Tüm dünya ve ülkemiz, 2020 1 Mayısı’na koronavirüs salgını ile giriyor. Antartika dışında salgın tüm kıtaları sarmış durumda. Hemen her ülkede karantina uygulanıyor, sokağa çıkma yasakları konuyor, çeşitli kısıtlamalar getiriliyor.
Başta ekonomik kriz olmak üzere birçok sorun altında kıvranan burjuvazi, salgını fırsata çevirmeye çalışıyor. İnsanlar can derdine düşmüş iken, onlar kar peşindeler. Salgın bahanesiyle kolayca işçi çıkarıyor, ya da “ücretsiz izine” gönderiyorlar. Böylece az işçiyle çok iş yaparak azami karı elde etmeye çalışıyorlar. Ayrıca krizin asıl sebebi bizzat kendileri değilmiş gibi, salgının üstüne yıkmanın hesaplarını yapıyorlar. Şimdiden o tür demagojilere başladılar bile.
Öte yandan krizle birlikte artan işçi-emekçi eylemleri de son buldu. Salgından dolayı rahatlıkla sokağa çıkma yasağı koyabiliyorlar. En son Mart başında Sarı Yelekliler eylemlerine devam edince, Fransa hükümeti arka arkaya yasaklar çıkardı. Giderek radikalleşen işçi-emekçi eylemleriyle sıkışan burjuvazi ve onun hükümetleri, salgınla birlikte rahat nefes aldı. Hem eylemleri bitirdiler, hem de normal koşullarda yapamayacakları işçi kıyımları ve yoğun sömürü ile krizin yükünü işçi ve emekçilerin sırtına bindirdiler.
* * *
Dünya burjuvazisinin genel yaklaşımı böyleyken, ülkemizde daha vahim bir tablo var. Koronovirüs salgını Çin’de Aralık ayında ortaya çıktığı halde, Türkiye’de hiçbir hazırlık yapılmadı. Dahası umreye gidenlere izin vererek, geldiklerinde karantinaya almayarak, ülkenin dört bir yanına yayılmasına yol açtılar. Uzunca bir süre Cuma namazlarını kıldırdılar. Ayrıca başta maske ve eldiven olmak üzere sağlık malzemeleri yetersizdi. Sağlık çalışanları bile bu temel malzemelere sahip değildi. Kısacası tam bir vurdumduymazlık sözkonusuydu.
Asya’dan Avrupa’ya virüs her yana yayılmışken, uzunca bir dönem Türkiye’de varlığını inkar ettiler. Ne zaman ki, IMF koronavirüse mazur kalan ülkelere 50 milyar dolar yardım yapacağını açıkladı; Sağlık Bakanı gece yarısı bir basın toplantısı düzenleyerek koronavirüsün ülkeye girdiğini söyledi. Oysa aylar öncesinden koronavirüs yayılmıştı, bu şikayetlerle hastanelere başvurulmuş, ölenler olmuştu. Ancak bunların sayısı bilinmiyordu; çünkü kayıtlara “zatürre” olarak geçirildi.
Koronavirüsün varlığı açıklandıktan sonra da, “evde kal” çağrılarının ötesinde bir şey yapmadılar. “Salgın paketi” olarak sundukları ise, başta müteahhitler olmak üzere patronlara yeni kıyaklardı. Kendileri saraylarda-köşklerde, en korunaklı yerlerde ve her tür sağlık hizmeti altında yaşamlarını sürdürürken, işçi ve emekçiler yine en sağlıksız koşullarda çalışmaya devam etti, ediyor… Sanki virüs, işçi ve emekçilere dokunmuyormuş gibi, “evde kal” çağrıları onları kapsamıyor.
* * *
Bütün bu gelişmeler, 2020 1 Mayısı’nın salgın bahanesiyle dünyada ve ülkemizde fiilen yasaklanacağı ihtimalini güçlendiriyor. Burjuvazi ve onun hizmetindeki hükümetler, bu durumu bir fırsat olarak görüp işçi ve emekçilerin bayramını kutlamasını engellemek isteyecektir. Elbette bunu başarabilmeleri, asıl olarak işçi sınıfının ve onların öncülerinin, kitle örgütlerinin tutumuna bağlı.
1890’dan bugüne 1 Mayıs, işçi sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele günü olarak tüm dünyada kutlanıyor. 8 saatlik işgünü için mücadelenin bir sembolü olarak işçi ve emekçilerin kendilerine “bayram” ilan ettikleri uluslararası bir gün… “8 saat çalışma / 8 saat dinlenme / 8 saat uyku / Bunu başaracağız” diyerek marşlar yaptıkları ve bu uğurda büyük bedeller ödeyerek haklarını kazandıkları bir gün…
Ülkemizde de Osmanlı döneminden TC’nin kuruluş yıllarına dek uzanan bir geleneği var. Bütün yasaklara, engelleme girişimlerine rağmen 1 Mayıslar kutlanmış. Bazen yakaya takılan kırmızı bir karanfil, bazen fabrikada okunan bir bildiri, bazen şalterlerin inmesi ve alanlara çıkılması biçiminde, ama mutlaka bir yol bulunmuş. Provokasyonlara, katliamlara, kitlesel gözaltı ve tutuklamalara rağmen, işçi ve emekçiler, komünist ve devrimciler, 1 Mayıs’ı kutlamaktan vazgeçmemişler.
’77 1 Mayısı’ndan itibaren de Taksim, “1 Mayıs alanı” oldu. Gerek İstanbul’un en merkezi yeri olması, gerekse ’77 1 Mayısı’nda yaşanan provokasyon ve 38 kişinin katledilmesi, Taksim’i 1 Mayıs’la özdeşleştirdi. Ve yıllarca Taksim yasağına rağmen, kitleler 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak için büyük mücadeleler verdiler. Bunun sonucu olarak 2010 yılında hem 1 Mayıs yasalaştı ve “ücretli izin günü” oldu, hem de Taksim, 1 Mayıs gösterilerine açıldı.
Üç yıl üstüste gerçekleşen yasal Taksim gösterilerine milyonlarca kişi katıldı, işçi ve emekçiler taleplerini haykırdılar. Her geçen yıl katılımın artması, kitlelerin emperyalizme ve faşizme öfkelerini daha radikal biçimlerde ortaya koymaları egemenleri ürküttü. AKP hükümeti, önce Taksim alanını inşaata çevirerek engellemeye kalktı; ardından her yıl Taksim ve çevresini kuşatarak, İstanbul çapında fiili sıkıyönetim ilan ederek, Taksim yasağını sürekli hale getirdi.
Fakat kitlelerin 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlama isteğini ve iradesini kıramadılar. Her 1 Mayıs’ta, Taksim ve çevresi çatışmalara sahne oldu. Taksim’in dört bir yanını kuşatan kitleler, polisin her saldırısına direnerek, yeniden yeniden toplanarak bu yasağı tanımadıklarını ortaya koydular. Taksim’e çıkmayı başaranlar da oldu, gün boyu çevresinde eylem koyanlar da…
Sonuçta ne 1 Mayıs’ın işçi ve emekçilerin bayramı olarak kutlanmasını engelleyebildiler; ne de Taksim’in 1 Mayıs alanı olduğu gerçeğini ve kitlelerin yasağına rağmen ona sahip çıkma iradesini kırabildiler…
* * *
130 yıllık bir geçmişe sahip, her tür engele, yasaklamaya rağmen dünyada ve ülkemizde kutlanmasının durdurulamadığı enternasyonal bir günü, salgın da durduramaz. Önceki yıllardaki gibi kitlesel miting ve gösteriler yapılamazsa da, koşullara uygun kutlama biçimleri mutlaka bulunur. Sokağa çıkma yasaklarının bulunduğu yerlerde bile, belirlenen bir saatte balkonlara çıkıp tencere tava çalmak, “Yaşasın 1 Mayıs” sloganı ve 1 Mayıs marşı söylemek, o gün evlere kırmızı bayrak asmak vb. çeşitli yöntemler uygulanabilir. Kısmi yasakların olduğu yerlerde ise, korunaklı bir biçimde grupsal biraraya gelmeler olabilir, belli merkezlere pankartlar asılabilir vb…
Bugün salgına rağmen işçilerin fabrikalarda, atölyelerde çalışmaya; toplu yemekhanelerde birarada yemek yemeye; servislerle işe gitmeye devam ettiği koşullarda, 1 Mayıs’ı kutlamanın uygun biçimleri mutlaka bulunacaktır.
Önemli olan, her koşul altında Mayıs’ı kutlama iradesini ortaya koymaktır. Onun için başta sendikalar olmak üzere, emekten yana olan tüm örgütler, salgın koşullarında 1 Mayıs’ı nasıl kutlayacaklarını şimdiden belirlemeli ve bunu kitlelere duyurmalıdır. Hükümetlerin 1 Mayıs yasağını tanımayacaklarını ilan etmeli, kendi önlemlerini alarak 1 Mayıs’ı mutlaka kutlayacaklarını bildirmelidir.
Koronavirüs salgının ortaya çıkması ve sonrasında yaşananlar, emperyalist-kapitalist sistemin yarattığı bir sonuçtur. Emperyalistlerin kendi aralarındaki çelişkilerden dolayı (Çin-ABD rekabeti) bir “biyolojik silah” üretmiş olabilirler. Ya da bir “nüfus azaltma” yöntemi olarak piyasaya sürülmüş olabilir. Ki bugüne dek böyle yöntemleri kullandıklarını biliyoruz. Veya bir kaza sonucu yapan ülkenin elinde patlamış, onu vuran bir silaha dönüşmüş olabilir. Bunların hepsi mümkündür.
Diğer yandan kapitalizmin azami kar hırsı doğayı yok etmekte, ekolojik dengeyi sarsmakta ve birçok hastalığa zemin hazırlamaktadır. Son yıllarda kuş gribi, domuz gribi gibi isimler altında salgınlar hız kazanmıştır. İklimler değişmekte, deprem, sel gibi doğa olaylar, felaketlere yol açmaktadır. Koronavirüsün de hızlı kentleşme, yokedilen ormanlar, orada yaşayan canlıların etrafa yayılmasından çıktığı söylenmektedir.
Her halükarda bu virüsün müsebbibi, emperyalist-kapitalist sistemdir. Hal böyleyken salgının sonuçlarını emekçi halk çekmektedir. “Virüs zengin-yoksul tanımıyor” lafı, koca bir yalandır. Es kaza bir-iki zengine bulaşması, bu yalanı haklı çıkarmaz. Bu tür örnekler hem istisnadır, hem de onların tedavi olanakları ile yoksullarınki asla bir ve aynı değildir. Ölenlerin büyük çoğunluğu yine yoksul halk olacaktır. Yaşamayı başaranlar ise ağır çalışma koşulları altında ya meslek hastalıklarına yakalanacak ve yavaş yavaş ölecekler; ya da bir iş cinayetine kurban gidecektir.
Kısacası bu düzen işçi ve emekçiye ağır sömürü ve ölüm dışında birşey sunmamaktadır.
* * *
Salgında ölmeye de, bu koşullarda çalışmaya da karşı çıkmalıyız. Salgını bir fırsata çevirmek isteyen burjuvazi, bir yandan işçi kıyımı ve “ücretsiz izin”lerle, diğer yandan hak gasplarıyla daha ağır sömürü koşulları dayatıyor ve krizin yükünü işçi-emekçilerin sırtına yıkmaya çalışıyor. Erdoğan yönetiminin salgınla birlikte ilk yaptığı şey, patronlara yeni kredi olanakları sunmak, zararlarını karşılamak, işçilerin ise sendika ve grev hakkını gaspetmek oldu. Aile ve Çalışma Bakanı, salgın boyunca sendikal faaliyeti durduran (işyerlerine sendika getirmeyi, toplu sözleşme ve grevi engelleyen) bir genelge yayınladı.
Bu saldırılara boyun eğilemez! Sendika ve grev hakkı başta olmak üzere hiçbir hakkın gaspedilmesine izin verilemez. Nitekim İtalya işçi sınıfı salgın koşullarında çalışmayı reddederek belli saatlerde işi durdurdular. Dünyanın pek çok yerinde işçiler bu duruma tepki gösteriyor ve eyleme geçiyor. Türkiye’de de bunun örnekleri yaşanmaya başladı.
Sağlık, temizlik, gıda gibi hayati işkolları dışında tüm işyerleri salgın boyunca kapatılmalı, bu yerlerde çalışanlar içinse, her tür korunma tedbiri alınmalıdır. İşten çıkarmalar yasaklanmalı, bütün izinler ücretli hale getirilmelidir… Bunlar en temel ve yaşamsal taleplerdir.
Salgın koşullarında işçi ve emekçilerin talepleri tüm dünyada ortaklaşmış durumda. Bu taleplerle mücadeleyi yükseltmeli, fiili grevlerle burjuvaziyi bu talepleri karşılamaya mecbur bırakmalıyız. Salgının ve krizin faturasını ödemeyi reddetmeli, burjuvazinin salgını fırsata çevirmesine izin vermemeliyiz.
* * *
Sonuç olarak 2020 1 Mayısı, salgına karşı mücadelenin öne çıktığı bir gün olacak. Sadece işçi sınıfının salgın koşullarında karşı karşıya kaldığı sorunlar bakımından değil, hastalık üreten bu sisteme son vermek için de ayağa kalkmalı, ezilen-sömürülen tüm kesimlere umut olmalıyız.
Emperyalist-kapitalist sistem, insanlığa hastalık, savaş, kriz ve hepsinin toplamında ölüm dışında birşey sunmuyor. Esasında tüm canlılara düşman olduğunu her geçen gün daha net biçimde gösteriyor. İnsanın insanı sömürmediği, doğa ile uyum içinde yaşanan savaşsız-sömürüsüz bir dünya özlemi giderek artıyor.
1 Mayıs proletarya enternasyonalizminin en somut biçimde gösterildiği bir gündür. 2020 1 Mayısı’na işçi ve emekçiler tüm dünyada aynı sorunları yaşayarak, aynı talepleri yükselterek giriyor. Salgın bahanesiyle egemenlerin 1 Mayısı engelleyemeyeceğini hep birlikte gösterelim! İnsanlığın çaresiz olmadığını, işçi sınıfının kendisiyle birlikte tüm insanlığı ve canlıları kurtaracak yegane sınıf olduğunu bir kez daha ortaya koyalım!
Her koşul altında 1 Mayıs’ı ruhuna uygun biçimde kutlayalım! Ve bu günü burjuvaziye dar edelim!
Kahrolsun Ücretli Kölelik Düzeni!
Yaşasın Proletarya Enternasyonalizmi!
Yaşasın 1 Mayıs!
Uyan artık uykudan uyan
Uyan esirler dünyası
Zulme karşı hıncımız volkan
Bu ölüm dirim kavgası
Yıkalım bu köhne düzeni
Biz başka alem isteriz
Bizi hiçe sayanlar bilsin
Bundan sonra herşey biziz
Bu kavga en sonuncu kavgamızdır artık
Enternasyonalle kurtulur insanlık
Tanrı, paşa, bey, ağa, sultan
Bizleri nasıl kurtarır
Bizleri kurtaracak olan
Kendi kollarımızdır
Ðsyan ateşini körükle
Zulmü rüzgarlara savur
Kollarının bütün gücüyle
Tavı gelen demire vur
Bu kavga en sonuncu kavgamızdır artık
Enternasyonalle kurtulur insanlık
Hem fabrikalar hem de toprak
Her şey emekçinin malı
Tufeyliye tanımayız hak
Dünya emeğin olmalı
Cellatların döktükleri kan
Birgün onları boğacak
Bu kan denizinin ufkundan
Kızıl bir güneş doğacak
Bu kavga en sonuncu kavgamızdır artık
Enternasyonalle kurtulur insanlık