Ekim ayı, Suriye savaşında son derece kritik gelişmeleri beraberinde getirdi. 2011’den bu yana süren savaşta, Ekim ayı önemli dönüm noktalarından biri oldu. Erdoğan hükümetinin 9 Ekim günü Tel Abyad-Serekaniye hattındaki işgal harekatıyla başlayan süreç, 22 Ekim günü yapılan Soçi toplantısı ile yeni bir eşiğe geldi.
Suriye ve Rusya’nın kazandığı, başta Kürt hareketi olmak üzere ABD cephesinin ise önemli kayıplar verdiği bir eşikti bu.
İşgal ABD’nin onayı ile başladı
Aslında bir süredir Türkiye ile ABD arasında, TSK’nın Kuzeydoğu Suriye’ye girmesine ilişkin pazarlıklar yürütülüyordu. Hatta bu pazarlıklar sırasında SGD ile “canlı telefon bağlantısı” kurulduğu yönünde haberler de basında yer almıştı. Ve başlangıçta, ABD ile Türkiye arasında “güvenli bölge”ye ilişkin olarak varılan anlaşmaya SGD’nin de taraf olduğu, onay verdiği biliniyordu.
Ancak sonrasında Türkiye’nin talepleri arttı; ilk anlaşmada Tel Abyad ile Serekaniye arasındaki dar bir bölge üzerinde uzlaşılmışken, Türkiye Fırat’ın doğusunu, Irak sınırına kadar tamamen hedeflediğini ortaya koydu. Hatta Menbiç’ten Rakka’ya kadar uzanan çok daha açgözlü bir plan konuşulmaya başlandı.
İçeride hem ekonomik hem de siyasi açıdan sıkışmış olan, kitle muhalefetini bastırma hedefi taşıyan AKP hükümeti, bu yeni planı bir dayatmaya dönüştürdü. Ve ABD emperyalizmi, bu dayatma karşısında bir tercih yaptı.
Trump’un bir taraftan TSK’ya Kuzeydoğu Suriye’ye girme izni verirken, diğer taraftan “belirlediğimiz sınırları aşarsanız ekonominizi mahvederiz” açıklaması yapması önemli bir işaretti. “ABD askerlerini geri çekiyoruz” sözleri de eşlik ediyordu bu açıklamaya. Yani Türkiye’yi kaybetmek istemeyen ABD emperyalizmi, Kürt hareketini bir kere daha yarı yolda bırakmıştı. Bu koşullarda, Trump ile Erdoğan arasında yapılan anlaşma ile, 9 Ekim günü işgal başladı.
ABD-SGD işbirliği darbelenirken…
Trump ile yapılan anlaşma, SGD’ye doğrudan darbe indirmek anlamına geliyordu. 2014 yılından beri YPG ile açık işbirliğini sürdüren, Suriye’deki hegemonya kurma planlarını Kürt hareketi üzerinden hayata geçirmeye çalışan ABD emperyalizmi, Türkiye’yi kaybetmemek için YPG’ye ağır bir darbe indirmişti.
Üstelik bunu da en kötü, en pervasız haliyle yapmıştı. Sadece YPG’yi sahada terketmekle kalmamış, Kürt hareketine hakaret içeren sözler de peşinden gelmişti. Trump’ın “Kürtler bizimle savaştı, ancak karşılığında para ve teçhizat aldılar” sözleri, emperyalizmin sömürgeci gözünde, bir halkın değersizliğinin somut ifadesi olarak tarihe geçti. Tarihe geçen bir başka söz de, ABD’nin çekileceğini öğrenen YPG temsilcisinin, Suriye ve Rusya’ya başvurma konusunda ABD’den “izin” istemesiydi.
ABD’de egemen sınıfların kendi içinde yaşadığı çelişkiler ve çatışmalar bir yana, Türkiye ile pazarlıkta SGD-YPG’nin onayladığından çok daha fazlasını vermişlerdi. 2014 yılından bu yana kaderini ABD’ye bağlamış olan Kürt hareketi, “Türkiye bir NATO üyesidir; Kore Savaşı’ndan bu yana birlikteyiz” diyen ABD tarafından ikinci plana itilivermişti.
ABD açısından neyin değerli olduğu bir kere daha ortaya çıktı. Sadece petrol bölgesi olan Haseke’de bir grup ABD askeri kaldı; diğer askerler Irak’a doğru yola çıktı. “Bizi bırakmayın, bize ihanet etmeyin” diyen Kürt halkının protestoları eşliğinde, 21 Ekim günü sınırı geçtiler.
SGD ile Suriye anlaşması
Daha TSK işgali başladığı anda ABD’nin Erdoğan’ın yanında durması, Kürt hareketini Suriye ve Rusya ile bağlantıya yönlendirdi. Rusya’nın Hmeymim üssünde yapılan görüşmelerde, Suriye ordusunun Kuzeydoğu Suriye’ye girmesinin önü açıldı. 14 Ekim günü SGD’nin yaptığı açıklamada, Suriye ile anlaşma sağlandığı duyuruldu. Anlaşmanın hemen ardından Suriye ordusu Serekaniye’nin 35 km güneydoğusundaki Tel Tamer’e girerek TSK ve ÖSO’nun ilerlemesini durdurdu. Sonrasında Rakka ve Menbiç’e de girdiği haberleri geldi. 2014’teki IŞİD’e karşı büyük direnişiyle dünya halklarının desteğini ve sempatisini kazanmış olan Kobani, stratejik öneme sahip Tabka Barajı, Rakka’daki Fırat Barajı ve Deyr ez Zor’daki petrol rafinerisi gibi noktalarından da Suriye ordusuna devri konusunda anlaşmaya varıldı.
Görüşmelerde Suriye’nin geleceğine ilişkin son derece önemli iki konu vardı. Birincisi, SGD’nin kendisini feshetmesi ve Suriye ordusuna katılması (ya da yerel polis gücünü oluşturması) sözkonusuydu. İkincisi, Türkiye-Suriye sınırının tamamının (Afrin dahil olmak üzere) Suriye ordusuna devredilmesi görüşülmüştü.
Bu ilişkide Kürt hareketinin beklentisi, “özerklik” karşılığında Suriye yönetimine kapıları açmaktı. Ancak tüm bu süreç boyunca ABD ile kurulan ilişkiye tepki duyan Suriye ve Rusya, bu durumu bir fırsata çevirdi. YPG ile yapılan anlaşmaya “siyasi gelecek”e ilişkin maddeler eklenmedi; anlaşma askeri işbirliği ile sınırlı tutuldu. Yani SGD-YPG’nin en önemli hedefi olan “özerkliğin yasal güvence altına alınması” konusu, TSK’nın işgal harekatının tozu dumanı içinde eritildi. Keza Suriye ordusu SGD’nin kontrolü altındaki kentlere hemen girdi; ancak SGD ile Suriye’nin arasındaki ilişkinin nasıl yürütüleceği, bu kentlerde kurulmuş olan yerel idarelerin konumunun ne olacağı gibi son derece önemli konular daha netleşmedi.
İki taraf açısından da önemli olan, Türkiye’nin önünü kesmek, ilerlemesini durdurmaktı. Menbiç başta olmak üzere birçok önemli kenti işgal etmek için TC ordusunun hazırlıkları başlamıştı zaten. SGD-Suriye anlaşması açıklandı, Suriye askerleri yola çıktı; bu koşullarda Erdoğan daha fazla ilerleme cesareti bulamadı.
Soçi muhtırası YPG’yi hedefliyor
22 Ekim günü Putin ve Erdoğan’ın Soçi’de yaptığı görüşmede, işgalin sınırları ve Kürt hareketinin durumu bir kere daha masaya yatırıldı.
Soçi’de toplantı başladığında, Suriye ordusu zaten Kobani ve Menbiç gibi Erdoğan’ın hedefindeki kentlere girmiş, sınır güvenliğini üstlenmişti. Yani artık Türkiye’nin daha fazla ilerlemesi, doğrudan Suriye ile bir savaşa girmek anlamına gelecekti. Elbette Erdoğan buna cesaret edemezdi. Bu koşullarda, zirvede konuşulacak en önemli konu olarak YPG’nin durumu, YPG’ye dayatılacak olan maddeler kalmıştı.
10 maddelik “muhtıra” niteliğindeki anlaşmaya göre; YPG ağır silahlarıyla Türkiye sınırlarından 30 km aşağıya çekilecek, Türkiye’nin işgal ettiği Tel Abyad ve Serekaniye dışındaki Türkiye-Suriye sınırının tamamına Suriye ordusu yerleşecek, Kamışlı dışında bırakılarak, sınır boyunca 10 km derinlikte Türkiye-Rusya ortak devriyesi başlayacak.
YPG çok kısa bir süre öncesine kadar, belli düzeyde özerklik kazanmaya çok yakın olduklarını düşünüyor; hatta Suriye ile federasyon pazarlıkları yürütüyordu. Soçi muhtırası ile gelinen nokta, YPG’ye “görünmez” olmayı dayatıyor. Kendi kimliği, kendi adı, kendi hedeflerinin, “Suriye ordusunun 5. Kolu” gibi isimlerin içinde eritilmesi isteniyor.
Anlaşmanın sonucu olarak bugün YPG-SGD Türkiye’ye vaadedildiği gibi çekilmeye başladığını duyurdu. En önemli Kürt kentlerinden çekilmekte olduğuna dair yapılan açıklamalar, Rusya tarafından da onaylandı. Son günlerde TSK ve ÖSO ile SGD arasında yaşanan çatışmaların daha tali ve daha zayıf hale dönüşmüş olması, SGD’nin ya gerçekten çekildiğini, ya da direnişi zayıflattığını gösteriyor. Tabi çekilme başladıysa, nereye çekileceği de ayrı bir konu.
Gelinen noktada, YPG bugüne kadar ABD’ye güvenmesinin, ABD emperyalizmine dayanmanın sonuçları ile karşı karşıya kalmış durumdadır. Ocak 2018’de, yine ABD’ye olan bağımlılığı nedeniyle Afrin’i Türkiye’ye bırakmak zorunda kalmıştı. Bugün artık ABD ile bu ilişkiyi sürdürmeye devam ettiği koşulda, çok daha fazlasını kaybedeceğini gördü. Bu nedenle, Suriye ile bu ağır anlaşmaya razı olmak zorunda kaldı.
Elbette SGD’nin son 5-6 yıl içinde ABD ile kurduğu ilişkilerin birdenbire bıçakla kesilmiş gibi bitmesi mümkün değil. Askeri eğitimden lojistik desteğe kadar çok ciddi bağlar kurulmuştu bu dönemde. Ve ABD askerlerinin Suriye’den çekileceğinin açıklandığı gün, SGD’ye askeri yardım tırları göndermeye devam ediyorlardı. Zaten ABD, petrol bölgelerinde asker bırakarak Suriye’deki asıl hedeflerinden birinin bu olduğunu gösterdi. Bu alanda SGD-ABD ilişkileri sürecek. Keza ABD burjuva klikleri içinde, YPG ile ilişkilerin bu noktaya gelmesinden büyük rahatsızlık duyan bir kesim de var. Hem SGD, hem de Suriye’ye dönük hedeflerini sürdürmek isteyen ABD, önümüzdeki dönemde yeniden buluşabilecekleri bir zemin yaratabilir.
Suriye ile ilişki yeniden
Soçi toplantısında ortaya çıkan ikinci önemli sonuç ise, Türkiye’nin Suriye ile bir bağ kurmayı kabullenmek zorunda kalmasıdır. Rusya son dönemde her konu açıldığında “Adana Mutabakatı”nı hatırlatmaktaydı zaten. 1998 yılında Öcalan’ın Suriye’den çıkartılması hedefiyle imzalanan Adana Mutabakatı, bugün Türkiye’yi sınırlandırmak için ileri sürülmektedir.
Gelinen aşamada, Erdoğan hükümetinin de başka çaresi kalmadı. Soçi toplantısında Türkiye’nin Suriye ile diyalog kurmayı kabullenmek zorunda kalması, Suriye’ye dönük tüm işgal planlarının, savaş kışkırtıcılığı politikalarının sonudur.
Erdoğan, her şeye rağmen elinde bazı şeyleri tutmaya çalışacaktır. Bugünden işgal bölgelerinde ilhak politikası izlemesinin nedeni budur. Üniversite açması, kaymakam ataması, ÖSO adını verdiği cihatçı çeteleri beslemeye devam etmesi, Suriye topraklarında işgali kurumsallaştırmaya çalışması, geleceğe dönük tutunma noktaları yaratma hedefini taşımaktadır.
ABD kaybetti Rusya kazandı
Türkiye’nin işgal harekatı, Suriye’de son derece önemli gelişmeleri tetikledi. Suriye savaşında artık kazananlar-kaybedenler belli olmuştu zaten. İşgalin başlaması, bu tabloyu netleştirdi, safların daha belirgin olarak ortaya çıkmasını sağladı.
ABD’nin asker çekme kararı, Suriye savaşındaki yenilginin resmileştirilmesidir. Bu bir çok yönüyle böyledir. En başta 8 yıl süren bu savaşta, yapılan bütün planlara rağmen Suriye’yi parçalamayı ya da yönetimi değiştirmeyi başaramamıştır. İkincisi, bu savaştan çekilme kararı alması, gerçekte dünya hegemonyası iddiasında önemli bir darbe oluşturacaktır. Üçüncüsü, Kürt hareketinin kaderini ABD’ye bağladığı bir noktada onu ortada bırakması, ABD ile işbirliği yapan bütün ülke ve güçler için bir uyarıdır. 2008 yılında Gürcistan’ı Rusya ile savaş noktasına getirip sonrasında ortada bırakmasından daha ağır bir tablo oluşturmuştur bu.
Elbette yeni hamleler, yeni planlar sözkonusu olacak, kaybettiği mevzileri kazanmak için mutlaka harekete geçecektir. ABD’nin “imparatorluk” alışkanlıkları, bu kadar erken “teslim olma”yı kabullenmeyecektir. Ancak gidişatı değiştirecek bir güç ortaya koyması ihtimali de yoktur.
Diğer taraftan Rusya, savaş sırasında gösterdiği askeri başarıları, siyasi hamlesiyle de birleştirerek Suriye savaşının en önemli kazananı olmuştur. ABD’nin Türkiye-SGD arasında tercih yapmasına karşılık, Rusya hem Türkiye’yi, hem Suriye’yi hem de SGD’yi ikna edecek “çözümler” oluşturarak, tüm bu güçler üzerindeki hakimiyetini de pekiştirmiştir.
* * *
İşgal, egemenler arasında bir rekabetin, hegemonya savaşının, bir güç sınamasının sonucudur. İşçi ve emekçiler, ezilen halklar için ise ölüm, yıkım, açlık ve vahşettir. Diplomasi masasında her türlü oyun dönerken, işgal altındaki topraklarda pervasız bir saldırganlık kitleleri kuşatır.
Bugün Kuzeydoğu Suriye işgali sırasında Türkiye’nin ve beslemesi ÖSO çetelerinin gerçekleştirdiği saldırılar insanlık suçu oluşturmaktadır.
Türkiye’nin saldırgan savaşı son bulmalı, Suriye topraklarındaki işgalci tüm güçler geri çekilmeli, Suriye’nin geleceği Suriye’de yaşayan halklar tarafından belirlenmelidir.