Kovid-19 salgını bahanesiyle 2 ayı geçen süre boyunca Fransa’da halk evlere hapsedilmişti. Devlet bir yandan “tedbir amaçlı” olarak halkı evlerine hapsederken, bir yandan da çalışma serbestliğini gündeme getirerek ikiyüzlü bir politika izlemişti. Özellikle zaten insani olmayan koşullarda çalışan kamu işçileri, zorunlu çalışmaya tabi tutuldu. İşçiler, salgına yakalanma riskiyle karşı karşıya bırakıldı.
Patron yanlısı sendikaların istemlerinin yoğunlaştığı bir dönemde, çalışmama hakkını kullanmak isteyen işçi ve emekçiler ise, düşük ücretle, aylık gelirinin yüzde 84’üyle yaşamaya mahkum bırakıldı. Burjuvalar ve onun yasa yürütücüleri, yüksek güvenlikli saraylarında yaşamlarını korkusuzca güven içinde sürdürürken, zamanında alınmayan tedbirler yüzünden, halklar ölümle yüzyüze kaldı. Bugün resmi rakamlar ölümlerin 30 binlere çıktığını belirtirken, kayıt-dışı kalan ev-içi ölümler eklenince, gerçek rakam çok daha yüksek görünüyor.
Azami kar üzerine yaşamlarını sürdüren büyük ve orta ölçekli işletme sektöründe patronlar, firmalarının iflasa sürüklendiği bahanesiyle, hergün daha ağır çalışma koşullarını, devlet mekanizmasını kullanarak işçi ve emekçilere uygulatıyor. Ve bugün birçok sektörde işçi çıkarmaları gündeme oturmuş durumda.
Sendikaların iyice sessizleştiği bu dönemde, işçi-emekçi ve göçmenler devletin yürüttüğü yanlış ekonomik-siyasi politikaların cenderesi altında boğulurken, yükselen temel gıda fiyatlarıyla da yaşamları adeta felce uğramış durumda. Devlet salgın öncesi dönemlerde girmiş olduğu ve aşamadığı ekonomik-siyasi krizi, bu dönemde çıkardığı yasalar ve ağır ceza uygulamalarıyla aşmaya çalışırken, polisiye şiddetini artırıyor.
Bugün tüm bu hak gaspları ve devletin iki yüzlü politikaları, kitleler önünde açığa çıkmıştır. Başta kamu işçi ve emekçileri olmak üzere göçmenler, emekliler, işsizler, liseli ve getto gençliği, kitlesel eylemlilikler organize ediyorlar. Sokağa çıkmanın yasak olduğu 1 Mayıs ve 11 Mayıs sonrası, sokakları gece ve gündüz zaptederek, barikatlar kurup ateşe vererek, polis gücüne karşı havai fişekler kullanarak saatlerce çatışarak tepkilerini sürdürdüler. 11 Mayıs’tan itibaren, sokağa çıkma yasaklarının bölgeler nezdinde kısmen hafifletilmesiyle, alanlara çıkarak ya da işyerleri önünde yasaklı tedbirlerden olan, on kişiden fazla bir grubun biraraya gelememesi türünden yasakları çiğneyerek fiilen koymaya başladılar.
“Kağıtsızlar” da sokakta
İnternet üzerinden çağrıyla organize edilen ve 30 Mayıs günü gerçekleştirilen kağıtsız göçmen işçiler eylemi, Sarı Yelekliler’in, 2 yıla yakın sürdürdüğü eylemlerden sonraki en kitlesel eylem oldu. Kağıtsızların eylemi, Fransız burjuvazisinin kalbi, uluslararası tanınmış firmaların büro ve alışveriş zincir mağazalarının olduğu Paris’in ünlü Opera Meydanı’nda gerçekleştirildi. Hemen birkaç gün öncesinde ABD’de George Floyd’un polis şiddetiyle katledilmesiyle ülke genelinde yayılan eylemlerin buralara yansımasından korkan devlet, mağaza ve işyerlerini koruma altına almakla yetindi. Bir anda binlerce kişiye ulaşan kitle, yürüyüşe geçerek yine önemli alışveriş mağazalarının olduğu caddeler üzerinden Republique Meydanı’na taşındı. Burada artık katılımcıların dahi tahminini aşan kitle, 10 bin’le ifade edilir oldu. Son yıllarda faşist saldırı ve yabancı düşmanı politikaların yükselişe geçtiği bir zamanda, Fransız halkının bir anlamda da göçmenlerin sorunlarına duyarlılık göstergesi olan bu eylem, aynı zamanda hükümetin politikalarına karşı da yükselen öfke patlamasıdır.
Irkçı polis şiddetine son
2016 yılında göçmen vatandaşların yoğunlukta olduğu, Paris’in kuzey bölgesinde yaşayan, Afrika kökenli Fransız vatandaşı Adama Teore’nin katledilmesi, polis şiddetiyle ABD’de öldürülen George Floyd ile benzerlik taşıyordu. İlk başlarda bu cinayet örtbas edilmeye çalışıldı. Otopsi raporunun ortaya çıkmasıyla, polis şiddeti ve devletin olay karşısındaki tutumu protesto edilerek olay yargıya taşınmış; ancak halen bir sonuç alınamamıştı.
Adama’nın kızkardeşinin internet üzerinden 2 Haziran’da yaptığı, adalet istemli ve polis şiddetini protesto çağrısına, korona öncesindeki 1 Mayıs gösterilerinden sonraki en güçlü katılım gerçekleştirildi. Üstelik, korona bahanesiyle 10 kişiden fazla grupların biraraya gelmesinin yasak olduğu bir dönemde… Ülke genelinde birçok kentte eylemler gerçekleşirken, Paris’teki eyleme, çoğunluğu genç 30 binin üzerinde kitle katıldı; üstelik yasaklara rağmen. Eylem akşam 19’da başlayacaktı; ancak kitleler saat 16’dan itibaren, yeni yapılan Adalet Sarayı önünde ellerinde dövizlerle toplanmaya başladığında, hiç kimse bu kadar katılım beklemiyordu. Polis bile az sayıyla, alan çevresinde yerini almıştı. Saatler akşam 18.30 olduğunda, artık alanda yer kalmamış, çevre cadde ve sokaklar insan seline dönüşmüştü. Devlet metro ve tramvay hatlarını kapatarak katılımın büyümesini önlemek istese de başaramadı. Sık sık atılan, “Adama için adalet” sloganlarının yanında, “Siyah olduğumuz için öldürülmek istemiyoruz”, “Polis katil, hepimiz polise karşıyız”, “Adalet yoksa barış da yok, kardeşlik de yok” sloganlarıyla birlikte eylem iki saat boyunca sürdü. Sonra kitle olaysız biçimde dağılırken, polisin gazlı saldırısıyla birlikte, barikatlarla sokaklar tutuşturuldu, direniş büyüdü. Tam bir öfke patlamasının yaşandığı eylem, Adalet Sarayı çevresinde sürerken, Paris’in bir çok semti ve şehirleri de ateşlendi. Yer yer polisle 3-5 metre yakında çatışmalarla gecenin geç saatlerine kadar süren eylem, bir önceki eylemlerden farklıydı. Eylemciler arkadaşlarına sahip çıkarak polisin gözaltı yapma girişimlerinin önüne geçti; polisin elinden arkadaşlarını alan, arkadaşlarına sahip çıkan, polis şiddetine karşı radikal bir duruş sergilendi. Dar sokaklarda polisin müdahalesi sonuçsuz kalıyordu.
Neoliberal politikaların iflasının kitleler gözünde yıkılmaya başladığı, öfke patlamasının sokakları tutuşturduğu, dipden gelen dalganın sarsıntısının göstergelerinin büyüdüğü bir dönemde, Türkiye ve Kürdistanlı devrimci-demokrat kurumların bu tür kitle gösterilerinden uzak durmaları olumsuz bir durum.
Emperyalist kapitalist üretim ilişkileri içinde en çok biz göçmenler olumsuz etkileniyoruz. Hergün onlarca arkadaşımız sağlıksız-güvencesiz çalışma koşullarına tabi tutuluyor; iş ve yaşam alanlarımızı da bu tür salgın koşullarında kaybediyoruz ve kaybetmeye devam edeceğimiz gerçeğini de unutuyoruz. Bu koşullarda mücadeleyi daha fazla yükseltmek, her türden reformcu politikaya karşı mücadele etmek yaşamsal önemde.
Saldırı küresel, mücadele sınıfsal!
PDD Paris