Bizi virüs değil, bu düzen öldürüyor! KAHROLSUN ÜCRETLİ KÖLELİK DÜZENİ!

Koronavirüs salgını tüm dünyayı olduğu gibi ülkemizi de sardı. Ve diğer bütün gündemleri geriye iterek konuşulan tek konu haline geldi. Ne İdlib kaldı, ne ölen askerler üzerinden yapılan hamasetler… Onlar Suriye’de, Irak’ta kaderleriyle başbaşa bırakıldılar…

Ama asıl kaderleriyle başbaşa bırakılan işçi ve emekçiler… Konuşan her “uzman”, her “yetkili” hijyenin önemini, “sosyal mesafe”yi korumanın, evde kalmanın hayatiliğini anlatadursun; işçiler tıkış tıkış servislere binmeye, dipdibe bantlarda çalışmaya devam ediyor. Tuvaletlerinde sabun bile bulunmayan işyerleri var.

Bunlar hala işi olan “şanslı” kesim… Bir de işini kaybeden ya da “ücretsiz izne” çıkarılan milyonlarca kişi bulunuyor. Salgını fırsat bilen burjuvazi, normal dönemde yapamayacağı kitlesel işçi kıyımı ile krizi işçi ve emekçilerin sırtına yıkıyor.

Erdoğan hükümetinin açtığı paketler ise, başta müteahhitler olmak üzere patronlara yarıyor. İşsizlik Fonu bile patronlara akıtıldığından, işsiz kalanlar doğru-düzgün yararlanamıyorlar. Zaten bir dizi koşula bağlı, asgari ücretin yarısından az olan işsizlik parasının, salgınla birlikte arttırılması ve koşulsuz hale getirilmesi gerekirken; hiçbir değişikliğe gidilmedi. Bu durum “fon”da paranın kalmadığının kanıtı gibiydi. Keza geçilmeyen yollar ve köprülerden, kullanılmayan havalimanlarından devlet kasasından milyonlar akıtılıyor. Bu paralarla işsizlerin ve ücretsiz izne ayrılanların 3 aylık giderleri sağlanabileceği halde, hükümet yandaş firmalara ödemeleri 1 yıl ertelemeye dahi yanaşmıyor.

Daha trajikomik olanı, herkes devletten yardım beklerken, devletin vatandaştan yardım istemesi oldu. Erdoğan, İspanya’ya, İtalya’ya yaptıkları yardımlarla övündükten sonra, bir yardım kampanyası başlattıklarını söyleyerek halktan para istedi. Deprem için toplanan paraların, 15 Temmuz’da ölenler için yapılan bağışların akıbeti bilinmezken ve bu yöndeki sorulara hala yanıt verilmemişken; yüzsüzce salgın için para isteyebildiler.

Ve büyük bir lütufmuş gibi, Erdoğan 7 aylık maaşını bağışladığını, bakanların ve milletvekillerinin de bağışta bulunduğunu müjdeledi! Halktan çaldıkları paralarla çalım satmaları bir yana, bir cebinden çıkarıp diğerine fazlasıyla aktardıkları çok açıkken…

* * *

“Koyun can derdinde kasap mal” misali, burjuvazi ve onun temsilcileri, salgını fırsata çevirme gayreti içindeler. Erdoğan, salgınla ilgili yaptığı ilk açıklamada “bunu bir fırsata çevirebiliriz” diyerek meramını açık biçimde ifade etti zaten. Sonrasında da buna uygun politikalar ürettiler.

Bir yanda hak gaspları, yoğun sömürü, halkın cebindeki üç kuruşu çapma çabası; diğer yanda artan baskı ve şiddet, yasaklar ve gözaltılar…

Salgınla birlikte yapılanlara tepki duyan ve bunu yüksek sesle ifade eden herkese sopa sallıyorlar. Çalışmak zorunda olduğunu, yoksa çoluk-çocuk aç kalacaklarını söyleyenler gözaltına alınıyor. “Beni virüs değil, bu düzen öldürür” diyen TIR şoförüne yaptıkları gibi… Ya da “koronavirüslü binlerce vaka var”, “İstanbul’da patlama yaşanıyor”, “Türkiye İtalya’yı geçecek” diyen doktorlara gözdağı vermeleri gibi…

Koronavirüsle ilgili gerçekleri sakladıkları kimse için sır değil. Enflasyonu, işsizliği, ölen asker sayısını vb. her şeyi halktan gizleyen bir yönetimin, koronavirüsle ilgili gerçekleri anlatması beklenebilir mi?

Ama gerçekler illa ki gün yüzüne çıkıyor. Son olarak tüm dünyayı kaplayan salgın, egemen sınıfların ‘90’lardan bu yana “küreselleşme” güzellemelerini tuzla buz etti mesela. Sınırlar kapandı, “her koyun kendi bacağından asılır” misali, her ülke kendi kaderine terkedildi. Şimdi AB’nin geleceği tartışılıyor. Özellikle İtalya ve İspanya’da AB’ye tepkiler çok artmış durumda.

Koronavirüsle birlikte kapitalizmin açmazları daha fazla tartışılır oldu. Savaş ve krizle sarsılan emperyalist-kapitalist sistem, şimdi salgın hastalığın pençesinde kıvranıyor. Bu sistemin insanlığa ölüm dışında bir şey sunmadığı daha net görülmeye başlandı. Sadece insanlığı değil, tüm canlıları öldüren, ekolojik dengeyi bozan ve dünyayı yaşanmaz hale getiren yüzü, salgınla birlikte daha fazla açığa çıktı.

Kapitalizmin sorgulanması artarken, doğayla barışık, eşit ve özgür bir dünya özlemi de büyüyor. Roza Lüksemburg’un “ya barbarlık içinde yok oluş, ya sosyalizm” sloganı, her gelişmeyle birlikte doğruluğunu bir kez daha kanıtlıyor.

* * *

2020 1 Mayısı’na bu koşullarda giriyoruz. Her koşulda 1 Mayıs’ı kutlamanın son derece önemli olduğu bir dönemden geçiyoruz. İnsanlığın “ya ölüm ya devrim”, “ya barbarlık ya sosyalizm” ikilemiyle karşı karşıya kaldığı günümüzde, 1 Mayıs’ın ve 1 Mayıs’ta verilecek mesajların önemi daha da artıyor.

Biliyoruz ki, egemenler salgını bahane ederek hem dünyada hem de ülkemizde 1 Mayıs’ı engellemeye çalışacaklar. İşbirlikçi-uzlaşmacı sendikaları da bu yönde kullanacaklar. Ama işçi ve emekçiler ve onların öncüleri, yüzyılı aşkın süredir kutladığı gibi, bu yıl da 1 Mayıs’ı kutlamanın yollarını mutlaka bulacak!

Geçtiğimiz ay, bir işçi yoldaşımızı kaybettik. 8 Mart’ta yitirdiğimiz Talat Sürer’i kitleler 1 Mayıs’lardaki duruşu ile hatırlar. Özellikle 2015 1 Mayısı’nda TOMA’nın önüne oturan haliyle… O fotoğraf, dergimizin kapağı olmuştu, “1 Mayıs En-gel-le-ne-mez!” manşetiyle…

Bu 1 Mayıs’ta Talat olmayacak. Ama attığımız sloganda, taşıdığımız pankartta, astığımız afişte, sıktığımız yumrukta bizimle olacağını biliyoruz. Yine  “1 Mayıs Engellenemez” diyeceğiz. Önümüze çıkarılan tüm engelleri, yasakları aşacak ve 1 Mayıs’ı mutlaka kutlayacağız!

2020 1 Mayısı, kriz, savaş ve salgın hastalıkla kıvranan bu emperyalist-kapitalist sisteme karşı, savaşsız-sömürüsüz-sınıfsız toplum bayrağını yükseklere çektiğimiz bir 1 Mayıs olmalı! İnsanlığa ve doğaya düşman burjuva sınıfına karşı, proletaryanın eşitlikçi, demokratik, özgürlükçü hasletlerini ortaya koyacağımız bir 1 Mayıs olmalı! İnsanlığın ve tüm canlıların kurtuluşunun, proletaryanın kurtuluşuyla gerçekleşeceğini haykırdığımız bir 1 Mayıs olmalı!

Bunlara da bakabilirsiniz

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …

Ser verip sır vermeyen yiğit: İSMAİL GÖKHAN EDGE

İsmail Gökhan Edge, Diyarbakır işkencehanelerinde sır vermedi, ser verdi. O, 1953 yılında Eskişehir’de doğdu. İzmir …