12 Eylül’ü direnenler yargılar!

12 Eylül 1980, askeri faşist darbenin tarihidir. Kapkara günlerin başlangıcı; zulmün, işkencenin, sömürünün had safhaya çıkışıdır… Ne var ki 12 Eylül, tarihte kalmış, izleri artık silinmiş bir gün de değildir. Yasaları, uygulamaları ve zihniyetiyle halen varlığını sürdürmektedir.

Aradan geçen 40 yıla rağmen, 12 Eylül zihniyeti ve uygulamaları devam ediyor. Halen ölüm oruçlarında tutsaklar ölüyor, devrimci-demokrat sanatçılara, gazetecilere saldırılar artıyor, Kürt halkına dönük baskı ve zulüm sürüyor…

Yıllardır “askeri vesayete” karşı görünerek kitle tabanını genişleten Erdoğan, sonrasında “sivil vesayet” dönemini başlattı. Yasa tanımazlığıyla, bitmek bilmez nutukları ve baskıcı uygulamalarıyla, cunta şefi Evren’den farksız olduğunu gösterdi. Diktatörlerin sadece üniformalı değil, pekala takım elbiseli de olabileceğini ortaya koydu.

Hatırlanacaktır, AKP hükümeti bir dönem 12 Eylül’ü yargılamaya kalkmıştı! Göstermelik bir mahkeme kurdular ve sanıkları mahkeme salonuna bile getirmeyerek, adeta huzur içinde ölmelerini bekleyediler. Cunta şefi Evren’in ölmesiyle de, dava düştü! Böylece 12 Eylül’ü yargılama komedisi de son buldu!

Esasında direnenler, 12 Eylül’ün hüküm sürdüğü en karanlık günlerde onu yargıladılar. İşkencede, zindanda, mahkemede boyun eğmeyerek, faşist niteliğini haykırdılar. Komünistlerin ve gerçek devrimcilerin, her koşul altında devrimci kimliklerine sahip çıktılar. Faşist cuntanın dikensiz bir gül bahçesi yoktu önünde. İddia edildiği gibi, 12 Eylül günü her şey bıçak gibi kesilmedi. Ne işçi ve emekçilerin direnişleri bir anda bitti, ne de komünistlerin ve gerçek devrimcilerin mücadeleleri…

İhtilalci Komünistler, bulundukları tüm alanlarda faaliyetlerini kesintisiz sürdürdüler. Yeraltı yayın organlarıyla, bildiri ve afişleriyle işçi ve emekçilere ulaştılar. Onlara güç ve moral oldular, umudu beslediler. Bu faaliyetlerin içindeyken düştüler toprağa, işkencecilerin eline, ama kaçarken-göçerken değil… Denizlerin, Mahirlerin, İbrahimlerin direngen geleneğine sahip çıkarak, tarihe onurlu, direnişçi bir iz bırakmayı başardılar.

Fakat o ağır koşullarda, koyu teslimiyet ortamında, bir avuç komünist ve devrimcinin direnişi, sonucu değiştirmeye yetmedi, yetemezdi.  Kuşkusuz bunun bilincinde olarak savaştılar. Engels’in “her savaşımda yenilme tehlikesi vardır, ama bu yenildiğini kabul etmek ve vuruşmaksızın teslim olmak için bir neden midir” sorusuna yanıt oldular…

Akla karanın, güzel ile çirkinin, teslimiyetle direnişin çok net ve kalın çizgilerle ayrıştığı o dönemi, unutmamak ve unutturmamak gerekiyor. Bunu da ancak onunla gerçek anlamda savaşan yapabilir.

Tutarlı bir devrimci demokrasi mücadelesi yükseldiğinde, 12 Eylül, takipçileriyle birlikte süpürülüp atılacaktır. Faşist diktatörlüğün kökten yıkılması da bunun üzerinden gerçekleşecektir.

Sadece askeri darbelere değil, sivil darbelere karşı da en tutarlı mücadeleyi komünist ve devrimciler verecektir.

Bunlara da bakabilirsiniz

Rojava’ya saldırılar İsviçre’de protesto edildi

Türkiye ordusunun Rojava’ya ve Irak Kürdistanı’na dönük saldırıları, İsviçre-Basel’de kitlesel bir yürüyüşle protesto edildi. Şehrin …

Yeni “çözüm süreci” kimin ihtiyacı?

TBMM’nin 1 Ekim’deki açılışında, Devlet Bahçeli’nin DEM Parti sıralarına gelip tokalaşması, “yeni çözüm süreci”nin başladığının …

Devrim Kartalı Remzi Basalak

Remzi Basalak, 1963 yılında Adana’nın Ceyhan ilçesinde doğdu. Az topraklı çiftçi bir ailenin çocuğuydu. İlkokulu …