Erdoğan ve AKP’nin her geçen gün kitle desteğini daha fazla yitirdiği, sadece son aylardaki anketlerin ortaya koyduğu bir gerçek değil; yaşanan her gelişmede kendini gösteren kesin bir olgudur artık. Bunun son örneği, AKP’nin grup toplantısında Erdoğan konuşma yaparken, bir babanın “çocuklarım aç” diye bağırması oldu.
Bu çığlık, uzun süredir birçok yerde ve çeşitli yetkililerin yüzüne haykırılmıştı. Bu sefer AKP’nin meclis toplantısında, yani tam kalbinde ve Erdoğan’ın yüzüne karşı, yani en üst düzeyde ifade ediliyordu. Televizyonlardan naklen yayınlanan bu toplantı, tam da Erdoğan konuşurken yükselen çığlık üzerine birden kesildi, ancak yine de duyulmasını engelleyemediler. Sonrasında apar-topar gözaltına alsalar da, sözkonusu kişinin kimliğini saklasalar da, mızrak çuvala sığmıyordu artık.
Krizle birlikte artan işsizlik ve açlık, sadece AKP’nin kitlesini değil, böyle bir toplantıya katılacak kadar AKP’ye sadakatini ispatlamış kişileri bile etkisi altına almıştı. Dahası, her türlü saldırıyı göze alarak seslerini yükseltecek kadar bıçak kemiğe dayanmıştı. Bu, AKP’nin kitle desteğini yitirdiğini göstermesi bakımından olduğu kadar, Erdoğan’ın “karizması”nın kendi kitlesinde bile artık kalmadığını gösteren bir gelişmeydi aynı zamanda.
‘90’lı yılların ortalarından itibaren liberallerin de katkılarıyla bir “Erdoğan miti” yaratıldı. Onun halktan biri olduğu, halkı çok iyi anladığı, çok iyi ilişki kurduğu, siyaseti iyi okuduğu vb. methiyeler dizildi, parlatıldı. Oysa her burjuva politikacı gibi o da halka düşmandı; üstelik diğer politikacılardan daha saldırgan ve pervasızdı. Bir çiftçinin yakınması karşısında “ananı al da git” sözü, onun gerçek kişiliğini ele veren örneklerden biridir. Berkin Elvan’ın annesini yuhalatmaktan, iş isteyen bir kadını “kocan çalışıyormuş ya, daha ne istiyorsun” diye azarlamasına kadar pek çok örnek sıralanabilir. Özellikle işçi ve emekçilere, kadınlara karşı ne kadar saldırgan ve hakaret dolu sözler sarfettiği bilinmektedir.
Bugüne dek yapılan “kamuoyu yoklamaları”nda Erdoğan’ın oyları, AKP’den yüzde 10 civarında fazla görünürdü. Son dönemde Erdoğan’a desteğin AKP’yle eşitlendiği, AKP-MHP oylarının ise toplamda yüzde 40’lara ulaşabildiği, dolayısıyla Erdoğan’ın yeniden cumhurbaşkanı adayı olması durumunda seçilemeyeceği daha sık telaffuz edilmeye başlandı.
Her ne kadar AKP’den ayrılan Davutoğlu ve Gül-Babacan ekipleri beklenen güç kaybını yaratmasa da, AKP’deki erime durmuyor. Son bir yılda yaklaşık 1 milyon üyenin istifa etmesi, bunun göstergelerinden biridir.
AKP ve Erdoğan’ın kitle desteği azaldıkça, saldırıları da artıyor. İşçi ve emekçilerin “açız” haykırışlarını bastırmak için her yola başvuruyorlar. Polis ve jandarma yetmiyor, “bekçi ordusu” kuruyor ve yetkileri alabildiğine arttırıyorlar. “Gösterilere müdahale” ve “silah kullanma” yetkisi ile mahallelere-sokaklara kadar devlet terörünü sokuyorlar. Diğer yandan Suriye’deki yenilgiyi bastırmak için savaş çığırtkanlığıyla, FETÖ bağlantısını örtbas etmek için yeniden “darbe” söylentileriyle eriyen kitle tabanını tutmaya çalışıyorlar. Osman Kavala’dan CHP’ye tüm muhalifleri FETÖ’cülükle suçlayıp sürekli kılıç sallamaları, bunun bir parçası…
Ama ne artan saldırganlık, ne de içi boş demagojiler, AKP’deki erimeyi durdurabilir. Çünkü bunun asıl nedeni, krizle birlikte çığlıklaşan işsizlik ve açlıktır. Aç ve işsiz kalan insanları da sonsuza dek durdurabilmek hiçbir dönem mümkün olmamıştır.
Krizin artan göstergeleri
Erdoğan hükümeti ve onun Hazine ve Maliye Bakanı damat Albayrak, rakamlarla ne kadar oynasa da, tutturamayacakları hedeflerle kitleleri ne kadar aldatmaya çalışsa da, krizin her geçen gün derinleştiği gerçeğini değiştiremiyorlar.
Zaten damat, son aylarda ekonomiye dair sözleriyle değil, futbola müdahalesiyle anılır oldu. “Kapalı kapılar arkasında neler yaptığımızı bilen biliyor” diyerek, Trabzonspor’u şampiyon yapmak için spordışı yöntemleri devreye soktuklarını açıkça ilan etti. Bahçeşehir’den sonra şimdi de Trabzonspor’a “AKP’nin takımı” damgasını vurdular. Hükümette 5 Bakanın Trabzonlu olduğu, Trabzonspor için çalıştıkları kimse için sır değil artık. Meclise gitmeyen AKP’li vekiller, Trabzonspor maçlarında tribünleri dolduruyor. Bu durum tepkileri de beraberinde getiriyor doğal olarak. Artık tribünlerden de “damat istifa” sesleri yükseliyor. El attıkları her alanda şikeye, hileye, entrikaya başvuruyorlar çünkü. Tıpkı ekonomik verilerde olduğu gibi…
Son olarak sanayi üretiminin bir yıl içinde yüzde 8.6 arttığını iddia ettiler. Oysa bırakalım büyümeyi, gözle görülür bir düşme sözkonusuydu. Bunun için ekonomist olmaya da gerek yoktu. Azalan istihdam verileri ve artan işsizlik, gerçek tabloyu ortaya koyuyordu zaten. Tıpkı enflasyon oranını belirlerken temel ihtiyaç kalemlerini değil de, ping-pong topunu sepete koymaları gibi, bir illüzyon yaratılıyor. Ancak yaşam, bütün bu illüzyonları yerle bir ediyor.
2019 yılında 16 bin şirket iflas etmiş. Son 5 yılda 570 bin esnaf kepenk kapatmış. Buralarda çalışanlar, bugün işsizler ordusunun bir neferi! Son bir yılda 802 bin kişi işsiz kalmış. Neredeyse her dakika bir işçi atılıyor. “Çocuklarım aç” diyen babaların çığlığı, artık AKP toplantılarında duyuluyorsa; bir hafta içinde 5 kişi işsizlikten dolayı intihar ediyorsa ve ülke tarihinde ilk kez ailecek intiharlar yaşanıyorsa; krizin halkta yarattığı çöküntüyü, çaresizliği ve isyanı, daha çarpıcı hangi veri gösterebilir?
Sadece yoksul halkın değil, orta gelirlilerin hatta burjuva kesimlerin bile AKP’ye güveninin kalmadığı ortada. Örneğin Erdoğan’ın tüm uğraşlarına rağmen kimse TL’ye dönmüyor. Merkez Bankası’nın 24 Ocak 2020 tarihindeki verilerinde yabancı paradaki mevduat toplam mevduatın yüzde 51’ine ulaşmış. Yani döviz mevduatı TL’nin üzerinde. Keza yabancı sermayenin bir ülkeye yatırım yapmasını sağlayan “ülke risk primi” (CDS) göstergelerinde, Türkiye “en riksli ülke”ler arasında. Bir diğer gösterge, yabancı bankaların Türkiye’den çıkmaya hazırlanmaları. Patronlar kulübü TÜSİAD bile, “reel sektörde ve para piyasalarında mevzuatın sıkça değişiyor olması”ndan, “ekonomik aktörlerin güvenini sarsacak ve mülkiyet konusunda kaygılar arttıracak” politikalardan rahatsızlığını ifade etti.
AKP’nin -en az önceki hükümetler kadar- TÜSİAD patronlarına kar rekorları kırdırdıklarını biliyoruz. Erdoğan’ın “biz OHAL’i sizin için yaptık” sözü hatırlardadır. Zaten 18 yıl gibi uzun bir süre işbaşında kalmasını esas olarak bu hizmete borçludur. Fakat bu durum sür-git devam etmez. Bir yandan yandaş sermaye gruplarına çekilen peşkeşler, diğer yandan krizin karlarını etkilemeye başlaması ve olası bir “sosyal patlama” korkusu, işbirlikçi burjuvaziyi “at değiştirmek” zorunda bırakabilir. Son dönemde artan uyarılar bunun işaretlerini vermektedir.
Saldırı çok yönlü…
Kriz koşullarında kitle desteğini gün geçtikçe kaybeden ve patronlardan bile uyarılar alan Erdoğan yönetimi, saygınlığı-güvenirliği azalan her yönetim gibi, çareyi daha fazla saldırıda buluyor. Saldırı sadece bu duruma isyan eden işçi ve emekçileri zor kullanarak bastırmak, her tür muhalif sesi susturmak, tıka-basa dolan hapishanelere yenilerini eklemekle sınırlı değil.
Ekonomik olarak da saldırıya geçmiş durumda. Temel ihtiyaç maddeleri fiyatlarının yüzde 100’leri aştığı koşullarda, asgari ücreti “resmi enflasyon rakamı” olarak belirlediği yüzde 15 ile sınırlı tutması, bunun önemli bir parçasıdır. (Ki çalışanların yüzde 70’i asgari ücret ve civarında bir ücrete talim ediyor.) Sınıfın en dinamik kesimi metal işçilerinin TİS’lerinin bile yüzde 17’de kalması da öyle. Elbette bunda uzlaşmacı-sarı sendikaların rolü büyüktür. Sonuçta işbirlikçileri de kullanarak işçi ve emekçileri işsizliğe ve sefalet ücretine mahkum etmişlerdir.
Ama saldırılar bunlarla da kalmıyor. Yeni paketler hazırlanıyor, ekonomik ve siyasi zoru içiçe geçirerek, daha azgın bir saldırı furyası estiriliyor.
Şubat ayının son günlerinde SGK’nın raporu gündeme adeta bir bomba gibi düştü. Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın isteği üzerine SGK, nelerden “tasarruf” edileceğine dair bir rapor hazırlamıştı. Ve tabii gözlerini diktikleri ilk kesim de emekliler olmuştu. Raporda, emeklilerden yüzde 5 sağlık kesintisi yapılması, muayene ve ilaç katılım paylarının arttırılması, son iki yıldır verilen bin liralık “bayram ikramiyesi”nin kesilmesi, babası öldükten sonra emekli aylığı bağlanan kız çocuklarına yaş sınırının getirilmesi gibi bir dizi plan bulunuyor.
Büyük çoğunluğu asgari ücretin altında bir para ile geçinmek zorunda bırakılan emeklilerden, son yıllarda sağlık kesintileri zaten arttırılmıştı. Şimdi bu yetmezmiş gibi, yeni kesintiler peşindeler. Emeklilerin yüzde 80’i, emekli olduktan sonra çalışmaya devam ediyor. Aksi halde geçinemiyor. Ama devlet emeklileri bir “yük” olarak görmeye ve “tasarruf” adı altında kesintileri arttırmaya devam ediyor.
Kendileri sözkonusu olduğunda “itibardan tasarruf yapılmaz” diyorlar ama. Sadece sarayın masraflarına harcanan paralar, 2018 yılında 1,6 milyar TL iken 2019’da 2,8 milyara yükselmiş. Emeklilikte Yaşa Takılanlar’ı “çifte maaş” istemekle suçlayan Erdoğan’ın çifte emeklilik maaşı aldığı ortaya çıkmıştı. Bu yıl maaşına yüzde 25 dolayında zam yaparak 85 bine çıkardı. Yani asgari ücretin 40 katı! Tabii “örtülü ödenek”ler, “hediye”ler, çeşitli şirketlerdeki hisseler de cabası…
Saldırılar tabi ki sadece emeklilerle bitmiyor. Bir kez daha kıdem tazminatının gaspı gündemde. Damat Albayrak’ın açıkladığı “ekonomi paketleri”nde kıdemleri “fon”da toplama, “işsizlik fonu” gibi bu “fon”u da patronların hizmetine açma hevesi biliniyor. İşçilerin tabandan gelen basıncıyla sendikalar kıdemin “kırmızı çizgileri” olduğunu açıklamıştı. Fakat son TİS’ler de gösterdi ki, işçi sınıfı tabanda örgütlenip sendikaları aşan bir mücadele sürecine girmedikçe, bir kez daha arkadan hançerlenecektir.
Son sözü direnenler söyleyecek
Egemen sınıfların ve onların arkasında duran emperyalist güçlerin birçok planı var. Bunların hepsi, işçi ve emekçileri, ezilen halkları daha fazla sömürme, baskı ve şiddetle boyuneğdirme üzerinedir.
Merkezinde Ortadoğu’nun olduğu yeni emperyalist paylaşım savaşının arkasında yatan da, doymak bilmez kar hırslarıdır. Onun için halkları birbirine kırdırmakta, oluk oluk kan akıtmaktadırlar. Ölenler, yurdunu-evini terk etmek zorunda kalanlar ise, her zaman emekçi halk olmuştur. Haksız ve kirli savaşlarda kazananlar ise, hep egemenlerdir. Bu kez de öyle oldu.
Suriye’de 8 yıldır sürmekte olan savaş, sadece Suriye halkını değil, Türkiye dahil tüm bölge halklarını yoksullaştırdı, daha geriye götürdü. Egemenler karlarına kar katarken, yoksul halk işsizlik ve açlıkla karşı karşıya kaldı, evlatlarını kaybetti. Üstelik şoven propaganda ile “şehitlik” üzerine övgüler dizen, kendi çıkarları için savaş kışkırtıcılığı yapanlar, onlardan “kelle” ya da “birkaç tane şehit” diye söz ederek, gerçekte hiç değer vermediklerini gösterdi.
Her yönden çok yoğun bir saldırı sağanağı yaşanmaktadır. Bu topyekun saldırıya karşı, topyekun bir mücadele zorunludur. “Ücretli kölelik sistemi” olan kapitalizme karşı mücadeleyi yükseltmek şarttır. Tüm asalakların, kan emici sineklerin ürediği yer, bu bataklıktır. Bataklığı kurutmadan onları yoketmek imkansızdır.
Son yıllarda mücadele alanlarına çıkan emekliler, özellikle EYT’liler, kendilerine dönük bu saldırıyı püskürtmek için daha örgütlü ve daha radikal bir mücadele vermek zorundadır. Kendilerini insan yerine koymayan, itibarsızlaştıran yönetime, nasıl bir güç olduklarını göstermelidir.
“Son kale” olarak gördükleri kıdemin de gasp edilmesine karşı işçi sınıfı ayağa kalmalıdır. Şimdiden taban örgütlerini kurmalı, sendikaları ablukaya almalı ve bu hakkın gaspedilmesine asla izin vermemelidir. Kıdem, sadece işçilerin değil, çalışan tüm emekçilerin sorunudur. Birlikte hareket etmenin en önemli zeminidir. Ayrıca emeklilere saldırı da sadece bugünkü emeklileri değil, asıl olarak gelecekteki emeklileri, yani emeği ile geçinen herkesi ilgilendirmektedir.
Savaş ve kriz koşullarında saflar her zamankinden daha net biçimde ortadadır. Bir tarafta savaştan ve krizden beslenen emperyalistler ve işbirlikçileri, diğer tarafta daha da yoksullaşan, açlık ve ölümle karşı karşıya kalan işçi ve emekçiler var. Sömürücüler bir avuç, işçi-emekçi halk ise milyonlardır. Yeter ki gücünün farkına varsın ve yeter ki, kendi davası için dövüşsün…
Emperyalistlerin ve işbirlikçilerin tüm planlarını alt-üst edecek tek güç; birleşmiş ve örgütlenmiş işçi ve emekçiler ve onların direnişidir. Son sözü de her zaman direnenler söylemiştir.