Yerel seçimlerin ardından kısa bir mola veren burjuva klikler arası mücadele, sonbaharda hareketlenecek görünüyor. Bir süredir AKP’nin içinde kaynayan kazan, Eylül-Ekim aylarında yeni partilerle farklı bir yöne evrilecek. Kavganın daha açıktan süreceği bir döneme giriliyor.
Elbette Erdoğan da bunun farkında. Onun için rakiplerinden önce ataklar yaparak ön kesmeye çalışıyor. Bir yandan “içeriyi” sağlama almaya, rüşvet ve tehditle erimeyi durdurmaya çabalıyor; diğer yandan dışarıya dönük şiddeti arttırarak şoven-milliyetçiliği körüklüyor, kitlelere gözdağı veriyor.
Amerikan askerleri Türkiye’de
AKP’nin kuruluşu ve işbaşına getirilmesi, ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarları doğrultusunda gerçekleşti. ABD, yeni paylaşım savaşında Türkiye’yi Ortadoğu’daki savaşın “merkez üssü” yapmak için AKP’yi bir “savaş hükümeti” olarak işbaşına getirmişti. O yıllarda Erdoğan, ABD’nin Ortadoğu’yu parçalayıp kendine bağlama projesi olan BOP’un (Büyük Ortadoğu Projesi) “eşbaşkanı” olmakla övünüyordu.
Her ne kadar 1 Mart tezkeresinin meclisten geçmemesi, ABD’nin Irak işgali planlarında kimi değişikliklere yol açtıysa da, ABD, bunun intikamını TSK başta olmak üzere devlet kurumlarındaki Avrasyacılar’a savaş açarak aldı. Ayrıca tezkereye rağmen AKP eliyle birçok isteğinin yerine getirilmesini sağladı. Sonrasında Libya ve Suriye’de Türkiye’yi aktif biçimde kullandı.
Şimdi “güvenli bölge” denilerek, ABD askerleri Türkiye’nin Suriye sınırına yerleşiyor. Yani 1 Mart’ta reddedilen maddeler, fiilen yaşama geçiyor. Güya halen yürürlükte olan anayasaya göre bir savaş durumunda meclisten karar çıkması gerekirken, o bile yerine getirilmedi.
Suriye sınırını kapsayacak “güvenli bölge”nin derinliği başta olmak üzere pekçok noktada belirsizlikler sürüyor. Ama içte savaş çığırtkanlığı ve Kürt düşmanlığı ile şoven-milliyetçilik yükseltilerek, başta kriz olmak üzere kitlelerin yaşamını doğrudan ilgilendiren konuların üzeri kapatılıyor.
15 Temmuz sonrası ABD ile ilişkileri gerginleşen Erdoğan, Rusya’ya dönmüş ve ABD’nin itirazlarına rağmen S-400’leri almıştı. Şimdi yeniden ABD ile artan işbirliği, Rusya ve İran’la kurulan bağları zayıflatıyor, hatta karşı karşıya getiriyor. Rusya-İran-Türkiye arasında imzalanan “Soçi mutabakatı” fiilen son bulmuş durumda. Suriye ordusu, Rus hava gücü desteği ile İdlib’i cihatçılardan temizlemeye başladı. Türkiye “Soçi mutabakatı” kapsamında verdiği sözleri yerine getirmedi. Şimdi Rusya, Türkiye’yi hem bu konuda suçluyor, hem de İdlib’deki cihatçıları dünyanın diğer bölgelerine göndermekle…
Türkiye, ABD ve Rusya arasında zikzaklı dış politikasının sonuçlarını yaşıyor. ABD ile işbirliği, Rusya’nın desteklediği Suriye ordusuyla açık savaşa girme durumuna getirebilir. Önümüzdeki günlerde bu bir risk artacaktır.
Kayyumlar, Kürt halkına açık saldırıdır
Suriye sınırında “güvenli bölge” konuşulur ve ABD ile ilişkiler artarken, Diyarbakır, Mardin ve Van büyükşehir belediyelerine kayyum atandı.
15 Temmuz sonrasında OHAL koşullarında, Kürt illerindeki HDP’li belediyelere kayyum atanmış, birçok belediye başkanı ve çalışanı tutuklanmıştı. 31 Mart seçimlerinde kayyum atanan bu yerleri HDP yeniden kazandı. Hem de AKP kayyumları aday gösterdiği ve onların kazanması için her yolu denediği halde…
Bu durum karşısında AKP, önce HDP’nin Diyarbakır-Bağlar olmak üzere 6 ilçe ve 2 beldede kazandığı belediyelerin başkanlarını KHK ile işten atıldıkları gerekçesiyle görevlerine son verdi ve seçimde ikinci olan AKP’li adayları o koltuklara oturttu. Şimdi ise üç büyük şehirdeki belediye başkanlarını PKK’ye yardım ettiği ve “eşbaşkanlık” sistemi uyguladıkları gerekçesiyle görevden alıp, onların yerine valileri geçirdiler.
AKP uzun süredir işi kılıfına uydurma zahmetine bile katlanmıyor. Son derece keyfi ve yasadışı kararlar alıp uyguluyor. Bu karar, Kürt halkının iradesine doğrudan bir saldırı olduğu gibi, seçimlerin de anlamsızlığını bir kere daha ortaya koydu.
7 Haziran 2014 seçimlerinden bu yana AKP bunu hep yapıyor. Kürt illerindeki belediyelere de üçüncü defa el koymuş oldu. Eğer bu saldırıları ilk yaptığında ciddi bir direniş ortaya konsaydı, önü baştan kesilir, bugünlere gelinmezdi. Fakat her defasında burjuva muhalefetin peşine takılıp “sandıkta hesap soracağız” denilerek, gerçekte AKP’nin minderinde dövüşüldü. İşte sonuçları ortada…
Topyekün saldırıya
topyekün direniş
AKP sadece Kürt halkına saldırmıyor. İşçi ve emekçiler üzerindeki saldırıları da artıyor. Kriz sonrası işsizlik ve yoksulluk daha da büyüdü. Başta gıda olmak üzere temel ihtiyaçlar en az yüzde 50 civarında artarken, ücretlere yüzde 3’lük zam dayattılar. Sözde pazarlıklarla en fazla yüzde 8’le işi bitirdiler.
İşçiler ve memurlar, bir kez daha sarı sendikaların satışına şahit oldu. Koltuklarına yapışmış bu sendika ağalarını söküp atmadan haklarını alamayacaklarını yeniden görmüş oldular.
31 Mart ardından 23 Haziran’da büyük bir seçim hezimeti yaşayan AKP’nin kendine çeki-düzen vereceği, politikalarını yumuşatacağı beklentisi yayılmıştı. Oysa AKP, her yenilginin ardından daha fazla saldırıya geçmişti, bu sefer de öyle oldu. Düzen partilerinin yaydığı “her şey güzel olacak” iyimserliği kısa zamanda kayboldu. İşçi ve emekçiler gerçeklerle bir kez daha yüz yüze geldiler.
Son kayyum kararı, AKP’nin sadece seçimlere yüklenen bir muhalefetle gitmeyeceğini net biçimde ortaya koyuyor. Düzen partileri ve sarı sendikalarla AKP’ye karşı mücadele edilemeyeceğini gösteriyor. Kendi gücümüze güvenmek, kendi örgütlülüğümüzü yaratmak dışında bir seçeneğimiz yok. AKP’nin topyekün saldırısına topyekün direnişle yanıt vermekle karşı karşıyayız.
Zayıflayan AKP, güçsüzlüğünü saldırganlıkla bastırmaya çalışıyor. Esasında hem kitle desteğini kaybetti, hem de burjuva klik çekişmesinde büyük bir yara aldı. Mücadelenin yükseldiği koşullarda ayakta duramayacak. Fakat kendiliğinden de gitmeyecek, vurmazsak yıkılmayacak!
Bunun bilinciyle ve geçmişten çıkaracağımız derslerle direnişi büyütmeli, AKP’nin bu pervasız saldırılarını durdurmalıyız!