Hazine ve Maliye Bakanı damat Albayrak, yeni bir “Yeni Ekonomi Program” daha açıkladı. Öncekinin üzerinden daha bir yıl geçmeden açıklanan bu “yeni” program, esasında bir IMF programıdır.
Zaten iki yıldır İMF ile gizli görüşmeler yapıyorlardı. Ama kitlelerin IMF’ye karşı olduğu bilindiğinden, ayrıca “milli ve yerli” demagojilerine helal getirmemek için, adını geçirmeden IMF programını uygulamaya başladılar.
İMF, ülke ekonomisinin düzelip düzelmediğiyle ilgilenmez. Onun görevi, kriz nedeniyle ödenmeyen dış ve iç borçlarının ödenmesini garanti altına almaktır. Bu nedenle onun programı, halkın cebinden son kuruşunun da alınarak, patronların borçlarının ödenmesidir. Programın esasını, işçi-memur ücretlerinin düşürülmesi, daha uzun süre çalıştırılması, vergilerin artırılması, özelleştirilmelerin hızlandırılması oluşturur. Yani halkın daha fazla yoksullaşması üzerinden, patronlara daha fazla sömürü olanağı yaratılır. Bugün karşımıza çıkarılan İMF programının hedefi de budur.
* * *
Nitekim “Yeni Ekonomi Programı”nın açıklanmasının hemen ardından elektriğe yüzde 15 daha zam yapıldı. Böylece son bir yılda elektrik zam oranı yüzde 60’a ulaştı. Aynı şekilde hemen her ay “güncellenen” benzine de zam geldi.
Elektrik ve benzin zammı, taban zamdır. Bu zamlar, iğneden ipliğe her şeye yansır. Zaten son bir yıldır neredeyse her gün temel ihtiyaç maddeleri zamlanıyor. Paketlerin gramajları düşürülerek perdelenmeye çalışılsa da, halk bu durumu sofrasında görüyor.
Buna rağmen hükümet, yıllık enflasyonu tek haneli rakamlara (yüzde 9.99) indirmekle övünüyor! TÜİK üzerinden rakamlarla oynayarak sözde ekonomiyi düzeltmiş görünüyorlar. Ama gerçekler, rakamlara takla attırmakla değişmiyor.
Değişmiyor da, bunu boş yere yapmıyorlar. İşçi ve memura düşük zam vermenin yolunu bu şekilde düzlüyorlar. Bu da yetmiyor; “Yeni Ekonomi Program”da işçi-memur maaşlarının resmi enflasyon rakamı ile değil, tahmin edilen enflasyon rakamı ile olacağı bildiriliyor! Üzerinde oynadıkları resmi rakamlar bile artık onları kesmiyor. Hiçbir zaman tutmayan “tahmini rakamlar”la, yani yüzde 3-4’lerle sınırlamak istiyorlar.
* * *
İşçi ve emekçiler IMF patentli bu “Yeni Ekonomi Programı”na karşı mücadeleyi yükseltmedikleri durumda, gittikçe büyüyen işsizlik kervanına katılmaktan, açlık sınırının bile altında yaşamaktan kurtulamayacaklar. Onun için direnişe geçmekten başka çareleri yok.
Somalı madenciler, 5 Ekim’de Ankara’ya yürüyüş başlattılar. Mayıs 2014’te yaşanan madenci katliamının ardından, maden işçileri bir telefon mesajıyla işten atılmış, kıdem ve ihbar tazminatlarını alamamışlardı. Şimdi 3500 maden işçisini temsilen bir grup, Ankara’ya gidip haklarını alıncaya kadar direnmeye karar verdi.
Ama daha Soma’dan çıkarken, jandarma tarafından önleri kesildi. Devlet madencinin gücünü biliyor ve ondan korkuyor. Tıpkı Zonguldak maden işçilerinin yolunu kestikleri gibi… Hem de bu kez Mengen’e kadar beklemeden, daha Manisa’da iken çıkmalarına izin vermiyor.
Ama ok yaydan fırladı bir kez… İşçiler yollara döküldü, mitingler, direnişler artmaya başladı… İşte yıllardır direnen Cargill işçileri, şimdi İstanbul’da Cargill genel merkezinin önündeler. Keza Emeklilikte Yaşa Takılan EYT’liler, çeşitli miting ve toplantılarla direnişlerini sürdürmeye devam ediyorlar. KHK’lılar Ankara’da polis saldırısı altında protesto yapıyorlar. 26 Ekim’de Ankara’da gerçekleştirilecek Doğa-Ekoloji mitingi için, 6 Ekim’de İstanbul’dan yürüyüşe başlayanlar gözaltına alınıyor…
Ve önümüzdeki günlerde, 186 işyerinde 130 bin metal işçisini kapsayan toplu sözleşme görüşmeleri başlayacak. 2015 yılında “metal fırtınası”nı estiren işçiler, şimdi krizin ağır faturasını ödetmek isteyen patronlara karşı güçlerini ortaya koymaya hazırlanıyor.
Kısacası yeni bir işçi dalgası geliyor. Bunlar birbirinden kopuk, dahası devrimci bir önderlikten yoksun olsa da, bıçağın kemiğe dayandığını ve daha radikal biçimlere evrileceğini gösteriyor.
* * *
Kriz ve krize karşı yükselen tepkiler hükümeti sıkıştırdıkça, Suriye’ye dönük saldırganlığı da artıyor. Erdoğan, elinde tuhaf bir Suriye haritası ile BM toplantısına katıldı ve oluşturacağı “Güvenli Bölge”de nasıl “toplu konutlar” inşa edeceğini anlattı. Suriye’deki varlığını “işgal”den “ilhak”a evriltmeyi planlıyor.
Ardından ABD ile yaptıkları “güvenli bölge” anlaşmasının ve “ortak devriye”lerin “boş laf” olduğunu söyleyerek, Fırat’ın doğusuna girmek için tarih açıkladı: “Belki yarın, belki yarından da yakın!”
Bugüne dek ABD ile Rusya arasındaki çelişkilerden yararlanarak, Cerablus, El Bab ve Afrin’e girmeyi başardılar. Keza, İdlib’de “gözlem noktaları” kurarak, cihatçı çeteleri koruyup kolladılar. Şimdi yine Suriye’de yeni topraklar elde etmek istiyorlar. Hem buralarda hakimiyet kurmak, hem de İdlib’de sıkışmış olan cihatçılara yeni bir mevzilenme yaratabilmek için…
ABD, Türkiye’nin kendisinden uzaklaşmasını engellemek adına, YPG-SGD’nin de onayını alarak Tel Abyad tarafında çok sınırlı bir konumlanmaya izin verebilir. Ancak bu durum, Suriye, İran ve Rusya’nın Türkiye ile ilişkilerinde çok daha büyük sorunları beraberinde getirecektir. Yani iki koltuğa birden oturmanın da sonuna gelinmiş görünüyor.
* * *
AKP gittikçe eriyen tabanını ve krize karşı giderek artan eylemleri, savaş tamtamları ile bastırmaya kalkıyor. Ama bu kez başaramayacak! Her geçen gün daha kötü şartlarda çalışmak zorunda kalan işçi sınıfı, “yeter artık” diyor ve sokağa çıkıyor. Onun ayak seslerinin duyulması bile egemenleri titretmeye yetiyor.
Şimdi daha fazla dayanışma, birleşme ve sonuç alıncaya kadar direnme zamanı…