2 Aralık günü başlayan asgari ücret görüşmeleri 26 Aralık günü hükümetin açıkladığı rakam ile sonuçlandırıldı. Asgari ücretin 2 bin 324 lira 70 kuruş olacağının açıklanması, büyük tepkiye neden oldu. Patronların istediği olmuş, işçinin ücret zammı, olabilecek en düşük seviyede bırakılmıştı. Sona eklenen “70 kuruş” ise Erdoğan’ın söz verdiği “jest”ti! Erdoğan daha da ileri gitti, asgari ücretin açıklanmasının ardından “işçiyi enflasyona ezdirmedik” sözleriyle, açıkça işçi ve emekçilerle alay etti.
Asgari ücret pazarlıkları
Türk-iş’in geçtiğimiz Kasım ayına ilişkin verilerine göre, 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 2 bin 103, yoksulluk sınırı ile 6 bin 850 lira. Net 2 bin 20 lira olan asgari ücret, 4 kişilik bir aileye ancak 9 gün yetiyor. Bu nedenle Türk-iş, asgari ücretin en az 2 bin 578 lira olması gerektiğini ileri sürerek, daha düşük bir rakamı “tartışmayacaklarını” duyurdu. Türk-iş ile Hak iş, asgari ücret görüşme masasına bu rakamla oturdu.
DİSK’in açıkladığı rakam ise net 3 bin 200 lira oldu. Asgari ücretin bir “geçim ücreti” olması, vergi dışı bırakılması, aile üzerinden ve AGİ hariç hesaplanması gibi ilkeler ise konfederasyonların ortak talebiydi.
Patronlar için bu rakamlar elbette çok yüksekti. Rakamı düşürmek için TÜİK devreye sokuldu. Yaptığı kuraldışı ve hileli hesaplamalar ile enflasyonu olduğundan düşük gösteren, ekonomi rakamlarını hükümetin politikalarına uygun hale getiren TÜİK, bu defa da işçilerin geçim ücretlerini maniple etmek üzere harekete geçti.
Asgari ücret komisyonunun üçüncü toplantısında devreye giren TÜİK, kendi rakamları ile çelişmeyi bile göze alarak rapor hazırladı. TÜİK, Kasım ayında bir yıllık gıda artışını yüzde 8,9 olarak hesaplamıştı; ancak asgari ücret komisyonuna bu rakamı yüzde 5,3 olarak sundu. Temel gıda maddelerinde iki-üç kat bir artış sözkonusuyken, TÜİK’in rakamı yüzde 8,9 olarak açıklaması bile inanılması imkansız bir durumdu. Bu rakamın daha da indirilmesi, işçiye layık görülen “sefalet ücreti” anlamını taşıyordu. Zaten TÜİK’in komisyona sunduğu raporda, bir işçinin aylık asgari geçim tutarı 2 bin 331 lira olarak belirlenmişti.
Patronlar örgütü TİSK ise, açgözlülükte sınır tanımadıklarını bir kere daha ortaya koydular. “İşçiler kadar işverenlerin de düşünülmesi gerektiğini” ileri süren patronlar, asgari ücretin en fazla 2 bin 262 lira olması, ayrıca asgari ücrete devlet desteğinin 200 liraya çıkartılarak sürmesi gerektiğini belirttiler. Ayrıca yüzde 2 olan İşsizlik Sigortası İşveren Payı’nın 2020’de alınmaması, yüzde 5 olan SGK İşveren Desteği’nin yüzde 6’ya yükseltilmesini, bunun TİS imzalayan işyerlerinde yüzde 7 olarak uygulanmasını da istediler.
“Pazarlıklar”ın uzaması göstermelikti ve işçileri oyalama amacı taşıyordu. Böylece sarı sendikalar, işçilere “bakın ne kadar uğraştık” diyebilecekti. Sonuçta sarı sendika-patron-devlet işbirliği ile, asgari ücret netleştirildi ve açıklandı.
En büyük toplu sözleşme
Asgari ücretin belirlenmesi, sadece asgari ücretle çalışanları değil, işçi sınıfının tümünü ilgilendiren bir konudur. Asgari ücret ile çalışan işçilerin sayısı 5 milyon civarındadır. 2 milyon civarında işçi ise asgari ücretin altında bir ücret ile çalışmaktadır. Asgari ücretin yüzde 15 üzerinde ücret alanlar da eklendiğinde, 10 milyondan fazla işçi ve emekçi, asgari ücret civarında bir ücret alıyor ve bu pazarlıklardan doğrudan etkileniyor demektir. Burada aileleriyle birlikte 30 milyona yakın insan sözkonusudur.
Diğer taraftan, emekli aylıkları da asgari ücrete yapılan zam oranlarından doğrudan etkilenir. Yani, bugün ülkemizde bin liranın altında emekli aylığı alan 850 bin kişi ile, 2 bin liranın altında emekli aylığı alan 7 milyona yakın kişi de sefalet koşullarında yaşamaktadır ve asgari ücrete göre kendi durumlarında da bir iyileşme umudunu taşımaktadır.
Bu kesimlerin dışında kalan bütün işçilerin alacakları zam oranları, asgari ücretin zam oranları ile bağlantılı olur. Bu yanıyla asgari ücret görüşmeleri, en büyük toplu sözleşme niteliğini taşır.
Tüm işçileri ilgilendirdiği için, patronlar ve devlet, asgari ücretin “sefalet ücreti” olarak kalması için büyük bir çaba harcarlar. Bu defa da öyle oldu.
İşçiye sefalet ücreti
TÜİK, işçilerin “asgari geçim” giderlerinin yüzde 5,4 arttığını açıkladı. Oysa gerçek “geçim” rakamları çok başka şeyler söylüyor. Bir yılda elektrik ve doğalgaza gelen zam yüzde 60’lara ulaştı, temel gıda maddeleri yüzde 100 civarında zamlandı. Kiradan giyime kadar her alanda fahiş fiyat artışları sözkonusu. Geçinmek öylesine zorlaştı ki, 2019’un ilk 9 ayında, elektrik borcunu ödeyemeyenlerin sayısı 3.5 milyonu aştı, doğalgaz borcunu ödeyemeyenlerin sayısı ise 710 bin 364’ü buldu.
İşçi ve emekçiler böylesine sefalet koşullarına, açlık yüzünden intiharlara mahkum edilmişken, bir tarafta da pervasızca savurganlık yapılıyor. Mesela sarayın giderlerine baktığımızda, 23 saniyede bir asgari ücret kadar harcama yapıldığını görüyoruz. Cumhurbaşkanına ayrılan ödenek yetmediği için, tekrar tekrar ödenek artırılıyor. Kimsenin geçmediği köprüler, kullanmadığı otoyollar, uçak kalkmayan havalimanları, hasta gitmeyen hastaneler için yandaşlara milyarlarca lira aktarılıyor. Asgari ücret pazarlıklarının yapıldığı aynı günlerde, bütçe görüşmelerinde kitlelerin temel gereksinimlerini karşılayacak planlamalar yapmak yerine, Diyanet’e, Saray’a, yandaşlara ne kadar para ayrılacağı planlanıyor.
Asgari ücret, resmi olarak hükümetin, patronların ve sarı sendikaların katıldığı toplantılarda belirleniyor. Gerçekte ise, asgari ücreti belirleyen tek unsur, işçi sınıfının mücadele gücüdür. İşçi sınıfı ne kadar örgütlü, bilinçli ve eylemli ise, asgari ücret o kadar yüksek olur; işçi sınıfı sarı sendikaların barikatlarını aşamayacak, kendi gücünü ortaya koyamayacak durumdaysa, asgari ücret sefalet ücreti düzeyinde kalır.
Asgari ücretin belirleneceği yer sendika ağalarının ya da patronların toplantı masaları değil, üretim alanları ve kent meydanlarıdır.
Sanayi-tarım, yaş, cinsiyet ayrımı yapılmayan; yıllık olarak belirlenen; insanca yaşam koşulları sağlayan; vergiden muaf asgari ücret için, mücadele etmekten başka çare yoktur.