Rusya ve Suriye’nin, İdlib’deki cihatçı varlığını temizlemeye dönük olarak başlattıkları operasyon hız kazanınca, ortalık yeniden alevlendi.
Erdoğan yönetimi Suriye’ye dönük savaş çığırtkanlığını hızlandırdı. Erdoğan’ın “Suriye güçlerini her yerde vuracağız” ve Bahçeli’nin “Türkiye Şam’a girmeyi planlamalıdır” sözleri ile, bu çığırtkanlık açık bir savaş ilanına dönüştü. Pratik olarak da buna uygun konumlanıldı; cihatçılara koruma kalkanı oluşturuldu. Öyle ki, cihatçılar TSK’nın arkasına saklanarak Suriye ordusuna saldırılar düzenledi, Suriye’nin cevap vermesi ile Türkiye’nin de asker kayıpları arttı.
ABD ise kaynayan kazanın ateşine odun atma peşinde. ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, 11 Şubat günü Türkiye’ye geldiğinde, “şehitlerimiz” kelimesinin de içinde geçtiği Türkçe bir konuşma yaptı ve “azami dayanışma içinde olacağız” dedi. Ardından 12 Şubat günü ABD ordusu, Haseke’de Suriye ordusuna ait iki karargahı bombaladı.
ABD’nin bu tutumu ve AKP yönetiminin “NATO’yu da yardıma çağırırız” açıklamaları üzerine, Rusya da sert açıklamalar yaptı. Türkiye’nin meşru bir zeminde olmadığını hatırlatan açıklamalardı bunlar.
Sonuçta, Suriye savaşı sona gelmişken, ABD bir son dakika golü arayışına girmiş durumda. AKP ise, ABD’den aldığı güç ve destekle, İdlib’deki varlığını korumanın hesaplarını yapıyor.
İdlib’e gecikmeli operasyon
Erdoğan ile Putin arasında Eylül 2018’de imzalanan Soçi Mutabakatı, bir çıkmaza dönüşen İdlib sorununa çözüm getirmeyi hedefliyordu. Buna göre İdlib, “çatışmasızlık bölgesi” ilan edilmiş ve Suriye’nin buraya saldırması ertelenmiş oldu. Karşılığında, İdlib’de cihatçıların hamisi konumundaki Türkiye’ye görevler yüklendi. Türkiye İdlib’deki, Şam-Halep arasındaki M5 karayolu ile Halep-Lazkiye arasındaki M4 karayolunu trafiğe açacaktı; bölgede Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) ile Türkiye’nin desteklediği cihatçı gruplar birbirinden ayrıştırılacaktı. Keza Türkiye, İdlib’den Suriye’nin ve Rusya’nın kontrolündeki bölgelere yapılan silahlı saldırıları da durduracaktı.
Anlaşmanın üzerinden 1,5 yıl geçti. Bu süre içinde, İdlib’deki cihatçıların kontrol altına alınması bir yana, bölgede HTŞ’nin güç ve etkinliği arttı; İdlib’den Lazkiye’deki Rus askeri üssüne bir çok defa füze saldırısı gerçekleştirildi; bölge bir cihatçı yuvasına çevrildi. Hatta AKP hükümeti tarafından, bazı cihatçı gruplarının liderlerine Türkiye’de bir toplantı düzenletildi; İdlib’de bir şeriat hükümeti kurulduğunu ilan ettirildi. AKP, eğittiği cihatçıları, “Suriye Milli Ordusu” ismini takarak Suriye topraklarına yerleştirdi. İdlib’deki “gözlem noktaları”nı, askeri üslere çevirmeye çalıştı.
AKP hükümetinin tüm bu adımları, Suriye topraklarında kalıcı olmaya çalıştığını artık ayan-beyan ortaya koymaktadır. Sadece İdlib değil, Afrin, Cerablus, El Bab ve Tel Abyad bölgelerinde, “işgal” ettiği topraklarda “ilhak” hamleleri yaptı; kaymakam ataması yaptı, üniversite kurmaya kalktı…
Elbette AKP’nin bütün bu işgal-ilhak politikalarına karşı, Suriye yönetimi de tavırsız kalmayacaktı. Suriye genelinde IŞİD’e karşı savaşta kazanılan başarıların ardından, sıra Türkiye’nin elindeki topraklara geldi. Ve Suriye Ordusu, kendi topraklarını geri almak için, İdlib’e saldırıyı başlattı.
İdlib’in stratejik önemi
Esad, Ekim ayında İdlib’i Suriye genelindeki “kaos ve terörü sonlandırmanın anahtarı” olarak nitelendirmiş, “İdlib’deki cihatçıların yenilgiye uğratılmasıyla birlikte savaş da sona erecektir” demişti. Bu söz gerçeği ifade etmektedir. İdlib cihatçıların hakimiyetindeki son nokta; buranın ele geçirilmesi, Suriye’de 2011’de başlatılan savaşın sonudur. Üstelik İdlib, Lazkiye’deki Rus askeri üssünün çok yakınında. İdlib’den zaman zaman Rus üssüne taciz atışları gerçekleştiriliyor. Bu yanıyla stratejik bir önem taşıyor.
Ekim 2018 sonrasında Türkiye İdlib’de 12 askeri gözlem noktası oluşturdu. İdlib hava sahası Rusya’nın kontrolündeydi ve Türkiye’nin bu hava sahasını kullanması, Rusya’nın iznine tabiydi. Suriye ve Türkiye arasında çatışma yaşanmaması için, askerlerin konum ve geçişlerinin Rusya üzerinden birbirlerine bildirildiği bir kontrol mekanizması kuruldu.
2019’un ikinci yarısında İdlib’deki çatışmalar arttı. AKP hükümeti, Ekim 2019’da Tel Abyad-Serekaniye hattında bir işgal izni (adını Barış Pınarı Harekatı koyduğu işgal) karşılığında, bir süre için İdlib’de Suriye’nin operasyonlarına göz yumdu. Sonrasında Tel Abyad işgali hedeflediğinden daha sınırlı kalınca, yeniden İdlib’i kaşımaya başladı. Suriye’nin İdlib’e her saldırısı, Türkiye’nin ve Batılı emperyalistlerin tepkisi ile karşılandı. “İnsan hakları ihlalleri”, “sivillerin vurulması”, “Türkiye’ye göç dalgası” gibi söylemlerle Suriye ve Rusya üzerinde baskı kuruldu.
Buna rağmen Ekim ayından bu yana, Suriye ordusu adım adım ilerliyor, Ocak sonundan itibaren bu ilerleme hız kazandı; Halep-Şam karayolu dahil olmak üzere, stratejik noktaları ele geçirdi. Öyle ki, Türkiye’nin gözlem noktalarının yarısından fazlası, artık Suriye’nin kontrolü altındaki bölgelerde kaldı.
Buna karşılık Erdoğan yönetimi, Suriye’nin ilerleyişini durdurmak için bir taraftan diğer emperyalistler aracılığıyla baskı oluşturmaya girişti; “siviller vuruluyor”, “Türkiye sınırına dayanmış sığınmacılar Avrupa için de tehdittir” gibi söylemlerle Batılı emperyalistlerin müdahalesine zemin hazırlamaya uğraştı. Diğer taraftan, Suriye’ye asker sevkiyatını artırdı, yeni kontrol noktaları oluşturdu, eskilerini güçlendirdi.
Bugün İdlib’de bulunan TSK askeri sayısı 5 bini aşmış durumda. Bu sevkiyat, sadece siyasal bir gövde gösterisi değil. TSK, gerçekten de Suriye ile bir savaşın içine girdi. Bu savaşta cihatçılarla Suriye ordusunun arasında kalkan görevi üstlendi, cihatçılara askeri desteğini de artırdı. Öyle ki, cihatçılar omuzdan atılan füzelerle iki Suriye helikopterini düşürdü. Türkiye, İdlib’deki hava sahasını sadece Rusya’nın izni dahilinde kullanabildiği için, cihatçılara hava desteği sağlayamıyordu; bu açığı, bu tür füzelerin kullanımıyla kapatmış oldu.
ABD için İdlib fırsatı
ABD için İdlib savaşı büyük bir fırsattır. Çünkü İdlib, ABD’nin Ortadoğu genelinde sürdürdüğü savaşla bağlantılıdır. Ve önemli mevziler kaybettikleri bu savaşta, Türkiye’ye destek vererek yeniden avantajlı bir konuma geçmenin hesaplarını yapmaktadır.
Erdoğan’ın baskısı üzerine Ekim 2019’da ABD, Türkiye’nin Rojava topraklarına girmesine izin vermişti. Bu izin, YPG’nin onayladığı sınırların çok üzerindeydi. ABD giderek yaklaşmakta olan İran savaşında Türkiye’yi yanına almak istiyordu; bu nedenle YPG’nin tepkilerini göze aldı. Türkiye’ye, Rojava topraklarında 35 km derinliğe inme izni verdi.
ABD’nin bu planları, YPG’nin Rusya ile işbirliği yapmasıyla bozuldu. YPG, kendi bölgesinde TC askerini görmektense, bu bölgeyi Suriye ordusuna açtı. Bu tavizi, gelecekte Suriye’nin anayasa tartışmalarında bir koz olarak kullanma ihtimali üzerine vermişti. ABD tarafından terkedilen YPG’nin başka bir şansı da yoktu zaten. Rusya ile anlaştı, Suriye ile görüşmelere başladı; böylece Erdoğan yönetiminin Rojava işgali sınırlı kaldı.
ABD’nin Suriye’den çekileceği açıklaması ise, yeni bir dönemi işaret ediyordu. Bir yanıyla, bu gerçek bir çekilme değildi; bazı askeri üslerini ve petrol yatakları üzerindeki hakimiyetini korumaya devam ediyordu. Diğer yanıyla, Suriye’yi parçalamak ve Esad’ı devirmek için ABD’nin başlattığı savaşın başarıya ulaşmayacağı artık kesinleşmişti; ABD’nin Ortadoğu’da yeni bir rota çizmeye ihtiyacı vardı.
Bu rotanın işaretleri, adım adım kendisini gösterdi. Irak’taki varlığını sağlamlaştırmak, İran’ı hedefe çakmak ve İsrail’in savaşa dahlini güçlendirmek. Bu yönde hızlı gelişmeler ardarda geldi. 9 Ekim’de TC’nin Rojava topraklarına girdiği ve dikkatlerin buraya yöneldiği bir kesitte, 27 Ekim günü IŞİD lideri Bağdadi’yi İdlib’de öldürdü. Yine ekim ve kasım aylarında, Irak’taki yoksulluk ve yolsuzluk karşıtı kitle gösterilerini, İran karşıtı gösterilere dönüştürdü. Ardından 3 Ocak günü İran’ın Ortadoğu savaşının komutanı Kasım Süleymani’yi öldürdü. Bu arada, İran üzerindeki yaptırım tehditlerini ve uluslararası baskıyı artırma yönünde adımlar attı.
İdlib üzerinden hesaplar
Erdoğan için İdlib savaşı, sadece İdlib’i ilhak etme amacıyla verilen bir savaş değildir. Erdoğan yönetimi İdlib’i, Suriye’de işgal ettiği diğer bölgeler için bir barikat olarak görmektedir. İdlib’den çekilirse, sıra Afrin’e, Cerablus’a ve diğer işgal bölgelerine de gelecektir. Bu nedenle Erdoğan yönetiminin hedefi, İdlib’i elinde tutmaktır. Bunu başarırsa, burada cihatçıları eğiterek Libya başta olmak üzere başka savaş alanlarına gönderecek; IŞİD’in başaramadığı şeriat devleti kurma hedefini İdlib’de hayata geçirecek; Suriye’nin savaş sonrası inşasında ve yeni düzenin kurulmasında İdlib’i kendisine bağlı bir odak olarak kullanacaktır. Bu nedenle tüm gücüyle İdlib’e yüklenmektedir.
Bu yüklenmenin somut görüngülerinden biri de Rusya’ya karşı saldırgan-hasmane tutumunda ortaya çıkmaktadır. İdlib’de savaşın en kritik günlerinden birinde, Erdoğan Ukrayna’ya bir ziyaret gerçekleştirdi ve özellikle Kırım’a ilişkin Ukrayna hükümetine destek verdi. ABD’nin Rusya’yı sıkıştırmak için Kırım’ı karıştırmayı hedeflediği biliniyor; Erdoğan da İdlib’deki cihatçıların bir kısmını Kırım’a göndererek Rusya’ya karşı savaştırmayı planlıyor.
ABD için de İdlib, bir taşla çok kuş vurmayı sağlayacak, çok yönlü bir fırsat ortamıdır. En başta Rusya ile Erdoğan yönetiminin arasının açılmasına neden olabilir; bu koşullarda S-400 başta olmak üzere Türkiye’nin Rusya ile kurduğu askeri-siyasi ilişkiler darbelenecektir. Şimdiden Türkiye’ye Patriotlar’ın satılması ve bunların Hatay’da konuşlandırılması konuşulmaya başlandı. İkincisi İdlib, hem Rusya’nın hem de İran’ın büyük zaman ve enerji harcadığı bir savaştır. Türkiye’nin İdlib’deki “direnişi”, Rusya ve İran’ın işini zorlaştırmaktadır. Onların burada oyalanması, başka bölgelerde ABD’nin elini rahatlatmaktadır. Üçüncüsü, İdlib yüzünden Türkiye ile Rusya’nın arasının açılması, İran savaşında ABD için yeni bir olanak anlamına gelir. Suriye savaşında 2014 sonrasında YPG üzerinden ilerleme gerçekleştirmiş, YPG sayesinde konumunu güçlendirmişti; ancak İran savaşında YPG’nin ve genel olarak Kürt hareketinin çok fazla faydalı olamayacağını görüyor. İran savaşında en büyük güç, Türkiye’yi yanına aldığı koşulda oluşacak. Dördüncüsü, Kasım Süleymani’nin öldürülmesinin ardından, Irak parlamentosu, ülkedeki ABD üslerinin boşaltılması yönünde bir karar aldı. ABD’yi zor duruma düşüren bu karara rağmen ABD, Irak’ta kalma konusunda kararlı. Ancak Türkiye’nin desteğine artık daha fazla ihtiyacı var. Beşincisi, bugün Suriye’deki askeri varlığı meşru olmayan iki ülke Türkiye ile ABD. Türkiye’nin İdlib’den (sonrasında diğer kentlerden) çıkarılması ABD’nin de durumunu zora sokacaktır. Türkiye’nin İdlib’deki varlığı ABD’nin manevra alanını genişletiyor.
Tüm bu hedefler, ABD’nin İdlib için Türkiye’yi destekleyen açıklamalar yapmasına neden oluyor. Salt bu açıklamalar bile, AKP yönetimi için oldukça önemli; bu desteğe yaslanarak Rusya ve Suriye karşıtı açıklamaları birden hız kazanmış durumda. Keza İdlib savaşındaki cihatçılara “destekçi” konumunu, doğrudan savaşın tarafı olmaya doğru hızla ilerletiyor; Suriye ordusu ile karşı karşıya gelmekten çekinmiyor.
Ancak ABD’nin “desteği”nin siyasi destekle sınırlı olduğu, askeri desteğe dönüşmeyeceği de açıkça görülüyor. ABD ne bu savaşa doğrudan girebilir, ne de bu koşullarda Patriotlar’ını gönderir. Suriye toprakları üzerinde Rusya ile açık bir savaşa girmeyi göze almaz. Bu nedenle Türkiye’yi öne iterken, kendisi korunaklı bölgede durmayı tercih ediyor.
Rusya, Kasım 2015’te Türkiye’nin Rus uçağını düşürmesini önemli bir fırsat olarak kullanmıştı. Uçak nedeniyle Türkiye’nin durumu düzeltme çabasını kendi lehine çevirerek, Suriye savaşında Türkiye’yi önemli oranda yanına çekmeyi başarmıştı. Bunu zaman zaman siyasi-ekonomik baskı kurarak, zaman zaman belli kazanımlar için tavizler vererek yapmıştı. Halep’in cihatçılardan temizlenmesi, bu tür bir pazarlık sonucunda kolaylaşmıştı mesela.
Bugün de Rusya, öncelikle siyasi baskıyı artırarak Türkiye’nin İdlib’deki konumlanışını etkisizleştirmeye çalışıyor. Ancak Erdoğan ve Bahçeli’den pervasızca açıklamalar gelmesi ve üstüste iki Suriye helikopterin düşürülmesi üzerine, Rusya tepkisini sertleştirdi. “Suriye ordusunun artık sabrı tükendi, her karış toprağını geri alacak”, “Ankara’nın Suriye’deki gözlem noktaları ne işe yarıyor, neyi hedefliyor” gibi son derece ağır ifadelerin bulunduğu cümleler kuruluyor artık.
Rusya, Türkiye’yi kaybetmeden İdlib sorununu çözmek istiyor elbette. Ancak bunu önceki gibi tavizler vererek yapması mümkün değil. Tersine sertleşerek, restleşerek yapma yönünde ilerliyor. Türkiye’nin Suriye toprakları üzerinde Rusya ile bir savaşı göze almaması gerektiğini gösteriyor ve buradan sıkıştırıyor. Bu konuda son derece kararlı duruyor. Suriye ordusunun Rusya’nın yönlendirmesiyle doğrudan TSK mevzilerine saldırı düzenlemesi de bu yönde bir tehdit anlamını taşıyor. Keza Erdoğan’ın düzenlemek için büyük bir çaba harcadığı Fransa, Almanya, Rusya ve Türkiye’nin katılımıyla 5 Mart’ta “İstanbul’da dörtlü zirve”’ planını boşa çıkartarak, 6 Mart’ta Rusya, İran ve Türkiye’nin yapacağı bir zirveyi alternatif olarak ileri sürüyor.
Rusya’nın bir başka hamlesi de hem ABD’yi hem de Türkiye’yi fazlasıyla sıkıştırıyor. Türkiye İdlib’deki cihatçıları güçlendirmeye, ABD de Türkiye ile ilişkilerini düzeltmeye odaklanmışken, Suriye-PYD görüşmeleri hız kazanmış durumda. Üstelik, İdlib operasyonunun bir parçası olarak Halep-İdlib arasındaki kırsalın temizlenmesi için Suriye ile PYD’nin ortak saldırılar düzenlediği yönünde haberler basında yer alıyor.
Rusya üstüste bu hamleleri yaparken, ABD’nin somut-askeri bir desteğinin olmaması Erdoğan’ın elini zayıflatıyor. Dahası, askeri olarak Suriye-Rusya-İran ittifakının savaş gücüyle başa çıkma ihtimalinin olmadığını da biliyor.
* * *
Türkiye’nin başka ülkelerin topraklarında işgal-ilhak hayalleri peşinde koşması yeni ve şaşırtıcı bir durum değil. Özellikle Erdoğan yönetimi sürecinde, bu hayaller ve bu doğrultudaki çabalar çok yoğunlaşmıştı. En son Türkiye’nin Libya savaşına dahil edilmesi bu örneklerden biridir.
Bugün Suriye’de yaşanan ise, bunun ifrada vardırılmış halidir. Açıkça Suriye’ye “kendi topraklarında” meydan okuyor, “rejimi değiştirme” hedefini ortaya koyuyor, bunun için doğrudan askeri çatışmada yer alıyor.
Ancak bu haksız bir savaştır ve bölge halklarına kan ve zulüm dışında bir şey getirmeyecektir. Türkiye’nin Suriye topraklarındaki işgali sona erdirilmeli, şeriatçı çeteler tümüyle temizlenmelidir.