MESS (Metal Eşya İşverenleri Sendikası) ve MÜSİAD (Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği), salgın koşullarını kendileri için yeni bir fırsata çevirmeye uğraşıyorlar. Patron örgütlerinin yaptığı açıklamaya göre, “izole üretim tesisleri” ile yeni çalışma kampları oluşturulacak ve işçiler “sosyal mesafeye uyulup uyulmadığını kontrol” amacıyla elektronik kelepçe ile prangaya vurulacak.
Salgın günlerinde karlarını gerçekleştirmek için en ağır koşullarda işçileri çalıştırmaya devam eden patron örgütleri, şimdi de sömürüyü katmerlendirecek yeni bir hamle gerçekleştirmeye çalışıyorlar.
“Elektronik kelepçe” boyunduruktur
MESS’e bağlı fabrikalar, koronavirüs günlerinde işçiler üzerinde daha da ağırlaşan çalışma koşulları ile öne çıkmışlardı. Birçok metal fabrikası sokağa çıkma yasaklarına rağmen özel izin alarak işçileri çalıştırmaya devam etmiş; salgın karşısında alınması gereken önlemler konusunda yetersiz davranmış; işçiler arasında pozitif vakalar çıkmasına rağmen işçileri çalışmaya zorlamışlardı. Buna karşı başta Sarkuysan olmak üzere bir çok metal fabrikasında “işten kaçınma eylemi” gündeme geldi; patronların baskılarına rağmen işçiler “işten kaçınma” dilekçelerini vererek ücretli izne ayrıldılar.
MESS şimdi de “Mess-Safe” adlı bir alet ve ona bağlı uygulama ile, işçilere pranga takmaya hazırlanıyor. “Koronaya karşı işçilerin mesafe kuralına uymasını sağlama” bahanesiyle işçilerin boyunlarına bir cihaz takarak; işçilerin her hareketinin, her anının kontrol altına alınması hedefleniyor. Bu aletle her bir işçinin nasıl bir tempoyla çalıştığı, ne kadar mola verdiği, tuvalette ne kadar zaman geçirdiği, hangi işçi ile ne kadar yakınlaşıp konuştuğu vb. kayıt altına alınacak. İki işçi birbirine yaklaştığında, alet uyarı verecek. MESS, bir yazılım firmasına bu aletin siparişini vermiş bile.
Bu alet ile işçiler çalışma temposunu artırmaya zorlanacaklar; ancak daha da önemlisi, başka işçilerle biraraya gelmesini, konuşup tartışmasını, örgütlenmesini engellemeyi hedefliyorlar. Üstelik de bunu, “boyunduruk” gibi, Ortaçağ karanlığından alınmış, insanlık onuruna aykırı bir yöntemle yapmayı planlıyorlar.
“İzole üretim üsleri” toplama kampıdır
MESS “elektronik kelepçe”yi uygulamaya sokmaya çalışırken, MÜSİAD da modern toplama kamplarını kurmayı hedefliyor.
Erdoğan, koronavirüs günlerinde “çarklar dönecek” demişti. MÜSİAD da, çarkların kesintisiz dönmesini sağlamak için işçileri fabrika bölgesine kapatarak, kesintisiz üretim gerçekleştirmeyi planlıyor. Buna göre, 1000 aile ve yaklaşık 4 bin 500 kişinin yaşayabileceği şekilde tasarlanan izole üretim üslerinde, hayattan izole biçimde üretim yapılabilecek. İçinde marketi, ibadethanesi, okulu, postanesi, kreşi, spor salonu, lokantası bulunan bu bölgeye giriş-çıkışlar da izne tabi olacak. Bırakalım sendikacıların içeriye girmesini, işçilerin akrabalarının giriş-çıkışları bile patronun denetiminde olacak.
Ve gerektiğinde üretim alanı dış dünyaya tamamen kapatılabilecek. Ne salgın, ne herhangi bir sorun… Hiç bir şey üretimi engellemesin, gerekirse işçiler kesintisiz biçimde çalışabilsin!
Öyle ya, “dış dünyaya” tamamen kapatılmış bir üretim alanında sendikacı, işçi sağlığı ve iş güvenliği uzmanı, müfettiş, basın vb. işçinin haklarını gündemleştirecek birisi de giremez içeriye. Ve işçiler tüm direnme ve savunma mekanizmalarından yoksun biçimde patronların çıkarlarına ölümüne çalışmaya mahkum edilir.
Bu proje, sadece işçiyi değil, ailesini de hapsetmeyi; işçinin ailesini de üretimin ihtiyaçlarına göre konumlandırmayı, böylece sömürüyü dizginsizce sürdürmeyi hedefleyen, çok vahşi bir projedir. Tümüyle “toplama kampı” mantığı ile kurgulanmış, insanı hiçe sayan pervasız bir sömürü politikasıdır. Mesela, üretim üssündeki okul “meslek lisesi” olacak, işçilerin çocukları da bu okulda okuyacak, stajlarını ağır sömürü altında fabrikada gerçekleştirecek; sonrasında patron ihtiyaç duydukça bu meslek lisesinin mezunlarını işçileştirecek.
Proje, geçmişte ABD’de hayata geçmiş olan “şirket kasabaları”na benziyor. “Paternalist* emek rejimi” denilen bu modelde patron, işçinin ailesi ile birlikte tüm yaşamı üzerinde hakimiyet kuruyor. İşçi kasabada yaşıyor, fabrikada çalışıyor. Kasabadaki yaşam unsurlarının herbiri (mağaza, okul, kilise vb) patronun mülkü. Kasabanın yöneticisi de patron. Adeta patron kendisine özel bir adacık oluşturuyor ve içindeki herkesin yaşamlarının tamamını belirliyor. Ve işçi, patron istediği zaman, istediği kadar çalışmak zorunda kalıyor.
Patronlar 2013’ten bu yana bu projeyi düşündüklerini, hazırlık yaptıklarını söylüyorlar. O dönem “Orta ölçekli sanayi bölgeleri” olarak adlandırmışlardı. Şimdi bu ismi salgın koşullarındaki “mesafe-izolasyon” kavramlarıyla uyumlu hale getirerek “izole üretim üsleri” adını veriyorlar. Normal koşullarda işçilerin büyük direnişleri ile karşılanacak olan böyle bir sistemi, işçilerin bir taraftan koronavirüs salgınıyla diğer taraftan açlıkla boğuştuğu bir dönemde hayata geçirebileceklerini düşünüyorlar. Ellerini o kadar çabuk tutuyorlar ki, ilk izole üretim üssünün Tekirdağ’da açılışı için 15 Haziran tarihini verdiler bile. Ve hemen arkasından İstanbul, Karadeniz ve Akdeniz bölgelerinde üç tane daha açılacağı belirtiliyor.
“Yeni normal” sömürünün artmasıdır
Koronavirüs koşulları, patronların sömürüyü artırması için bahane haline getirildi. En başta ücretsiz izin uygulaması ile işçilerin önemli bir kısmı salgın günlerinde açlığa terkedildi. Bu ücretsiz izin uygulaması, zaten krizden etkilenmiş patronlar için bir fırsata dönüştü.
Özel sektörün bir kısmı ve kamunun önemli bir bölümü için “uzaktan çalışma” uygulaması başlatıldı. Uzaktan çalışma, evdeki çalışanlar için ayrı bir sömürü unsuruna dönüştürüldü. Öylesine bir iş yükü ortaya çıktı ki, evde çalışma süresi, işyerindeki çalışma süresinden daha uzun, daha yoğun hale geldi. “Uzaktan çalışma”, gece-gündüz çalışmaya dönüştürüldü.
Fabrikalardaki çalışma koşulları ise patronun azami kar hırsına göre yeniden düzenlendi; çalışma koşulları ağırlaştırıldı, esnek çalışma yaygınlaştırıldı, çalışan işçiler üzerindeki denetim ve baskı artırıldı, işgüvencesi ortadan kaldırıldı. Sokağa çıkma yasakları döneminde bile özel izinle işçiler fabrikaya çağrıldı, mesai ücreti ödemeden çalıştırıldı. Pek çok fabrikada ise patronlar “hepimiz elimizi taşın altına koymalıyız” diyerek, işçilerin ücretlerini düşürdü, fazla mesailerini normal ücretten ödedi, sosyal haklarını budadı.
Patronların “yeni normal” hedefleri budur: Ucuz işgücü, güvencesiz-esnek çalışma ve örgütsüz işçi! Şimdi bu doğrultuda iki yeni saldırı daha hazırlanıyor. Elektronik pranga ile işçilerin her hareketlerini kayıt altına almak ve daha yoğun çalışmaya zorlamak; izole üretim üslerinde “toplama kampı” mantığıyla sadece işçilerin değil, işçi ailelerinin de tüm hayatlarını kontrol altına almak.
İlk açılışının Türkiye işçi sınıfının en büyük direnişi olan 15-16 Haziran tarihine denk getirilmesi de, ayrı bir psikolojik savaştır. İşçi sınıfı ve onun örgütleri bu projeyi hayata geçmeden durdurmak için hemen harekete geçmelidir. İşçilerin sadece çalışma koşullarını değil, tüm hayatlarını kontrol altına alan, her yönden kuşatan ve denetleyen; ayrıca sosyalleşmesini, örgütlenmesini engelleyen, kısacası bir robot haline getirmeyi amaçlayan bu sisteme geçit verilmemelidir.
* Paternalizm, toplumda tüm kararların rehber kabul edilen kişiler tarafından alınmasını öngören yönetim sistemidir. Burada “rehber” patrondur.