Her kesim saldırı altında; YA HEP BERABER YA HİÇ BİRİMİZ!

Koronavirüs salgınıyla birlikte hem ekonomik kriz derinleşti, hem de saldırıların dozu arttı.

İşsizlik yüzde 40’lara dayanmış durumda. Çalışabilir nüfusun neredeyse yarısı işsiz. Esnaf siftah yapamaz halde, çoğu kapanmak zorunda kaldı. Üstelik gıda başta olmak üzere hemen her ürünün fiyatı iki kat arttı. Açlık çok ciddi ve somut bir tehlike olarak karşımızda duruyor.

Halk her gün bu gerçeklerle yaşarken, devletin resmi kurumu TÜİK yine akla ziyan rakamlar açıklıyor. Hem işsizliği hem enflasyonu düşük göstermek için kırk takla atıyor. Böylece memura, emekliye verilecek zam oranlarını iyice aşağıya çekiyorlar. Gerçek enflasyon yüzde 100’lere varmışken, yüzde 5-6 oranında zam açıklanıyor.

Bununla da kalmıyorlar, bir kez daha kıdem tazminatının gaspını gündeme getiriyorlar. Tepkiler üzerine Eylül’e ertelenen bu girişim, işçinin başı üzerinde bir kılıç gibi sallanmaya devam ediyor.

* * *

Bugün toplumun her kesimi saldırı altında. İşçi ve emekçilere yönelik saldırılar zaten hiç eksik olmadı. Fakat salgın döneminde bunlar katmerlendi ve dayanılmaz boyutlara ulaştı. Ama onlarla sınırlı kalmayan bir saldırı furyası ile karşı karşıyayız.

“Çoklu baro” yasası ile avukatları hedefe çaktılar. Esasında uzunca bir süredir avukatlık mesleğini zora sokan birçok uygulamayı devreye sokmuşlardı. Burjuva hukuku bile ayaklar altına alan kararlarıyla “savunma hakkı” sürekli tırpanlanıyordu. Buna karşın devrimci-demokrat avukatlar mesleklerine sahip çıkmaya çalıştı. Yargıç ve savcıları eline geçiren AKP, avukatlara ve onların meslek örgütü barolara hakim olmayı başaramadı.

Bunun çaresi olarak da “çoklu baro” adı altında kendine yandaş barolar oluşturmayı hedefleyen bir yasa tasarısı hazırladı. 80 baronun karşı çıktığı bu tasarıyı apar-topar meclise getirdi.

Barolardan sonra, sıranın ele geçiremediği diğer meslek örgütlerine geleceği aşikar. Zaten korona salgını boyunca TTB’yi dışlayarak tavrını ortaya koydu. Keza eczacıların örgütü TEB, mimar ve mühendislerin örgütü TMMOB geçmişten beri hükümetin hedefinde olan meslek örgütleri oldu. Çünkü bu örgütler, AKP’nin bir çok politikasına karşı çıktı, meslekleriyle ilgili konularda halkı bilgilendirdiler ve yanlış buldukları uygulamaları engellemeye çalıştılar. Elbette eksiklikleri vardı ama, asgari direnme çizgisi bile, AKP yönetiminin hışmını üzerlerine çekmeye yetti.

AKP’nin sürekli saldırdığı meslek gruplarından biri de gazetecilerdir. Binlerce gazeteci işlerinden atıldı; hem de tazminatlarını bile alamadan. Dahası, yüzlercesi gözaltına alındı, hapse atıldı. Bugün 157 gazeteci tutuklu durumda. Ve bu oranla Türkiye, Avrupa’da en fazla gazetecinin hapiste olduğu ülke konumunda. Ama saldırıların ardı arkası kesilmiyor. Muhalif tek bir sesin çıkmaması için medya üzerindeki baskı ve terör iyice arttırıldı.

Televizyon kanallarının yüzde 95’ini yandaş hale getirdiği halde, geride kalan yüzde 5’i susturabilmek için her yönden saldırıyor. Radyo-Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) denilen kurumla sürekli ceza yağdırıyor. RTÜK’ün son bir yıl içinde verdiği cezaların yüzde 70’i muhalif kanallara olmuş. Yandaş kanallarda her tür hakaret, küfür, hatta ölüm tehdidi serbestken, muhalif kanalların hemen her sözü “suç” sayılıyor! Önceleri para cezaları ve program yasaklarıyla bunaltmaya kalktılar; şimdi ise, Halk TV ve Tele1’e 5 günlük yayın yasağı verildi. Yani 5 gün boyunca bu kanallar tümden kapanacak!

Her baskıcı, faşist yönetimi gibi AKP de, medyayı tümden kendi tekeline almak, borazanı yapmak istiyor. Buna razı olmayan kesimlerin sesini her tür yöntemle boğmaya çalışıyor. Buna “sosyal-medya” denilen internet platformları da dahil. Şimdilerde internet ortamını sansürlemenin telaşını düşmüş durumdalar. “Ak-trol” denilen paralı uşaklarla, “yeşiltop”lu yandaşlarla muhalif kesimlere küfür, hakaret yağdırılır ve bu saldırılara dönük hiçbir işlem yapılmazken; “Cumhurbaşkanına hakaret”ten binlerce kişi gözaltına alınıyor, tutuklanıyor. Twiter’ın 7 bin “Aktrol” hesabını kapatması, “yeşiltop” uygulamasının fiyaskoyla sonuçlanması, AKP’nin internet ataklarını sekteye uğrattı. Buna bir de gençlerin, Erdoğan’ın konuşmasını “dislike” yapması eklenince, internet alerjisi yeniden nüksetti.

Bir başka saldırı alanı ise kadın hakları oldu. Düzgün biçimde uygulanmamasına rağmen kadına yönelik şiddete karşı bir duruş anlamı taşıyan İstanbul Sözleşmesi’ni iptal etme çabasına giriştiler.

* * *

Olağanüstü dönemler, her şeyin daha net görülmesini sağlar; perdeleri yırtar, gerçek kimlikleri ortaya serer. AKP-MHP blokunun kitle desteği, son bir yıldır sürekli azalıyordu. Korona sonrası bu daha da hızlandı. Yapılan tüm anketler, özellikle AKP’nin oy oranlarında ciddi bir düşüş olduğunu gösteriyor.

Bir süredir devam eden yönetim krizi, korona sürecinde ayan-beyan ortaya çıktı. Başta ekonomik kriz olmak üzere birçok sorunla baş edemez haldeler. Bu kıskaç altında saldırganlıkları daha fazla artıyor. Düşmemek için saldırıyorlar, fakat saldırdıkça düşüşleri hızlanıyor.

Dini kullanmaları bile eskisi gibi etkili olamıyor. Son olarak Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi, dar bir dinci kesim dışında kimseyi etkilemedi. Ekonomik sıkıntıyı bu tür gösterilerle bastırma çabası, tutmuyor artık.

Egemen sınıflar çözümü “erken seçim”de görüyor. Büyük bir toplumsal patlamaya meydan vermeden düzen-içi çözümlerle kurtulmak istiyorlar. Fakat bu da kolay görünmüyor. Gelinen noktada, pansumanla tedavi imkanı çoktan aşıldı. Köklü değişikliklere ihtiyaç var. Bunun yolu da kitlesel, militan bir mücadeleden geçiyor.

Avukatlar, tarihlerinde ilk kez böylesi bir direniş sergiliyorlar. Bunu doktorların, mühendislerin, gazetecilerin, akademisyenlerin, baskı altındaki her kesimin de göstermesi gerekiyor. Her meslek grubu, sıranın kendisine gelmesini beklemeden harekete geçmek zorunda. Ama sonucu tayin edecek olan, işçi sınıfının bu hareketin başına geçmesidir. Her gün en az 5 işçinin iş cinayetlerinde öldüğü, her an işsiz kalma korkusuyla en ağır işlerde çalışıldığı, buna rağmen karnını doyuramadığı koşullarda, her an bir patlama yaşanabilir.

Kesin olan; ezilen-sömürülen kesimlerin tek başlarına bir şey yapamayacakları, ancak güçlerini birleştirdiklerinde başarı elde edecekleridir. Onun için “kurtuluş yok tek başına / ya hep beraber ya hiçbirimiz” şiarına uygun hareket etmek gerekir.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Adana’nın Yoldaşcan’ı” METİN AYDIN (1956-1980)

11 Aralık 1980… Metin Aydın, belinde silahı, yanında bir yoldaşı, çalıntı bir araba ile Adana-Kozan …

İEB asgari ücret için eylem yaptı

Asgari ücret için göstermelik toplantıların başladığı 10 Aralık günü, İşçi Emekçi Birliği İstanbul-Tophane’deki Çalışma Müdürlüğü …

Suriye düştü; şimdi yeni bir Ortadoğu

27 Kasım günü HTŞ’nin Halep saldırısı ile başlayan süreç, 10. gününde tamamlandı. 7 Aralık günü …