Irkçılık karşıtı protestolar yeni bir evreye geçti. ABD’li George Floyd’un, salt siyah olduğu için 25 Mayıs günü ırkçı bir polis tarafından öldürülmesinin ardından yapılan protestolar, ABD’nin hemen bütün kentlerine ve Avrupa’nın pek çok ülkesine yayıldı. Onbinlerce kişinin katıldığı gösterilerde, siyahlara ve göçmenlere yönelik ırkçı baskılar nefretle kınandı.
Eylemler büyüdükçe, içeriği de güçlenmeye başladı. Artık güncel ırkçılarla mücadelenin yanısıra, tarihten de hesap soruluyor; ve tarihin en kötü-ünlü köle tacirlerinin heykelleri peşpeşe devriliyor.
İngiltere’nin Bristol kentinde 7 Haziran günü, 17. yüzyıl köle tacirlerinden Edward Colston’un heykeli devrilerek nehre atıldı. Londra’da ise eski başbakan Winston Churchill’in heykeli saldırıya uğradı, heykelin kaidesine “O bir ırkçıydı” yazıldı. Saldırıların büyümesi üzerine devlet bir başka köle tacirinin, Robert Milligan’ın Londra’daki heykelini kaldırmak zorunda kaldı.
Tepkilerin bu kadar yoğun olması karşısında, Londra belediye başkanı, kentte kölecilikle ilişkilendirilebilecek tüm heykellerin, anıtların ve sokak isimlerinin gözden geçirilmesi için çalışma başlattığını duyurdu.
Avrupa’nın küçük ülkesi Belçika’nın köleci geçmişi, bu dönemde çarpıcı biçimde gözler önüne serildi. İngiltere ile aynı günlerde Belçika’nın Anvers kentinde, sömürgeci Kral 2. Leopold’un heykeli ateşe verildi, ardından heykelin kaldırılması için imza kampanyası başlatıldı ve devlet görevlileri heykeli kaldırmak zorunda kaldı.
İskoçya’nın başkenti Edinburg’da yapılan gösteride, köleliğin kaldırılmasını erteleyen siyasetçi Henry Dundas’ın heykeli sprey boyalarla boyandı.
ABD’de ise Kristof Kolomb’un heykelleri tahrip edildi.
İnsanın insanı köleleştirmesinin kanlı tarihi
Bugün tartışma konusu yapılan kölelik, Afrikalıların “beyazlar” tarafından sömürülmesine odaklanmış durumdadır. Ancak köleliğin tarihi, bundan çok daha eskidir.
Tarihte insanın insanı sömürmediği tek toplum biçimi ilkel komünal toplumdur. Yerleşik düzene geçiş, şehirlerin kurulması ve ilk devletlerin ortaya çıkışı, köleliğin de başlangıcıdır aynı zamanda. Üretimin gelişiminin bir evresinde, “insanın kendi tüketebileceğinden daha fazlasını üretmeye başladığı evrede”, kölecilik de başlamıştır. Çünkü burada, insanın insanı sömürmesinin nesnel koşulları ortaya çıkmıştır. Yüzbinlerce yıl boyunca sınıfsız-sömürüsüz ilkel komünal toplumu yaşayan insanlık, yaklaşık son 10 bin yıldır sömürücü toplum biçimlerini yaşamaktadır.
Sömürünün tarihi, sömürüye karşı mücadelenin tarihidir aynı zamanda. Yaklaşık 10-12 bin yıl kadar önce kölelik başladığında, ona karşı mücadele de başladı. Binlerce yıl süren mücadeleler sonucunda kölelik kalktı; “köleci toplum”, yerini “feodal toplum”a bıraktı. Sömürünün biçimi değişmişti artık; ama insanın varlığına en vahşi saldırı olan kölelik kalkmıştı.
Ancak köleliğin kalkması egemenlerin bir tercihi olarak değil, kölelerin direnişi sonucunda gerçekleşmişti. Bu nedenle, keşfedilen ve işgal edilen her yeni kıta ile, kölelik yeniden hortladı. O kıtada yaşayan yerli halklar, sömürgeci-işgalcilerin vahşi saldırılarına maruz kaldılar. Bir yandan kitleler halinde soykırımlar gerçekleşirken, diğer yandan kitleler halinde köleleştirildiler.
Bu vahşi saldırıları gerçekleştiren sömürgecilerin çok önemli bir “avantajı” vardı. İşgal ettikleri topraklardaki yerli topluluklar genellikle ilkel komünal toplumu, istisnai olarak köleciliğin başlangıç evresini yaşıyorlardı. Ve bu nedenle insanlık tarihinin binlerce yıllık deneyimlerinden, sınıf mücadelesinin birikimlerinden yoksundular. İşgalciler karşısında savunmasız kalmalarının, kimi direnişler gelişse bile “yenilgiye mahkum” olmalarının nedeni tam da buydu: Karşılarındaki düşmanın, binlerce yıllık sömürücü birikime sahip olmaları!
Egemen sınıflar, kendi topraklarında bu kadar ağır saldırılara maruz kalmanın çaresizliğini yaşayan halklar karşısında sömürünün en dizginsiz, en pervasız yöntemlerini kullandılar.
Mesela Avustralya’daki Aborjinler’i maden ocaklarında ölümüne çalıştırdılar. Aborjinlere uyguladıkları günlük beslenme rejimi, ortalama iki yıl içinde ölmelerini planlayacak kadar kalori almaları esasına dayanıyordu.
Latin Amerika’taki yerliler için madenlerde ve plantasyonlardaki (büyük tarımsal işletmeler) çalışma koşulları öylesine ağırdı ki, kitlesel intiharlar yaşanıyordu.
Amerika’nın işgali, sömürgeciliğe yeni bir boyut getirdi. Avrupa’dan, Asya’dan Amerika kıtasına akın akın kaçan insanlar; kendi ülkelerindeki yasalardan, kurallardan kaçanlar, ipini koparmışlar, suçlular ya da özgürlük arayanlar, burada “orman kanunları”nın geçerli olduğu yeni bir dünya inşa ediyorlardı. Ve Amerika’nın dizginsiz biçimde üretmeye, büyümeye, kapitalizmi inşa etmeye hazır uçsuz bucaksız toprakları, Afrika’nın yerli halklarını yutmaya başladı.
İlk köle gemisi 1619 yılında yanaştı ABD’nin doğu kıyılarına. İngiliz bayrağı taşıyan bir korsan gemisiydi ve içinde onlarca Afrikalı vardı. Kayıtlara göre 1525-1866 yılları arasında, 12,5 milyon Afrikalı, Amerika ve Karayip Adaları’na doğru yola çıkan gemilere bindirildi. Bunlardan yaklaşık 2 milyonu, gemi ambarlarında zincirlenmiş halde, aç ve susuz geçen yolculuklara dayanamadı, bir daha karaya çıkamadı. Amerika kıtasına ulaşmayı başaran 10,7 milyonun önemli bir bölümü Brezilya’nın plantasyonlarında çalışmaya gönderildi, yaklaşık yarım milyonu da Amerika’ya.
Afrikalılar başlangıçta, ölünceye kadar mısır, tütün ve pamuk tarlalarında çalıştırılmak üzere getirilmişlerdi. 1641 yılında Massachusetts eyaletinde kölelik yasallaştırılıncaya kadar, yasal statüleri bile yoktu. Virginia eyaletinde 1662 yılında çıkan bir yasa ise, köle-siyah bir kadının doğurduğu çocukların da köle olmasını öngörüyordu.
ABD’de yaşanan iç savaşın sonrasında, 1863 yılında köleliğin sona erdirildiği açıklandığında, artık sömürgeci-emperyalist bir ülkeye dönüşmüş olan ABD’nin zenginliğinin en önemli kaynağı kölelik sistemi olmuştu.
Köle tacirlerinin sınırsız serveti
Sadece ülkelerin değil, kişilerin zenginleşmesinde de köleciliğin önemli bir payı oldu. İngiltere’de heykeli sökülen Milligan, köle ticaretinin yanısıra Jamaika’da 500’den fazla kölenin çalıştığı şeker plantasyonlarına sahipti. Yine Londra’da heykeli nehre atılan Edward Colston’un adı, 80 bin Afrikalı’yı Amerika’ya taşıyarak gerçekleştirdiği köle ticaretinden edindiği servetle kurduğu binalara ve okullara verilmişti.
1865’ten 1909’a kadar Belçika Kralı olan 2. Leopold, tarihin en büyük toplu katliamlarını gerçekleştirmesiyle biliniyordu. Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde gerçekleştirilen, 10 milyon kişinin öldüğünün tahmin edildiği katliamların asıl sorumlusuydu ve ülkeyi kendi özel kolonisi haline getirerek, kauçuk ticaretinden muazzam bir servet edinmişti.
ABD’de Amerikan İç Savaşı’nda, köleliği sürdürmekten yana olan Konfederasyon Ordusu’nun komutanı olan Robert E. Lee, kaçmaya çalışan kölelerin ölümüne dövülmesini savunuyordu. Lee, ülkede köleci tarihin sembol isimlerinden biriydi.
* * *
Sömürgeci devletlerin köleci geçmişleri, bugün kitleler tarafından açıkça lanetleniyor. Asırlar boyunca sömürülmüş, köleleştirilmiş, vahşi biçimde saldırılara-katliamlara maruz kalmış halkların, bugün daha hala ırkçı saldırılarla karşılaşıyor olması, kitlelerin nefreti ile karşılık buluyor. Bu tarihsel hesap soruş, egemenler ile ezilenler arasındaki mücadelede son derece önemli bir düzeyi ifade ediyor.