Elazığ’ın Sivrice sınırında 24 Ocak günü 6,8 büyüklüğünde bir deprem gerçekleşti. Depremde, 41 kişi hayatını kaybetti, 1607 insan yaralandı.
Televizyondaki görüntüler yine yürekleri dağladı. Enkaz altından gelen insan sesleri, ölenlerin ardından yakılan ağıtlar, acıyla kavurdu yürekleri…
Devlet ise, bir kere daha kendi sorumluluğunu unutup, insanların acısını kullanmaya kalktı!
Devletin görevi nedir
Deprem bir doğa olayıdır; onu “afet” haline getiren ise, yöneticilerin sorumsuzluğudur. İlk insanlar depremi “tanrıların öfkesi” olarak ele almış ve korkmuşlardı. Bugün ise, elimizde yeraltının bilgisi var. Ne zaman deprem olsa, uzmanlar çıkıp deprem haritaları üzerinden yorumlar yapıyor, öngörülerini anlatıyorlar. Buna rağmen, bir sonraki deprem yine büyük yıkımlarla hayatımızdan parçalar götürüyor.
Çünkü kapitalizmde insan hayatının bir değeri yok. Müteahhit inşaat malzemesinden çalıyor, bakanlık dere yatağına imar izni veriyor, belediye ruhsat hazırlıyor, meclis kaçak-dayanıksız-güvensiz binalara imar barışı çıkartıyor, deprem toplanma alanları devlet-müteahhit işbirliği ile yağmalanıyor… Yani devlet yasal zemini oluşturuyor, patronlar kar ediyor! Bu arada her depremde, sağlıksız-güvensiz binalarda oturan yoksullar ölüyor…
Ve 21 yıl önce Marmara depremi gerçekleştiğinde timsah gözyaşları dökenler, her depremin ardından timsah gözyaşları dökmeye devam ediyorlar…
Bu arada tarikatlar da üzerlerine düşen “görevlerini” aksatmadan yerine getiriyor. Deprem gibi son derece olağan bir yeryüzü hareketine “ilahi” anlamlar yüklemeye, insanların dini duygularını sömürmeye çalışıyorlar. Hatta “çocuk evliliklerinin (tecavüzlerinin) yasaklanması depreme neden oldu” diyecek kadar iğrenç bir şeriatçı kafalarla karşılaşıyoruz.
“Deprem oldu, mutlu musunuz?”
Devlet, depremdeki ölümlerin tek sorumlusudur. Göz göre göre gelen deprem için tek bir adım atmamıştır çünkü. Üstüne üstlük, Marmara depremi ve ardından yaşanan depremler sonrasında yükselen kitle öfkesi nedeniyle atılan kimi adımlar da (deprem toplanma alanları ve deprem konteynırları oluşturulması gibi) zaman içinde bir yağma unsuruna dönüştürülmüştür.
Buna rağmen devlet erkanı, ortalıkta görünerek depremden nemalanmaya çalışıyor. Yaşanan bu korkunç acıyı, kendisi için ranta dönüştürmeye kalkıyor. Üç tane bakan deprem bölgesine gelerek, her cümlesinde “sayın cumhurbaşkanımızın talimatıyla” ifadesi geçen konuşmalar yapıyorlar. Ve AKP için “imaj tamiri”, “algı düzeltmesi” yaptıklarını düşünerek seviniyorlar.
“Fırsatçılara dikkat edin” diyorlar haber kanallarında; ama en büyük fırsatçı AKP ve yandaşları! Deprem duyulunca Elazığ ve Malatya’ya uçak bilet fiyatları birden fırlıyor, tepkiler üzerine indirmek zorunda kalıyorlar. Kızılay başkanı Kerem Kınık (hani uçmayan uçak için 245 bin dolar ödeyen, boğazda aylık onbinlerce dolara yalı kiralayan, Suriye’deki cihatçı çetelere yardım kampanyası düzenleyen Kınık), hemen “bağış yapılması için” hesap numarası veriyor, o da tepkiler üzerine bu mesajı internetten kaldırmak zorunda kalıyor.
“Bağış” konusuna tepki yükselince, Acun’a görev veriliyor; Tv8’den yardım kampanyası düzenleniyor. Ama yandaş Acun bile kitlelerin duygularına tercüman olma zorunluluğu duyuyor: İçişleri Bakanı Soylu’yu, “toplanan bu yardım paralarının deprem için kullanılması” konusunda uyarmak zorunda kalıyor. Öyle ya, ’99 depremi sonrasında çıkartılan deprem vergisi nedeniyle 34 milyar dolar para toplandı, ama deprem için tek bir çivi bile çakılmadı. Bu 34 milyar da yandaşlara ve patronlara peşkeş çekildi, sarayın lüks harcamalarında kullanıldı.
Erdoğan ise şov yapıyor: Arama-kurtarma çalışmalarının sürdüğü bir enkazın başına geldiğinde, AFAD yetkilisi enkaz başındaki ekiplere “gönderin” işareti veriyor, enkazdan çıkarılan ve acilen tıbbı müdahale edilmesi gereken yaralı, o haliyle, sedye üzerinde Erdoğan’ın yanına getiriliyor. Sanki afet mahali değil, film seti…
Şov yapma “şampiyonluğu”nu “penguen medyası” üstlendi gene. CNN muhabirinin deprem çadırlarını gezerek, soğukta titreyen, yakınlarını kaybettikleri için acı çeken insanlara “mutlu musunuz” diye sorduğu görüntüler, acıyı, öfkeyi, nefreti daha da büyüttü. Tekrar tekrar soruyor CNN muhabiri, tam 9 kez üsteliyor “mutlusunuz değil mi” diye! Neden mutlu olacaklarmış? Günler sonra gönderilen yetersiz çadırlardan ve yemeklerden! O büyük acının içinde bile AKP’ye ve Erdoğan’a bir rant çıkarmaya çalışıyorlar. Üstelik hala köylere çadır ulaştırılmamışken, insanlar kar ve soğukta titriyorken, hala enkaz altında insanlar yaşam ışığı bekliyorken…
İnsanların canı-acıları üzerinden bir “başarı hikayesi” yazmaya, devletin depremlere hazır olmadığı konusundaki eleştirileri bastırmaya çalışıyorlar. Oysa rakamlar ortada. AFAD’ın açıklamasına göre, Elazığ ve Malatya’da toplam 76 bina yıkıldı. Bu binalarda 45 kişi enkaz altından kurtarıldı. Enkazlarda çalışan arama-kurtarma ekiplerinin kaç kişi olduğu konusundaki rakamlar farklılık gösteriyor; ancak yaklaşık 4 bin insanın profesyonel olarak yer aldığı anlaşılıyor. Buna, büyükşehirlerden ve Zonguldak madencilerinden gelen ekipler de dahil. Yani 4 bin kişi, 76 binadan 45 kişi kurtarabildi. Üçüncü gün, hala enkaz altında insanlar vardı. İstanbul’da yaşanacak bir depremde, yıkılacak bina sayısı onbinlerle ve enkaz altında kalacak insan sayısı yüzbinlerle ifade ediliyor. Böyle bakıldığında, Elazığ depreminde bir “başarı” değil, tersine büyük bir başarısızlık sözkonusu olduğu görülüyor.
Üstelik, tabloyu daha da vahim hale getiren unsurlar sözkonusu. Mesela HDP’nin yardım konvoylarının afet bölgesine girmesi engelleniyor. Binlerce insana bu kış ayazında battaniye, ısıtıcı, gıda ulaştırılmamışken… Keza, başka illerden gelen arama-kurtarma ekipleri, kendi kurtarma çalışmalarının AFAD’ın niteliksiz-liyakatsız yöneticileri tarafından engellendiğini, yanlış yönetildiğini anlatıyorlar.
Sonuçta, deprem öncesinde önlem almak konusunda devletin hiçbir etkisi-katkısı-başarısı olmadığı kesindir. Deprem sonrasına ilişkin tablo da çok parlak değildir. Rakamlar bu kadar küçük olmasına rağmen çalışmalar böylesine eksikken, büyük şehirlerde yaşanacak bir depremin bir katliama dönüşeceği açıktır.
Depreme karşı mücadele,
yaşam hakkı için mücadeledir
Her depremde devletin en “başarılı” olduğu konu, yükselen öfkeyi ve tepkiyi bastırmaktır. Yine aynı şeyler yaşanıyor. Devletin ihmalleri konusunda görüşler ifade edenler, deprem vergilerinin akıbetini soranlar, deprem konusunda neden önlem alınmadığını tartışanlar, inşaat ve rant politikalarını eleştirenler hedefe çakılmış durumda. Devlet öncelikle yükselen öfkeyi bastırmak, tepkileri yoketmek istiyor.
Ancak onların bu saldırganlığı, kitlelerin acısını ve öfkesini azaltmıyor. Bunu azaltacak olan tek şey, dayanışmadır. Öfkenin akıtılacağı yer ise, depremde sorumluluğu olanlara karşı mücadeledir. Çünkü depreme karşı mücadele, yaşam hakkı için mücadeleye dönüşmüştür artık.