İdlib savaşında nereye kadar

27 Şubat günü Suriye ordusu tarafından İdlib’deki TC ordusuna düzenlenen saldırıda, resmi rakamlara göre 33 askerin ölmesi, savaşı yeni bir aşamaya taşıdı. Bir taraftan savaş çığırtkanlığı yükseltilirken, diğer yandan pazarlık masasında eli yükseltme amacıyla hamleler peşpeşe geldi.

“Pazarlık unsuru” olarak sığınmacılar

ABD ve AB emperyalistlerine güvenerek İdlib saldırısına başlayan Erdoğan, Suriye karşısında bu ağır yenilgiyi alınca, önce Avrupa’ya “hesap sorma” girişiminde bulundu. İdlib’de yalnız bırakılmasına karşılık, “biz de sığınmacılar için sınırları açarız, Avrupa’ya göndeririz” tehdidini savurdu.

Erdoğan bu tehdidi daha önce de savurmuş ve etkili olmuştu. Ancak her tehdit, sadece bir kere etkili olur. İlkinde hazırlıksız yakalanan muhatap, ikincisine hazırlıksız yakalanmamak için hazırlığını yapar. Bu konuda da böyle oldu.

Saldırının ertesi günü AKP’nin organizasyonuyla, farklı kentlerdeki Suriyeli, Afgan vb. sığınmacılar, otobüslere-minibüslere doldurularak Yunanistan sınırına taşınmaya başlandı. Başlangıçta sığınmacılar sınıra gitme konusunda çok istekli davranmayınca, sınırdaki sayı beklediklerinin çok altında kaldı. Ardından hapisteki sığınmacılar hapisten çıkartıldı, sokaktakiler toplandı ve götürüldü. Ve sanki Avrupa kapıları açmış, gelecek olan herkesi içeri alacakmış gibi bir hava yaratıldı. Bunun üzerine yine bir insanlık dramı tablosu çıktı ortaya. Burada az-çok düzenini kurmuş olanlar bile heveslendiler; çoluk-çocuk toplanıp, bir sırt çantasıyla yollara düştüler. Bu arada insan kaçakçılarına da gün doğdu. “Reis’ten haber gelince, biz de gereğini yaptık” diyen insan tacirleri, bugüne kadar gizli-kapaklı yaptıkları “iş”lerini açıktan yürütmeye başladılar. Botlara doldurulan onlarca insan, Çanakkale kıyılarından ya da Meriç nehrinden, ölümcül olduğunu bildikleri bu yolculuğa gönderildiler.

Oysa  karşılarında bu defa hazırlıklı ve gelenleri almamaya kararlı bir Avrupa vardı. Yunanistan, kara sınırına asker yığdı, denizdeki kontrollerini artırdı. Edirne sınırından çıkanlar, aradaki tampon bölgede mahsur kaldı. Aç-susuz, soğukta… Yanısıra Yunanistan askerinin gaz bombaları, saldırıları, tehditleri altında… Denizden adalara ulaşmaya çalışanların botları Yunan tekneleri tarafından çevrildi, geri dönmeye zorlandı. Bir biçimde karşıya geçmeyi başaranlar ise, karşı taraftaki asker ve siviller tarafından dövüldü, paraları-giysileri gaspedildi ve büyük çoğunluğu geri gönderildiler.

Bu insanlar göz göre göre ve acımasızca ölüme gönderildiler. Neden? Erdoğan’ın masadaki pazarlık gücünü artırmak için…

Üstelik bir de sınıra “sayaç takmış” AKP. Yüz bin sığınmacının ülkeden ayrıldığını söylüyorlar büyük bir pervasızlıkla. Gerçekten gidenlerin sayısı bu mudur bilmiyoruz. Ama bunların bir kısmının, iki sınır arasındaki tampon bölgede yaşam savaşı verdiğini, bir kısmının tampon bölgeden geri dönerek sınır kapısının Türkiye tarafında beklemeye devam ettiğini; önemli bir kısmının ise çaresizlik ve hayal kırıklığı ile, geldikleri yere geri döndüklerini biliyoruz. İnsanların acıları bir kere daha siyasi hesapların malzemesine dönüştürülmüş durumda.

İdlib’de Türkiye ne arıyor

Suriye’nin çok önemli kentleri olan Halep, Şam ve Lazkiye arasında ulaşımı sağlayan M4 ve M5 karayolları, İdlib sınırları içinde cihatçı çetelerin kontrolü altındaydı bugüne kadar. Ve Suriye ordusu, İdlib’de öncelikle stratejik öneme sahip bu karayollarını ele geçirmeyi hedefliyor, Türkiye destekli cihatçılar da bunu engellemeye çalışıyorlardı.

Bu karayollarını ele geçirdiği zaman, Türkiye’nin 12 kontrol noktasından büyük çoğunluğu, Suriye’nin kontrolündeki topraklarda kalmış oldu. Ve TC ordusu, onbinlerce cihatçı ile birlikte, karayollarını geri almak için savaşı şiddetlendirdi. Türkiye’den Suriye’ye silahların, tankların konvoylar halinde sevkedildiğini izledik günler boyunca. İdlib’deki bütün cihatçı çeteler, TSK ile birlikte Suriye’ye karşı savaştılar. Cihatçı çeteler ile Türkiye arasındaki işbirliği öylesine açıktı ki, Türk tanklarının içinde, kolunda IŞİD amblemi bulunan sakallı adamların olduğu fotoğraflar yeraldı basında.

Türkiye bütün gücüyle yüklendiği bu savaşta 27 Şubat günü stratejik öneme sahip Serakip kasabasını Suriye’den geri alınca, aynı gün Suriye ve Rusya’nın da misillemesi geldi. Resmi rakamlara göre 33, Hatay’dan gelen haberlere göre çok daha fazla sayıda askerin öldüğü bu saldırı, İdlib savaşının önemli kırılma noktalarından biri oldu.

Erdoğan’ın ilk hamlesi, Avrupa’dan ve ABD’den yardım istemek oldu. Ancak iki taraftan da Türkiye’ye destek ve Suriye’ye kınama haberleri gecikmeli geldi. Bu arada Erdoğan’ın “sığınmacı kartı” da, Türkiye’nin insan hakları ihlalleri listesine eklenen bir unsur olmaktan öteye gitmedi.

Aslında ABD, her aşamada Erdoğan’a destek açıklaması yapıyordu. Ancak bunun fiili-askeri bir destek olmayacağını da her aşamada belirtti. ABD’den iki temsilcinin görüşmeler için Türkiye’ye geldiği 3 Mart günü bile, görüşmelerden önce “ABD’nin İdlib için Türkiye’ye hava desteği sağlamayacağı”, Patriot füze sistemlerinin Suriye sınırına konuşlanması ve benzeri taleplerin karşılanmayacağı açıklaması geldi.

ABD’ye güvenerek Rusya ve İran’la savaşa tutuşan Erdoğan, bir kere daha ortada kaldı.

Ama bu arada çok önemli bazı gelişmeler de yaşandı. Kıbrıs’tan buyana Türkiye’nin “başka bir ülkenin ordusuna karşı”, bir defada en büyük askeri kaybı, 27 Şubat günü yaşanan saldırıda gerçekleşti. Suriye ordusuna ait iki uçak düşürüldü; böylece 2011’den sonra Suriye ordusu ilk defa iki uçağını birden kaybetti. TC ordusu, Suriye’de ilk defa İran destekli Hizbullah güçleriyle savaştı ve Hizbullah’a kayıplar verdirdi. Bu nedenle Hizbullah intikam yeminleri etti. Stratejik öneme sahip olduğu için saldırıların en çok yoğunlaştığı yer olan ve Türkiye ile Suriye arasında iki defa el değiştiren Serakip kasabasına, 2 Mart günü Rus askeri-polisi yerleşti. Böylece Rusya, İdlib’de Türkiye’ye çok net bir sınır çekmiş oldu.

Bu fiili tavırların yanısıra, tehditkar açıklamalar da peşpeşe geldi. İran “sabrımızı zorlamayın” derken, Putin “kimseyle savaşa girme niyetimiz yok, ama öyle koşullar yaratacağız ki, kimse de bizimle savaşa girmek istemeyecek” açıklamasını yaptı. Ardından 2 Mart günü yine Rusya, “TSK bölgede yeni bir askeri harekata girmesin” tehdidini savurdu.

 

Erdoğan Rusya’dan ne isteyecek

ABD, Suriye topraklarında Rusya ile doğrudan savaşa girmeyecektir. Bu süreçte Erdoğan ile yakın temas içinde oldu; ancak Erdoğan’ın bugüne kadar ki pratiği, ABD’nin ona güvenmesinin önündeki en büyük engel.

Bu koşullarda geriye kalan, Türkiye ile Rusya’nın yapacağı anlaşmanın şartları oldu.

İdlib, Türkiye için Suriye’den çıkışın başlangıç noktasıdır; yani İdlib’in arkasından Afrin, Cerablus ve Tel Abyad’a da sıra gelecek. Bu biliniyor. Bu nedenle Erdoğan mümkünse İdlib’den çıkmamak, çıkmak zorunda kalırsa da karşılığında bir şey almak istiyor. Onlarca askerin öldüğü, binlerce mültecinin insanlık dramı yaşadığı son günlerin tablosunun asıl nedeni bu.

Bu süreçte Rusya ile temaslar hiç kesilmedi zaten. Ancak Erdoğan, İdlib karşılığında Kobane’yi isteyip, buradan dayatınca görüşmelerden bir sonuç alınamadı. Erdoğan’ın Kobane’yi istemesinin bir nedeni stratejik; Kobane’yi alınca hem Fırat’ın iki yakasının kontrolünü ele geçirmiş, hem de Tel Abyad’a kadar uzanan hattı tamamen almış olacak. Ancak Kobane asıl olarak Kürt halkı ile psikolojik savaş unsuru olarak isteniyor. Kobane, Kürt halkının bütün gücü ve benliğiyle savunduğu, bu direnişe tüm dünyanın destek verdiği, Erdoğan’ın “Kobane düştü düşecek” sözleriyle bu direnişe karşı beklentisini ve öfkesini ifade ettiği, IŞİD’e karşı ilk zaferin kazanılarak IŞİD’in durdurulduğu yer. Dünya halklarının gözünde bir sembol Kobane. Ve Erdoğan bu sembolü hem ele geçirmek, hem de yoketmek istiyor. Bu küçücük kasaba öylesine önemli ki, karşılığında bütün İdlib’den, hatta daha fazlasından vazgeçmeye hazır.

Ancak Rusya da, aynı gerekçelerle Kobane’yi Erdoğan’a vermeyi reddediyor. Keza şu dönemde YPG ile daha yakın temas halindeler; hatta Halep’in batı kırsalını YPG ile Suriye ordusunun birlikte temizlediği haberleri duyuluyor. Bu nedenle Kobane, pazarlık masasından kaldırılmış durumda.

Şimdi 5 Mart’ta Rusya’da yapılması planlanan Erdoğan-Putin görüşmesinde, Erdoğan’ın elinde başka talepler var. Diplomasi diline uydurulmuş bu taleplerin herbiri, Erdoğan’ın gerçek niyetlerini açık ediyor. İdlib’de Soçi Mutabakatı ile uyumlu sınırlarda ateşkes ilanı (belirlenmiş böyle bir sınır yok aslında, Erdoğan Suriye ordusunun geri çekilmesini istiyor), insani yardım kanallarının açık olması (ölen-yaralanan TSK askerleri ile cihatçı çete mensuplarının Türkiye’ye sevkiyatının serbest yapılması), Şam-Halep-Lazkiye arasındaki M4 ve M5 karayollarında Türkiye ile Rusya’nın ortak devriye yürütmesi (bu karayollarında Rusya ve Suriye hakimiyeti sağladı bile), ılımlı muhalifler dışında kalan silahlı unsurların tasfiyesi için “gerçekçi” bir yol haritasının belirlenmesi (cihatçı çetelerin varlığını sürdürmesi)…

* * *

Suriye’de 33 askerin ölüm haberinin geldiği günden bu yana, artık bu sürecin Erdoğan’la yürütülemeyeceği yönündeki konuşmalar arttı. 9 yıllık savaşın tümünü, işgal hedefleri-hırsları ile Rusya’yla anlaşma zorunluluğu arasında yalpalayarak geçiren Erdoğan’ın yine yalpalama sürecinde olduğu ortada.

Üstelik iki ayrı noktada, uluslararası meşruiyeti de olmadan harekatı sürdürmeye çalışıyor. Bir taraftan Türkiye’deki sığınmacıları yasadışı göçe zorluyor ve ölüme sürüklüyor. Diğer taraftan, imzaladığı anlaşmalara rağmen bugüne kadar cihatçı çetelere tek bir kurşun bile sıkmadan, bugün Suriye’nin resmi-meşru hükümetine karşı savaşıyor.

İki durumun da sürdürülemez olduğu açıktır. Putin ile 5 Mart günü yapılacak toplantıda, bu tablo bir kere daha yüzüne çarpacaktır. Toplantıda Rusya’nın İdlib’de M4 ve M5 karayolunu güvence altına aldıktan sonra, Türkiye sınırına yakın küçük bir bölgeyi, tampon bölge olarak Türkiye’ye bırakabileceği, Erdoğan’ın da bunu kabullenmek zorunda kalacağı tahmin ediliyor.

Emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin pazarlıkları bir yana, bu savaş bir an önce son bulmalıdır. Türkiye bir an önce İdlib’i ve Suriye topraklarında işgal ettiği her bir karışı terketmelidir.

Bunlara da bakabilirsiniz

1 Mayıs’ta Taksim’e çağıran afişler yapıldı

İstanbul’da işçi ve emekçileri 1 Mayıs’ta Taksim’de olmaya çağıran, PDD ve DSB imzalı afiş ve …

Lezita işçileri direniyor

İzmir’in Kemalpaşa ilçesinde bulunan Lezita fabrikasında, Öz Gıda-İş Sendikası’na üye işçilerin direnişi sürüyor. Abalıoğlu Grup’a …

İran’ın İsrail’e saldırısı ne anlatıyor

İran 13 Nisan gecesi İsrail’e, en az 300 SİHA (Silahlı İnsansız Hava Aracı) ve füze …