YEP değil, İMF Programı

İşçi ve emekçilerin cebindeki son kuruşları da hedefleyen yeni bir İMF programıyla karşı karşıyayız.

AKP hükümeti, “artık bir daha İMF kapısına gitmeyeceğiz” diyerek yıllar boyunca kitleleri kandırdı; oy kazandı. Ve ekonomik krizin geldiği bu aşamada, yeniden İMF’nin kapısına dayandı, borç dilendi. Karşılığında, işçi ve emekçiler için çok ağır saldırılar içeren bir ekonomik program hazırlandı, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak tarafından da açıklandı.

Tek fark, bu İMF programının adında “İMF” kelimesinin geçmemesidir. Makyaj yapılmış, maskeler takılmış, süslü lafların ardına gizlenen ağır bir saldırı programı piyasaya sürülmüştür. Adına YEP (Yeni Ekonomi Programı) denmiş; İMF’den bahsetmeden İMF programı açıklanmıştır.

 

“İMF’ye muhtaç değiliz” yalanı çöktü

İMF’nin Türkiye’de bulunduğu, CHP üzerinden yapılan bir tartışma ile itiraf edilmiş oldu. CHP’nin neden İMF yetkilileri ile görüştüğünü sorgulayan AKP kadroları, İMF’nin zaten burada olduğunu ve kendileriyle görüştüğünü de ifşa etti.

Gerçekte, İMF iki aydır Ankara’da Dünya Bankası’nın Ankara ofisinde çalışmalar yürütüyordu. Dünya Bankası’nın örtüsü, durumun vehametini gizlemek için kullanılmıştı.

Bu durum, AKP için bir hezimet tablosudur aslında. Türkiye’de ‘80’lerden bu yana, işçi ve emekçiler İMF’nin saldırı programları ile vahşi bir sömürünün birlikte geldiğini gördüler, yaşadılar, öğrendiler. İMF’nin adı, dizginsiz bir yoksullaşma ile birlikte anılır oldu. Ve İMF’ye de, İMF programı uygulayan hükümetlere de büyük bir nefreti-öfkesi gelişti. AKP, bu rüzgarı arkasına aldı, kitlelerin İMF programlarına duyduğu öfkeyi kullandı: “Artık İMF’ye muhtaç değiliz, İMF’ye olan borçların tamamını ödedik”, hatta “biz İMF’ye borç verecek durumdayız” söylemleri, AKP’nin kitleleri maniple etme, seçim kazanma argümanları oldu.

Oysa gerçekte bu AKP’nin ekonomi başarısı değil, dönemin uluslararası ekonomi tablosunun sonuçlarıydı. Türkiye, dünyadaki sıcak para akışından nasibini alarak ekonomi rakamlarını düzeltmişti. Gerçek ekonomi ve üretim tabloları her geçen gün kötüye giderken, sıcak para akışının sağladığı bir “yalancı bahar” içinde, kendi “başarı masalı”nı anlatarak kitleleri kandırıyordu. Ve masalın bittiği noktada, ekonomik krizin artık örtbas edilemez aşamaya geldiği koşullarda, bu defa AKP hükümeti İMF’nin kapısına dayandı. Üstelik gizli saklı, kapalı kapılar ardında hazırlanan İMF saldırı programını, adını saklayarak kitlelere duyurdu.

 

YEP, “İMF’siz İMF programı”dır

İMF’nin Türkiye ile gizli-saklı ilişkisi yeni bir durum değil. 2018 Temmuz ayında döviz patlayıp ekonomik kriz kendisini açığa vurmadan aylar önce, Mart 2018’de İMF’nin hazırladığı bir raporda Türkiye için krizin geldiği belirlenmişti. İMF bu doğrultuda hükümeti uyarmış, “önlemler paketi”ni de ortaya koymuştu. O günden bugüne, hükümetin aldığı kararlarda İMF paketinin etkileri sözkonusuydu.

2019 yılında ise, Haziran ayına kadar olan sürede bir “seçim ekonomisi” uygulayan AKP, krizin etkilerinin kitlelere yansımasını azaltmak için birçok önlem aldı. Temel kalemlerde zamların ertelenmesi, yoksullara yapılan yardımların şişirilmesi bunlardan bazılarıydı. Ve seçim bittikten sonra, kriz tüm ağırlığıyla kitlelerin üzerine yıkılmaya başladı.

Seçim sonrasında geçen 2-3 aylık süre içinde atılan adımlar, bir İMF reçetesinin devreye sokulduğunu göstermektedir. Birincisi işçi, memur, emekli aylıklarına sadece yüzde 4 zam yapıldı. Kamuda ücretlerin sınırlandırılması, İMF reçetelerinin vazgeçilmez maddesidir. İkincisi benzin, elektrik, doğalgaz gibi temel ürünlere her ay fahiş zamlar getirildi. Elektrikte neredeyse her ay yüzde 14, yüzde 15 zamlar sözkonusu. “Enflasyonu frenlemek” adına fahiş zamlar da İMF reçetesidir. Üçüncüsü, tarımsal ürünlere düşük taban fiyatları verildi ve üretici yıkıma mahkum edildi; ki bu da İMF patentli bir karardır.

30 Eylül günü damat Albayrak’ın açıkladığı YEP de (Yeni Ekonomi Programı) İMF “reçetesi”nin devamı niteliğindedir. Albayrak’ın konuşması, bir yıl önce açıklanan YEP ile taşıdığı çelişkiler ve tutarsızlıklar üzerinden zaten oldukça sorunlu durumdadır. Konuşmada, verilere dayalı öngörüler değil, adeta hükümetin “temennileri” açıklanmıştır. Damadın “İnşallah” diye biten cümleler kurması bile, trajikomik bir durumdur. Hedef rakamların sürekli geriye doğru revize edilmesi, ekonomik krizin görünenden daha ağır olduğunun itirafıdır. Keza her yıl yeni bir YEP hazırlanması da, bir başka çarpıklıktır.

Ancak bütün bunlardan daha önemlisi, açıklanan program, net biçimde İMF “reçetesi”dir. 30 Eylül günü yapılan konuşma, 24 Eylül günü yayınlanan İMF Türkiye Raporu’nun özeti niteliğindedir. Mesela gelecek dönem için “kamunun yönlendirdiği alanlarda” (asgari ücret vb), ücretlerin “resmi enflasyon” üzerinden değil, “hedeflenen enflasyon” üzerinden belirleneceğini duyurdu damat Albayrak. Bu, Aralık ayında başlayacak olan asgari ücret görüşmelerini işaret etmektedir ve asgari ücret zammının YEP’te hedeflendiği üzere yüzde 8,5’ta kalacağını açıklamaktadır. Resmi enflasyon bile gerçek enflasyonun çok altında iken, “hedeflenen enflasyon”u temel almak, işçi ve emekçileri açlığa mahkum etmek demektir.

İMF Raporu’nda hükümet için başka emirler de bulunuyor: Faiz indirimini durdurun, kamu bankalarının zararına kredi vermesini engelleyin, bankaların gerçek bilançolarını görmemize izin verin, döviz piyasalarına müdahale etmeyin, öncelikle enflasyonu düşürün, vergi gelirlerini artırıp kamu harcamalarını azaltın, memurların maaşlarından kırpın, kıdem tazminatını kaldırın!

 

İMF, kitleler için yıkımdır

İMF, 1946 yılından bu yana Türkiye’ye geliyor ve ABD’nin ekonomik çıkarlarını gözeten, Türkiye ekonomisini ABD’ye her geçen gün daha fazla bağımlı hale getirmeyi hedefleyen anlaşmalar imzalıyor. Özellikle 1980’lerden itibaren imzaladığı anlaşmalar, neoliberal politikaları ülkeye taşıyan, ekonomide bağımlılığı artıran, ülkenin tarımda kendine yeterli yapısını çökerten, kitleleri yoksullaştıran bir rol oynadı.

Standart bir İMF programının temel unsurları şöyledir: Hızla özelleştirme, temel ihtiyaç-tüketim maddelerine yüksek zamlar, kamuda (ve tabi ki kamu-özel tüm sektörlerde) ücretleri kısma, çalışma koşullarını ağırlaştırma-esnekleştirme, vergileri artırma… Bu program, kitlelere büyük bir yoksullaşmayı getirirken, devlet bürokrasisi içindeki yolsuzlukları sürdürmeye olanak tanıyan bir niteliktedir. İMF’nin bu kadar ağır bir saldırı karşılığında verdiği üç kuruş para da, hükümet ile bir kısım patronlar arasında yağmalanır.

İMF’nin tarihi boyunca kredi verdiği, “acı reçete”sini uyguladığı hiçbir ülkenin ekonomisi düzelmemiştir. Ekonomik altyapı çökertilip, ülke emperyalizme daha da bağımlı hale getirilirken, krizi geriye atıp refah düzeyini yükselten en önemli unsur, yoksullaşan kitlelerin başkaldırısı olmuştur. İMF ve krediyi alan ülkenin yönetimi, böylesine uygun koşulları bulmuşken çok zam-düşük ücret politikasını sürdürme çabasına hemen girerler. Ancak işçi ve emekçilerin ağır çalışma dayatması ve sefalete karış direnişi, koşulları değiştirir.

İMF’nin krize karşı reçetelerinin krizi engellemediği, 1997 Asya Krizi sırasında en çarpıcı haliyle ortaya çıkmıştı. 1997’de krizden aynı biçimde etkilenen ve benzer ekonomilere sahip olan Endonezya ile Malezya karşılaştırıldığında; İMF’den borç alan Endonezya yıllarca ağır bir krizin etkileri ile yüzyüze kalırken, Çin’den borç alan Malezya’nın hızla toparlandığı görülmüştü. Keza 2001 krizinde İMF programlarına başvuran Arjantin gibi birçok ülke, uzun yıllar krizin sarsıntısını atlatamamıştı.

“Reçete”lerinin “iyileştirmediği” ortaya çıkan ve işçi düşmanı yüzü ve tüm dünyada işçi ve emekçiler nezdinde teşhir olan İMF’nin prestiji azaldı, ona verilen önem de düştü. 2009 krizi geldiğinde, İMF’de borç verecek para kalmamıştı; zaten dünyada İMF’den borç istemeye istekli ülke de yoktu.

2009 krizi, dünyadaki yeni “borçveren” olarak Çin’in yükselişine tanıklık etti. Çin, düşük faizli-uzun vadeli kredileri sayesinde, Afrika ülkeleri başta olmak üzere, dünyanın dört bir yanındaki yoksul (ama kaynakları zengin) ülkelere daldı; bu ülkelerde altyapı yatırımları başta olmak üzere son derece stratejik kazanımlar elde etti. Sonrasında hedef büyüttü. İMF içindeki ağırlığını artırdı, İMF kredilerinde ve programlarında söz sahibi olmaya başladı.

 

İMF saldırı programına karşı mücadele

AKP hükümeti bugüne kadar İMF ile resmi bir anlaşma imzalamaktan uzak durdu. Bunun birinci nedeni, kitlelerin gözünde İMF’nin böylesine teşhir olmasıydı. İkinci nedeni ise, İMF’nin yolsuzlukları denetleyen uygulamaları oldu. Çünkü AKP, İMF ile stand-by anlaşması imzalandığı andan itibaren, sarayın bütçesinden köprülerde geçiş garantisine, Varlık Fonu’nun inşaat tekellerine peşkeş çekilmesinden belediyelerdeki bütçe açıklarına kadar, kamunun bütün yolsuzlukları İMF tarafından raporlanacak ve kısıtlanacaktı.

Bu nedenle iki yıldan fazla süredir İMF ile görüşmeleri gizli tutarak, resmileştirmeyerek; ama hazırlanan İMF raporlarını da hayata geçirmeye çalışarak durumu kurtarma yolunu seçti. Gelinen aşamada ise, krizin büyüklüğü AKP’yi İMF’ye mecbur bırakmış durumda. Yüksek enflasyon, yüksek işsizlik, devasa bütçe açığı, devasa yolsuzluklar, kamu kurumlarında devasa açıklar… 2019 bütçesi şimdiden bitmiş durumda. Öyle ki gelir kalemi elde edebilmek için “kendi aracında sigara için sürücülere ceza kesmek” gibi saçma sapan kararlar alıyorlar.

İMF’nin saldırı programı, krizin faturasını emekçilere yüklemeyi hedefliyor. Asgari ücretten kıdem tazminatının gaspına, ağır zamlardan vergi artırımına kadar çok geniş cephede saldırılar, işçi ve emekçilerin üzerine yığılıyor, bu daha da artırılacak. Çünkü sarayın lüks harcamalarının sürmesi için para lazım; otoyolları, şehir hastanelerini, havalimanlarını işleten inşaat şirketlerine para lazım; Türk Telekom’un içini boşaltanlara kredi veren bankalara para lazım; çocuk tecavüzcüsü tarikatlara para lazım…

Bu nedenle işçi ve emekçilerin ağır çalışma koşulları altında kazandıkları üç kuruş paraya göz dikiyorlar. Kendi safahatlarını sürdürmek için kitleleri sefalete sürüklüyorlar.

Buna karşı çıkabilmenin tek yolu, mücadele etmektir. Ekonomik krizin faturasını ödemeyi reddetmek ve yaşam koşullarımızı iyileştirmek için, sömürücülere ve onların temsilcilerine karşı mücadeleyi yükseltmektir.

Bilinmelidir ki, yaşam hakkımız mücadele gücümüz kadardır.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …