2020 1 Mayısı’nın gösterdikleri

pdd-arka-logo-1

2020 1 Mayısı, olağandışı bir dönemin çok farklı koşulları içinde kutlandı. Virüse karşı mücadele ile, kapitalizme karşı mücadelenin içiçe geçtiği bir dönemdi bu. Ve sağlık hakkının, insanca yaşama hakkının bir parçası olduğu bir kere daha görüldü.

 

Salgın koşullarında 1 Mayıs hazırlıkları

10 Mart günü Türkiye’de salgının başladığının duyurulmasının ardından, kitlelerin ruh halinde çok hızlı bir dalgalanma ortaya çıktı. Koronavirüs salgını, büyük bir “ürküntü” ile birlikte gelmişti. Sürekli olarak hastalığın “çok bulaşıcı” ve “tedavisi belirsiz”, bu nedenle de “ölümcül” olduğu anlatılıyordu. Bu durumda insanlarda “hayatta kalma” ve “kişisel korunma” güdüsü, diğer tüm ihtiyaçların ve taleplerin önüne geçti.

Hastalıktan (ve tabi ki ölümden) kurtulmanın tek yolunun “içe kapanma” olduğunun söylendiği bu dönemde, devrimci faaliyet de koşullardan doğrudan etkilendi. Birçok devrimci yapı, etkinliklerini iptal etti; bu dönemde kitlelere ulaştıramayacağını varsayarak dergilerin matbaa baskılarını durdurdu ve yayın faaliyetini internet gazeteciliği ile sınırladı. Elbette ki bu yanlış bir karardı; zaten bir-iki hafta içinde tablo değişiverdi.

Bu süreçte biz dergimizin baskı periyodunu değiştirmedik. Kitlelere dergi dağıtımını da sürdürdük. Çok açık bir gerçektir; kitlelerin yaşadıkları sorun ne olursa olsun, tek çözümün devrimcilerde olduğunu göstermek gerekir! Yaşanan sorunun, faşizmin siyasi baskısı olması, ekonomik krizin boyutu olması, eğitimin yetersizlikleri olması ya da bir sağlık sorunu olması bu gerçeği değiştirmez. Çünkü kapitalizm, kitlelerin hiçbir ihtiyacına karşılık vermez; hiçbir sorununa çözüm olmaz. Böyle olduğu, kitleler nezdinde de hızla görüldü.

İlk anda salgının yarattığı ürküntü, dehşet ve korunma güdüsü, kısa zamanda zayıflamaya başladı; çünkü kitleler gerçeklerle yüzleşmeye başlamıştı. Salgına karşı temel ihtiyaç malzemelerinin (kolonya, maske vb) fahiş fiyatlarla satılması, devletin maske dağıtımı başta olmak üzere verdiği sözleri tutmaması, “evde kal” çağrılarından işçilerin “muaf” tutulması, patronların kar hırsının işçileri ölüm tehdidi karşısında savunmasız bırakacak kadar güçlü olması gibi unsurlar, işçi ve emekçilerin salgın karşısındaki tutum ve beklentilerini değiştirmeye başlamıştı. Sağlık sorunu, işçilerin ekonomik sorunlarını daha da büyütmüş, çalışma koşullarını daha da ağırlaştırmış, sömürüyü yoğunlaştırmıştı. Bu koşullarda, Nisan ayının ilk haftasından itibaren hava değişmeye başladı. Kitlelerin devrimcilere duyduğu ihtiyaç da, çözüm arayışları da büyüdü.

Dergimizin 2 Nisan günü yayınlanan sayısında, 1 Mayıs politikamızı da ortaya koymuştuk. Her koşul altında 1 Mayıs’ı kutlamanın son derece önemli olduğunu; koronavirüs salgını ya da başka bir bahaneyle devletin 1 Mayıs’ı yasaklamasına izin vermemek gerektiğini özel olarak belirtmiştik. Kitlelerin yaşadıkları zorluklar ne kadar büyükse, “birlik, dayanışma ve mücadele günü” olan 1 Mayıs’ı kutlamak da o kadar büyük bir önem kazanır çünkü.

Bu yaklaşımla, Nisan ayının ikinci haftasında çeşitli kurumlarla ve DİSK ile 1 Mayıs hazırlıklarının başlatılması gerektiğine ilişkin görüşmeler yaptık. DİSK’ten gelen “önerilerinizi yazılı olarak da sunarsanız iyi olur” yaklaşımı üzerine, 14 Nisan günü, dergimizde yer alan 2 Nisan tarihli yazıyı, devrimci kurumlar ve platformlarla paylaştık. Ardından yapılan görüşmeler üzerine, 17 Nisan günü, 1 Mayıs konulu ilk toplantı (internet üzerinden) gerçekleştirildi. Böylece 1 Mayıs’a hazırlık süreci başlamış oldu.

 

Giderek yükselen bir ivmeyle

Nisan ayı, işçilerin salgın karşısında artan sömürüye karşı tepkileri ile başladı. Özellikle bazı metal fabrikalarında “çalışmaktan kaçınma hakkı” üzerinden gelişen eylemler çok önemliydi, ancak eksikti.

Kitleler salgın koşullarının sömürüyü artırma aracına dönüştürüldüğünü görüyor ve buna karşı büyük bir öfke duyuyorlardı. Sokağa çıkma yasakları sırasında işçiler korunmasız biçimde çalışmaya zorlanıyorlar, günlük geliri olan kesimler birden açlıkla karşı karşıya kalmanın sıkıntılarıyla boğuşuyorlar, biriken faturalardan ücretsiz izinlere kadar her konu, kitlelerin salgın koşullarında çok daha ağır bir ekonomik tablo ile karşı karşıya kalmasını getiriyordu. Keza hükümetin salgın karşısındaki yönetme krizinin derinleşmesi de (10 Nisan’da gece vakti gelen sokağa çıkma yasağının yüzbinlerce insanı sokağa dökmesinde olduğu gibi) bu öfkeyi büyütüyordu. Ancak bu öfkeyi bir direnişe dönüştürecek önderlik yoktu.

1 Mayıs hazırlıklarının ve toplantıların başlaması, sendikaların ve devrimci-demokrat kurumların, salgın karşısındaki ataletini atlatmasını kolaylaştırdı. 1 Mayıs haftasının genel olarak sokak eylemleri ile örgütlenmesi de, mücadele güç ve enerjisini büyüttü.

27 Nisan’la başlayan üç gün boyunca, çok sayıda sokak eylemi örgütlendi. Bazılarında katılım 100-150 kişiye kadar ulaşmıştı. Bu eylemler kitlelerde büyük bir yankı buldu. Eylemlerde yapılan ajitasyon konuşmaları, yoldan geçmekte olan geniş bir kitlenin durmasını, dinlemesini, eylemin bir parçası olmasını getirmişti. Tam da olması gerektiği gibi, 1 Mayıs’a doğru giderek yükselen bir ivme ile sokak eylemleri örgütleniyordu.

Bu tablo, her 1 Mayıs öncesinde konuşulan, ancak hayata geçirilmeyen bir tabloydu. İlk defa, işçi havzalarında hedefli biçimde örgütlenen eylemler ile, kitleler 1 Mayıs’a hazırlanıyordu. Salgın döneminde en yoğun baskı ve mağduriyet yaşayan işkollarının bulunduğu alanlar eylem yeri olarak belirlenmişti: Sağlık (Çapa hastanesi), PTT (Eminönü PTT), inşaat (Fikirtepe Fortis İnşaat şantiyesi), tersane (Tuzla), Haramidere Sanayi Sitesi, Polen Tekstil ve işçi havzası İkitelli… “İşçinin-emekçinin bayramı” 1 Mayıs için, işçinin emekçinin bulunduğu alanlarda eylemler, çağrılar, ajitasyonlar gerçekleştirilmişti.

Yanısıra uzun bir zamandır ilk defa, 1 Mayıs tartışmaları sırasında ulus-mezhep-cinsiyet gibi “kimlik siyaseti”ne ait unsurları merkeze oturtma çabasına girilmemiş; sınıfsal talepler, işçilerin talepleri 1 Mayıs’ın merkezine oturmuştu.

 

Her yerde, her koşulda 1 Mayıs

Bu yıl 1 Mayıs politikamızı, “Her koşul altında 1 Mayıs” olarak belirlemiştik. 2020 1 Mayısı için hedefimiz; devrimci öncüler ile Taksim’i sonuna kadar zorlamak; yanı sıra salgın koşullarında Taksim’de kitlesel bir miting yapılamayacağı için, semtleri, işçi havzalarını, kitlelerin bulunduğu her alanı 1 Mayıs alanına çevirmekti. Bu politika hayata geçti;, 2020 1 Mayısı’nın en büyük kazanımı budur.

“Yasaklı 1 Mayıs Alanı” olan Taksim, son ana kadar zorlandı; pankartlarla afişlerle, yer yer yapılan küçük çaplı gösterilerle, bu yasağa bu yıl da, bir kere daha meydan okundu. Ayrıca ilk defa 1 Mayıs günü işyerlerinde bu kadar yaygın biçimde 1 Mayıs kutlaması gerçekleştirildi. Metal sektörü, sağlık, belediye alanları başta olmak üzere, o gün çalışan işyerlerindeki işçi ve emekçiler, iş bırakarak 1 Mayıs kutlaması gerçekleştirdi.

Semtlerde yapılan 1 Mayıs gösterilerine ise, kitlelerin ilgisi, beklenenden daha fazla oldu. Birçok semtte, işçi ve emekçiler saat 21 için planlanan “balkonlardan marşlar söyleme” kararını, sokak yürüyüşleri ile hayata geçirdi. Sloganlar ve marşlar, balkondan değil, sokaklardan söylendi. Bazı semtlerde ise, gündüz saatlerinde ayrıca 1 Mayıs etkinlikleri gerçekleştirildi, marşlar söylendi, konuşmalar yapıldı. Üstelik de sokağa çıkma yasağına rağmen…

En güçlü haliyle İstanbul’da yaşanan bu yoğun ve yaygın 1 Mayıs kutlamaları, Türkiye’nin dört bir yanında da çeşitli biçimde gerçekleştirildi. Keza dünyanın dört bir yanında salgın koşullarına rağmen işçi ve emekçiler, 1 Mayıs kutlaması için sokaklara çıkmaktan çekinmedi. Fransa’da dergimizin çalışanının da içinde olduğu bir grubun gerçekleştirdiği 1 Mayıs eylemi, gerek yapılma tarzı, gerekse polis karşısındaki direnişi ile, dünya basınında yeralmayı haketti.

 

Sınıfın gerisinde kalan sendikal bürokrasi

Genel olarak olumlu bir tablo oluşturan 1 Mayıs sürecinin en olumsuz yanı, DİSK başta olmak üzere 4 konfederasyonun (DİSK, KESK, TTB, TMMOB) tutumu oldu. Elbette hepsi aynı düzeyde değil. KESK kendisini de kapsayan kimi işkollarında yaşanan sorunların büyüklüğü (sağlık, PTT, eğitim vb) nedeniyle 1 Mayıs çalışmalarında, bugüne kadarki genel durumuna göre daha istekli, daha atak bir tutum içindeydi. TTB ve TMMOB ise daha belirsiz, daha silik konumlandılar bu çalışmalarda.

Ancak başta DİSK olmak üzere, tüm konfederasyonlar, gerek devlet gerekse devrim cephesinde, düşündüklerinden farklı bir tablo ile karşılaştılar. Devletin tutumu beklentilerinden daha sertti (Taksim’de “makul sayı”ya izin verilmesi ihtimali yüksekti ama verilmedi), devrimci-demokrat kurumların tutumu ise beklentilerinden daha ilerideydi. (Salgının başından itibaren devrimci-demokrat kurumların zayıf performansının 1 Mayıs’a da yansıyacağını düşünüyorlardı, ama bir yükselişle karşılaştılar.) Keza işçi ve emekçilerin 1 Mayıs faaliyetlerine ilgisi, sahiplenmesi ve katılımı, tahmin edilenin üzerine çıktı.

Daha görüşmelerin başladığı anda, konfederasyonlar devletin zoru ile devrim cephesinin beklentileri arasında sıkıştılar. Hele ki en fazla 5-10 kişilik ajitasyon faaliyetinin ötesine geçemeyeceği düşünülen ön-eylemlerde kitlelerin salgına ve ekonomik krize olan öfkeleri açığa çıktığında, bu sıkışma daha da derinleşti. Öyle ki, Taksim’de “makul sayı”nın tutturulamayacağı da, 30 Nisan ve 1 Mayıs günü “ses aracı gezdirerek ajitasyon” kararının “yerel mitingler”e dönüşeceği de açıkça görüldü. Bundan dolayı olsa gerek, “araç gezdirme” kararı da sessiz-sedasız iptal edildi-unutturuldu.

Bu durumda, zaten kendilerini yanlış biçimde devrimci-demokrat kurumların üzerinde gören ve bu nedenle 1 Mayıs’a dönük ön-eylemlerde doğru düzgün yer almayan (Tuzla’daki eylemi Limter-iş’in, Fikirtepe’deki şantiye eylemini Dev Yapı-iş’in örgütlemiş olması bu gerçeği değiştirmiyor) sendikal bürokrasi için, devletin baskısı ağır bastı.

4 konfederasyonun devrimci-demokrat kurumlarla aralarına koyduğu mesafe, 30 Nisan günü Kazancı Yokuşu’ndaki anma sırasında, somut olarak da ete-kemiğe büründü. Kazancı Yokuşu’nda polis tarafından 5-10 sendikacıyı içine alacak biçimde oluşturulan barikat, bu yol ayrımının sembolü oldu. Önce, anma için gelen tüm kurumlar bu barikatın dışında kortej oluşturdular; maskeli ve mesafeli biçimde, salgın koşullarına uygun olarak… Sonra bir anda, barikat açıldı, bir grup sendikacı ve milletvekili barikatın içine girdi; ve barikat polis tarafından kapatıldı.

1 Mayıs Platformu’nda alınan karar, “Türk-iş’vari” bir eylemin “kabul edilemez” olduğuydu. “Ya hep beraber, ya hiç birimiz” sloganına uygun biçimde, ya tüm kurumların temsili katılımıyla 1 Mayıs kutlamaları yapılacaktı, ya da sendikalar devletle anlaşma yaparak kendi başlarına anıta çelenk koymaya gitmeyeceklerdi. Elbette bu karar, Kazancı Yokuşu’ndaki anma için de geçerliydi. Eğer barikatın içinde hep birlikte basın açıklaması yapılamayacaksa, barikatın dışında zaten oluşturulmuş olan kortej halinde yapılabilirdi; bunun önünde bir engel yoktu. Olması gereken de buydu.

Polis barikatı açılıp önde bir hareketlenme olunca, arka taraf da doğal olarak öne aktı; ve polisle karşı karşıya buldu kendisini. Barikatın önünde birden oluşan izdiham, polislerin “sosyal mesafe”, “sosyal mesafe” bağırışlarıyla daha da kötü bir tabloya dönüştü. Tabloyu tamamlayan görüntü, polisle kitle arasında yaşanan arbedeye 3 metre ileriden sessizce bakan; sadece bakan sendikacıların yüzlerindeki utanç ifadesiydi.

Barikat sendikacıların eyleminin sınırlarını çizmek için kurulmuştu; sadece 30 Nisan eyleminin fiziksel sınırlarını değil, 1 Mayıs’ın zihinsel sınırlarını da çiziyordu. 1 Mayıs eylemi için devlet tarafından belirlenen teslimiyetin sınırlarını-çerçevesini çiziyordu polis barikatları. Ve polis ile kitle arasında yaşanan arbedeye bakan sendikacılar, bu sınırların içinde kalacaklarının güvencesini veriyorlardı devlete, bir gün önceden!

Bu 1 Mayıs’taki KIRILMA NOKTASI, Kazancı Yokuşu’ndaki bu andır. Sonrasında DİSK’in yaptıkları, bu anın doğal devamıdır.

Bu tabloya olan tepkimizi hemen yazılı olarak ortaya koyduk, sözlü olarak da orada bulunan bir çok kuruma tepkimizi ifade ettik. Tek bir kurum (DİP) bize yazılı olarak destek verdi; sözlü ifadeler ise, durumun ciddiyetini anlamaktan uzaktı.

Aynı gün (30 Nisan) akşamı saat 19’da, DİSK’in basın bildirisi geldi. Belli ki devrimci-demokrat kurumların ardından, 3 konfederasyon da fazla gelmişti devletin uyguladığı baskı altında. DİSK de “fazlalıklarını bırakarak” kendi başına “yola çıkmaya” karar vermişti.

Bu “yola çıkmak” ifadesini DİSK’in yazılı metinlerinden aldık. Akşam saat 19’da gelen “30 Nisan 2020/048” No.lu Basın Duyurusu’nda,

“Konfederasyonumuz … 1 Mayıs 2020 Cuma günü (YARIN) saat 09:00’da… Konfederasyon merkez binasından … hareket edecektir” yazıyordu.

Haberin duyulması ile birlikte kopan infial ve yağan eleştirilerin ardından, 30 Nisan’ı 1 Mayıs’a bağlayan gece saat 01.26’da DİSK adına gönderilen mesajda ise,

“09.00’da … Konfederasyon binamızdan yola çıkıyoruz” yazılıydı.

Önceki yılların 1 Mayıs çağrılarına tekrar baktık; belirtilen saatlerin ardından “yürüyüşe başlıyoruz”, “Taksim’e yürüyeceğiz” ifadeleri kullanılıyor, “hareket edeceğiz”, “yola çıkıyoruz” değil! Zaten “hareket etmek” gibi ifadeler, asıl olarak “araca binmek” anlamında kullanılır.

1 Mayıs’ta devletin “10’ar kişilik gruplar halinde konfederasyonlar Taksim’e çelenk bırakabilir” dayatmasına DİSK’in boyun eğmiş olduğunu; 30 Nisan günü saat 19’da diğer konfederasyonları da dışlayarak tek başına basın duyurusu yaptığı zaman öğrendik. Ancak polis saldırısı ile sonuçlanan ve 1 Mayıs gününe “DİSK’in militan direnişi”nin damgasını vurarak, “teslimiyetçi” eleştirilerini bertaraf etmesini sağlayan “yürüme” kararı ne zaman alındı; işte bunu merak ediyoruz.

 

DİSK’in gücünün kaynağı

30 Nisan ve 1 Mayıs günü ortaya çıkan tablonun bize gösterdiği asıl sonuç şudur: Eğer Kazancı Yokuşu’ndaki uzlaşmacı tutum, diğer kurumların sert bir eleştirisine çarpmış olsaydı 1 Mayıs günü farklı geçerdi. Belki daha sağcı-uzlaşmacı, belki daha militan-kararlı… Bu, DİSK’e ve diğer konfederasyonlara yönelik eleştirilerin boyutuna ve bu konfederasyonların devletin baskısından etkilenme düzeyine bağlı olacaktı.

Bu da bize tek bir gerçeği hatırlatıyor: DİSK’in gücünün kaynağında, devrimcilerin varlığı ve eleştirel desteği belirleyici önemdedir.

DİSK tarihinde, sürekli övündükleri eylemlerin, direnişlerin her biri, iki unsur sayesinde başarılmıştır: Birincisi, DİSK içindeki devrimci-öncü işçilerin varlığı, ikincisi genel olarak devrimci örgütlerin gücü ve devrim dalgasının, işçi-emekçi hareketinin yüksekliği… 15-16 Haziran eyleminden 2004 yılındaki Saraçhane 1 Mayısı’na, 2009 yılında Taksim’in fethedilmesinden tek tek işçi direnişlerinin kazanımlarına kadar -üstelik kimi zaman DİSK yöneticilerinin engelleme çabalarına rağmen- bu böyledir. Devrimin yükseliş aşamalarında DİSK ileriye fırlamış, devrimin gücü azaldığında geriye çekilmiştir. Geriye çekilişin en çarpıcı örneği de 12 Eylül dönemindeki tutumudur.

DİSK’in, öncü işçiler ve devrimciler sayesinde başardıklarını reddederek, başarıları sadece kendi hanesine yazma çabası nesnel değildir, üstelik dayanaksızdır.

DİSK’in bugün yaptığı en büyük hata, bu gerçeği unutmasıdır. İşçi sınıfı ve onların öncü güçleri dışlandığında, DİSK’ten geriye kalacak tek şey Türk-iş’in kötü bir kopyası olmaktır.

Görünüş yanıltıcıdır. Ne kadar güç kaybetmiş olursa olsun, devrimci yapıların “özgül ağırlığı” her zaman görünenden fazladır. Devlet de bu gerçeğin farkındadır ve öyle hareket eder.

DİSK ve diğer konfederasyonlar, bu gerçeği akıldan çıkarmamalıdır.

Bu “kıssa”dan, Devrimci 1 Mayıs Platformu’nu yanlış nedenlerle parçalayanlara da bir “hisse” düşmektedir. Bu 1 Mayıs’ın en büyük eksikliği, Devrimci 1 Mayıs Platformu’nun yokluğu, devrimci ittifakların yetersizliği, DİSK’in ve diğer konfederasyonların karşısına devrimci ittifaklarla çıkılmamış olmasıdır.

Kitleler devrimci önderliğe bu kadar yakıcı bir ihtiyaç duyarken; bir taraftan pandemi diğer taraftan ekonomik kriz, işçi ve emekçilerin insanca yaşam hakkını tehdit ediyorken; bu da yetmezmiş gibi siyasal baskılar böylesine bunaltıcı hale gelmişken, devrimci hareketler -kendimizi de katarak söylüyoruz- eksiklikleriyle yüzleşmeli, başta işçi sınıfı olmak üzere kitlelerle bağlarını güçlendirmelidir. 1 Mayıslar dahil, işçi ve emekçiler işbirlikçi-uzlaşmacı sendikalara mahkum kaldığı sürece, bu tablonun değişmesi olanaklı değildir çünkü.

* * *

Sonuç olarak; bu salgın günlerinde kitlelerin ya eve kapatıldığı ya da ölümüne çalışmaya zorlandığı koşullarda Türkiye’de 1 Mayıs her şeye rağmen olumlulukları baskın bir şekilde kutlanmıştır.

İçişleri Bakanlığı’nın yaptığı açıklamaya göre, ülke genelinde 187 yerde 1 Mayıs kutlaması gerçekleşti. Bunların önemli bir kısmı devletin yasaklarını aşarak yapılan eylemlerdir. Kaldı ki, öğle ve akşam saatlerinde semtlerde yapılan kitle gösterileri bu rakama dahil değildir.

Ayrıca DİSK’in 1 Mayıs Platformu’nun -hatta 4’lünün- kararları dışına çıkan tutumuna rağmen 1 Mayıs’ta Taksim zorlanmış, sokağa çıkma yasakları aşılmış, işçi havzalarında 1 Mayıs kutlamaları yapılmış ve kitleler 1 Mayıs’a sahip çıkmıştır. Aslolan budur.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …