10 Nisan Cuma gecesi ilan edilen sokağa çıkma yasağına ilişkin tartışmalar İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun istifa etmesine neden oldu. İstifa haberinden birkaç saat sonra, bu defa sarayın sözcüsü İbrahim Kalın bir açıklama yaparak istifanın kabul edilmediğini duyurdu. Ertesi gün Erdoğan da bir açıklama yaparak Soylu’ya sahip çıktı.
Salgın sürecinin en kötü kararı
Sokağa çıkma yasağı ilanına ilişkin genelgenin üzerindeki tarih 9 Nisan’dı. Tarihe bakınca kararın bir gün önceden alındığı düşünülüyor. Oysa kararın açıklanma biçimi başta olmak üzere, gerçekte telaşla alınmış bir karar olduğu görülüyor. En başta bir gün önceden alınmış bir karardan Sağlık Bakanı’nın haberi olmadığı belliydi; haberi olsa ya kendisi duyururdu, ya da kendi prestijini düşürmemek için, o gün, sokağa çıkma yasağının duyurulmasından iki saat önce, basının karşısına hiç çıkmazdı. Belli ki karar alelacele alınmış, bu arada genelgenin tarihi bile kazayla (belki de bilerek) yanlış yazılmıştı. O kadar aceleydi ki, sokağa çıkma yasağının detayları bile hazırlanmamış, üzerine düşünülmemişti. Karar açıklandıktan bir saat sonra, tartışmalar üzerinden yeni bir açıklama yaparak, yasağın çerçevesi çizilmişti.
Zaten Soylu sonrasında, salt haftasonu parklara-meydanlara yığılmayı engellemek için aldıklarını açıklamıştı.
Gece saat 22 civarında bu karar duyulduğu andan itibaren tam bir karmaşa çıktı ortaya. Sokağa çıkma yasağının çerçevesi, sınırları, istisnaları belli değildi. Resmi açıklamaya göre ülke genelinde 250 bin kişi sokağa fırladı, eksikliklerini tamamlamak için marketlere, benzin istasyonlarına, tekel bayilerine, bakkallara koştu. İnsanın içini acıtan görüntüler çıktı ortaya. Sıra kavgası yapanlar, raftaki son ürünü almak için kavga edenler… Marketlerin önünde mesafe ayarlaması yapılmış kuyruklar değil, hıncahınç yığınlar sözkonusuydu ve çoğunun maskesi yoktu. Üstelik “250 bin kişi” açıklaması resmi rakamdı, gerçek sayı belki de çok daha fazlaydı.
Bu güne kadar CHP başta olmak üzere tüm muhalif kesimleri “halktan kopuk” olmakla, “elitist” olmakla suçlayan, kendilerinin “halktan” olduğunu iddia eden AKP yandaşlarının ikiyüzlü ve halk düşmanı yüzü bir kere daha çıktı ortaya. Kitleleri aşağılayan, hakaret eden sözler yazdılar. Oluşan tablonun sorumluluğu bir kere daha çaresiz kitlelere yıkılmaya çalışıldı. Oysa alınan karar öylesine her yanından dökülüyordu ki, onların kitleleri aşağılama çabası, kendi yüzlerini teşhir etmenin ötesine geçemedi.
Gece adeta bir maraton yaşandı. Saat 22’de sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Yasağın içeriğine ilişkin hiçbir açıklama olmamasına ve tam da bu nedenle kitlelerin sokaklara dökülmesine tepkiler öylesine yükseldi ki, saat 23’te bu defa sokağa çıkma yasağının çerçevesi ilan edildi. Bu arada, sokağa çıkma yasağının olduğu sırada çok önemli görevler üstlenmesi gereken belediyelerin, karardan haberinin olmadığı ortaya çıktı. Sağlık Bakanı Koca’nın bile haberinin olmadığına ilişkin haberler-yorumlar duyuldu. İnsanların sokaklardaki kabus gibi görüntüleri arttıkça, tepkiler daha da büyüdü. Bu defa gece yarısına doğru Süleyman Soylu tek tek televizyon kanallarına bağlanarak açıklamalar yapmaya, kitleleri yatıştırmaya çalıştı. Bu açıklamalar ise durumun ne kadar vahim olduğunu daha açık ortaya koydu. Her zaman meydan okuyan, hakaret eden, üstten bakan Süleyman Soylu, titreyen-acınası bir ses tonuyla durumu hafifsetmeye çalışıyor, sokağa çıkma yasağına ilişkin sorulan sorulara (mesela “ekmek almak için sokağa çıkılabilir mi”, “gece mesaisine kalanlar sabah nasıl dönecek” gibi son derece önemli sorulara) “takılmayın bunlara” diye cevap veriyor, araya “Cumhurbaşkanımızın kararı” kelimelerini sıkıştırarak paçasını kurtarmaya çalışıyordu.
Son dakikaya sıkıştırılmış, çerçevesi düşünülmemiş, nasıl uygulanacağı planlanmamış biçimde alınan bu sokağa çıkma yasağı kararı, sadece ülke içinde değil, tüm dünyada salgın sürecinde alınan en kötü kararlardan birisiydi. Sokağa çıkan 250 bin kişi yoğun biçimde virüse maruz kaldı. Üstelik bunların içinde genel olarak dışarı çıkmayan, ama sokağa çıkma yasağını duyunca alışverişe koşma zorunluluğu duyanlar da vardı.
Dünyada enfekte her 1 kişinin 5 kişiye, Türkiye’de enfekte her 1 kişinin 26 kişiye (Sağlık Bakanı’nın daha önce bildirdiği rakam) bulaştırdığı düşünülürse, milyonlarca insanın birkaç gün içinde enfekte olacağını, 10-15 gün içinde ise bunun çok ağır sonuçlarının ortaya çıkacağını söylüyor bilim insanları. Tablo bu kadar ağır, alınan karar bu kadar çarpık, sorumluluk bu kadar büyüktü.
Bu bir kırılmadır
Süleyman Soylu, AKP hükümeti içinde, kitlelere ve muhalefete karşı en saldırgan bakanlardan biridir. “Sonradan olma AKP’li”dir. 2007-2009 tarihlerinde Demokrat Parti başkanlığı yaptığı dönemde Erdoğan hakkında sarfettiği ağır sözlerle bilinir. “At üstünde bile duramıyor, ülkeyi nasıl yönetecek”, “AKP’nin paçalarından yolsuzluk akıyor”, “Kendini padişah olarak görmek istiyor” sözleri ona aittir. Durum buyken, 2012 yılında AKP tarafından satın alınmıştır.
Bu satınalmanın ne kadar güçlü olduğu, nasıl tam bir biat yaşandığı, Soylu’nun istifa metnindeki “hayatımın sonuna kadar sadık olacağım Sayın Cumhurbaşkanım beni bağışlasın” sözlerinden de bellidir.
Hükümet içinde faşist saldırganlığın temsilcisi olarak bulunmaktadır. MHP’nin tam desteği arkasındadır. Devrimci örgütlere dönük saldırıların, Kürt hareketine yönelik özellikle 2015’ten itibaren uygulanan imha politikasının doğrudan sahibi-sorumlusudur. Muhalif her sese duyduğu sınıfsal kin sadece devrimci-demokratlarla, Kürt hareketi ile sınırlı değildir; CHP bile bundan payını almaktadır. Bir yıl önce Ankara’da Kılıçdaroğlu’na yönelik linç saldırısının arkasında da Soylu vardır.
Hükümet içinde böylesine önemli bir yeri olan Soylu’nun istifasının ardından çok çeşitli tartışmalar yaşandı. AKP’nin kendi içindeki klik çatışmaları en çok tartışılan konuydu. Damat Albayrak ile Soylu arasındaki çekişme zaten biliniyordu. Damadın baskısı sonucunda istifa etmek zorunda kaldığı söylendi.
Diğer taraftan Erdoğan ile Soylu tarafından sahnelenen bir danışıklı dövüş tiyatrosu olduğunu, Soylu için “iade-i itibar” sağlamak amacıyla önce istifa, sonra ret politikası izlendiği, Erdoğan’a danışmadan zaten istifa edemeyeceği söylendi.
Cuma akşamı yaşanan skandal görüntüler üzerine, Soylu’nun sorumluluğu Erdoğan’la paylaşmak amacıyla yaptığı “Cumhurbaşkanımızın talimatıyla” sözlerinin hesabını sormak için istifaya zorlandığı; ama bunun salt bir “burun sürtme” hamlesi olduğu ileri sürüldü. Hatta 17-25 yolsuzluk dosyalarının sahiplerinden Erdoğan Bayraktar’ın da Erdoğan’ın ismini yolsuzluklara karıştırması olayı hatırlatıldı.
Bunların her biri belli düzeylerde doğru değerlendirmelerdir. Gerçekten de Cuma geceki büyük skandala Erdoğan’ın adını karıştırmasının bir bedeli olacaktı, bu bedel kesildi. Damat tarafının bu konuyu kaşıyacağı da belliydi.
Bütün bunların yanında, gözden geçirilmemesi gereken asıl konu şudur: Bu istifa AKP için çok önemli bir kırılma noktasıdır. İstifa mekanizması, siyasetin doğal bir parçasıdır. Kitlelerin tepkisini ve öfkesini çeken bir siyasetçinin istifa etmesi, doğal olandır. Ancak AKP hükümetleri döneminde bu mekanizma tamamen ortadan kaldırılmıştır. Soma madenci katliamından tren kazalarına kadar, siyasetçilerin sorumluluğu olan hiç bir konuda, sorumlu bakanların istifa etmesi yönünde tek bir adım atılmamıştır.
AKP hükümetleri içinde ilk defa olarak, kitlelerin tepkisini alan bir siyasi istifa etmek zorunda kalmıştır. Soylu’nun istifasının asıl nedeni, aldığı gerçekten çok yanlış kararın kitleler nezdinde fazlasıyla teşhir olmasıdır. Üstelik bu olayda, Soylu’nun sorumluluğu tartışma götürmeyecek kadar açıktır. İki gün boyunca bütün eleştirilerin tek hedefi olmuş, bu nedenle geri adım atmaya mecbur kalmıştır.
Bu istifa, kitle muhalefeti açısından büyük bir kazanımdır. Kitlelerin gücünün, siyasetçileri yerle bir edebileceğinin kanıtı olmuştur Soylu’nun istifası. Bu öyle bir motivasyon yaratmıştır ki, Soylu’nun istifasının ardından hızla damat başta olmak üzere, bu süreçte ağır eleştirilen kimi bakanların istifa etmesi gerektiği talebi hızla yayılmıştır. Hatta iş, Cuma akşamına ilişkin doğrudan sorumluluğu olduğu bilinen Erdoğan’ın istifası talebine kadar gelmiştir.
İşte AKP’nin en çok korktuğu tablo budur. Soylu’nun istifasının birkaç saat içinde reddedilmesinin asıl sebebi de budur. Soylu’nun arkasından sıranın kendisine geleceğini gören Erdoğan, Soylu’ya açıktan sahip çıkarak bu yolu kapatmak istemiştir.
Ancak bu yol bir kere açılmıştır. AKP hükümeti çok önemli bir kırılma yaşamıştır. Bugün, Soylu’nun eskisinden de daha güçlü olarak hükümete döndüğü yönünde değerlendirmeler yapılıyor. Ancak bakılması gereken asıl yer, AKP hükümetinin ne kadar güç kaybetmiş olduğudur. Yaşanan koronavirüs salgını, AKP’nin kötü yönetim tarzını çok açık haliyle gözler önüne sermektedir. “Yaşamsal” sonuçları olan bu kötü yönetim içinde, yaşanan bu kırılma önümüzdeki dönemde kendisini çok daha açık biçimde ortaya koyacaktır.