15-16 Haziran 1970, Türkiye işçi sınıfının bir volkan gibi patladığı, saldırı yasasına karşı yasadışı eylemle fabrikaların sokaklarla, sokakların fabrikalarla buluştuğu, sınıf dayanışmasının üst noktadan vücut bulduğu, işçi sınıfının “kendiliğinden sınıf” yerine “kendisi için sınıf” olduğu militan bir dönemeçtir.
İşçi sınıfı 15-16 Haziran eylemleriyle örgütlenme hakkının elinden alınması saldırısını geri püskürtmüş, örgütünün tasfiye edilmesini durdurmuştur. Bu yüzden “şanlı büyük direniş” tanımlamasını hak eder; hak ettiği gibi her dönem öğretmeye de devam ediyor.
“DİSK’in çanına ot tıkayacağız”
“Göreceksiniz çok yakında DİSK’in çanına ot tıkayacağız” diyordu, dönemin içişleri bakanı Seyfi Öztürk. Amaç, DİSK şahsında yükselen işçi sınıfı hareketini durdurmak, örgütlenme alanlarını daraltmaktı. Onun için DİSK’i kapatmayı hedefleyen bir yasa hazırladılar. Ama çok daha büyük bir direnişin fitilini ateşlediler.
15-16 Haziran direnişini anlayabilmek için, işçi sınıfının o güne uzanan tarihine kısaca gözatmak gerekir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında işçi sınıfı, ekonomik, sosyal ve siyasal haklardan mahrum bırakılmıştı.O yıllarda mücadelesi de oldukça zayıftı. Fakat 1940’lı yılların sonlarında canlanmaya başladı. 1960’larda ise, Türkiye sanayisinin hızla gelişmesi, işçi sınıfını hem nicel hem de nitel olarak geliştirdi. Mücadele sahnesinde artık “ben de varım” diyordu. Ekonomik taleplerin yanı sıra politik taleplerle ve militan eylem biçimleriyle kendini gösterdi.
Bu eylemler sonucudur ki, 1961 Anayasası’na işçi sınıfının örgütlülük hakları yönünde kimi maddeler koyuldu. Sendika kurma hakkı vardı, ama grev hakkı yoktu. Toplu iş sözleşme ve grev hakkı için sokaklara çıktı. 1961 görkemli Saraçhane mitingiyle başlayan Kavel’le devam eden bir süreç başladı.
Yasaları aşan eylemin ilk startını Kavel işçisi verdi. Bu atak karşısında burjuvazi, grev ve toplu iş sözleşmesi yasasını kabul etmek zorunda kaldı. Yol açıldıktan sonra gerisi geldi. 1965 Kozlu, 1966 Paşabahçe, 1968 Derby, 1969 Alpagut vb…
Bu eylemler içerisinde yeni, militan öncü işçi kadrolar yetişti. Türk-iş’in işbirlikçi tutumuna tepki gösterip onu aşan eylemler yaptılar. Türk-İş yönetimi de bu işçileri ve sendikacıları tasfiye etti. Tasfiye edilenler 1967 yılında DİSK’i kurdular. DİSK, militan eylemleriyle işçi sınıfının diğer kesimlerini de etkiledi ve bir çekim merkezi haline geldi. Özellikle Türk-iş’ten kitlesel katılımlar oldu.
Aynı yıllarda dünyanın her yerinde işçi-emekçi eylemleri yükselişe geçmişti. ’68 gençlik hareketi, bütün dünyayı sarmıştı. Sosyalizm özlemi sokaklarda ifade ediliyordu. Öğrenci eylemleri fabrika işgalleriyle birleşerek dalga dalga yayıldı. Dünyayı kaplayan bu dalga Türkiye’yi de içine aldı. İşçi-öğrenci birlikteliği eylemlerle kendisini gösterdi.
15-16 Haziran, işte bu zemin üzerinden gelişti. Yükselen hareket, burjuvaziyi fena halde korkutmuştu. “DİSK’in çanına ot tıkayacağız” sözü, bunun ifadesiydi.
Yasal düzenlemenin hedefi
O dönem tek başına hükümet olan Adalet Partisi, CHP’nin de desteğini alarak DİSK’i kapatmayı amaçlayan yasa tasarını meclise sundu. Tasarı; işçilerin sendika değiştirmelerini, bağımsız sendikalar kurmasını yasaklayan, işkolu işyeri barajını yükseltiyor, işçilerin yeni bir konfederasyon kurmasını zorlaştırıyordu. Esasında Türk-iş’i tek yetkili sendika kılan bir düzenlemeydi.
Türk-iş yöneticileri, güçlü olmak için tek sendikada birleşmek gerektiğini ileri sürerek, yasal düzenlemenin işçinin yararına olduğunu savundular. DİSK ise, doğrudan kendini hedefleyen bu yasaya karşı çıkmak zorundaydı. Zaten tabanı, bu yasayı püskürtmekte kararlıydı. DİSK’in kurullarında, işyerlerinde, günlerce tasarı üzerine tartıştılar. Var olan işyeri komiteleri “Anayasal Direniş Komiteleri”ne dönüştü. Artık kavgaya hazırdılar!
13 Haziran’da DİSK’e bağlı sendikaların yönetim kurulları ve işçi temsilcilerinin katıldığı geniş bir toplantıda yasanın geri püskürtüleceği bir kez daha vurgulandı. Buna rağmen DİSK yöneticilerinin kararı, yasa meclisten geçtikten sonra fabrika önlerinde protestolarla ve İstanbul’da mitingle geçiştirmekti.
Tasarı mecliste kabul edilmesinin ardından 15 Haziran’da İstanbul ve İzmit’e üretim durdu, işçiler sokaklara döküldü. İkinci günü de eylemlere katılım artarak devam etti. İstanbul ve İzmit işçi seline dönüştü. Sonra Ankara ve İzmir’e sıçradı.
15 Haziran’da 115 işyeri, yaklaşık 75 bin işçi; 16 Haziran’da 168 işyeri, yaklaşık 150 bin işçi sokaklara aktı. Yasayı desteklemeyen Türk-iş üyeleri de eylemlere katılarak sınıf dayanışmasının en güzel örneğini sundular. Her yürüyüş kolu polislerle militan çatışmalara girdi, polis barikatlarını aşa aşa ilerledi. Polis gücü yetmeyince asker devreye sokuldu.
Fakat işçi selini durdurmaya hiçbirinin gücü yetmedi. Gözaltına alınan işçiler, karakollar basılarak geri alınıyordu. Avrupa yakasındaki işçiler Taksim alanına girmeye, Anadolu yakasındaki işçiler Kadıköy’e ulaşmaya çalışıyordu. İstanbul’un iki yakasında işçiler birleşmesin diye vapur seferleri iptal edildi, köprüler kapatıldı. Çatışmalarda 3 işçi yaşamını yitirdi, yüzlerce işçi yaralandı. Devlet çareyi sıkıyönetim ilan etmekte buldu.
Yasal sınırlar içerisinde durumu kurtarmaya çalışan DİSK yönetimi, eylemlerin bu denli büyümesi karşısında şaşkındı. DİSK’in o dönemki genel başkanı Kemal Türkler, eylemleri durdurabilmek için radyodan işçilere seslendi: “Aranıza çeşitli maksatlarla giren kişiler olabilir, hatta şerefli Türk ordusunun bir mensubuna taş atabilir. DİSK genel başkanı olarak sizi uyarıyorum” dedi. Ardından işçilere eylemi bitirip fabrikalarına dönmeleri çağrısında bulundu.
Bu çağrı, eylemlerde kırılma yarattı. İşçiler istemeye istemeye, parça parça eylemleri bitirdiler. Fakat bazı fabrikalarda iş başı yapmadılar. Askerler fabrika içlerine kadar girerek işçileri zorla çalıştırmaya kalktı. Bu dayatmaya rağmen bazı fabrikalarda işçiler bir süre daha üretim yapmayarak eyleme devam etti.
İlan edilen sıkıyönetim ve DİSK’in eylem kırıcı tutumu sonucunda eylemler bir süre sonra kendiliğinden bitti. Bunu fırsata çeviren patronlar, DİSK yöneticilerini ve öncü işçileri tutuklattı, yüzlerce işçi işten atıldı. Fakat getirilmek istenen yasa, Anayasa Mahkemesi’nden geri döndü. Gerçekte yasayı durduran, işçilerin direnişiydi. Kazanan 15-16 Haziran direnişi olmuştu.
15-16 Haziran öğretmeye devam ediyor
15-16 Haziran işçi sınıfının önderliğinde gelişti, direnişe önderlik yapan işçi sınıfıydı. İşçi sınıfı yaratan ve kahreden gücünü göstermiş, “devrimin motor gücü” olduğunu bir kez daha kanıtlamıştı.
Bazı eylemler, anlık gelişmelerle belirlenen hedefleri aşabilir. 15-16 Haziran’da da böyle olmuştur. DİSK yürüyüş ve miting kararı almıştı; fabrika komiteleri de hazırlıklar yapmıştı. Fakat hiçbiri bu denli büyük bir eylem organize etmemişlerdi. Dahası DİSK yönetimi, tepkileri yasal sınırlar içinde tutmaya özen göstermişti. 15-16 Haziran DİSK’i aşan bir direnişti. Öncesi hazırlıklar, yapılan toplantılar, kurulan komiteler, elbette direnişin zeminini oluşturdu. Ancak direniş kendi mecrasında aktı; tahmin edilenin çok üzerine çıktı. İşçi sınıfında biriken öfke, 15-16 Haziran’da patladı.
15-16 Haziran siyasi talepli, yasadışı, ama son derece meşru bir eylemdi. İşçi sınıfı yasal sınırları yerle bir ederek sokakları zapetti. Bunu da çıkarılmak istenen bir yasaya karşı, yani politik bir çıkışla ortaya koydu. Aynı zamanda sendikal barajlara ve işbirlikçi sendikal anlayışa karşı duruştu. Ve yasal sınırlara takılmayan fiili mücadelenin önemini gösteren bir örnek yarattı.
15-16 Haziran direnişinin en önemli özelliklerinden biri de, işçilerin kitlesel olarak başından sonuna kadar eylemlere katılmasıdır. Bunda tabanda kurulan işyeri komitelerinin önemli bir rolü vardır. Eyleme katılan fabrikalara baktığımızda, küçük atölyeler değil, büyük fabrikalar ve kilit sektörler olduğunu görürüz. İşyeri komiteleri üzerinden şekillenmesi ve büyük fabrikaları kapsaması, 15-16 Haziran direnişinin gücünü ortaya koymaktadır.
15-16 Haziran sınıf dayanışmasının adıdır aynı zamanda. Türk-iş üyeleri kitlesel katılım göstermiştir. Sendikalı sendikasız işçiler eylemlerde boy göstermiştir. Ayrıca devrimci-demokrat öğrenciler katılmış, işçi-öğrenci birlikteliği oluşmuştur.
15-16 Haziran’da işçiler kendi örgütünü canı pahasına savundular, sendikalarına sahip çıktılar. Bu direniş olmasaydı, DİSK baraj altında kalıp kapanacaktı. Fakat ne yazık ki, DİSK yöneticileri aynı cesareti ve direngenliği gösteremedi. Sonrasında başta 12 Eylül olmak üzere DİSK yönetimi birçok kritik aşamada teslimiyetçi bir tutum izledi. Bu yönüyle 15-16 Haziran, bir ayraçtır, bir dönemeçtir.