TİKB(B) 6. Konferansı duyuru ve çağrısı

Elimize posta kanalıyla ulaşan “Duyuru ve Çağrı”yı

güncel ve tarihsel öneminden dolayı yayınlıyoruz.

 

Türkiye İhtilalci Komünistler Birliği (Bolşevik), 6. Konferansı’nı başarıyla gerçekleştirmiş bulunuyor. Bunun haklı gurunu ve sevincini, başta yoldaşları olmak üzere devrimci-demokrat kesimlerle, işçi ve emekçilerle paylaşmak için bu “duyuru ve çağrı” ile onlara sesleniyor.

 

Yoldaşlar! Devrimciler!

İşçiler-Emekçiler!

TİKB(B) 6. Konferansı, 2019’un yaz aylarında gerçekleşti. Devrim şehitleri için bir dakikalık saygı duruşuyla başlayan 6. Konferansımız, konferans gündemiyle ilgili sunulan raporların tartışıldığı, bunlara son şekillerinin verildiği; mücadeleyi devrimci bir tarzda yükseltmenin yol ve yöntemlerinin üzerinde durulduğu ve kendini buna göre hazırlamak için yeni kararların alındığı bir içerikte; gizlilik koşullarında ve örgütün iradesini yansıtacak biçimde yapıldı.

Konferansın kitlelere duyurusunun ise, ihtilalci komünist hareketin kurucu önderleri Osman Yaşar Yoldaşcan’ın “12 Eylül’e sıkılan ilk kurşun”la ölümsüzleştiği 29 Eylül tarihinde yapılması kararlaştırdı. 29 Eylül, tüm devrim ve sosyalizm şehitlerini andığımız “Ekim şehitleri”nin başlangıç tarihidir ve bu yanıyla da ayrı bir öneme sahiptir. Konferans duyurumuzun bu tarihte yapılması, örgütümüzün şehitlerimize verdiği değerin ve onların izinden yürüme iradesinin, 6. Konferans şahsında bir kez daha vurgulanmasıdır.

* * *

1.Kongremiz’in gerçekleştiği Şubat 2002 tarihinde tespit ettiğimiz “Yeni Emperyalist Paylaşım Savaşı” bugün burjuva ideologların bile kabul ettiği bir gerçektir. Başlangıçta “bölgesel savaş” sonrasında “vekalet savaşı” olarak adlandırılan, ancak hem çapının genişlemesi, hem de gerçek aktörlerin daha net biçimde ortaya çıkmasıyla, artık yaygın biçimde “3. Emperyalist Savaş” olarak nitelenen bir savaşın içindeyiz. Buna karşın bu savaşın nedenleri, savaştaki kamplaşmanın nasıl oluştuğu, her iki emperyalist savaştan farkı gibi pek çok konuda muğlaklık ve çarpık görüşler varlığını koruyor. Bunları ML ilkeler ışığında yeniden açıklamak ve her gelişme üzerinden somut verilerle sergilemek, günün önemli görevlerinden biri olarak önümüzde duruyor.

1.Kongre’den bu yana gerçekleştirdiğimiz konferanslarda, emperyalist savaşı, bu savaşın içinde Türkiye’nin rolünü etraflıca işledik. 6. Konferansımız’da da, halen varlığını sürdüren muğlaklıkları ve çarpıtılan yönleri yeniden ele aldık; özellikle I. ve II. emperyalist savaştan farklı olan yanları üzerinde durduk. Ayrıca savaşın geldiği noktayı, olası gelişmelerle birlikte resmetmeye çalıştık. Ülkemizi de yakından ilgilendiren emperyalist savaşın yolaçtığı ve yolaçacağı sonuçları, hem karşı-devrim hem de devrim cephesi açısından irdeleyerek, bize düşen görevleri saptadık.

Emperyalist savaş, dünya kapitalist sistemin içine düştüğü krizden çıkma çabasının bir ürünü olduğu kadar, krizin derinleşmesine ve yeni krizlere yol açan bir ortamı da doğurur. 2000’li yılların başından itibaren, yani yaklaşık 20 yıldır dünya, hem emperyalist savaşı hem de çok yönlü krizi yaşıyor. Krizin can alıcı yanını oluşturan tarım krizini ise, Türkiye gibi emperyalizme bağımlı ülkeler daha fazla hissediyor. 6. Konferansımız, dünyada ve ülkemizde krizin geldiği boyutları, özel olarak da tarım krizini ele aldı. Krizle birlikte işçi ve emekçilerin yaşam ve çalışma koşullarındaki değişimi, artan hak gasplarını ortaya serdi ve bu durumun işçi-emekçi mücadelesini nasıl şekillendirdiğini, handikapları ve olanaklarıyla birlikte değerlendirdi.

Savaş ve kriz, egemen sınıfların yönetim biçimlerini de belirleyen iki önemli faktördür. Başta Avrupa olmak üzere dünyada faşizmin yükselişe geçmesi, bu koşullarla bağlantılıdır. Savaşla birlikte artan “mülteci sorunu” ve buna bağlı olarak gelişen “yabancı düşmanlığı” faşizmin kitle tabanını oluşturmasında önemli bir rol oynamaktadır. Keza ekonomik krizin derinleşmesiyle büyüyen işsizlik ve yoksulluk, devrimci bir çıkışın yaratılamadığı koşullarda, faşizmi güçlendirmektedir. Ülkemizde de son 20 yıl, dinci-gericilik ile şoven-milliyetçiliğin azgınlaştığı, elele vererek faşizmi pekiştirdikleri bir dönem oldu. “Tek adam rejimi” olarak adlandırılan bir noktaya gelmesi ise, onun hem zirvesi hem de aşağı doğru inişin başlangıcıydı.

6.Konferansımız; dünyada faşizmin yükselişine karşılık, hemen her yerde gerçekleşen halk ayaklanmaları üzerinde durdu. Bunların çıkış noktası da savaş ve krizdi. Yani işçi ve emekçiler, ezilen halklar, savaşa ve krize boyuneğmemiş, birçok yerde isyan etmiş ve ayaklanmalar gerçekleştirmişti. Ne var ki bunlar, devrimci bir önderlikten yoksun oldukları için, emperyalistler ve işbirlikçileri tarafından farklı yönlere kanalize edilebildi. Bu durum, halk ayaklanmalarında “önderlik boşluğu”nun belirleyiciliğini bir kez daha somut olarak gözler önüne serdi. Ayaklanmalardaki taleplerin karşılanması, daha önemlisi devrim ve sosyalizmle taçlanabilmesi için, komünist ve devrimci bir önderliğin gerekliliği, acı deneyimlerle ve yakıcı biçimde tekrar kendini ortaya koydu.

Günümüzde temel sorun; halk isyanları ve ayaklanmalarının böylesine yaygın biçimde arttığı bir kesitte, komünist ve devrimci hareketin en güçsüz dönemini yaşamasıdır. Elbette her hareket, kendi örgüt biçimlerini ve önderlerini yaratır. Fakat bunlara bilinçli bir ifade kazandırılmaz ve devrimci bir perspektifle ileriye çekilmez ise, yenilgi kaçınılmazdır. En son Fransa’daki “Sarı Yelekliler” bunun somut göstergesi olmuştur.

Bunlardan hareketle 6. Konferansımız, son on yıla damgasını vuran halk ayaklanmalarının devam edeceğini; bunların devrime sıçrayabilmesinin ise, en başta komünist ve devrimci örgütlerin, üzerlerine düşeni yapmasına, faşizme karşı mücadeleyi reformizme karşı mücadeleyle birleştirerek kitleleri doğru yönlendirmesine bağlı olacağını vurguladı. Bunun da yolunun, bu hareketlerin içinde yeralmaktan, somut gelişmelere somut çözüm önerileri sunabilmekten geçtiğini; aksi halde kitlelerin gerisinde kalmaya ve gerçek siyasetten silinmeye mahkum olunacağını belirtti.

Dünya ölçeğinde kitlelerin devrim isteğinin artığı, fakat bunun reformizm ve onun dip noktası olan parlamentarizm eliyle boğulduğu bir dönemden geçiliyor. Avrupa’da Sriza, Podemos vb. Latin Amerika’da Bolivarcı hareket, kitlelerin devrim isteğinin sömürülmesi ve onlara bağlanan umutların hüsranla sonuçlanması yönünden çarpıcı ve öğretici özellikler taşımaktadır. Reformistler ve kimi devrimci yapılar tarafından şişirilen ve kitlelere umut diye sunulan bu hareketlerin, bırakalım sosyalist olmayı, devrimci bile olmadığını başından itibaren ortaya sermiştik. 6. Konferansımız, gelinen nokta üzerinden bu konuyu yeniden ele aldı. Sadece reformistlerin değil, devrimci örgütlerin de esen rüzgarlardan etkilenip kitleleri yanlış yönlendirdiğini vurguladı. Tespitlerinin yanlışlığı yaşam tarafından kanıtlandığı durumda bile, bir özeleştiri verilmeden üstünün örtülmesinin, bir sonraki esen rüzgarda benzer hataların işlenmesine yolaçtığını; dahası devrimcilerin itibar kaybını büyüttüklerini, genel olarak devrime zarar verdiklerini belirtti.

Bunu somut biçimde kendi ülkemizde de görüyoruz. Kürt ulusal sorununu “barışçıl yollardan çözmek” adına emperyalistlerle ve işbirlikçileriyle yapılan görüşmeler, her defasında hüsranla sonuçlanmasına rağmen artarak sürüyor. Suriye savaşıyla birlikte Kürt hareketinin merkezinin Suriye’ye kayması, bu zemini güçlendirdi. Kimi devrimci hareketlerin de “Rojava Devrimi’ni yaşatma” adına buna ortak olması, Türkiye devrimci hareketinin en önemli özelliklerinden anti-emperyalizmi törpülediği gibi, halklar arasında birliği parçalayan, gerçek kurtuluşun yolunu perdeleyen, devrim ve sosyalizm hedefini kaybettiren bir noktaya evrildi.

Elbette bütün bunlar, dünya ölçeğinde işçi ve komünist hareketlerin gerilemesiyle bağlantılıdır. Küçük-burjuva devrimci örgütler, sınıfsal yapıları gereği burjuva görüşlerden daha fazla etkilenmekte ve o tarafa meyletmektedir. Genel olarak halk hareketinden, işçi sınıfının başını çektiği direnişlere, genel grevlerle birleşen ayaklanmalara geçildiği zaman, bu tür savruluşlar olabildiğince azalacak ve komünist hareketlerin güçlenmesinin zemini artacaktır. Tabi ki, bu zemini doğru değerlendirmek koşuluyla… 6. Konferans, bu gerçeğin altını bir kez daha çizerek, buna uygun bir donanım içine girilmesi üzerinde durdu.

 

İşçiler, emekçiler, gençler!

Emperyalist-kapitalist sistem, savaş ve kriz üretmek dışında insanlığa hiçbir şey sunmuyor. Sosyalist sistemin ortadan kalkmasından, komünist ve devrimci hareketlerin güç kaybetmesinden bu yana, dünya çok daha kötü bir hale geldi. Kapitalizm, sadece insanlara değil, tüm canlılara ölüm saçıyor; dünyanın mahvoluşunu hızlandırırken, kendisi için uzayda yeni koloniler arıyor. Dünya üzerindeki paylaşılmış toprakların yeniden paylaşılması anlamına gelen emperyalist savaş, günümüzde uzayı da kapsayan bir biçime bürünerek tüm evreni tehdit ediyor.

Kapitalizmin durdurulamayan azami kar hırsı, insanlar üzerinde daha fazla sömürü; doğa üzerinde daha fazla talan ve tahribat yaratıyor. Bugün doğanın katledilmesine karşı verilen mücadele, insanlığın kendi geleceğine sahip çıkma, yaşam hakkını savunma mücadelesi haline gelmiştir. HES’lere, JES’lere ve her tür maden şirketine karşı mücadelenin kitlesel bir hal alması, bu durumun artık daha net biçimde görülüyor olmasındandır.

Son 20 yıldaki gelişmeler, insanlığın kurtuluşunun devrimde, sosyalizmde olduğunu, her gün somut biçimde gösteriyor. İşçi sınıfının kapitalist sömürüye karşı mücadelesi, aynı zamanda insanlığın ve doğanın kurtuluş mücadelesidir. Bunların bu kadar içiçe geçtiği bir dönemi ilk kez yaşıyoruz. Çünkü kapitalizmin son aşaması olan emperyalizm, onun çürüyen, can çekişen yönünü daha fazla ortaya seriyor. Sosyalist bir tehditten yoksun kaldığı anda, ne denli vahşi olduğunu; hem ekonomik sömürü koşullarıyla, hem de siyasi olarak dinci-gericiliği hortlatması ve faşizme sarılmasıyla, tüm çıplaklığı ile ortaya koymuş bulunuyor.

Servet-sefalet uçurumunun ulaştığı boyutlar, burjuva ideologları bile korkutan düzeye varmış durumda. Bir yanda aşırı üretim patlaması yaşanıyor; diğer yanda açlıktan ölen insanların sayısı artıyor. Savaşlarda milyonlarca insan ölüyor, yaralanıyor, sakat kalıyor. “Doğal felaket” denilen, aslında kapitalizmin yolaçtığı sellerde, depremlerde, tsunamilerde yine milyonlarca kişi can veriyor. Her gün sayısız işçi, iş cinayetlerinde katlediliyor; yüzlerce kadın, erkek şiddetiyle ölüyor, yaralanıyor; bir o kadar çocuk şiddete, tecavüze maruz kalıyor, kaçırılıyor, öldürülüyor…

Kısacası bu sistem, emeğiyle geçinen herkese ve onların çocuklarına ölüm saçıyor. Her gün ölmek ve ölümü beklemek yerine, bu sömürü ve soygun düzenini alaşağı etmek için savaşmayı tercih etmek, her şeyin ötesinde onurlu bir duruşu seçmektir. 6. Konferans’ta, nasıl bir dünyada yaşadığımızı ve buradan nasıl kurtulacağımızı bir kez daha ortaya koyan TİKB(B); kapitalist-emperyalist sisteme karşı olan herkesi, savaşa ve faşizme karşı birleşik mücadeleye çağırıyor! Her tür hak gaspına, sömürü ve soyguna karşı gelişen halk ayaklanmalarını, devrimle taçlandırabilmek için komünistlerin safında yer almaya çağırıyor!

Sadece işçi sınıfının değil, tüm emekçilerin, insanlığın ve doğanın kurtuluşu; sınıf hareketinin komünist hareketle birleşmesiyle gerçekleşecektir. Bu yönde atılacak her adım, zafere doğru giden yolu kısaltacaktır. TİKB(B) 6. Konferansı, bu yolda bir kilometre taşı olabilmek için, aldığı kararları yaşama geçirme sözü veriyor. Ve işçi ve emekçileri buna omuz vermeye, ihtilalci komünist hareketi güçlendirmeye çağırıyor!

 

Kahrolsun Emperyalist Savaş!

Kahrolsun Ücretli Kölelik Düzeni!

Yaşasın Devrim ve Sosyalizm!

Yaşasın 6. Konferansımız!

Yaşasın TİKB(B)!

29 Eylül 2019

TİKB(B) MK

Bunlara da bakabilirsiniz

“MÜHENDİSSEN, Mühendislerin Sendikası Girişimi” ilk toplantısını gerçekleştirdi

Ağır sömürü koşulları altında çalışmaya zorlanan mühendisler, sınıf mücadelesi içinde kendi örgütleriyle yer almak için …

Adana İHD’de Makbule Berktaş anısına toplantı yapıldı

İnsan Hakları Haftası dolayısıyla Adana İHD’de Makbule Ana (Berktaş) anısına bir toplantı yapıldı. 13 Aralık’ta …

Suriye cezaevleri, Türkiye cezaevleri

Yandaş basında Suriye haberlerinin önemli bir kısmını Suriye cezaevleri oluşturuyor. Büyük bir “dehşet ve panik” …