“Salgına karşı mücadeleyi ortaklaştırmalıyız”

Türk Tabibler Birliği (TTB) ikinci başkanı Doktor Ali Çerkezoğlu ile salgın sürecini, bu süreçte devletin yaklaşımını, TTB olarak neler yaptıklarını konuştuk. Yaptığımız röportajı yayınlıyoruz.

 

TTB olarak, koronavirüs salgınını nasıl görüyor, neye bağlıyorsunuz?

Kuşkusuz bir koronavirüs salgını olacağını tahmin etmek mümkün değildi. Hiçbir hekim grubu, hiçbir ülkede böyle bir nokta atışı yapamaz. Ancak doğanın bu kadar tahrip edildiği, insanın doğaya, hayata ve diğer canlılara bu derece müdahil olduğu ve tükettiği; kapitalizmin her şeyi bir ranta ve tüketim nesnesine dönüştürdüğü bir dünyada, bu ve benzer sorunların karşımıza çıkacağını öngörmek de kahinlik olmaz. Bu sorunlar bazen iklim değişikliği, bazen küresel ısınmadan kaynaklı ozon tabakasının delinmesi, bazen de bir koronavirüs salgını olarak karşımıza çıkar, bu kaçınılmazdır. Sadece bunun ne zaman, nasıl, hangi virüs olacağını bilemeyiz.

Sonuçta salgın, beklenen bir durumdur. Ne yazık ki insanlık bütün bu bilimsel-teknolojik gelişmeye rağmen, odağına insanı ve yaşamı koymadığı için, bu tür salgınlara hazırlıklı değil. Bir bütün olarak kapitalist sistemin kendisi hazırlıklı değildi. Türkiye de buna hazırlıklı değildi. TTB olarak; koruyucu hekimliğin zorunlu olduğunun sürekli altını çizen bir örgüt olarak, bu konulardaki kaygılarımızı sıkça ifade ediyorduk.

 

Salgın yayılmaya başladığında TTB olarak neler yaptınız?

Bizim halk sağlığının korunması konusunda çalışmalar yapmamız zaten yasayla tanımlanmış bir görevdir. Ancak sadece yasanın bize verdiği sorumluluktan dolayı değil; TTB olarak 50 yıldır binlerce meslektaşımızla birlikte, toplumcu bir bakışaçısıyla harcadığımız emek, zaten böylesi bir salgın durumunda, bizim de teyakkuz haline geçmemizi gerektiriyordu. Öyle de oldu.

Kovid-19 salgını başladığı andan itibaren, bu konuyla sadece sınırlı düzeyde test yaparak başedilemeyeceğini, tedavinin önemli bir unsur olduğunu, ancak hastanelerin hazırlığının gerektiğini, yoğun bakım ünitelerinin çoğaltılması gerektiğini ve salgınla mücadelenin esas olarak filyasyonla gerçekleşeceğini ifade ettik. Daha somut biçimde halk sağlığı deyimiyle ifade edersek; “tespit-izolasyon-karantina” uygulamalarıyla, koruyuculukla, bulaşıcılığın engellenmesiyle, mücadelenin doğru yol olduğu anlatıldı. Bunun için TTB bünyesinde “Kovid İzleme Heyeti” oluşturuldu. Enfeksiyon, göğüs hastalıkları ve halk sağlığı uzmanı hocalardan oluşan heyet, aylık raporlar yayınladı. Sağlık Bakanlığı’nı uyaran, yurttaşları aydınlatan, hem koruyuculuk hem de olaya yaklaşım açısından nasıl bir tutum takınmaları gerektiği konusunda bilgilendiren çalışmalar yaptı. Aynı zamanda dünyadaki gelişmeleri takip etmeye çalıştı. TTB bu süreçte aslında kamunun vicdanını yansıttı. Yani salgının bir siyaset malzemesi haline dönüştürülmemesi, bilimsel verilerden sapılmaması, bilimsel gerçekliğe uygun olarak adım atılması konusunda basınç uygulamaya çalıştı; hala da bunu yapmaya devam ediyor.

 

TTB’nin “Bilim Kurulu”na girmek için çabası oldu mu? “Bilim kurulu”nu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sağlık Bakanlığı’nın oluşturduğu Bilim Kurulu’na TTB davet edilmedi. Bakanlık, TTB başta olmak üzere, diğer sağlık meslek örgütlerini bu konuda muhatap almadı, uyarmamıza rağmen kurula katmadı. Her ne kadar TTB kapsamında sayılabilecek uzmanlık derneklerinden çok değerli bilim insanları bu kurulda var ise de, kurulun oluşum şekli doğrudan doğruya bakanlık inisiyatifinde. Bu durum, Türkiye’de yöneticilerin genel yaklaşımı. Ama TTB heyetinin yaptığı bir çok açıklama, birkaç gün sonra Sağlık Bakanlığı’nın uygulamasına dönüştü. TTB’nin uyarı ve itirazlarının bir çoğunu uygulamak zorunda kaldılar.

Aslında Bakanlık, salgının ilk dönemlerinde büyük bir şaşkınlık geçirdi. Ve bütünlüklü bir tutum takınamadı. Oysa salgın küresel bir sorundu. Ve sadece hastaneye gelenleri tedavi etmekle başedilemezdi. Hatırlarsanız salgının ilk 15-20 gününde test yapmakta kriz yaşandı. Tek bir merkez laboratuvarında bütün testler incelendi. Bir test sonucu 4-5 günde çıktı. “Salgınla böyle mücadele olmaz” diye uyardık. Yapılan test sayısını da, bu testlerin inceleneceği laboratuvarların sayısını da çoğaltmaları gerektiğini söyledik. Bunları çoğalttılar. Ama ekonominin-ticaretin devam etmesinden yana oldular. Salgının durması için değil, çarkların dönmesi için çalıştılar. Emekçilerin canı ve hayatı pahasına, tercihleri çarkların dönmesi yönünde oldu. Bu konudaki uyarımızı dikkate almadılar. Halen de almıyorlar.

 

TTB’in oluşturduğu kurul nasıl çalıştı, bugüne dek neler yaptı?

TTB enfeksiyon hastalıkları, göğüs hastalıkları, halk sağlığı uzmanlarından “Kovid İzleme Kurulu” oluşturdu. Şimdi bu kurulu daha da genişlettik. Son bir aydır sosyologlar, şehir plancıları, mimarlar, eğitimciler, medya mensupları, öğretim elemanları, bilimsel değerlere sahip çıkan, hepsi alanında uzman olan kişiler katıldı. Çünkü salgın sadece tıbbi bir mesele değil. Hayatın her alanını kuşatan ve etkileyen sosyal-siyasal-medikal bir sorun. Bu nedenle buna yaklaşım da bu genişlikte olmalıdır. Heyetimiz 4. ayda, salgının öncelikle hastaların ve sağlık çalışanlarının üzerindeki etkisini, beraberinde sosyal yaşam üzerindeki etkisini, medyada, eğitim alanında, çalışma yaşamındaki etkisini içeren bir rapor hazırlayacak. Bir yandan da halkı aydınlatacak videolar hazırladı. Maske takmak, el hijyeni vb. konularda bilgilendirme çalışmaları, broşürler, kamu spotları hazırladı. Halen bu çalışmalar sürüyor. Yani süreci izleme, eksik gördüğü yerleri bilimsel verilerle doldurmaya çalışma, kaygılarını iletme ve önerilerini sunma yönünde bir çalışma prensibi var.

 

Toplumu aydınlatma konusunda TTB yeterli olabildi mi? Hükümetten bu yönde gelen baskılara karşı ne yaptı?

Aslında sadece AKP hükümeti değil, genel olarak Türkiye’de bütün hükümetler geleneksel olarak kendisine muhalif olanları baskılıyor; kendilerini alkışlayan kurumlar, sarı kurumlar ya da sessiz kurumlar istiyorlar. Cüretkar eleştiri yapmayan kurumları tercih ediyorlar. AKP döneminde ise, muhalif kurumlara baskının dozu oldukça arttı. Son dönemde yaşananlara baktığımızda, her türlü eleştiriyi tümüyle kendi varlığına bir itiraz, bir müdahale olarak görüyor. Bilimsel itirazları bile kendisini devirmeye dönük bir çaba olarak algılıyor. Bu sadece TTB’ye dönük değil. Barolara da böyle, diğer kesimlere de.

Biz bu konudaki çalışmamızın odağına kendi doğrularımızı koyuyoruz. Hükümet nasıl algılarsa algılasın, biz kendi doğrularımız yönünde ilerleyeceğiz. TTB’nin her zaman savunduğu değerler; herkesin eşit, ücretsiz, anadilde sağlığa kavuşması; sağlığın bir kamu hizmeti olması; salgında önemi daha çok açığa çıkan, birinci basamak koruyucu sağlık hizmetlerinin güçlendirilmesidir. Bu temel ilkeler doğrultusunda eleştirilerini yapan, bu konuda hükümet kim olursa olsun sözünü esirgemeyen bir kurumdur TTB.

Bu süreçte Sağlık Bakanı’nın TTB’ye dönük eleştirileri, hakaretleri çok oldu. TTB Kovid İzleme Grubu’nda en çok çaba harcayan Doktor Kayıhan Pala hakkında, salgın konusunda yaptığı açıklamalar sebebiyle bu hafta soruşturma açıldı. Her yerde tek ses isteyen, bilimi yok sayan, eleştiriye tahammülü olmayan bir anlayış var. Oysa pandemi sürecinde eleştiri olmazsa, sadece Sağlık Bakanı’nın akşam yayınladığı twitlerle kalırsa; bu toplum sadece pandeminin değil, kötü yönetim anlayışının yarattığı salgının da altında kalır. Kovid salgınıyla başetmek, bu kötü yönetimle başetmekten daha kolay.

 

Koronavirüsün Türkiye’ye girişi resmen açıklandığı gibi Mart ortası mıdır, yoksa Ocak ayından itibaren başlamış mıdır? Bu süreçte zatürreden ölümlerin artmış olması tesadüf olabilir mi?

İlk vaka 11 Mart’ta açıklandı. Ama daha önce var mıydı, yok muydu konusu bir spekülasyona dönüştü. 11 Mart’tan önce test yapılmadı. Bu nedenle Mart’tan öncesi gözleme dayalı.

Aslında bunun çok da önemi yok. Mart’tan önce ya da sonra, virüs ne zaman gelmiş olursa olsun, esas önemli olan bu virüse nasıl müdahale ettiğin. Bu salgının yarattığı tıbbi tabloya ve sosyal yıkıma karşı nasıl tutum aldığın. Halen sadece PCR testine göre vakalar pozitif kabul ediliyor. Bütün dünya biliyor ki, bu testin pozitifi yüzde 60’ı geçmiyor. Yani yüzde 40 kadar bir vakanın varlığı net. TTB’nin gözleme dayalı, tomografisi Kovid-19’la uyumlu hastaların testinin negatif çıktığı yaygın bir durum var. Bu durumda ölen çok yurttaşımız oldu. Ne yazık ki, PCR testi pozitif olmadığı için istatistiklere Kovid olarak girmiyor; bulaşıcı hastalıktan öldüğü söyleniyor. Bu nedenle 5 bini aşan rakam, gerçekte 10-15 bin de olabilir.

TTB olarak bir rakam tartışması yapmak istemiyoruz. 5 bin de büyük bir rakamdır. Ne kadar tedbir aldığımıza, salgına ne kadar ciddi mücadele ettiğimize, neyi tercih ettiğimize bakmak gerekir. İnsanı mı, kapitalizmin çarklarının dönmesini mi? Ülkemizde şu anda 5 bin kişinin öldüğü tescillenmiş durumda. Daha iyi bir karantina uygulamasıyla, izolasyonla, ulaşımda ve işçilerin çalışma koşullarında alınacak tedbirlerle çok daha az insanımız ölmüş olurdu; daha az insanımız hasta olurdu. Şu an açıklanan rakamların iki-üç kat fazla olmasından çok, tek bir yurttaşımızın bile hayatını korumaya yoğunlaşmak gerekir.

Zatürreden ölümlerle Kovid içiçe geçti. Bu normaldir. Virüs grubundaki bir çok hastalık, zaten ölüme yol açar. Kronik hastalığı olan yurttaşlarımızın bir kısmı, diğer korona grubuyla birleşince hayatını kaybeder. Bizim esas kaygımız, Eylül’den sonrası. Eğer vaka sayıları çok düşürülmez veya sıfırlanmazsa, sonbaharda diğer virüslerle birlikte yeniden büyük bir salgın dalgasıyla karşılaşabiliriz. Bu nedenle hükümeti ciddiyete ve sorumluluğa, tercihleri insandan yana, yaşamdan yana yapmaya davet ettik, ediyoruz.

 

TTB olarak sağlık çalışanlarının eğitimine dönük neler yapabildiniz? Sağlıkçı ölümlerinin çok olması neden kaynaklanıyor? Malzeme eksikliği ve çalışma koşullarının ölümlerde payı nedir?

TTB olarak meslektaşlarımızın taleplerini ve kaygılarını iletmekle mükellefiz. Çünkü sesini çıkaran bir hekim, hemşire ya da sağlık çalışanı, haklı bile olsa bir anda haksız duruma düşebiliyor; mobbinge, idari baskıya maruz kalabiliyor, mağduriyet yaşayabiliyor. TTB bir eğitim sürecini, yayınladığı broşürler, yaptığı açıklamalarla, bağlı odalarımızla birlikte hastane ziyaretleriyle yürütmeye çalışıyor. Bu ziyaretlerde hem onların sorunlarını dinliyoruz, hem moral vermiş oluyoruz. Ama esas misyonumuz, bu Kovid-19 döneminde hekimlerin yaşadıkları sıkıntıları ilgili mercilere, bazen medya üzerinden kamuoyuna, bazen bakanlığa taşınması olarak belirlendi. Onu yapmaya çalışıyoruz.

Hekimlerin ve sağlık çalışanlarının işi bu: Hastalık varsa tedavi etmek. Bu nedenle herkes gibi hekimler ve sağlık çalışanları da, riskli de olsa işlerini yapmak zorunda. Bu, topluma bir lütuf değil. Ancak işini yapan sağlık çalışanlarının korunması da hükümetin, sağlık bakanlığının birinci derecede sorumluluğudur. Burada bir kahramanlığa gerek yok. Hekim tedavisini yapacak, hemşire görevini yapacak, yoğun bakımda bütün sağlık çalışanları elbirliği ile hastayı iyileştirmeye çalışacak, ilacını verecek, takibini yapacak. Ama aynı zamanda bütün bu işlemi yapan tüm sağlık çalışanları korunacak. Bu koruma da hekimin ya da hemşirenin kendi sorumluluğuna bırakılmayacak. Malzemesi, donanımı tam olacak, ihtiyacı kadar olacak, kalitesi salgınla başedecek nitelikte olacak. Salgının ilk döneminde, biraz salgının öneminin kavranmaması, biraz koruyucu donanım eksikliği, biraz da salgın yönetimindeki koordinasyon eksikliği biraraya gelince, ciddi sayıda hekim ve sağlık çalışanı Kovid-19’a yakalandı. Sayısı azalmakla birlikte bu risk devam ediyor. Meslektaşlarımızı dikkatli olmaları konusunda uyarıyoruz. Ama Sağlık Bakanlığı da sağlık çalışanlarının nitelikli malzeme kullanmasını sağlamak zorunda. Bu çok önemli, çünkü kalitesiz maskenin-gözlüğün faydası olmuyor. Özellikle Kovid hastalarıyla yakın temasta olanlar için. Bu konuda yer yer eksiklikler devam ediyor.

Sağlık çalışanları için esas risk sürecin uzuyor olması. Hekimler ve sağlık çalışanları dört aydır büyük bir özveriyle çalışıyor, gerek fiziksel gerekse ruhsal olarak ağır stres yaşıyorlar, kendileri ve aileleri için endişeleniyorlar. Bu koşullarda birinci dalga tamamlanmadan ve sönümlenmeden salgının önümüzdeki aylarda yeniden yüksek rakamlara çıkması durumunda, ağır travmatik bir tablo oluşması mümkün. Sağlık Bakanlığı durumu bu gözle değerlendirmeli, gereken izinleri vermeli, dinlendirmeli, rehabilitasyon uygulamalarını öne almalı, maddi-manevi destek sunmalıdır. Bunları hatırlatıyoruz.

 

Türkiye’de koronavirüsün Avrupa ve ABD’ye göre daha az etkili olmasında sağlık sisteminin ve sağlıkçıların rolü nedir?

ABD’deki rakamlar çok yüksek. Başlangıçta İtalya ve İspanya da yüksekti ama ülkemizdeki durum ne yazık ki komşularımız Yunanistan ve Bulgaristan’dan çok daha kötü. Bu nedenle “başarı” tartışması çok anlamlı değil. Ama ABD örneği iyi değerlendirilmesi ve ders alınması gereken bir örnek. Gerek sağlık sisteminin bütünüyle özelleştirilmiş olması, gerek toplumsal algıda bencilliğin, çıkarcılığın ve insan yaşamının değersizleştirilip her şeyin ticari bir metaya dönüştürülmesinin kristalize edilmiş hali sözkonusu orada. ABD’nin pandemide yaşadığı başarısızlık aslında kapitalizmin ruhunun ne kadar çirkin, ne kadar insandan uzak ve zararlı olduğunu çok net olarak gösterdi.

Bizdeki “başarı” diye algılanan Amerika’ya göre rakamların daha iyi olması, AKP ile hız kazanmış olmakla birlikle özelleştirme sürecinin tamamlanmamış olmasıdır. Türkiye’de her şeye rağmen 60-70 yıllık, akla ve bilime dayalı, -erozyona uğramış olsa bile- dayanışmaya dayalı sağlık algısının, gerek hekimlerde ve sağlık çalışanlarında sürmesinin, gerekse de toplumda halen sağlığın kamusal bir hak olduğu düşüncesinin ortadan kaldırılamamış olmasının payı var. Ama ne yazık ki AKP, uyguladığı politikalarla bunu kaldırmaya dönük süreci işletiyor. İstanbul gibi bir yerde, 100 kamu hastanesine karşı 160 özel hastane olması zaten bunun göstergesi. Umarız ki bu süreç tersine döner. Ve sağlıkta kamusallığın değeri, bu pandemi süreci ile birlikte bir kez hatırlanmış olur.

 

Bu süreçte devletin yaptığı yanlışların neler olduğunu düşünüyorsunuz.

Devletin öne çıkan yanlışları: 1- salgında tercihini çarkların dönmesi yönünde kullanan bir ülke olması; 2- her konuda olduğu gibi liyakatsiz kadrolarla sürecin yönetiliyor olmasıdır. Torpille gelmiş hastane başhekimi olmuş kişiler var. Rektörlerin, dekanların, sağlık müdürlerin tamamen parti angajmanıyla getirilmiş olması önemli bir sorun. Bu, kriz anlarında büyük sorunlar doğuruyor ve başarı şansını azaltıyor doğal olarak.

Bir başka faktör, AKP hükümetinin sadece salgında değil, bir bütün olarak dünyayı yorumlamada ilimden çok hurafeye dayalı, akılcı sorgulamalardan uzak bir tarza sahip olmasıdır. Bu zararları azaltan, kısmen bilim kurulundaki görece bilimi önemseyen farklı düşünen hocaların varlığıdır. Bakanlığa rağmen deneyimli bir hekim kadrosunun, sağlık çalışanı kadrosunun varlığıdır. Ve her şeye rağmen ülkenin kamusal sağlık algısıdır.

 

Teşekkürler. Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Son olarak bu pandemi de göstermiştir ki, toplumu etkileyen sağlığını ve sosyal yaşamını, emeğini etkileyen bu tür krizlerde mücadelenin ortaklaşması zorunludur. Aklın, bilimin ve emeğin odağa alındığı bir mücadele perspektifinin, işçisinden hekimine, akademisyeninden ev kadınına kadar toplumun tüm ögelerinin sürece katıldığı, sorguladığı ve dâhil olduğu bir mücadele alanı olarak tanımlanması gerektiğini gördük. TTB olarak ortak mücadele perspektifiyle üzerimize düşeni yapmak çalıştık ve bunu yapmaya devam edeceğiz.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …