ABD’nin İran Devrim Muhafızları’na bağlı Kudüs Gücü komutanı Kasım Süleymani’yi öldürmesi, emperyalist savaştaki dengeleri yerinden oynattı. Artık savaşta yeni bir evreye geçildiğini görmek zor değil.
İran’ı protesto eylemlerinden Süleymani’nin öldürülmesine
Irak’ta aylardır kitleler sokaklarda protesto gösterileri düzenliyorlar. Ekonomisi çökertilmiş, toplumsal yapısı altüst edilmiş, devlet sistemi bir karmaşaya dönüştürülmüş Irak’ta, kitleler için yaşam dayanılmaz bir hale gelmiş durumda. Ve gösterilerin temel hedefi, kitlelerin yoksulluğuna karşılık devlet içinde had safhaya ulaşan yolsuzluklardı.
Kitlelerin kendi yaşam haklarını savunma hedefiyle başlattıkları gösteriler, hızlı biçimde İran karşıtı eylemlere dönüştü. İran, ABD’nin Irak’ta istediği düzeni kurmasının önündeki en önemli engel durumunda. Bu nedenle ABD, kitle eylemlerinde İran’ın hedefe çakılmasının önünü açtı, kitlelerin öfkesini İran’a yöneltti.
Bir süredir kitle eylemleri devam ederken, ABD stratejik bir hata yaptı: Hizbullah Tugayları’nın 27 Aralık günü gerçekleştirdiği bir saldırıyı fırsat olarak gördü ve 30 Aralık günü İran destekli Hizbullah Tugayları’nın Irak ve Suriye’de bulunan 5 askeri üssünü bombaladı. Saldırıda, içlerinde yerel yöneticilerin de olduğu 25 milis öldü.
Hizbullah Tugayları, İran destekli Şii milislerden oluşan bir örgüt. ABD bu örgütü “terör örgütü” olarak tanımlıyor. İşgal altındaki Irak’ta, 2007’de İran’ın desteğiyle kurulan grup, 2014’te IŞİD’e karşı savaşmak üzere oluşturulan Haşd-i Şabi’nin içindeki en güçlü yapılardan biri.
İran, doğrudan kendisini hedef alan bu saldırıyı karşılıksız bırakmadı. Hizbullah Tugayları’nın cenaze törenini, ABD karşıtı güçlü bir protestoya çevirdi. Ve cenazeye katılan milisler, ABD’nin Bağdat Büyükelçiliği’ne yöneldi. ABD Büyükelçiliği, Irak’ın en iyi korunan yerinde, “Yeşil Alan” olarak tanımlanan bölgesindedir. Ve milisler bu alana girdi, ABD Büyükelçiliği’ni kuşattı, elçiliğin duvarını yaktı, kapısını aşarak içeriye girdi. Bu saldırı, ABD’yi öylesine korkuttu ki, büyükelçilik çalışanları helikopterlerle binayı terkettiler. ABD’nin Irak Büyükelçiliği’nin, Haşd-i Şabi tarafından kuşatılmış görüntüleri 2019’un son gününde, yeni yılın nasıl bir karmaşa ile geldiğinin ilanı gibiydi.
Sadece 3 gün sonra, İran’ın Ortadoğu savaşındaki en önemli ismi, Devrim Muhafızları’nın Kudüs Gücü komutanı Kasım Süleymani, doğrudan ABD’nin verdiği saldırı emri ile öldürüldü.
ABD seçimleri değil, Ortadoğu savaşı
Kasım Süleymani’nin ölümünün ardından Trump’ın “emri ben verdim” diye açıklama yapması ve ABD Kongresi’ndeki Demokrat Partili üyelerin “telaş” göstermesi, saldırı emrinin ABD’nin iç politik gündemiyle ilgili olduğu yanılsamasını yarattı. Birçok kesim, günler boyunca Trump’un azil sürecine ilişkin gündem saptırmaya ve/veya seçimlere hazırlık için önalmaya çalıştığını ileri süren değerlendirmeler yaptılar.
Oysa daha seçimlere bir yıla yakın bir zaman var. Siyasette, hele ki savaş ortamında bu çok uzun bir süre. Ve İran’ın saldırıya vereceği cevap, Trump’un seçilmek bir yana, sonunu da getirebilir. Diğer taraftan Trump’ın “azil” tartışmaları da ABD burjuvazisinin ona duyduğu ihtiyaç ile bağlantılı olduğu için, bu tür olaylarda farklı dinamikler etkili oluyor. Sonuç olarak, Süleymani’nin öldürülmesi, ABD’nin iç politikası ile ilgili değil, doğrudan Ortadoğu savaşının geldiği durum ile ilgilidir.
ABD’nin köşeye sıkışmışlığı
Öncelikle, Kasım Süleymani’nin öldürülmesi, Trump’un kişisel hezeyanı değil, Ortadoğu savaşının geldiği aşamada, ABD’nin sıkıştığı köşeden kurtulma çabasının ürünüdür. Bu yanıyla da, kişisel bir kararı değil, ABD dış politikasının yeni rotasını ifade etmektedir.
İki yönlü bir sıkışmadır bu.
Birincisi, üçüncü defadır ABD büyükelçiliği kuşatılmıştır, işgal edilmiştir. İlki 1979 İran Devrimi sırasında gerçekleşmiş; ABD’nin İran Büyükelçiliği de işgal edilerek çalışanları rehin alınmıştır. İkincisi, Libya’da yaşanmıştır. 13 Eylül 2012 günü Bingazi’deki ABD Konsolosluğu selefi cihatçılar tarafından işgal edilmiş, ABD Büyükelçisi Chris Stevens ve üç elçilik çalışanı linç edilerek öldürülmüştür. Kaddafi’nin, ABD’nin kışkırttığı cihatçı çeteler tarafından 20 Ekim 2011’de linç edilerek öldürülmesinden bir yıl sonra, ABD elçisi de aynı sonu paylaşmıştır.
ABD’nın Irak Büyükelçiliği’nin 31 Aralık günü Haşd-i Şabi’ye bağlı Hizbullah Tuğayları tarafından kuşatılması, ABD açısından çok büyük bir hezimettir. Dünyanın en iyi korunan yerleri arasında bulunan ABD büyükelçiliklerinin, böylesine rahat işgal edilebilmesi, siyasi ve askeri açıdan büyük bir zaaf olmanın ötesinde, güç ve hegemonya kaybının göstergesi olan son derece önemli bir durumdur.
Bu koşullarda, “caydırıcı” bir cevap vermek, ABD açısından kaçınılmaz bir hale gelmiştir. Kasım Süleymani’ye dönük suikastın nedenlerinden birisi budur.
Suikastın ikinci nedeni ise, daha önemli ve daha belirleyicidir. ABD için Ortadoğu’daki savaş büyük bir çıkmaza girmiş durumdadır. Suriye’de savaş sona geldiği için, artık ABD’nin burada bulunmasının bir gerekçesi kalmamıştır. Irak’ta halk da, hükümet de ABD karşıtlığını açık biçimde ifade etmekte, ABD’yi Irak topraklarında istemediklerini ortaya koymaktadır. ABD Ortadoğu genelinde somut kazanımlar elde edemeden, girdiği savaşlardan çekilmek durumdadır. Ve böyle olmasını sağlayan temel unsurlardan biri de İran ve özel olarak da Kasım Süleymani’dir.
Diğer taraftan bugün Suudi Arabistan dahil olmak üzere, Ortadoğu’daki ülkelerin hemen hepsi, geçmişte ABD uşağı konumdayken, bugün farklı arayışlar içindedir. Kimileri bir taraftan ABD yanında dururken diğer taraftan Rusya ve Çin ile de ilişkiler geliştirmektedir; kimileri de bugün İran’ı karşısına alacak adımlar atmaktan çekinmekte, geri durmaktadır. Bu durum, ABD’nin Ortadoğu “müttefikleri”nin sallantıda olduğunu göstermektedir.
Süleymani’nin öldüğü sırada, cebinde Suudi Arabistan’a iletilmek üzere bir mektup bulunduğu söylenmektedir. Irak Başbakanı Abdülmehdi, Süleymani’nin kendi daveti üzerine Bağdat’ta olduğunu ve öldürüldüğü gün bir toplantı yapmayı planladıklarını açıkladı. Süleymani bu toplantı sonrasında, İran tarafından yazılmış olan mektubu Suudi Arabistan’a götüreceği düşünülmektedir. Amaç; Irak, İran ve Suudi Arabistan arasında “gerilimi azaltma”dır.
Yanısıra, İran her fırsatta ABD’ye meydan okuyan açıklamalar yapmakta, kimi zaman da yaptıkları ile ABD hegemonyasına tehdit oluşturmaktadır. Mesela Basra Körfezi açıklarında Temmuz 2019 tarihinde İngiltere bandıralı bir gemiye el koymuş, mürettebatını sorgulamıştı. Son olarak 30 Aralık 2019’da petrol taşıyan bir gemiye daha el koyduğunu duyurdu.
Bütün bunlar, 11 Eylül saldırılarını bahane ederek önce Afganistan ardından Irak işgali ile yeni emperyalist savaşı başlatan ABD’nin hedeflerine ulaşamadığını; dahası başladığı noktayla kıyaslanacak olursa, güç ve hegemonya kaybı içinde olduğunu göstermektedir.
Bu koşullarda ABD’nin savaşı yeni bir rotaya sokmaya ihtiyacı vardır. Bu, ABD açısından hem bir çaresizlik, hem de bir zorunluluktur. Ortadoğu’da Suriye, Irak ve Yemen’de İran’ın “gölgesi” ile savaşan ve bu savaşları kazanamayan ABD’nin, İran ile doğrudan bir savaşta şansı yoktur aslında. ABD de bunun farkındadır. Ancak başka çaresi de yoktur. Bu, Trump’un değil, ABD’nin yeni savaş politikasıdır.
Yaratacağı sonuçların bilinmesine rağmen Kasım Süleymani’ye suikast düzenlemesinin ikinci nedeni de budur.
Yeni emperyalist savaşta yeni aşama
İran elbette ki ABD’nin bu saldırısına ve savaş ilanına bir cevap verecektir. İran’ın Kum şehrinde bulunan ve Şiiler için simgesel önemi bulunan Cemkeran Camii’nin kubbesine kızıl bayrak çekilmesi de bunun ilanıdır. İran kültüründe kızıl bayrak, savaş anlamına gelir. İran tarihinde bu bayrak ilk defa Kasım Süleymani için göndere çekilmiştir; Şii tarihinde ise çekilen ikinci bayraktır, ilki Kerbela’da katledilen İmam Hüseyin içindir. Ölümünün kabullenilmediğini, intikamının mutlaka alınacağını duyurur bu bayrağın çekilmesi.
Bayrak simgeseldir; zaten İran’ın “intikam” alabilecek askeri gücü-siyasi kararlılığı olduğu sır değil. Bunun nasıl olacağı çokça tartışılıyor; Hürmüz Boğazı’ndan İsrail’e, İran’ın füze menzilindeki ABD üslerine kadar çeşitli seçenekler konuşuluyor. Ancak cevabın nereden-nasıl geleceği çok önemli değil. Önemli olan, verilecek olan cevap, her koşulda yeni emperyalist savaşın yeni bir aşamasını gösterecektir. Ve, Türkiye’den Suudi Arabistan’a, Kürt hareketinden Katar’a kadar Ortadoğu’daki tüm güçler, bu yeni aşamada nasıl konumlanacaklarını yeniden belirleyeceklerdir.
Diğer taraftan, ABD’nin “İran’ın kültürel simgelerini hedef alacağı”na dair tehditleri çok önemlidir. Bu tehdit, uluslararası askeri anlaşmaları bile hiçe sayan, “savaş suçu” niteliğindeki bir anlam taşımaktadır. Ve ABD’nin güç ve hegemonya kaybının somut göstergelerinden biri olmuştur.