Koronavirüs döneminde yaşlılar ölüme terk edildi

Koronavirüs süreci, sistemin insanlık dışı yüzünü iyice açığa vurdu. Özellikle yaşlılara yapılanlar bunu çarpıcı bir biçimde gösterdi.

En açık haliyle faşizmin savunduğu -“Sosyal Darwinizm” olarak da adlandırılan- “güçlü olanın ayakta kalması”, zayıf, güçsüz ve engelli olanın yokedilmesi bakışaçısı, esasında emperyalist-kapitalist sistemin genel yaklaşımıdır. Üreten gençler ve üretimin devam ettiricisi olan çocuklar yaşamalı; üretmeyen, ailesine, sosyal güvenlik sistemine, topluma, devlete yük olan yaşlılar ölmelidir! Yaşlılar üretmediği gibi, yeterince tüketmediği için de burjuvazi açısından gereksiz, hatta zararlı varlıklardır!

Ne tuhaftır ki, koronavirüs de en çok yaşlıları öldürdü. Virüsle sistemin bu ortaklığı, virüsün “biyolojik silah” olarak üretildiği tezini güçlendiriyor. Çünkü devletler giderek artan biçimde yaşlılara “yük” olarak bakıyorlar. Yıllarca çalışıp hak ettikleri emekli aylıkları bile onlara fazla geliyor. Bu hakkı gaspetmek için her yolu deniyorlar.

Salgın döneminde yaşlılara reva görülenler, bu çıkarcı yaklaşımı olanca çıplaklığı ile ortaya koydu. Tecrit edildiler, aşağılandılar, hatta suçlandılar. Bununla da kalmadı. Tıbbi cihazlarının yetersiz kaldığı yoğun bakım servislerinde, sağlık çalışanlarına hastalar arasında tercih yapması söylendi. Tabii ki ilk gözden çıkarılanlar yaşlılar oldu. Bir hemşire “yan yana bir genç ve bir yaşlı hastaya ‘bir tane solunum cihazımız var, hanginiz kendini feda etmek ister’ diye sormuyoruz” diyordu. Bir diğeri, ağlayarak “birazcık ağırlaşanların fişini çekiyoruz” diyordu.

Açıkça cinayet işleniyordu. Bunlar, İngiltere, İtalya, İspanya, Fransa gibi en gelişmiş kapitalist ülkelerde yaşanıyordu üstelik. Ayrıca yine bu ülkelerde koronavirüsten ölümlerin yüzde 42 ila 57’si huzur evlerinde gerçekleşmişti. Bunun yeterli tedbir alınmamasından kaynaklandığı ortaya çıktı. Kimi ülkelerde huzur evlerinde çalışan görevliler işlerini bırakıp gitmiş, yaşlıları kendi kaderine terketmişlerdi. Hollanda gibi bir ülkede, bir huzurevine yapılan baskında 400 yaşlı insanın ölüme terk edilmiş olduğu görüldü.

Yaşlılara bu yaklaşım, kapitalizme özgüdür. Onun her şeye kar odaklı bakışının bir sonucudur. Oysa yaşlılar önceki toplumlarda bilgeliğin simgesi olarak yüceltilmiştir. İlkel komünal toplumda ise, kabilenin en değerli kişidir. O dönemin geleneklerini taşıyan Kızılderililer, salgın döneminde yaşlılara nasıl baktıklarını bir gazeteciye anlatmışlar: “Büyüklerimizi virüsten korumak için özel önlemler geliştirdik, özel bir alana aldık, ihtiyaç ve bakımları itinayla yaptık”.  Ve bırakalım virüsten öleni, yakalanan bile olmamış! Sorulan sorulara verdikleri yanıtlar da şöyle: “Yaşlılar bizim geçmişimizdir. Onları kaybedersek hikayelerimizi, masallarımızı, dilimizi ve kültürümüzü kaybederiz. Onları kaybetmek ruhumuzu, kendimizi kaybetmektir. Büyükler bizim belleğimiz ve hafızamızdır.”

İlkel komünal toplumun daha gelişkin halini ortaya koyacak olan komünizm ve onun ilk aşaması olan sosyalizmde, her yaşta insanın üretime katılacağı olanaklar sunulacak. Birikimlerini ve deneyimlerini yeni kuşaklara aktarabilecekleri ortamlar sağlanacak. “Artık işe yaramıyorum” duygusunu hiç yaşamayacaklar. Aksine kendilerini ifade edecekleri ve topluma hizmet edecekleri bir işleri mutlaka olacak. Ve  ölünceye dek devlet güvencesi altında sağlıklı yaşayacaklar.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …