Kim yaparsa yapsın, ORMAN YAKANLAR KINANMALIDIR!

pdd-arka-logo-1

Yaz ayları boyunca, ülkenin dört bir yanında orman yangınları yaşandı. Zaten son yıllarda orman yangınlarında gözle görülür bir artış vardı. Üstelik yetkililer bu yangınları adeta seyrediyor, söndürme faaliyetlerini “dostlar alışverişte görsün” tarzında yürütüyordu. Bu yıl ise, işi ifrada vardırdılar. Günlerce ormanlar cayır cayır yanarken, THK’nın yangın söndürme uçaklarını kullanmayıp helikopterle söndürmeye kalktılar. Orman Bakanı, ipe-sapa gelmez çelişkili sözler sarfetti. Bu durum tepkileri daha da arttırdı; yangınların arkasında AKP’nin olduğu, en azından gözyumdukları yönündeki inancı pekiştirdi.

Kitlelerin gözünde ormanları yakanlar, inşaat şirketlerine yeni rant alanları açmak isteyenlerdi. Önce orman yakılıyor, sonra bir yasa ile o bölge imara açılıyor, ardından oteller, rezidanslar yükseliyordu. Ya da maden şirketlerine daha rahat çalışabilmeleri için zemin hazırlanıyordu. Her halükarda hükümetin ve kapitalist-emperyalist şirketlerin çıkarına yarıyordu. Bunun farkında olan halk, hükümeti suçluyor, ona olan tepkileri artıyordu.

Bu yıl tepkiler öncekilerden daha fazla oldu. Kaz Dağları’nda altın arayan maden şirketiyle birleşen şekilde AKP’nin doğa katliamına duyulan öfke, artık eylemlere dökülmeye başladı. Tam da böyle bir dönemde PKK öncülüğünde oluşmuş olan “Halkların Birleşik Devrim Hareketi” (HBDH) İstanbul-Aydos ve Muğla’da çıkan yangınları kendilerinin yaptığını açıkladı. Arkasından Nuçe Civan sitesinde “Ateşin Çocukları İnisiyatifi” adına yapılan açıklamada, onlarca orman yangını üstlenildi.

Bu konuda köşeye sıkışan AKP için, bulunmaz bir fırsat doğdu. Yandaş medyası aracılığıyla “bizi suçlamayı bırakın, yangınları PKK çıkartıyor” diyerek, işin içinden sıyrılmaya kalktılar. Her orman yangınında AKP’ye öfke saçan halk ise, şaşkınlık içine düştü. Bu, devletin bir yalanı mıydı, yoksa gerçekten PKK mi yapmıştı?!

Sözkonusu açıklamalar, ANF ve Nuçe Civan sitelerinden duyurulmuştu ve sonrasında herhangi bir yalanlama da gelmedi.

Dahası, HDP milletvekili Ahmet Şık başta olmak üzere kimi HDP’lilerden de tepki almış, karşılıklı atışmalara yol açmıştı. Yani inanılması zor da gelse, bazı yangınları bu örgütlerin yaptıkları kesinleşti.

 

Böyle eylem olur mu?

Halkların Birleşik İntikam Milisleri (HBİM) adına yapılan açıklamada; devletin Kürdistan’ın çeşitli illerinde yaptıkları doğa katliamı sıralanıyor, ardından “milislerimiz, Kürdistan’daki doğa katliamına misilleme olarak İstanbul ve Muğla’da iki sabotaj eylemi gerçekleştirmiştir” deniyor. Ve yangınların ardından köylerin, otellerin boşaltıldığını, iş makinelerinin yandığını, turistlerin bölgeyi terkettiğini söyleyerek, bu sayede turizme darbe vurdukları iddia ediliyor.

Neresinden tutsanız iler-tutar yanı olmayan bir yaklaşımla karşı karşıyayız.

Birincisi, “devletin doğa katliamı” sadece Kürdistan’da değil, Karadeniz’den Ege’ye yurdun dört bir yanında gerçekleşiyor. Kürt illerinde daha fazla olması ve gerilla mücadelesini engellemek gibi bir fark bulunması dışında, ülkenin tamamında doğayı ve tüm canlıları katlediyorlar.

İkincisi, devletin yaptığı yöntemlere “misilleme” adına aynı şekilde yanıt verilir mi? Verilirse, ondan bir farkın kalır mı? Bir başka ifadeyle “amaca giden her yol mübah” mıdır? Hem de “doğa katliamı” gibi asla kabul edilemeyecek bir biçime “eylem”, dahası “devrimci eylem” denilebilir mi?

İşkence nasıl insanlık suçuysa, doğa katliamı da insanlık suçudur! Devlet işkence yapıyor diye, nasıl düşmana bile işkence yapılmasını reddediyorsak, orman yakmak gibi bir doğa katliamını da aynı şekilde reddetmeliyiz. Üstelik doğanın sınıfsal bir kimliği, işlediği bir suçu da yoktur, olamaz!

Üçüncüsü, bu tür bir “misillleme” anlayışı, at iziyle it izini birbirine karıştıran, her tür provakasyona açık bir ortam yaratır. Oysa devrimci bir eylem, hiçbir boşluğa, çarpıtmaya imkan tanımayacak netlikte mesajların doğru şekilde verildiği ve yerine ulaştığı somutlukta olmalıdır. Öyle bir hat izlenmelidir ki, işçi ve emekçiler, devrimci eylemle provakatif girişimleri rahatlıkla ayırdedebilsin, ‘bunu devrimciler yapmaz’ diyebilsin. Bu da ancak devrimci eylem çizgisinin arılığını korumakla, bu çizgiden sapmayan bir pratik sergilemekle olur.

Aksi halde tıpkı orman yangınlarında olduğu gibi, devlete, işlediği suçları devrimcilerin üzerine atma fırsatı verilir ve halkın da buna inanmasına yolaçar. Yani devletin yalan ve demagojisine zemin hazırlanmış, ona hizmet edilmiş olur.

 

Ama’sız, fakat’sız kınamak 

PKK’nin önceki yıllarda kitle ve doğa katliamına dönük eylemleri olmuştu. Şimdi Türkiye Devrimci Hareketi’nden birçok örgütü içinde barındıran HBDH gibi cephesel bir örgütün de benzer yöntemlere başvurduğunu görüyoruz.

HBDH’nin bundan önceki eylemleri de sorunluydu. Örneğin Kılıçdaroğlu’nun da içinde bulunduğu CHP konvoyuna Artvin-Şavşat yolu üzerinde saldırı düzenlenmesi; Dersim-Ovacık’ta halktan insanların yaralanmalarına yolaçan, adliye lojmanları önünde bomba yüklü bir arabanın patlatılması gibi… HBDH içinde yer alan örgütler, ideolojik-siyasi olarak Kürt ulusal hareketinin yörüngesine girmekle kalmadılar, eylem çizgisiyle de ona benzediler. Artık işi, orman yakma raddesine kadar vardırdılar.

Üstelik HBDH’nin içinde kendine devrimci, komünist, marksist-leninist diyenler bulunuyor. Bu yönüyle tüm devrimcileri zan altında bırakan, onları kitleler nezdinde zora sokan bir yanı da var. Daha önemlisi, Kürt hareketinden başlayıp Türkiye devrimci hareketine sirayet eden yanlış eylem biçimlerinin böylesine yayılabilmesi ve savunulabilmesidir.

Elbette bunu, güçlü bir karşı çıkış göremediklerinden yapabiliyorlar. Oysa her kim yaparsa yapsın doğaya ve halka zarar veren eylemlerin karşısında durmak ve kınamak gerekir. Hiçbir bahanenin arkasına saklanmadan, son dönemin yaygın deyimiyle “amasız, fakatsız” tepki göstermek olmazsa olmazdır. Yanlışa yanlış demek, ilkeli ve tutarlı olmak için, komünist ve devrimci olmaya bile gerek yoktur. Kendisine saygısı olan herkesin böyle davranması gerekir.

Orman yakmak gibi bir suçu “eylem”, “misilleme” diyerek yücelten ve oradan kendilerine dokunulmazlık sağlamaya kalkanlara, ciddi bir tepki gösterilmez ise, bu tür eylemlerin ne yazık ki sonu gelmez. Ve bu durumun zararını tüm devrimciler çeker.

Hal böyleyken karşı çıkışlar kişisel ya da sınırlı kalmaktadır. Oysa tüm devrimci-demokrat kesimler, kitle örgütleri, bu tür eylemleri kınamalı ve bunu yapan örgütleri özeleştiri yapmaya zorlamalıdır. Bu örgütlerin tabanlarında yeralan devrimciler de tepkilerini ortaya koymalı, örgütlerini devrimci tarzda sorgulamalıdır. Öyle bir basınç oluşmalıdır ki, bir daha hiçbir örgüt bu tür biçimlere bir daha başvurmasın, başvuranlara izin vermesin…

Bunlara da bakabilirsiniz

Metal’de -yasağa rağmen- grevler sürüyor

Birleşik Metal-İş Sendikası (BMİS) 5 işletmede TİS görüşmelerine 9 Ağustos’ta başlamıştı. Bunlardan 1’i hariç 4’ü …

ASGARİ ÜCRET ve BİZ EMEKLİLER…

17 bin 2 TL olan asgari ücrete yapılacak zam, günümüzde en temel gündem maddelerinden birisi. …

İEB, savaş bütçesine karşı mücadeleye çağırıyor

Mecliste görüşülmekte olan yağma ve savaş bütçesine, işçilere layık görülen sefalet ücretine karşı, İşçi Emekçi …