Daha 12 Eylül’ün üzerinden 17 gün geçmişti. Osman ve yoldaşı aynı zamanda teyzesinin oğlu M. Fatih Öktülmüş’le birlikte bir eylem hazırlığında içindeyken, devreye gezen askerlerle karşılaştılar. Askerlerin üzerlerine gelmesiyle birlikte çatışma başladı. Kısa bir süre sonra Fatih kolundan yaralandı. Sokak aralarında çatışmayı sürdürken birbirlerini kaybettiler. Osman sonra Bağcılar tarafında bir inşaata girerek son mermisine kadar savaşıp şehit düştü. Bu ölüm, komünist ve devrimciler için bir savaş çağrısı oldu. “İlk kurşun” sıkılmıştı, gerisinin gelmesi gecikmeyecekti…
Osman Yaşar Yoldaşcan, 1967’de onbinlerce aday arasında üniversite sınavını birincilikle kazanarak ODTÜ’ye girdi. Devrimci ve militan kişiliğiyle kısa sürede devrimci gençlik hareketi içinde öne çıktı. Aranır duruma düşüp derslerine devam etmemesine rağmen, sınavlarda hep yüksek notlar alıyordu. Hocaları ondaki engin zekayı fark etmiş, bir bilim insanı özelliği görmüşlerdi. Hapiste olduğu dönemde giremediği sınavlardan geçirerek, okulda kalmasını sağlamaya çalıştılar. Ama o, kararını vermişti artık. tüm yeteneklerini, potansiyelini, proletarya ve ezilen halkların hizmetine sunacaktı.
Bir bir çekilirken teslim bayrakları
Ve kaçmalarla uzarken
Göçmelerle tozarken Avrupa yolları
Durdu bir avuç yiğit
Bir tutam kır çiçeği
Ölüm dediğiniz de ne ki
Gözümüzde hainler kadar küçük
Ve zafere inancımız
Ölümsüzleşen ölümler kadar büyük
Onlar ki bir ayrıkotu tarlasında
Bir tutam çiçektiler
Binlerce ihanet çirkinliğinde
Bir avuç direnci güzellediler
Adlarını bile söylemediler
Adnan Yücel
12 Mart ’71 döneminde, içinde yeraldığı (sonrasında ihtilalci komünist örgütü yaratacak) devrimci bir grubun üyeleriyle birlikte yakalanarak cezaevine düştü. Yoldaşı ve teyzesinin oğlu M. Fatih Öktülmüş’le, çok genç ve tecrübesiz olmalarına rağmen işkencede direndiler ve firarı örgütlemeye giriştiler.
’74’de çıktıktan sonra proletarya içinde örgütlenmek için İstanbul’a geldiler. Kısa süre bir fabrikada işçi olarak çalıştı Osman. Kahve kültürü olmayan, sigara içmeyen bu mütevazi kişiyi, işçilerin fark etmemesi mümkün değildi. Çok geçmeden bir fabrikada örgütlenmeler yarattı. Yeraltı baskısı ve teknik işleri de üzerine aldı. Askeri bilgilerini arttırmak için üzerinde “çok gizli” yazan emperyalist kuruluşların raporları dahil olmak üzere her türlü askeri dökümanı Osman’ın elinde görmek mümkündü. Yoldaşları, “Osman bir şeye karar verdi mi, o işin elinden kurtulması mümkün değil” derlerdi. Bu nedenle bir eylem içinde Osman varsa, herkes tereddütsüz yer almaya gönüllü olurdu.
O ML klasikleri yeniden yeniden okur, önündeki sorunlara yanıt bulmaya çalışırdı. Karşı-devrimci “Üç Dünya Teorisi”ne karşı en önde bayrak açtı. THKO’dan devrimci bir kopuş gerçekleştiğinde bir çok işi üstlenmek için öne atıldı. Geçici yol arkadaşları dökülmeye başladıklarında, büyük bir sabır ve inançla, seçtiği yolda ilerledi.
Hareket içinde küçük-burjuva zaafları yenmek ve Leninist bir örgüt yapısını kurmak için, çok zor ve sıkıntılı günler geçirdi. Ama o günlere ve kafa karışıklığına son vermede kararlıydı. “İleri militanları” topladı ve grubun ML bir örgüte sıçraması için “hücum” komutunu verdi.
Onda zor günlerin sızlanmasına, kolay günlerin sarhoşluğuna yer yoktu. Aksine zor günlerde soğukkanlı ve cesaret doluydu; zafer günlerinde ise mütevaziliğiyle bilinirdi.
Bu topraklarda “dört dörtlük bir insan var mı” dendiğinde, onu tanıyan herkes, tereddütsüz Osman’ı gösterir. Aydın bir aileden gelmesine rağmen, hiçbir küçük-burjuva lüksü yoktu. Polisle girdiği çatışmada topuğundan yara almıştı. Sahte kimlikle cezaevinde kaldığından kimse ilgilenememiş, topal kalmıştı. Özel ortopedik ayakkabı giymesi gerekiyordu, ama masraftan kaçınmak için, en ucuz nerede yapılıyorsa oradan almanın yollarını bulurdu.
Onun ölümü de yaşamı gibi tereddütsüz ve kusursuz oldu. Daha sonraki yıllarda ihtilalci komünistlerin işkencede direnmesinin, çatışmada vuruşmasının ruhunu yarattı. Ondaki savaş ruhu, biz Bolşeviklere yol göstermeye devam ediyor.