“Savunma” direniyor!

Aşağıdaki yazı 23 Haziran 2020 tarihinde sitemizde yayınlandı. Baro başkanlarının Ankara’ya yaptıkları ilk yürüyüşü ve karşılaştıkları engelleri konu alan yazının kaleme alındığı günden sonra birçok yeni olay yaşandı. Zaten yazı da “süreç henüz bitmiş değil, ancak AKP daha ilk adımda, bu saldırının çok kolay olmayacağını anlamış durumda” cümlesiyle bitiyor. Süreç bugün de bitmiş değil!

Baro başkanlarının Ankara yürüyüşü sonrasında başta İstanbul olmak üzere hemen her ilde çeşitli gösteriler yapıldı. Yürüyüşün hemen ardından İstanbul Barosu önünde toplanan avukatlar, fiili bir gösteri gerçekleştirdiler. Sonrasında Çağlayan Adliyesi önünde onbinlerce avukatın katıldığı fiili bir miting gerçekleşti. Bunu Ankara, İzmir, Adana gibi iller izledi. Buralardaki polis müdahalesine karşı avukatlar direndi.

Avukatların giderek artan eylemleri karşısında acze düşen AKP yönetimi, bir yandan daha fazla polis saldırısıyla, diğer yandan apar-topar yasayı meclise getirerek bu savaştan üstün çıkma gayretine girdi. Yasanın komisyona getirildiği gün, baro başkanları meclis önünde toplandılar. Yine korona bahanesiyle meclise alınmayan başkanlar, üç gün boyunca meclisin önünde oturma eylemi yaptılar. Tıpkı Ankara yürüyüşünde olduğu gibi burada da polisin saldırısı ve engelleriyle karşılaşıldı. Öyle ki, oturacakları bankları, içecekleri çorbayı bile engellemeye çalıştılar, ancak milletvekilleri, “dokunulmazlıkları”nı kullanarak bunları avukatlara ulaştırabildi.

Komisyon gece-gündüz çalışarak AKP ve MHP milletvekillerinin oylarıyla yasayı geçirdi. Ve jet hızıyla Genel Kurul’a getirildi. Mecliste görüşmeler başlayınca avukatlar bu kez Ankara Kuğulu Park’ta toplanma kararı aldılar. Kuğulu Park, tıpkı Gezi günlerinde olduğu gibi sloganlarla inlemeye başladı. En çok atılan slogan da Gezi ile özdeşleşmiş olan “Bu daha başlangıç Mücadeleye devam” oldu. AKP yönetiminin Gezi korkusu yeniden hortladı. Parkın etrafını kuşatan polis, bariyerlerle alanı iyice küçültmeye kalktı. Avukatlar parktan meclise yürüyüş gerçekleştirdiler.

Diğer yandan mecliste yasa tasarısı görüşmelerine baro başkanlarını da davet ettiler. Başkanlar ise, komisyonda tartışma zamanında alınmazken, mecliste hiç bir söz hakkı olmadan seyirci olarak oturmayı reddettiler. O koltuklarda sadece Metin Feyzioğlu vardı. Sıkılmadan TBB başkanı sıfatıyla dolaşmaya devam eden Feyzioğlu, içine düştüğü durumdan kurtulma çabasıyla “çoklu baroya ben de karşıyım” demeye başladı. Ancak herkes biliyor ki, bu yasanın çıkmasında ve olayların bu şekilde gelişmesinde, Feyzioğlu’nun büyük bir rolü bulunuyor.

Yasa yine AKP-MHP oylarıyla meclisten çıkabilir. Fakat avukatların eylemi, yasayı daha çıkmadan gayri-meşru ilan etti. Eylemler giderek daha kitlesel ve radikal biçimler alıyor. Sloganlar, “savunma hakkı”ndan “faşizme karşı omuz omuza”, “bu daha başlangıç mücadeleye devam” gibi daha politik içeriklere dönüşüyor.

Bu arada, saldırı avukatlarla sınırlıymış gibi diğer kesimlerden yeterince destek gelmiyor. Oysa avukatlardan sonra doktorlar, mühendisler, eczacılar vb. tüm meslek örgütleri aynı tehlikeyle karşı karşıya kalacaklar. Tek tek avlanmayı beklemek yerine, güçleri birleştirip ortak bir mücadele hattı örülmek zorunda.

Avukatlar bugüne dek göstermedikleri bir direnişle yolu açtılar. Şimdi saldırı altında olan tüm kesimlerin kol kola girip bu mücadeleyi büyütme zamanı! Kurtuluş yok tek başına! Ya hep beraber ya hiçbirimiz!

 

* * *

Barolarla ilgili yasa değişikliğine tepki gösteren ve Ankara’ya yürüyüş başlatan baro başkanları, kentin girişinde durduruldu. Polisin engellemesine ve şiddetine maruz kalan baro başkanları, yürüyüşü tamamlamaya kararlı olduklarını ifade ettiler.

 

Ankara’ya giriş “yassak!”

20 Haziran günü bulundukları kentlerden Ankara’ya doğru “savunma yürüyor” eylemi başlatan 56 baro başkanı, 20 km.lik sembolik yürüyüşlerin ardından 22 Haziran günü Ankara’ya girmeyi planlıyorlardı. Ancak polis tarafından önleri kesildi.

Sendikaların, öğrencilerin ya da devrimcilerin eylemlerine dönük polis engellemesi-müdahalesi, kitlelerin alıştığı, rutin görüntülerdir. Ancak ilk defa, polisin baro başkanlarına “yasssakk!” dediğine şahit olduk. Devlet protokolünde yeri olan, yasaları herkesten daha iyi bilen baro başkanlarına, “yasalara karşı geldikleri” söylendi.

Önü kesilen baro başkanları, bulundukları yerde oturma eylemi yapmaya başladılar. Burada devletin saldırı ve tacizleri devam etti. Başkanlar bu yasadışı engelleme nedeniyle polisle tartıştı, bazı başkanlar polis tarafından tartaklandı, Antep Baro Başkanı Bektaş Şarklı, polis tarafından yumruklanarak yere düşürüldü.

Daha engellemenin başladığı anda yaşanan bu saldırı ve tacizler, çok büyük bir tepki oluşturdu. Hemen bütün kentlerde baroların çağrısıyla baro merkezlerinde ya da adliyelerin önünde protestolar gerçekleştirildi.

Bu arada, oturma eylemine başlayan baro başkanlarına dönük engellemeler ve tacizler gece boyunca sürdü. Zaten baştan itibaren Ankara’dan karşılamak için gelen avukatların, başkanların yanına geçmesine izin vermemişlerdi. Başkanların bulunduğu alan birkaç sıra bariyerlerle çevrildi. Bariyerlerin önüne onlarca araç dizildi. Böylece baro başkanlarının yoldan geçen araçlar dahil olmak üzere dışarıyla teması kesilmiş oldu. Aslında başkanlar “açık gözaltı” işlemine maruz bırakıldılar.

Oturma eylemine başlayan baro başkanlarına sandalye, çadır, battaniye, branda, şemsiye, yiyecek vb. ulaştırılması engellendi. Başkanlar gece boyunca, zaman zaman yağan yağmurun altında bir branda bile olmadan, soğukta bir battaniye bile olmadan, oturacak bir tabure bile bulamadan beklemek zorunda kaldılar. Bu da yetmedi; gece 2’de alana dalan polisler “maske kontrolü” yaptılar ve bir baro başkanına “maskesiz” olduğu için para cezası kestiler. 100 metre geride bir cafe bulan baro başkanları ihtiyaç karşılamak üzere buraya gidip-gelmeye başlayınca, “sosyal mesafeye uyulmadığı” gerekçesiyle polis cafe sahibine ceza kesti; kesilen ceza aslında cafenin kapatılması amacını taşıyordu. Keza yoldan geçen ve başkanlara destek için korna çalan araçlar da hemen kenara çekilip sudan bahanelerle ceza kesildi.

“Valilik izni yok” diyerek polis yürüyüşü engellemişti. “Araç yolundan yürümek yasak” diyerek yolun dışına itmeye çalışmıştı. Başkanların durdukları kaldırım için “burası özel mülk, burada durmak yasak” diyerek orada durmalarını da sorun etmişti. Yasaları avukatlar (hele ki baro başkanları) elbette polisten daha iyi bilir; zaten burada yasadışı olan tek şey, polise avukatların durdurulması emrinin verilmesiydi.

Baro başkanlarını aşağılamaya dönük tüm bu taciz ve fiili saldırılar, yılgınlık yaratma amacını taşıyordu. Devletin bir hak gaspına karşı baro başkanlarının harekete geçmesi, en son noktaydı çünkü. Onların bile harekete geçmiş olması, basit bir şey değildi ve devleti zora sokuyordu. Bu nedenle eylemin bir kazanım elde edilmeden sona ermesi, Erdoğan yönetimi açısından belirleyici önemdeydi. Erdoğan yönetimi bu eylemi püskürtmeyi başardığında, pervasız bir saldırganlığa girişecekti.

Baro başkanları için ise artık bir varlık-yokluk sorununa dönüşmüştü. Barolara dönük düzenleme, zaten baro sistemini ortadan kaldıracak, kendisini hukukun-yasanın temsilcisi olarak gören, “devletin bekası”nda belirleyici rolü olduğunu düşünen kurumåsal yapıyı yokedecekti. Bu nedenle saldırıya ve engellemeye uğrayan baro başkanları “ne yaparsanız yapın, biz buradan dönemeyiz” diyorlardı. Öyle de oldu.

Baro başkanlarının kararlılığı ve yükselen tepkiler üzerine, son koz olarak TBB (Türkiye Barolar Birliği) Başkanı Metin Feyzioğlu sahneye sürüldü. Ancak baro başkanları onu, kolkola girip sırtlarını dönerek karşıladılar. Erdoğan’ın yanında kendine yer yapmış olan Feyzioğlu, bu sert protestoyu görünce, başkanların yanında sadece 1 dakika kalabildi, hemen kaçmak zorunda kaldı. Bu tablo netleştirmişti: Metin Feyzioğlu, artık Barolar Birliği’nin başkanı değildi.

Erdoğan yönetiminin son hamlesi de boşa düşünce, baro başkanlarının önündeki barikatları kaldırmak ve yürümelerine izin vermek zorunda kaldılar. Yaşananlara dönük tepkilerin büyüklüğü ve baro başkanlarının kararlılığı karşısında başka çareleri kalmamıştı.

 

Baro başkanları neden yürüdü

AKP yönetiminin “çoklu baro, nispi seçim sistemi” olarak tanımladığı yeni sistem, ilk olarak 2013 yılında Fetullah Gülen Cemaati tarafından gündeme getirilmişti. Bugüne kadar avukat örgütlenmesi içinde yeterince güçlenemeyen, barolarda yönetimleri eline geçiremeyen ve bu nedenle barolar üzerinde istediği denetimi kuramayan AKP, baro sistemini ortadan kaldırmak istiyordu.

Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Metin Feyzioğlu, önceleri AKP’ye muhalif bir çizgide olduğu için başkan seçilmişti. Fakat sonra AKP’nin işbirlikçisi haline geldi. Bu döneklik karşısında barolar tepkilerini ortaya koydular. Başta İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük barolar olmak üzere birçok baro imza toplayarak Feyzioğlu’nun istifasını istedi. Feyzioğlu meşruiyetini yitirdiği halde TBB’nin başında durmaya devam ediyor. Fakat ilk seçimlerde kaybedeceğini biliyor. AKP ile birlikte bu gidişi durdurmak için çareler arıyor. AKP de hem Feyzioğlu’nun bu yanaşmasını karşılıksız bırakmamak, hem de barolar üzerinde gücünü arttırmak için yasal düzenlemelere girişiyor. Tıpkı yüzlerce defa değiştirdikleri ihale yasaları gibi “ihtiyacına ve kişiye göre” yasa çıkarmaya kalkıyor.

Geçtiğimiz aylarda Diyanet İşleri Başkanı ile Ankara Barosu arasında yaşanan sözlü atışma ise, bu süreci hızlandıran bir rol oynadı.

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, cuma hutbesinde, koronavirüsün yayılmasını eşcinsellere ve nikahsız yaşayanlara bağlamış, bunun da İslam dinine aykırı olduğunu söylemişti. Tüm hayatı şeriat kurallarına göre düzenlemeyi hedefleyen hükümetin, Ali Erbaş üzerinden sarfettiği bu sözler karşısında Ankara Barosu 26 Nisan tarihinde bir yazılı açıklama yaparak şöyle demişti: “Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın, insanlığın bir kesimini nefretle aşağılayıp kitlelere hedef gösterdiği konuşmayı şaşkınlıkla ve ibretle izledik. Şaşkınlığımız, sesi çağlar öncesinden gelen bu şahsın, bir devlet kurumunun başında oturup söylemini kutsal sayılan değerler üzerine inşa ederek halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmesindeki kan kokan cüreti sebebiyledir.”

Bunun üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Ankara Barosu hakkında soruşturma açtı. AKP’nin tarikatçı söylemlerine bu karşı duruş, onların büyük tepkisini çekti. Ve bu kurumsal yapıyı dağıtmak için harekete geçtiler. Ekim ayında yapılacak baro seçimleri öncesinde yasal düzenlemeyi yapmak ve baroları artık kendileri için tehdit olmaktan çıkarmak istiyorlar.

AKP kadroları iki farklı düzenleme üzerinde çalışıyor. Birincisi, Ankara, İstanbul ve İzmir barolarının TBB seçiminde etkinliğini azaltmayı hedefliyor. Bu illerin delege sayısını düşürerek, Anadolu’daki küçük baroların TBB’ye daha çok delege göndermesi ve TBB yönetiminin AKP’ye yakın isimlerden oluşmasını sağlamak.

İkincisi ise, illerde birden fazla baro kurulmasına olanak tanımak. Belli sayıda avukatın biraraya gelmesiyle alternatif barolar kuruluyor. Ve bu sayede TC’nin kuruluşu ile sağlanan “hukuk birliği” ortadan kaldırılıyor. Özellikle Anadolu kentlerinde her cemaatin, her aşiretin kendi hukuk sistemini kurmasının önü açılıyor.

Osmanlı döneminde sömürge koşullarına uygun bir biçimde, konsolosluk mahkemeleri kendi hukuklarını işletiyorlardı. Bu nedenle TC’nin kuruluşunda ilk müdahale edilen alanlardan birisi hukuk olmuştu. Bugün hukuk konusunda da aşılmış olan bu yoldan geri gitmeye çalışıyorlar.

Elbette Cumhuriyet’in oluşturduğu burjuva hukukunu savunuyor değiliz. Ancak burjuva hukukun önceki toplumlara göre (bizde şeriat hukukuna göre de) ileriyi temsil ettiği, daha önemlisi savunma hakkı başta olmak üzere birçok hukuksal normun mücadele ile elde edildiğini unutmamak gerekiyor.

Savunma hakkı, sahiplenilmesi ve geliştirilmesi gereken bir haktır. Onun içindir ki, 1917 Ekim Devrimi sonrasında yayınlanan ilk kararnamelerden biri, her Sovyet vatandaşının savunma hakkı olduğudur.

* * *

Bugün AKP’nin çıkarları doğrultusunda bu sistemi kurmak için, TBB’nin AKP işbirlikçisi başkanı Metin Feyzioğlu ile birlikte taslak çalışmalarına başlanmış durumda. Baro başkanlarını harekete geçiren de bu oldu.

İlk hamlede baroları durdurmak isteyen AKP, bunu başaramadı. Baro başkanlarının eylemli biçimde Ankara’ya girmiş olması önemlidir.

Keza baroların eylemi sırasında Tabibler Odası’nın yaptığı açıklama ve verdiği destek de, AKP karşısındaki cepheyi daha da güçlendirmiştir.

Süreç henüz bitmiş değil, ancak AKP daha ilk adımda, bu saldırının çok kolay olmayacağını anlamış durumda.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …