Adalet yoksa Barış da yok!

Bir siyah daha ABD’de polis tarafından öldürüldü. George Floyd’du adı. Son sözleri, “nefes alamıyorum” olmuştu. Geçtiğimiz yıllarda yine bir polis tarafından öldürülen Eric Garner gibi… Bu söz, Floyd’un öldürüldüğü Minneapolis’ten başlayarak tüm dünyaya yayılan eylemlerin de sloganı oldu.

Nefes alamıyordu siyahlar Amerika’da ve dünyanın pek çok yerinde. Hem de yüz yıllardır…

Güya kölelik kaldırılmıştı! Irkçılık yasaktı, siyahlar da beyazlar gibi tüm haklara sahipti! Öyle ki, bir siyah, ABD’ye başkan bile olabilmişti! Yani devlet ırkçı değildi, bazı “münferit” olayları da büyütmemek gerekiyordu!

Böyle söylüyordu ABD yetkilileri ve yandaşları… Her yıl bini aşkın siyah, polisler tarafından öldürüldüğü ve o polisler ceza almak bir yana, “tatile” gönderildiği halde…

George Floyd’u öldüren polis de tutuklanmadı önce. Ta ki, “nefes alamıyorum” eylemleri yayılıp katil polisin evi kuşatılana dek…

* * *

Nefes alamayan sadece siyahlar değildi tabii. Emperyalist-kapitalist sistemde, işçiler, emekçiler, ezilen halklar, sisteme muhalif olan herkes nefes alamıyordu.

Salgınla birlikte bir yandan artan ölüm korkusu, diğer yandan işsizlik ve açlık girdabında, nefesleri daha da kesilmişti. Bir zamanların “rüya ülkesi” ABD, vaka ve ölüm oranlarıyla birinci sıradaydı. İşsizlerin sayısı 40 milyona ulaşmış, parasız yemek alabilmek için binlerce kişi saatlerce kuyrukta bekler olmuştu.

George Floyd’un ölümü, biriken bu öfkeyi patlattı. Nefes alamayan yüzbinler sokaklara döküldü. ABD’nin neredeyse tüm eyaletlerinde protestolar yükseldi. Böylesi bir bileşenle bu kadar yaygın ve kitlesel eylemler, ABD’de ilk kez yaşanıyordu.

Avrupa da ayağa kalktı. Onbinlerce kişi bu ırkçı saldırıyı protesto etmek için meydanlara çıktı. Salgınla birlikte sistemin çürümüşlüğünün daha fazla açığa çıkması, bunu tetikleyen en önemli faktördü. Düzenin adaletsizliğine duyulan öfke, eylemlerin temel talebini de belirledi: Adalet!

* * *

Adalet, Türkiye’de de son yılların en sık kullanılan kavramı. Bu taleple açlık grevleri, ölüm oruçları yapıldı; yürüyüşler düzenlendi.

Sistemin açmazları büyüdükçe, adaletsizliği de artıyor. Sömürünün kendisi en büyük adaletsizliği oluşturuyor zaten. Buna vergi adaletsizliğinden tutalım da, sağlık, eğitim, barınma gibi en temel haklara kadar uzanan adaletsizlikleri ekleyebiliriz.

Ama her şeyden önemlisi, yaşam hakkı tehlike altında. Sokak ortasında vurulabilir, öldürülebilirsiniz. Ve katiller ya yakalanmaz, ya da en hafif cezalarla salıverilir. Hele ki devletin kolluk güçleri tarafından işlenmişse…

Salgın döneminde polis şiddetinin ne kadar arttığına tanık olduk. Adana’da Suriyeli bir genci tek kurşunla kalbinden vurup öldüren polis, “oruçluydum, ayağım kaydı” diyerek, “hafifletici sebep”ten kurtulmanın yollarını düzdü bile. Kaç kadın cinayeti bu şekilde örtbas edilmedi mi? Ve salgın günlerinde kadına yönelik şiddet arttığı halde, resmi makamlar “azaldığını” iddia ederek, örtbas etmeye devam etmiyor mu?

* * *

Salgınla birlikte devletlerin ne işi yaradığı daha fazla sorgulanır oldu. Söylendiği gibi “vatandaş”ın çıkarlarını ve güvenliğini değil, sermaye sahiplerini koruyordu. Vergi toplamak ve sopa sallamak dışında yaptığı birşey yoktu. Sadece salgın döneminde 700’ü aşkın ürüne, yüzde 30’a varan ek vergi getirildi. Salgının daha ilk günlerinde halka IBAN numarası gönderip yardım istemelerini de unutmamak gerekiyor.

Peki toplanan paralar nereye gitti? 30 milyon TL’nin seyircisiz konser verdirdikleri yandaş sanatçılara akıtıldığı söyleniyor. Salgın günlerinde bile durmayan yeni saray inşaatları, Diyanet’in devasa müftülük binaları da hesaba katılmalı…

Devletlerin bir elinde sopa, bir elinde kutsal kitap var. Trump’tan Erdoğan’a, hepsi zorda kalınca kutsal kitabı sallıyorlar. Tabii daha fazla polisi, askeri kitlelerin üzerine salmayı ihmal etmeden…

Aylar sonra toplanan meclisten çıkardıkları ilk yasa, bekçilerin yetkilerini arttırmak oldu. Devletin yüzbinlerce polisi, askeri bulunurken, bir de bekçi ordusu yarattılar. Üstelik polisten daha fazla yetkilerle donatarak… Artan polis terörüne şimdi bekçi terörü de eklenecek.

* * *

Meclisten çıkan bir diğer karar ise, üç muhalif milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılmasıydı. Bunlardan biri de MİT tırlarından dolayı daha önce tutuklanan CHP milletvekili Enis Berberoğlu…

Hatırlanacaktır, Enis Berberoğlu’nun tutuklanmasını protesto etmek için CHP lideri Kılıçdaroğlu Ankara’dan İstanbul’a bir “Adalet Yürüyüşü” başlatmıştı. Yaklaşık bir ay süren bu yürüyüşe onbinlerce kişi katılmış, İstanbul Maltepe’de milyonları bulan bir mitingle sonlanmıştı.

Son olarak iki milletvekili daha görevden alınıp apar-topar tutuklanan HDP, bu kez birkaç koldan Ankara’ya “Adalet Yürüyüşü” başlatma kararı aldı. Daha önce böyle bir yürüyüşü gerçekleştiren Kılıçdaroğlu ise, şimdi buna karşı çıkıyor. Sözde Erdoğan’ın istediği, muhalefeti sokağa dökmekmiş!

Oysa Erdoğan’ın en büyük korkusu, kitlelerin sokağa çıkmasıdır. O hala “Gezi korkusu”nu üzerinden atamamıştır. Salgınla birlikte bu korkusu daha da artmıştır. ABD’den dünyanın dört bir yayına yayılan kitle hareketi, tüm egemenlerin kabusudur.

* * *

Bu sistemde bırakalım insanları, doğa bile nefes alamıyor. Dünyanın kısmen durduğu iki ay içinde buzullardaki erimenin yavaşladığı, hava kirliliğinin azaldığı görüldü. Hem insanlığın, hem de doğanın kurtuluşu için “adalet” isteniyor. Bu çığlığı çoğaltalım!

Bir kez daha “Adalet yoksa barış da yok” diyerek sokakları zaptedelim. Fakat bilelim ki, gerçek adalet, “ekmeği dağıtanların adaleti dağıttıkları gün” gelecektir! Bu hedefle adalet kavgasını yükseltelim!

Bunlara da bakabilirsiniz

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …

Ser verip sır vermeyen yiğit: İSMAİL GÖKHAN EDGE

İsmail Gökhan Edge, Diyarbakır işkencehanelerinde sır vermedi, ser verdi. O, 1953 yılında Eskişehir’de doğdu. İzmir …