, Marks, Engels, Lenin ve Stalin’e sadakat temelinde yükseldi. Dünya devrim tarihini ve silahlı ayaklanma deneylerini incelemiş, gerilla savaşının uluslararası tecrübeleriyle özel olarak ilgilenmişti. Buna, askeri tekniklerdeki ve silahlar hakkındaki geniş bilgisiyle, bizzat eyleme dayanan pratik tecrübesini ve kişisel yeteneklerini eklemeliyiz.

Osman yoldaşın özelliklerinden birisi de, ülkenin ve dönemin somut özelliklerini hesaba katma yeteneğidir. O, kopyacı ve taklitçi değildi.

 

PARTİZAN SAVAŞINDA PROLETER YOL MU, KÜÇÜK BURJUVA YOL MU?

 

Osman yoldaş modern revizyonizmin tüm çeşitleri karşısında uzlaşmazdı. Askeri sorunlara yaklaşımı revizyonist teorilerin eleştirisi ve Marksist-Leninist askerlik biliminin korunması perspektifine dayanmıştır.

Bugün sözümona Marksizm-Leninizm adına ortaya çıkıp da, militan eylem çizgisini ve silahlı eylemleri, ‘maceracılığın eleştirisi’ sahtekarlığı ardında inkar edenler, Osman’ın nefret ettiği akımlardı. Bu akımlar, görünüşte şiddete dayanan devrimi kabul ediyorlar, fakat özünde silahlı mücadeleyi inkar ediyorlar. Bu da en çok güncel taktiklerde ve pratikte yansıyor, gerilla eylemlerinin karalanmasıyla iyice gün ışığına çıkıyor. 1971 döneminin eleştirisi olsun, bugünün sorunları olsun bunlar tarafından sağ oportünizm kanalına çevrilmektedir.

Osman yoldaş, sağ oportünistlerin “devrimciliği”nin legal mücadele günlerinin ve reformcu dalkavukluğun ötesine gitmediğini çeşitli konuşmalarında belirtmiştir. Bu akımların genellikle askeri sorunlar ve silahlı eylem çizgisi diye meseleleri olmaması nedeniyle, onlarla Osman yoldaşın izlediği yol arasındaki farklılıklara değinmeyi gerekli bulmuyoruz.

Ancak burada TİKB’nin izlediği gerilla savaşı çizgisiyle maceracı yol arasındaki, Osman yoldaşın askeri komutanlığı ile maceracı akımların gerilla önderleri arasındaki farklılığa değinmekte yarar vardır. Çünkü çoğu kez her gerilla eylemine başvuran aynı kaba konabilmekte, Osman Yaşar Yoldaşcan’nın cesareti ve kahramanlığı ile maceracılarınkiler arasındaki köklü ayrım çizgisi kaybolabilmektedir.

Lenin, Rusya’daki zamanın maceracılarına şöyle diyordu:

“Sizin terörcülüğünüz baylar, devrimci ruhunuzun sonucu değildi. Sizin devrimci ruhunuz, terörcülükle sınırlıdır.” (Lenin, İşçi Partisi Üzerine, s.281)

Lenin’in sözleri Osman yoldaşla maceracılar arasındaki farklılığı iyi göstermektedir. Osman silahlı mücadeleye düşkün, eylemlerinde gözü kara, yiğit ve azimliydi. O, silahlı eylemlere katıldıkça şevklenir, en zor günlerde ve yenilgi anlarında bile karamsarlığa ve yenilgiye kapılmazdı. Aksine attığı her adımda sağlamlaşmış ve yetkinleşmiştir. Bunun kaynağında O’nun proletaryanın cesaretine ve atılganlığına sahip olması, savaşçı ruhunu komünist ruhuyla beslemesiydi.

Fakat Lenin’in işaret ettiği gibi, ülkemizdeki maceracıların “devrimci ruhu” da terörcülükle sınırlıdır; onlarda bunun ne önü, ne sonu, ne altı ne üstü vardır. Revizyonizm çeşitleriyle içiçedirler, gerilla eylemi dışında kitle eyleminin tüm biçimlerine kayıtsız, hatta karşıdırlar; bu örgüt faaliyetlerine yaklaşımda, gerilla eyleminin içeriğine bakışta da kendini gösterir. Kötü günlerde karamsarlığa ve yılgınlığa kapılmaları ya da intihar eylemlerine girişmeleri mutlaktır, polisin eline düşünce pek azı çözülmeden direnebilir. Kısaca değindiğimiz bu yansımalar iki sınıfın çizgisi ve ruhu arasındaki farklılıktan kaynaklanmaktadır. Osman yoldaştaki olağanüstü enerjiyi ve fedakarlığı, kahramanlığı ve sağlamlığı, eğer O’nun Marksist-Leninist ideolojisinden ve proleter hamurundan koparırsak anlayamayız.

Son yıllarda maceracı akımlar gerilla savaşını siyasi sokak serseriliği düzeyine düşürdüklerini gösteren sayısız örnekler vermişlerdir. Bunlar, örgütü şekilsiz bir “silahşörler” kalabalığına, örgütsel faaliyeti salt askeri pratiğe, devrimci mücadeleyi yalnızca gerilla eylemlerine indirgemişlerdir. Maceracılar, komünist harekete ve kitlelerin devrimci eylemine zarar vermekte, faşist burjuvazinin eline sürekli koz tutuşturmaktadırlar.

Daha önce çeşitli yönleriyle de üzerinde durulduğu gibi, TİKB gerilla savaşını ülkemiz koşullarındaki devrim stratejisinin, silahlı eylem alanındaki dönemsel fonksiyonu ve gerek bu dönemde diğer mücadele biçimleriyle ilişkisi, gerekse genel silahlı ayaklanmayla bağlantısı açısından almıştır. Siyasal çizgi askeri çizgiye egemendir, askeri örgütlenmede TİKB’nin önderliği vardır. Ne örgütsel faaliyetler ne de eylemler “gerillacılık”la sınırlıdır. İşte Osman yoldaşın askeri bakış açısı buna uygun, pratiği bununla uyumludur.

Bu nedenle, gerilla eylemlerini yönetirken daima nesnel koşulları, kitlelerin ruhsal durumlarını, devrimin çıkarlarını dikkate alırdı. Ona göre, silahlı eylem kitlelerin maneviyatını kırmamalı, aksine güçlendirmeli, devrime zarar vermemeli onu ileriye doğru çekmeli, intikam hareketi değil askeri hareket olarak görülmeliydi.

Osman yoldaş 1971 döneminin küçük burjuva maceracılığını ve onun günümüzdeki uzantılarını bilen, onların Marksist-Leninist eleştirisinden hareket eden bir askeri komutandı. “Öncü savaşı”, “suni denge” teorisi, “Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi”, “Ordu-Cephe” tezleri, Osman Yaşar’ın yalnızca teoride reddettiği şeyler değil, pratikte de itibar etmediği konulardı. Uğraş alanları, silahlı eylemlere yaklaşımı ve Marksizm-Leninizm’in evrensel ilke ve tezlerini savunmadaki katılığı bunun kanıtıdır.

Osman’ın silahları canı gibi sevdiğini söyledik, fakat o silahı ve tekniği insan unsurunun yerine geçiren revizyonist teorinin en kararlı muhalifiydi. Tarihe kitlelerin rolünü inkar eden “öncü savaşı” teorilerine karşı Marksist-Leninist mevzilerden hareket ettiği, bizzat pratiğinden anlaşılır.

Osman Yaşar Yoldaşcan’ın askeri çizgisini, tecrübe ve yeteneklerini, kararlılık ve cesaretini, uzlaşmazlığını küçük burjuva maceracı örgütlerin önderlerinden ayırmak gerekir. Eğer tavırlarında ve ölümlerinde birer kahraman olan Deniz’leri, Mahir’leri, Kaypakkaya’ları ve son yıllarda sayısız yiğitlik örnekleri veren, gözünü budaktan sakınmayan onlarca halk savaşçısı ile Osman’ı aynı kefeye koyarsak yanılırız. Onlar birer kahramandılar, faşizme karşı savaşta cesur ve kararlıydılar, fakat revizyonizmin şekere bulanmış mermileri karşısında pekala yenik düşebiliyorlardı. Kimileri Kuruşçevci revizyonizmin, kimileri de Maocu revizyonizmin ya da Kemalizmin tezlerine sarılabiliyorlardı. Osman Yaşar yoldaş ise küçük burjuva ideoloji ve siyasetleri izleyenlerden temelden farklı olarak Marksizm-Leninizm’e ve proletaryanın nihai kurtuluşu uğruna yürütülen mücadeleye sonuna dek sadıktı. Onun askeri komutanlığını, Marks, Engels, Lenin ve Stalin’in ihtilalci öğretilerinin bayrağı altında yürüttüğü mücadeleden ayrı düşünemeyiz.

1971 döneminden itibaren Osman yoldaş, Maocu revizyonizmin bazı etkilerini üzerinde taşımıştır, fakat daha sonra bu revizyonizmi örgütüyle birlikte kökten reddetti. Maocu “halk savaşı” teorisini teoride ve pratikte eleştirdi ve TİKB’nin silahlı mücadele anlayışını ve pratiğini bu temelde düzeltti.

Osman yoldaşın boyun eğmezliği ve uzlaşmazlığı, emperyalizm ve sosyal-emperyalizm, tekelci burjuvazi ve toprak ağaları ile birlikte her renkten revizyonizm ve reformizmi de kapsamına alırdı. Cesareti proletaryanın engin cesaretiydi. Küçük-burjuva maceracıların övüngenlikleri ve palavracılıkları, yerli-yersiz eylemleri, kitlelerin tarihsel girişkenliklerine karşı inançsızlıkları ve karamsarlıkları, polisin eline geçince rezilleşmeleri ve döneklikleri, tavırlarında ve eylem yöntemlerinde lümpen proletaryayla iç içe geçişleri karşısında tiksinti duyar, bunların saflarımıza bulaşmaması için azami çaba harcardı. Bu nedenle komutası altındaki partizanları, Marksist-Leninist teori ile eğitmeye, sağ ve “sol” oportünist yansımaları somut pratik içinde düzeltmeye büyük önem verirdi. Saflarımızı terk eden bazılarının kaçışlarındaki birinci nedenin proleter yol ile küçük burjuva yol arasındaki farklılığı kavramamak olduğunu söylerdi.

Osman Yaşar Yoldaşcan, yaşamını Marksizm-Leninizm’in şanlı davasına adamış bir proletarya kahramanıdır. Bu nedenle, O’nu Mustafa Suphi yoldaşın açtığı çığırdan ilerleyen ve günümüzde yeni tip kahramanlığın, proletarya kahramanlığının bayrağını taşıyan komünist önder tipi olduğunu görmek gerekir.

 

GERİLLA SAVAŞININ USTA KOMUTANI, ÜSTÜN PLANLAYICI VE UYGULAYICI

 

Osman Yaşar Yoldaşcan, gerilla savaşında uzmanlaşmıştı ve çekirdekten yetişme bir gerilla idi. Komutanlığı böylesine sağlam bir temel üzerinden yükselirdi.

Osman, üstün zekası ve teknik konulardaki olağanüstü becerikliliği ile, şehirlerdeki gerilla savaşının doğasına uygun avantajlara sahipti. En karmaşık işlerin içinden çıkılmasını sağlayan teknik planları hazırlayabilir; araba temininde, silahların gizlenmesi ve taşınmasında hiç zorluk çekmezdi. Tekniğe çocukluğundan beri aşırı ilgi duyduğundan, yetenekli ve yaratıcıydı. Silahların tamirinden, bomba imaline, elektrik işlerine, her işine göre teknik aletler yapabilmeye kadar altından kalkamadığı iş yoktu.

Diğer yandan gerilla savaşı ve komutanlık için gerekli cesareti ve atılganlığı, üstün zekası yanında, soğukkanlılığı ile üst düzeyde bir bileşim oluştururdu. Gerçekte son derece cana yakın, yufka yürekli, yoldaşlarına ve emekçilere sevgi dolu Osman, askeri eylemlerinde duygularını hiç belli etmeyen, heyecan duymayan istisnai özelliğe sahipti. Silahlı eylemlerde her kılığa girebilir ve rahatlıkla her rolü oynayabilirdi; subay, polis, doktor vb. gibi. Faşist düşmana kurşun sıkarken devrimci şiddetin acımasız militanı olduğu görülürdü. Bu özelliklere müthiş enerjisi ve fedakarlığı, sonuna kadar savaşma azmi, hücum ruhu, devrimci girişkenlik ve kahramanlık ruhu eklenirse Osman Yaşar Yoldaşcan tipi komutan elde edilir. O, disiplinli, işlerinde ciddi, sorumlu ve yaratıcı idi.

Şehirlerdeki gerilla eylemlerinde, özellikle faşist diktatörlüğün saldırılarının yoğun olduğu, sıkıyönetimin uygulandığı şartlarda, dikkatli bir planlama ve kılı kırk yararcasına yapılan hazırlıklar gerekir. Osman Yaşar yoldaş gerilla eylemlerinin planlanması ve uygulanmasında ustalaşmıştı. Eylem yerinde çevrede keşif yapar, istihbaratlar üzerinde inceden inceye somut bilgi edinir, seçtiği hedef üzerinde tespit ettiği kişileri görevlendirerek planı için gerekli tüm bilgileri toplardı. Planını bu temel üzerinde biçimlendirir, fakat son şekli partizanlarla tartıştıktan ve onların fikirlerini aldıktan sonra verirdi. Eylem planında, hazırlıklarını elverişli ve elverişsiz etkenleri, muhtemel terslikleri göz önüne alarak yapardı. Gerilla müfrezesindekilerin her birine görevlerini tek tek kavratmadan ve eylem için gerekli tüm malzeme, araç-gereci hazırlamadan, eyleme geçmezdi. Herkese üstün moral gücü aşılamaya ve müfreze içinde askeri disiplini egemen kılmaya özel bir dikkat sarf ederdi. Bir kez eyleme geçtikten sonra hücum ruhu, sonuna kadar savaşma azmi ve ne pahasına olursa olsun hedefe ulaşma anlayışıyla hareket ederdi. Planlamadaki ustalığı ve gerilla savaşının deneylerinden çıkarılan ilkeleri ve kurallarına riayeti, komutan Osman Yoldaşcan’ı başarıya götürdü.

TİKB’nin istihbarat olanakları az, imkanları yetersizdi. Fakat Osman yoldaşın yıllardır bunları yenilgiye uğratmasını ve onlarca eyleminde olmazı olura çevirmesini engellememiştir. Örgütün mali ihtiyaçlarının karşılanması için yaptığı eylemler buna en iyi örnektir.

Osman bir defasında pek tercih edilmeyecek bir istihbarat almıştı, fakat örgütün acil olarak paraya ihtiyacı vardı. İstihbarata göre, para çantasını ele geçirmek zor değildi, fakat bunun hemen birkaç dakika sonrasında polis ve jandarmanın çevrede oluşturacağı çemberi yırtmak zordu. Osman bunu çözdü; birinci olarak çok dakik olmalı ve ani hareket esas alınmalı, ikinci olarak eylemde kullanılacak otomobil sayısı çoğaltılarak manevra kabiliyeti yüksek tutulmalı, üçüncü olarak işe buna uygun bir kadroyla girişilmeli ve kararlı olunmalıydı.

İçinde silahlı muhafızlarla para çantasını taşıyan otomobil, önündeki bir arabanın yolu kapattığını görünce durmak zorunda kaldı. Daha göz açıp kapamaya fırsat kalmadan silahlı muhafızlar teslim alınmış, ellerindeki para çantası ele geçirilmişti. Oradan, hızla yakında bekleyen otomobile geçildi ve uzaklaşıldı. Bir iki sokak ötede bekleyen bir başka otomobile aktarma yapılarak zayıf noktalardan ilerlendi. Biraz sonra yine bir başka otomobile geçildi. Plakanın tespit edilmesi olanaksızdı. Üçüncü otomobille kordon çemberi aşılırken, polis sirenleri işitiliyor ve güvenlik kuvvetlerinin telaşlı koşuşmaları görülüyordu. Çok geçmeden tahmin edildiği gibi polis ve asker yolları kesmiş, çevreyi kordon altına almış, arama ve kontrollere başlamıştı. Ama her şey boşunaydı, ipucu bile bulunamamıştı.

Bir başka eylemin püf noktası da, eylemin yapıldığı yere çok yakın bir mesafede bekleyen bir askeri cemse dolusu askerle karşı karşıya gelmeden işi çözme noktasında düğümleniyordu. Osman bunu da başarıyla sonuçlandırdı. Beklenmeyen bir anda, ani, sessiz ve şiddetli bir darbeyle, en büyük hız ve ortalıkta olağanüstü bir hava yaratmadan soğukkanlılıkla uzaklaşmak yeterli olmuştu.

Gerilla komutanı Osman planlamada usta ve savaş hilelerinin iyi tertipçisi, uygulamada ise cesur, kararlı ve çevikti. Eylemlerini savaşın içinden komuta ederdi. Her türlü gerilla eyleminin altından maharetle kalkar, başarıdan başarıya koşardı. Düşmanın kendisi için, açıkta ve aydınlıkta olması, “elde silah, durmadan koşan, durmadan tekrar ortaya çıkan… hiçbir zaman gözle görülmeyen” gerilla savaşı avantajıyla değerlendirilmesini çok iyi öğrenmişti. Polis ve sıkıyönetim Osman’ı Adana’da ararken O İstanbul’da bir başka eylemin peşindeydi. Ya da onlar aybaşlarında “para gaspı” eylemi beklerken Osman herhangi bir günde veya yerde ya bir faşist elebaşının canını alıyordur, ya da cezaevinden bir yoldaşını kaçırıyordur.

Komutan Osman Yoldaşcan, gerilla eyleminin ülkemizdeki kendine özgü yanlarını kavramıştı. O ülkemizde gerilla eyleminin en ileri düzeyini TİKB bayrağı altında birikimi ve ustalığı ile kendi şahsında birleştirmişti. Gazetelerden takip ettiği birçok gerilla eyleminin zaaflarını kolaylıkla tespit edebiliyordu. Latin Amerika maceracılarının eylemlerinin şişirilecek bir yanı olmadığını, bunların büyütülmesinin küçük-burjuva reklamlara dayandığını, Tupamaros’lara ait bir kitabı okuduktan sonra söylemişti.

 

HÜCUMDA EN ÖNDE, GERİ ÇEKİLİRKEN EN ARKADA

 

İşçi sınıfı ve halkın mücadelesinin tarihinde şanlı bir yere sahip anma günleri, devrim takvimindeki önemli günler Osman Yoldaşcan’ın hassasiyetle üzerinde durduğu bir konuydu. O, halkının mücadeleci geçmişine ve savaşçı geleneklerine saygı duyardı. Bu nedenle, her zaman bu günler için önceden hazırlanır, öneriler getirir, hiçbir şey yapılamayacak durumda bulunuyorsa, afişler, bildiri ve pullar hazırlardı. Bunları, herşeyden önce devrimci gelenekleri canlı tutmak, devrimci mücadeleyi yükseltmek için yapardı.

1980 yılının 15-16 Haziranı’nda, şanlı işçi direnişinin onuncu yılını ona yaraşır şekilde kutlamanın önemini düşünerek, bunun üzerinde daha günü gelmeden kafa yormaya başlamıştı. Faşist diktatörlüğün önlemleri her zamankinden iki kat daha fazlaydı. TİKB’nin güçleri ve eylem olanakları sınırlıydı. Fakat Osman, yoldaşlarıyla bir yandan bildiri, pul vb. hazırlıyor, diğer yandan korsan eylem için hazırlıklar yapıyordu. Birkaç gün önceden eylem alanını saptadı, çevreyi iyice öğrendi, gerekli silah ve araçları hazırladı.

Eylem günü, 15-16 Haziran’da silahlı bir yürüyüş ve kısa bir miting yapıldı. Konuşmanın yapıldığı alanda, en tehlikeli noktayı elindeki şımayzeriyle Osman tutmuştu. Bir gözüyle göstericileri ve silahlı devrim muhafızlarını kontrol ediyor, bir gözüyle de jandarmaların ve polis ekiplerinin gelebileceği yolun ucunu gözetliyordu. Her zamanki gibi sakin ve gösterişsiz, ama son derece dikkatliydi. Tam dağılınacağı sırada, yolun ucundan ağır ağır ilerleyen içi jandarmalarla dolu askeri pikap göründü. Kaybedilecek vakit, diğer yoldaşlarla tartışmaya yer yoktu. Devrimci inisiyatifin sınav zamanı gelmişti; anında ve en uygun yerde müdahale gerekliydi. Osman telaşlanmadan yapılması gerekeni yaptı; otomatiğini ateşledi, araba yana devrildi kaldı. Bir subay iki onbaşı ölmüştü, birkaç asker de yaralıydı.

İş bu kadarla da bitmiyordu. Düzenli olarak geri çekilinmeli ve kayıp verilmemeliydi. Osman büyük bir soğukkanlılıkla etrafındakilere gerekli direktifleri verdi, silahları ve pankartları topladı ve önceden hazır ettiği arabasına yerleştirerek olay yerinden ayrıldı. Olay yerinden en son ayrılan oydu. Daha sonra da durmadı, kim var kim yok ayrı ayrı hepsiyle ilgili haberleri topladı, son bilgileri de öğreninceye, tedbirleri tamamlayıncaya kadar koşturdu durdu.

Planlama, uzak görüşlülük, devrimci inisiyatif, yiğitlik ve kararlılık gibi nitelikler, Osman yoldaşın komutasındaki bu eylemde görülebilir. Eğer bu eylemde gösterilen tavrın yerine bir başkası yapılsaydı, düşman yerine biz ağır kayıplar verecektik, hem de düşmanın verdiğinden kat kat daha fazla. 15-16 Haziran korsan eyleminde hedef düşmanla çatışmaya girmek ve ona saldırmak değildi, eylemin güvenliğini koruma ve savunma esastı. Osman yoldaş burada savunmanın pasif olamayacağı, aktif olması ve karşı hücumları içermesi gerektiği şeklindeki Marksist-Leninist gerilla savaşı ilkesini uygulamanın mükemmel bir örneğini verdi. Jandarmalar gelmeseydi, korsan eylem olaysız kapanacaktı. Askerler geldiğinde ise pasif bir şekilde geri çekilmeye kalkışılsaydı, durum felaket olacaktı. Fakat komutan Osman Yoldaşcan inisiyatifini kullandı, daha düşman gözünü açmadan, saldırı vaziyetine geçmeden, hücum ruhuyla düşmana anında ve en uygun yerde, en şiddetli darbeyi indirdi.

Osman yoldaş düşmanla karşı karşıya gelindiğinde mutlaka çatışmaya girmek gerektiği anlayışına sahip değildi. Gerekli zamanda nasıl en kararlı saldırı ruhunu temsil ederse, uygunsuz ve zor koşullarda geri çekilmesini de bilirdi. Bunu somut durumun somut tahlilinden çıkarırdı. Silahlı mücadelede usta bir komutanın akıllılığına ve temkinliliğine sahipti.

 

GERİLLA SAVAŞINDA DEVRİMCİ İLKELERE BAĞLILIK

 

Osman Yaşar Yoldaşcan savaş sanatına salt teknik ve askeri bir sorun olarak yaklaşmadığı gibi, her şeyin cesaretle yenilebileceği anlayışında da değildi. O, gerilla savaşında “cesaret, gene cesaret, daima cesaret” ilkesine sonuna kadar sadıktı, ama tek yanlı değildi. Gerilla müfrezelerinde yer alan kadroların siyasi bilincinin yükseltilmesine büyük önem verirdi. Ulusal ve sosyal kurtuluş davasının bilincine varmayan, ne için savaştığı konusunda kafası açık olmayan partizanlar mücadelenin istediği güçlük ve fedakarlıklara göğüs geremezler. Nitekim bu pratikte de görülmüştü. Bu nedenle Osman yoldaş kadroların siyasi eğitimine birinci dereceden önem vermiş, bunu askeri eğitimle tamamlamaya çalışmıştı.

Osman iyi silah kullanır, savaş sanatının her sorunundan anlardı. Düşmanın ordu ve polisinin örgütlenme düzeyi, savaş tekniği düzeyi hakkında bilgi sahibiydi. Çeşitli tür silahları kullanabilirdi. Gerilla eylemlerindeki öneminden dolayı kendi gayretiyle şoförlük de öğrenmişti.

Sömürü ve zulüm rejimine karşı duyduğu kin ve nefretin derinliği Osman’da devrimci faaliyete aşırı ilgi ve olağanüstü enerjiye dönüşürdü. Peşine düştüğü askeri eylemleri sonuna kadar kovalar, belirlediği hedefler doğrultusunda arı gibi çalışırdı. Çalışkanlık ve fedakarlık Osman’ın erdemleri arasındaydı. Gerek kanını damla damla devrim davasına harcaması, gerekse tehlikeli ve güç durumlarda ölümü hor gören atılgan tavrı, fedakarlığının köşe taşlarını oluştururdu. Örgütü ve devrim davası için feda edemeyeceği, katlanamayacağı şey yoktu.

Komutan Osman Yoldaşcan bir eylemi yapmaya karar verdikten ve işe giriştikten sonra, düşmana kesin darbeyi indirmede kararlı, ne pahasına olursa olsun hedefe varmada azimli olurdu. Silahlı eyleme hazırlık; karar vermeden önce sorunu etraflıca, elverişli-elverişsiz yönleriyle hesaplamak önemliydi; fakat bir kez işe giriştikten sonra duralamamak, hedefe ulaşma azmiyle savaşmak gerekirdi. Osman devrimci savaş sanatının bu ilkelerini devrimci teoriden biliyordu, ama onlarca eylemin ateşi içerisinde özümlemiş ve ustalık kazanmıştı. Silahlı savaşta ilkelere bağlılığın ya da onları çiğnemenin bedelinin zafer veya yenilgi, başarı veya felaket olacağını söylerdi.

Osman, komutası altındaki partizanları, devrimci saldırı ruhuyla eğitmeye olağanüstü önem verirdi. Hücum ruhu taşımayan, eylem içinde yalpalayan ve kararsızlık gösteren partizan müfrezesinin başarıya ulaşamayacağını tecrübeleriyle görmüştü. Ona göre, devrimci saldırı ruhu, sadece saldırı durumu için değil, savunma durumunda da gerekliydi, yoksa hücum ruhuyla yapılmayan savunma panikten ve bozgundan başkasına yol açmazdı.

Osman yoldaş bir komutanın özelliklerini, gözüpek ve becerikli bir gerillanın ustalığıyla birleştirmişti. Gerilla eylemlerinde oynayamayacağı rol, üstesinden gelemeyeceği iş yoktu. Sorumluluğunu aldığı görevi sonuna kadar götürür, tehlikeli durumların içinden başarıyla sıyrılırdı. Fakat O aynı zamanda yenilgi ve hata yapma korkusuyla da hareket etmezdi. Bu nedenle, devrimci inisiyatif sahibi ve zor durumlarda çabuk ve isabetli karar vermesini bilen cesur bir komutandı.

Osman yoldaş, en iyi savaşçıların düşmanın elinde esir kalarak zararsız hale getirilmesi karşısında hassastı. Hapishanede, karakollarda tutuklu bulunan yoldaşlarını kurtarmak için teşebbüse geçtiği ve başarılı olduğu çok olmuştur. Bu, gerilla eylemlerinin konularından birisiydi. Osman bu yolla bazı yoldaşların özgürlüklerine ve devrimci mücadeleye kavuşmasını sağlamıştır. Sonuca ulaşamadığı eylemler de oldu, fakat bunlar bile gerilla savaşı taktiklerindeki ustalığına gölge düşürmez.

Örneğin İskenderun’da Hacı Köse yoldaşın kurtarılması hareketiyle ilgili eylem bunlardan biridir. Hacı Köse yoldaş bildiri dağıtırken hain HK revizyonistleri tarafından kurulan bir pusuda kahpece kurşunlanmıştı. Yiğit ve kararlı bir komünist olan Hacı Köse yoldaş, bu saldırıda ağır yaralar almış, vücudu delik deşik ve kan kaybeder vaziyette saatlerce sokakta kalmıştı. Sonunda hastaneye götürülmüş ve önceden polis tarafından arandığı için hastanede başına jandarma dikilmişti. Osman bu yiğit yoldaşını kurtarmak özlemiyle yanıp tutuşuyordu. Planını ve hazırlıklarını yaparak hemen harekete geçti.

Osman beyaz bir önlük giymişti ve bu kez doktor rolündeydi. Hastaneye çok önceden yerleşmiş, personelin dağılmasını beklemişti. Hastane koğuşunun kapısında bekleyen jandarmaya doktor olduğunu ve Hacı Köse adındaki hastayı muayene edeceğini söyleyip içeri girdi. İçeri girdiğinde Hacı yoldaşın durumunun beklenmedik bir şekilde ağırlaşmış olduğunu gördü, o halde onu dışarı çıkarmak ölümünü göze almak demekti. Yine de Hacı yoldaşın fikrini aldı. Hacı, serum takılı olmadığında ve doktor başında bulunmadığında kendisini ölümün beklediğini söylemişti. Osman, Hacı yoldaşı kaçırmaktan vazgeçip dışarı çıktı.

Jandarma, ilk defa karşılaştığı bu yabancıdan ve içerde fazla kalmasından şüphelenmişti, silahını ateşe hazır vaziyete getirmeye ve Osman’ı teslim almaya hazırlanıyordu. Jandarma ikazları dinlemedi, tereddüte yer yoktu. Silahlar çekildi ve jandarma vuruldu. Osman olay yerinden hızla uzaklaştı. Fakat İskenderun’da kalmak tehlikeliydi, çünkü gizlenme olanakları kısıtlıydı. Osman düşmanın zayıf noktalarını tespit etti, arama ve kontrolleri aşarak Adana’ya oradan da İstanbul’a geçti. Halbuki o sırada İskenderun altüst edilmiş, Osman’ın ismi televizyon ve basında yayınlanmıştı.

Osman bir askeri komutanda olması gereken devrimci inisiyatife sahipti, bu konuda ustalaşmıştı. Somut durumun tahlilinden hareket eder ve zamanında bağımsız kararlar alırdı. Kendine güven duygusu, kişisel yetenek ve özellikleri devrimci inisiyatifi için sağlam bir temel oluşturuyordu. O, komutası altındaki gerillaların girişkenliğinin gelişmesine de önem verirdi. Faşistlerin cezalandırılmasında, örgüte para temini eylemlerinde birçok kez yakından komuta ederek, fakat inisiyatifi onlara bırakarak yaptığı eylemler vardır. Amacı askeri kurmay yetiştirmek ve partizanların kendi başına hareket etme özelliklerini ilerletmekti. Eylem sonrasında olumlu ve olumsuz yanların muhasebesini yapar, yoldaşlarının sıcak pratikten dersler çıkarması için çalışırdı.

Osman yoldaş inisiyatifin tamamen kendine bağlı olduğu baskınlar ve planlı eylemler dışındaki karmaşık durumlarda karşı hücumların savuşturulması ve kaybedilen inisiyatifin ele geçirilmesinde de başarılıydı. Karşı tarafın baskınlarla ve daha fazla güçlerle ele geçirdiği inisiyatif fazla sürmezdi. En sıkı örgütlülük, devrimci saldırı ruhu ve inisiyatifi elden bırakmama ilkelerine dayanarak kendi komutasındakilerden kat kat fazla güçleri yenilgiye uğratırdı.

1979 yılında HK revizyonistleri, İskenderun’da Hacı yoldaşı ve diğerlerini ağır yaraladıktan sonra, saldırıyı Adana’ya kaydırmışlardı, İstanbul’da katledilen Ali Algül ve Hamit Tekin yoldaşlardan sonra, Adana’da da TİKB’lilere yönelik silahlı saldırılar yoğunlaşmıştı. HK revizyonist çeteleri, dört yoldaşımızı kurdukları kahpe pusularda yaraladılar. Esas amaçları öldürmekti, fakat başarılı olamamışlardı. Bunun üzerine Osman yoldaş Adana’ya gitti ve komutayı eline aldı. TİKB böyle bir çatışmaya girmek istemediği halde, HK revizyonistlerinin saldırıları karşısında kendini savunmak zorunda kalmıştı. HK revizyonistleri sayı ve silah üstünlüğüne sahiptiler ve durmadan haince saldırılar yöneltiyorlardı. Meydan Mahallesi’nde adeta bir sokak savaşı başlamıştı. Osman, HK revizyonistlerine karşı, örgütlenmede üstünlük, sürekli hücum ruhuna ve kararlılığa sahip olma ve inisiyatifi ele geçirme ilkelerine dayandı.

HK revizyonist çeteleri daha fazla güç ve silahla saldırıyorlardı, fakat TİKB savaşçıları karşı hücumlarda ölümüne onların üzerine giderek, cesur ataklar yaparak ve karşı tarafın örgütsüzlüğünden yararlanıp onları darmadağın ederek bozguna uğrattılar. Revizyonist çeteler, hücum ruhu taşımıyor, ilk direnişte korkuya kapılıyor ve inisiyatifi kaybediyorlardı. Korkaklıkları, birbirlerine güvensizlikleri, hainlikten gelen kararsızlıkları her tavırlarına yansıyordu. Osman yoldaşın komutası altındaki savaşçılar HK revizyonistlerine kayıplar verdirdiler ve karalı bir direnişle haince saldırılarından vazgeçmek zorunda bıraktılar. Bozguna uğrayınca, sindiler. Bu deney sürekli ve dağınık sokak çatışmalarında Osman yoldaşın başarısını gösterir.

Bu olaylar sırasında jandarma ve polisler bir mahalleye baskın yaparak içinde Osman’ın da bulunduğu yerden bir kişiyi almak istemişlerdi. TİKB savaşçıları, jandarma ve polis baskınına karşılık vererek, düşmana kayıplar verdirdiler. İki asker ölmüş, iki polis yaralanmıştı.

Osman yoldaş, gerilla savaşı taktiğinin usta komutanı olduğunu sayısız defalar gösterdi. Birçok eylemini gizlilik nedeniyle burada ele alamıyoruz. O, çekirdekten yetişmiş, devrimci savaş sanatının ilkelerini gerilla eyleminin çeşitli biçimlerine yaratıcı bir şekilde uygulamıştı. Faşist diktatörlüğün en ağır saldırıları ve güvenlik önlemleri, Osman yoldaşın gerilla savaşını yürütmesini engelleyemezdi. Çünkü savaşı bir sanat olarak aldı ve çok yönlülüğe dayandı. Yeraltı savaşındaki ustalığı gerilla savaşında mükemmel bir şekilde görülürdü. Üstün zekası, sabırlı, fedakar ve cesur çalışması faşist karşıdevrimin tüm oyunlarını bozar, etkisiz hale getirirdi.

Türkiye işçi sınıfı Osman Yaşar Yoldaşcan’ı kaybetmekle yetenekli ve cesur komünist askeri komutanını kaybetmiştir. TİKB önderi Osman yoldaş gelecekte Türkiye devriminin silahlı ayaklanma günlerinin devrim generali olmaya en yakın adayıydı.

 

BEŞİNCİ BÖLÜM

 

TÜRKİYE İHTİLALCİ KOMÜNİSTLER BİRLİĞİ MERKEZ KOMİTESİNİN, TİKB’LİLERE, DEVRİMCİ DEMOKRATLARA VE TÜRKİYE HALKINA ÇAĞRISI

 

TİKB MK üyesi, askeri komutan, halk kahramanı, proleter enternasyonalist militan, Türkiye işçi sınıfının ve emekçi halkının yılmaz savaşçısı OSMAN YAŞAR YOLDAŞCAN, özgürlük, bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm davası uğruna savaşırken şehit düştü. O, ölüme meydan okuyarak hayatını devrime yiğitçe feda etti ve Türkiye devrim tarihinin ölümsüz kahramanları arasında onurlu yerini aldı.

Osman Yaşar Yoldaşcan, cellat generaller cuntasının devrimcilere ve halk yığınlarına karşı canavarca saldırdığı bir sırada faşist haydut şebekelerine karşı kahraman direnişiyle korku saldı. Silahı ve cesur ölümüyle yazdığı kahramanlık destanı, faşist rejime karşı anlamlı bir isyan çağrısıdır. Yoldaşcan’ın soylu direnişi, gerçekte faşist cellatların yönetimini, kanlı baskı ve sömürü rejimini bekleyen bir ölüm ilanıdır.

Bu nedenle, faşist askeri diktatörlük Osman Yaşar Yoldaşcan’ın yiğit direnişini halk kitlelerinin gözünden gizlemek için elinden geleni yaptı. Faşist basın ve TRT bilinçli olarak bu kahraman direnişi halk kitlelerinden gizledi ve sıradan bir olaymış gibi göstermeye baktı. Çünkü Osman Yaşar Yoldaşcan adının kitlelerin elinde bir devrim meşalesi ve kızıl isyan bayrağı olmasından korkuyordu.

 

TİKB ÜYELERİ, ÜYE ADAYLARI ve SEMPATİZANLARI, DEVRİMCİ KİTLELER!

Yiğit komünist önderimiz, askeri komutanımızın kaybı, örgütümüzde yeri ancak hepimizin fedakar, azimli ve inatçı çabalarıyla, o da uzun sürede doldurulabilecek bir boşluk yaratmıştır. Şimdi bize düşen, Osman yoldaşımızın hayatını feda ettiği şanlı Marksizm-Leninizm davası ve örgütü etrafında sımsıkı kenetlenmek, bıraktığı eseri titizlikle korumak, yarım bıraktığı işleri tamamlamaktır. O’nun komünist ruhuyla donanmalı, üstün komünist niteliklerini edinmeli ve açtığı çığırdan ilerlemeliyiz.

Osman Yaşar Yoldaşcan hiçbir zaman boş bırakmadığı nöbet yerini, şimdi bize devretmiştir.

 

DEVRİMCİ-DEMOKRAT, ANTİ-FAŞİSTLER!

Osman Yaşar Yoldaşcan özgürlük kavgasında, faşist diktatörlüğe, emperyalizme ve sosyal emperyalizme karşı halkımızın mücadelesinde şanlı mücadele geleneklerini ve yiğit karakterini şahsında dile getiren kahraman bir devrim savaşçısıdır. Tüm devrimci-demokratlar, Osman’ın kaldırdığı isyan bayrağına ses vermelidir.

Ancak ne yazık ki, Osman Yaşar Yoldaşcan’ın kahraman ölümü karşısında devrimci-demokrat hareketlerin saflarından ne bir ses, ne bir tepki geldi. Küçük-burjuva grup zihniyetinin ve anti-faşist mücadele karşısındaki duyarsızlığın bir yansıması olan bu durum, proletarya ve halkın mücadelesinden yetişen ölümsüz halk kahramanlarına, yiğitlik ve kahramanlık geleneklerine ve devrim cephaneliğindeki mirasa karşı kayıtsızlığın ürünüdür.

Oysa, tıpkı diğer devrim şehitleri ve kahraman halk savaşçıları gibi, ölüme başı dik giden ve soylu bir direniş destanı yaratan Osman Yaşar Yoldaşcan adı, anısı ve eylemi hepimize ışık tutan bir mirası oluşturuyor. Biz O’nu yalnız örgütümüzün malı olarak değil, tüm devrimcilerin, Türkiye halkının sahip çıkması gereken bir halk kahramanı olarak görüyoruz. Bu nedenle, Osman Yaşar Yoldaşcan adı karşısında sessiz kalınmamalı, O’nun halkımıza mal edilmesi, devrimci kavgamızda bir bayrak haline gelmesi devrimci bir görev olarak görülmelidir.

 

İŞÇİLER, KÖYLÜLER, TÜM EMEKÇİLER!

Komünist önder, yiğit anti-faşist savaşçı Osman Yaşar Yoldaşcan’ın faşist zalimler karşısında gösterdiği boyun eğmez, militan, cesur tutum bizler için yol göstericidir. O’nun kaldırdığı devrimci isyan bayrağı, bizlere sömürü ve zulümden kurtuluş yolunu gösteren bizim bayrağımızdır. Bu yüce bayrağın altında toplanalım, faşizme karşı mücadeleye atılalım. Bu kahpe ve zalim düzen biz güçlü yumruğumuzu onun beynine indirmedikçe yıkılmaz. Bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm davası fedakarlıklar olmadan, şehitler vermeden, kan, ter ve gözyaşı dökülmeden zafere ulaşılamaz. Faşizm, ancak emekçilerin demir ökçeleriyle ezilir, ezilecektir.

Öyleyse, şehitlerimizin bıraktığı yerden devrimci direniş bayrağını devralalım ve devrim kavgasını sürdürelim. Faşist düşmanın katlettiği yüzlerce özgürlük savaşçısı bizlerden tek bir şey istiyorlar: FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜ YIKMAK VE DEVRİMİ ZAFERE ULAŞTIRMAK… Yiğitlerimizin bu çağrısını cevapsız bırakmayalım, yıllardır içimizde biriktirdiğimiz kinimizi, öfkemizi kollarımızda toplayarak sömürü ve zulüm düzenini yerle bir etmek üzere ileri atılalım.

TİKB, Osman Yaşar Yoldaşcan’ın ölümünden doğan acıyı kuvvete dönüştürdü. Adı ve anısı unutulmayacak ve davamızda yaşayacaktır. Halkımızın bu proletarya kahramanını kalbinde ve davasında yaşatacağına, yüce adını hiçbir zaman unutmayacağına inancımız sonsuzdur.

 

OSMAN YAŞAR YOLDAŞCAN’A BİNLERCE SELAM!

UNUTULMAZ VE ÖLÜMSÜZ PROLETARYA KAHRAMANININ ANISINA SONSUZ SAYGI!

 

 

(*) İlk olarak 1980 yılının Kasım ayında illegal olarak hazırlanan broşür, “Yediveren Yayınları” tarafından Eylül 2000 tarihinde, yeni yazılar ve belgelerle birlikte “İlk Kurşun” adıyla tekrar basıldı. Bu kitaptan kısaltılarak alınmıştır.

Bunlara da bakabilirsiniz

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …

Ser verip sır vermeyen yiğit: İSMAİL GÖKHAN EDGE

İsmail Gökhan Edge, Diyarbakır işkencehanelerinde sır vermedi, ser verdi. O, 1953 yılında Eskişehir’de doğdu. İzmir …