Pandemi sürecinde fındık hasadı: FINDIK DA EMPERYALİST TEKELLERİN ELİNDE!

Her yıl ağustos ayında başlayan fındık hasadı, mevsimlik işçilerin durumuyla, rekoltesinin miktarıyla ve belirlenen taban fiyatıyla gündeme oturur ve birçok tartışmayı da beraberinde getirir. Bu yıl da öyle oldu. Üstelik bu yıl pandemi süreciyle birlikte genel olarak tarım ürünleri, özelde ise fındık daha önemli hale geldi. Buna karşın varolan sorunların giderilmesi bir yana, depreşmiş haliyle yaşanmaya devam ediyor.

Bunların başında mevsimlik işçilerin durumu geliyor. Güya pandemiden dolayı mevsimlik-göçmen işçilerin ulaşım, barınma ve çalışma koşulları düzeltilecekti. Oysa yine kamyonetlerde taşınırken öldüler ve yine sağlıksız koşullarda barınmak-çalışmak zorunda kaldılar. Dahası, koronavirüse yakalanan mevsimlik işçi sayısı sürekli arttı. Son aylarda Karadeniz bölgesinde korona patlaması yaşandı.

Pandemiden dolayı bu yıl fındık hasadının nasıl kaldırılacağı aylar öncesinden konuşulmaya başlanmıştı. Fakat 1 Haziran itibarıyla “normalleşme süreci”ne giren Türkiye’de herşeyde olduğu gibi hasatta da eskiye dönüldü. Mevsimlik-göçmen işçiler gibi fındık üreticileri de bugüne dek yaşadığı sorunları katmerli bir şekilde yaşamaya devam ediyor. Beklenenin altında taban fiyatı verilmesinden, rekoltenin yüksek gösterilmesine kadar her şey, üreticinin zararına tekellerin çıkarına olacak şekilde belirleniyor. Diğer tarım ürünlerinde olduğu gibi fındık da emperyalist tekellerin inisiyatifine terk edilmiş çünkü.

Verilerle fındığın tablosu

Türkiye, dünyada üretilen toplam fındığın %65’ini üretiyor. Her yıl ürettiği fındığın yüzde 80-85’ini ihraç ediyor. Dünya piyasasına yapılan ihracatın yaklaşık yüzde 70’ini oluşturuyor. Ama bu ihracatı devlet değil, emperyalist tekeller yapıyor. Bunların başında da İtalya’nın Ferrero şirketi geliyor. Fındığın asıl alıcısı olan bu çikolata tekellerinin yıllık talebi ortalama 500 bin ton. Onların almadığı fındığın 50-60 bin tonunu biz tüketiyoruz. Kalanı ise depoya kaldırılıyor.

Türkiye’nin fındık ihracatı artarken ihracat gelirlerinin azalmasındaki rakamlar dikkat çekici:

– 2015’te 240 bin 137 ton iç fındık ihraç edilerek 2 milyar 827 milyon dolar döviz girdisi sağlandı. Ortalama fiyat 11,77 dolar.

– 2016’da ihracat 227 bin 556 ton, ihracat geliri 1 milyar 981 milyon dolar oldu. Fiyat: 8,71 dolar.

– 2017’de ihracat 269 bin 623 tona yükseldi, gelir 1 milyar 876 milyon dolara düştü. Fiyat: 6,96 dolar.

– 2018’de ihracat miktarı 279 bin 251 tona yükseldi. Gelir 1 milyar 635 milyon dolara geriledi. Fiyat: 5,86 dolar.

– 2019’da 319 bin 772 ton ihracattan 2 milyar 28 milyon dolar elde edildi. 6,35 dolardan ihraç edildi.

Bu duruma MHP Giresun milletvekili Cemal Enginyurt bile tepki göstermek zorunda kaldı. Son yıllarda AKP’nin her yaptığını onaylayan MHP yönetimi, Enginyurt’u bu çıkışından dolayı apar-topar disipline verip partiden attı. Fındıkta yaşananlar, daha çok bu olay üzerine gündeme geldi. Oysa yıllardır süregelen sorunlar, bu yıl pandeminin de etkisiyle çok daha açık biçimde ve daha derinleşen haliyle gün yüzüne çıkmıştı.

 

Fındık üreticilerinin durumu

Başta Doğu Karadeniz olmak üzere Karadeniz bölgesinin tamamını kapsayan bir üründür fındık. Antik döneme kadar uzanan bir tarihe sahiptir. Türkiye’nin de en değerli tarım ürünlerinden biridir. Öyle ki, ülkemizde artık parmakla sayılan ihraç ettiğimiz ürünlerin başında yer almaktadır.

Türkiye, dünya fındık üretiminin yüzde 65’ini gerçekleştirerek, bu alanda lider ülke konumda. İhracatta ise yüzde 70 paya sahip ve milyar dolarla ifade edilen bir gelir sözkonusu. Ne var ki bu gelir, her geçen yıl artan oranda emperyalist tekellerin cebine akıyor. Üretici ise, giderek fakirleşiyor, iflas ediyor ve sonunda üretimi bırakıp büyük kentlerde göç etmek zorunda kalıyor.

Günümüzde toplam 39 ilde yaklaşık 500 bin fındık üreticisi bulunuyor. Mevsimlik işçilerle birlikte fındık hasadının 600 bin aileyi ilgilendirdiğini, onların geçim kaynağı olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü her yıl toplam 80-90 bin civarında mevsimlik işçi, fındık toplamak üzere Karadeniz bölgesine geliyor.

Karadeniz dışarıya göç veren bölgelerden olduğu için, ihtiyaç duyulan çok sayıdaki işçiyi, ancak başka illerden (çoğunluğu Kürt illerinden), başka ülkeden (Gürcistan’dan) gelen mevsimlik-göçmen işçilerle karşılayabiliyor. Çayda olduğu gibi fındıkta da ağırlığı mevsimlik-göçmen işçiler oluşturuyor. Fındık bahçesi sahiplerinin yüzde 60’ı bu işçileri tercih ediyor. Yüzde 20’si ailesiyle çalışıyor, yüzde 18’i ise, yerel işçileri çalıştırıyor. Dolayısıyla fındık üreticileri de kendi içlerinde ayrışıyor. Küçük bahçe sahipleri olduğu gibi, büyükleri de bulunuyor. Ordu, Giresun ve Trabzon’un yamaçlarında, tek gelir kaynağı fındık olan, fındıklığında kendi çalışan “fındık çiftçisi”de var; fındıklığının bulunduğu bölge dışında yaşayan, ana gelir kaynağı başka olan, fındık yetiştirerek ek gelir elde eden “fındık yetiştiricileri” de…

Fakat bir bütün olarak fındık üreticileri, devletin, tüccarların ve emperyalist tekellerin kuşatması altında. Üreticiler, devletin taleplerini karşılamadığını, tüccarların ve tekellerin çıkarlarını gözettiğini söylüyor ve bundan yakınıyorlar. Salgın döneminde de bu yaklaşımın değişmeyeceğini biliyorlardı. Dahası, bu dönemde maliyetlerin daha da artacağının ve bu durumun kendilerini zorlayacağının farkındaydılar. Örneğin salgınından dolayı mevsimlik-göçmen işçilerde azalma olacağı, bunun ise ücretleri arttıracağı endişesini taşıdılar. Ayrıca devletin karşılaması gereken, çalışanlara maske, eldiven almak, konaklama ve çalışma ortamının dezenfektanı gibi unsurların kendilerinin üzerine kalacağını, bunun da maliyetleri arttıracağını söylüyorlardı.

Diğer yandan salgın döneminde tarımda makineleşmenin artacağı şeklinde bir öngörü oluştu. Ancak fındıkta büyük üreticilerin makine kullandığı, küçük üreticilerin buna geçmediği görülüyor. Zaten makineleşme ayrı bir maliyet getirdiği için, 50 hektar ve fazlası bahçesi olanlar tarafından tercih ediliyor. Yere düşen fındığın bahçeye serilen file-tül ile toplanması içinse bahçenin temizlenmesi gerektiği, bunun da ayrı bir maliyet oluşturduğu söyleniyor. Ayrıca arazi yapısı da bu tür toplamalara uygun değil. Aynı şekilde makinelerin girmesi için ekim tarzının değişmesi, yani ekim biçimini makineye göre yapmaları gerekiyor. Çünkü varolan teknikler, Türkiye’deki fındık bahçelerine ve fındık üreticisine uygun düşmüyor.

Fındık üreticilerinin çoğunluğu hasat için “dayıbaşı” ya da “elçi” denilen aracıları kullanıyorlar. Her elçi-dayı başı, 1000-2000 işçi getiriyor. Onları 25-30 kişilik gruplar halinde fındıklıklara dağıtıyor. Aracıların ücretleri bahçe sahiplerinden yani işverenden alınması gerekirken, asıl olarak işçilerden kesiliyor. Bahçe sahiplerinden bu aracılara para verenler ise, iki yevmiye verdiklerini söylüyor. Onlara para vermemek için, işçilerle doğrudan bağ kuranlar da oluyor.

İşçilerin barınma ve çalışma koşulları, her bahçe sahibinin insafına kalmış. Her biri kendine göre çözümler bulmuş. Kimisi küçük kulübeler yapmış, kimisi çadırlara bırakmış. Bazıları, devletten işçiler için konteyner yapılmasını istediklerini, fakat yerine getirilmediğini belirtiyor. Ve devletin hiçbir denetim yapmadığını söylüyorlar.

 

Pandemi döneminde mevsimlik işçiler

Uluslararası kuruluşlar tarafından  “en kırılgan ve savunmasız işgücü” olarak tanımlanan mevsimlik- göçmen işçilerinin durumu, salgın döneminde daha görünür hale geldi. Bu alanda çalışanların çoğu kayıt-dışıdır. Salgın sürecinde devletlerin sınırlı destekleri de, kayıtlı olanları içerdiğinden, kayıt-dışı çalışanlar tüm dünyada eskisinden daha zor bir döneme girdi. Bunların başında da mevsimlik işçiler geliyor.

Bilindiği gibi salgın döneminde en kaygı uyandıran konulardan biri, “gıda tedarik zinciri”nin kırılması oldu. Uluslararası Gıda Örgütü (FAO) gıda tedarik zincirini “üreticiler, tüketiciler, tarım ve balıkçılık girdileri, işleme ve depolama, nakliye ve pazarlama gibi birçok föktörü içeren karışık bir ağ” olarak tanımlıyor. Bu zincirin ilk halkası da tarım işçileridir. Dünya çapında tedarik zincirinde yaşanan kesintiler, arz-talep ilişkisindeki değişimler, tarım sektörünü ciddi oranda sarstı, bu sektörde yaşanan krizi derinleştirdi.

Başta ABD olmak üzere birçok emperyalist devlet, bir yandan farklı ülkelerden işçi getirmenin yollarını ararken, bir yandan da ülke içinde bu açığı kapatma telaşına düştüler. AB, mevsimlik işçilere ulaşım serbestliği tanınması kararı aldı. Her ülke kendi çaresini bulmaya çalıştı. Örneğin İngiltere, “ülkeni besle”,  “Brintanya için topla” kampanyalarıyla, işsizleri, mevsimlik ve geçici olarak tarım alanlarında çalışmaya özendirdi. ABD ve Kanada, tarımsal işgücü ihtiyacını Orta Amerika ve Karayip ülkelerinden gelen işçilerle gideriyordu. Bunların çoğu belgesiz ve izinsiz çalışan göçmenlerdi. ABD, bu ülkelerin vize başvurusunda çeşitli bürokratik aşamaları kaldırarak işçi akışını sağlamaya çalıştı.

Fındık üretiminde Türkiye’den sonra gelen İtalya ise, hem salgını hem de işgücü sorununu en fazla yaşayan ülkelerden biri oldu. Her yıl yaklaşık 300 bin göçmen işçinin geldiği İtalya’da sınırların kapatılması, göçmenlerin gelişini durdurunca, sorunu ülke içinde çözmeye yöneldi. Ülkede kaçak olarak yaşayan göçmenlerin oturma ve çalışma izni süresini altı ay uzatması da bu yüzdendir. Keza Balkan ve Kuzey Afrika ülkelerinden gelen işçilere uygunlanan 14 günlük karantina dönemi “normalleşme süreci”yle birlikte kaldırıldı.

Türkiye’de ise bu durum daha sorunlu yaşandı, yaşanıyor. İlk başta mevsimlik işçilerin üretim aylarında nasıl seyahat edeceği konusunda belirsizlik ve karmaşa oluştu. Sonrasında tarımsal üretimin kesintiye uğramaması için her ilde “Mevsimlik Tarım İşçileri Koordinasyon Kurulu” oluşturulup izinler bu kurula verildi. 65 yaş üstü ile 20 yaş altında yapılan kısıtlama, tarım işçileri için kaldırıldı. Keza sokağa çıkma yasaklarında “tarım ve hayvancılık ürünlerinin hasadında çalışacaklar” bu yasaktan muaf tutuldu.

Nisan ayının başlarında çayın hasadı gündeme geldiğinde, her ilin kendi imkanlarıyla karşılaması kararı alındı. Ardından komşu illerden getirilmesi kabul edildi ve o illerin valilerinin izin verme koşuluna bağlandı. Gürcistan’dan işçilerin gelmesi durdurulduğu için, ciddi bir işgücü sorunu oluştu. Ayrıca çoğu 65 yaşı üstü olan üreticiler başta olmak üzere Karadenizli olup da İstanbul’da yaşayanlar, seyahat kısıtlamaları sorununu yaşadılar. Çay hasadının başlamasıyla birlikte mayıs ayında Rize, Trabzon, Artvin gibi illere bir akın başladı.

1 Haziran’dan itibaren ise, herkes için geçerli olan seyahat uygulamaları mevsimlik işçilerine için de geçerli oldu. Fakat bu işçilere koronavirüs testi yapılmadığı için, daha önce hiç koronavirüs vakasına rastlanmaya illerde bile vakaların arttığı görüldü. Örneğin İstanbul’dan Rize’ye gidenler içinde 15 kişide koronavirüs tespit edildi.

 

Mevsimlik işçilerin barınma-çalışma koşulları

Her yıl onbinlerce mevsimlik tarım işçisi fındık hasadı için Karadeniz bölgesine geliyor. Ama Karadeniz ne ilk, ne de son bölgeleri. Şubat ayından itibaren yaklaşık 10 ay ilden ile dolaşıyorlar. Adana, Mersin, Tokat, Amasya’dan sonra Ordu ve Giresun’a geldiklerini, sonrasında da Çorum’da soğan, Kırşehir’de elma toplamaya gideceklerini söylüyorlar. Bunların çoğunluğu Kürt işçilerden oluşuyor. Ayrıca başta Gürcistan olmak üzere diğer ülkelerden gelen göçmen-sığınmacı işçiler de bulunuyor.

Karadeniz’de fındık toplamaya ağustos ayında başlanıyor. Fındık 30 ila 45 gün arasında toplanıyor. Yani mevsimlik-göçmen işçiler en az bir ayı Karadeniz’de geçiriyor. Fakat çoğu kez banyosu, tuvaleti olmayan yerlerde bir odada 10-15 kişi birlikte kalıyorlar. Veya çadırlarda-arabalarda yatıyorlar. Kaynağı belli olmayan pis suları içmek zorunda kaldıkları oluyor. Bu koşullar hastalıkları da arttırıyor. Bu yıl Zonguldak’ın Ereğli ilçesinde, fındık tarlasında çalışan 18 işçi, gıda zehirlenmesi yaşadı.

Fındık fiyatı en az 30 TL olmalı

Erdoğan tarafından açıklanan ve Giresun kalite kabuklu için 22,5 lira, levant kalite kabuklu için 22 lira olarak belirlenen fındık fiyatlarına bazı kitle örgütleri tepki gösterdi.

Tüm Köy Sen’in açıklaması şöyle: “Fındığın girdilerindeki yani gübre, ilaç, işçilik, nakliye gibi kalemlerdeki fahiş artışlar ve ülkemizde yaşanan pandemi nedeniyle daha da artan enflasyon fındığın maliyetini yükseltmiştir. Bu durum Orman Bakanlığı’nın maliyet hebasında da görülmektedir. Bir işçi yevmiyesinin 150-200 TL’den konuşulduğu ortamda bir kilo fındığın maliyeti verim durumuna bağlı olarak 20-22 TL civarındadır. Üreticiler olarak talebimiz, fındık fiyatının tüm ürünlerin fiyatının yüzde 50-100 oranında arttığı ortamda 25 TL olmasıdır. Açıklanan bu düşük fiyat üreticiyi küstürür, gelecek yıllarda bahçeye inemez, ürününe bakamaz hale getirir. Üretim verim kalite düşer, bundan da tüm ülke zarar görür. Bunun örneklerini diğer birçok tarımsal ve hayvansal üretimlerde gördük”

Çiftçi-Sen ise; “maliyet + kar +insanca yaşam payı esas alınarak fındık fiyatları açıklansın” dedi. 17,85 lira olarak hesaplanan maliyetin, yüzde 25 kar ve yüzde 40 insanca yaşam payı ile fındığın kilosunun en az 30,45 lira olması gerektiğini belirtti. Yapılan açıklama şöyle:

“Dünyanın çeşitli yerlerinde ürünlerin referans fiyatlarının hesaplanmasında kullanılan kriterlere göre kilosunun en az 30,45 lira olması gerekiyor. Fındık fiyatının 30 TL’yi göreceğini biliyoruz. İktidar tarım ve gıda tekellerine hizmet amacıyla düşük fiyat açıkladı. Bir süre ucuz fındık alımları sağlamak istiyor. Ekonomik krizin yükünü işçi ve emekçilere yıkan hükümet, tarım ürünlerinde de üreticiyi yoksullaştıran adımlarını devam ettiriyor. Hükümet belirlediği bu fiyatla her yıl yaşanan vurgunu gıda tekellerinden yana tescillenmiş ve resmileşmiştir… Fındık fiyatını bir kişi belirleyemez. Fındık taban fiyatı sendikamız ve diğer üretici temsilcilerinin de içinde olduğu bir komisyon tarafından belirlenmelidir. Maliyet hesabı yapmadan açıklanan fiyat üreticinin aleyhinedir.”

Fındık hasadı başlamadan önce pandemiden dolayı önlemlerin artacağı söylenmişti. Örneğin bir odada (veya çadırda) en fazla 4 kişinin kalacağı, mutlaka banyo ve tuvaletin bulunacağı, çadırların en az 3 metrelik aralıklarla kurulacağı gibi önlemlerden söz edilmişti. Keza  mevsimlik işçileri taşıyan servislerin doluluk oranlarının yüzde 50 olacağı şartı getirilmişti. Ama aradaki farkı ne devlet ne de bahçe sahipleri ödemeye yanaşmayınca, bu şart da kağıt üzerinde kaldı. Aynı şekilde maske-eldiven kullanımı ve hijyenik araçların temini konusunda hiçbir yükümlülük üstlenmediler. Bütün bu önlemler, her üreticinin insafına terkedildi. Koronavirüsten korunmanın en önemli yollarından biri olan “fiziki mesafe”nin fındık hasadı sırasında asla sağlanamayacağı baştan belirtilmişti. Zaten yan yana yattıktan sonra, çalışırken mesafe koymanın anlamsızlığı da ortadaydı.

Hal böyle olunca mevsimlik işçilerin ne ulaşım-servis sorunlarında, ne de barınma ve çalışma koşullarında bir değişiklik yaşandı. Yine kamyonetlerle taşınırken kaza geçirdiler ve yine sağlıksız koşullarda kaldıkları için hastalandılar, öldüler…

Bu yıl pandemiden dolayı Gürcistan’dan işçiler de gelmeyince, çay ve fındık hasadı ağırlıklı olarak Kürt bölgesinden gelen mevsimlik işçilere kaldı. Esasında Kürt işçiler de gelmek istemiyordu. Özellikle koronavirüs vakalarının çok görüldüğü Zonguldak’a gitmek istemediklerini belirtmişlerdi. Bir de korona şartı olarak getirilen her kuralın kendi aleylerine işleyeceğini, işveren ve aracılara binen her yükün kendilerine yıkılacağını biliyorlardı. Öyle de oldu.

Bütün bu olumsuz koşullara rağmen mevsimlik işçiler aç kalmamak için çay ve fındık toplamaya Karadeniz’e geldiler. Yol boyunca ne sağlık taramasından geçtiler, ne de test yapıldı. Bulundukları alana sağlık taraması için gelen de olmadı. Kimi yerlerde bir defalık temizlik paketi verilmişti sadece. Çoğu banyo ve tuvaletin olmadığı, denizle otoyol arasında çakıl taşların üzerine kurulmuş çadırlarda kaldı. Çalışmaya gittiklerinde çadırda kalan çocuklarının hayatlarından endişe ederek…

Fındık toplama işinde daha çok kadınlar ve çocuklar çalışıyor. Erkekler inşaat gibi işlerde de çalıştığı için, toprağa bağlı işler ağırlıklı olarak kadınlara ve çocuklara kalıyor. Zaten kadınlar, çocuklarını da gittikleri yere götürmek zorundalar. Böyle olunca yanlarında her yaşta çocuk oluyor ve yaşlarına göre bir görev üstleniyorlar. Mevsimlik işçilerin yüzde 60’ını 18-14 yaş arası çocuklar oluşturuyor mesela. Daha küçük yaşta olanlar ise, (12 yaş ve altındakiler) kardeşlerine bakmakla yükümlü oluyorlar.

Sabah 7’den akşam 7’ye kadar çalışan mevsimlik-göçmen işçiler, geçen sene en fazla günlük 100 TL almışlar. Bu yıl ise 130 ile 150 TL arasında bir ücretle çalıştırıldılar. Kısmi bir artış görülse de gerçek ücretler sürekli olarak düşme eğilimi içinde. Dolar ya da avro cinsinden bakıldığında bu durum net bir biçimde görülüyor. Örneğin 2011’de mevsimlik-göçmen işçilerin günlük ücreti 18,7 avro iken, 2019 16,6 avroya düşmüş. Bu yıl TL’deki değer kaybı ile daha aşağılara çekildiği kendiliğinden anlaşılır. Diğer yandan mevsimlik göçmen işçiler, o yörenin işçilerinden hem daha uzun saatler çalışıyor, hem de daha az ücret alıyorlar.

Bütün bu sorunlar içinde, mevsimlik işçilerin en çok şikayet ettikleri sorun, barınma koşullarıdır. Su, elektrik, banyo, tuvalet gibi en temel insani haklardan yoksun olmalarıdır. Öyle ki işten geldiklerinde  bir kova suyla duş almak bile, mevsimlik işçiler açısından lüks sayılıyor.

Bu yıl koronavirüsle birlikte koşulların nispeten düzeleceği sanılıyordu. Fakat bu kapsamda alınacağı söylenen önlemler yerine getirilmedi. Sözkonusu işçiler olunca “ölen ölür kalan sağlar çalışsın” düsturu ile hareket ediliyordu zaten. Bir de bunlar kayıt-dışı ve çoğunluğu Kürt mevsimlik işçilerse, ne devlet ne de bahçe sahipleri ilgileniyordu. Üstelik her yıl ırkçı saldırılara maruz kalmaları da cabası…

 

Fındık da emperyalist tekellere teslim

Önce Tarım Bakanı fındıkta rekolteyi 665 bin ton olarak açıkladı. Ardından Erdoğan, fındık taban fiyatını 22 TL olarak belirlediklerini duyurdu. Her iki açıklama da üreticilerden büyük bir tepki aldı.

Fındık üreticileri, rekoltenin 600 bin tonun altında olacağını öngörüyorlar ve rekoltenin suni olarak yüksek açıklandığını söylüyorlardı. Çünkü böyle olunca Toprak Mahsulleri Ofisi daha düşük alım fiyatı açıklayabiliyor ve piyasadan fındık toplayıp ihraç eden şirketler daha ucuza fındığı kapatabiliyor. Yani rekolte fazla olunca ihracatçı (üreticinin deyimiyle “fındık baronları”) düşük olduğunda ise, ürününü elinde tutabilirse üretici kazanıyor.

“Elinde tutabilirse” diyoruz, çünkü üretici, ilaç, gübre, işçilik gibi masraflar için önceden tüccara borçlanmış oluyor. Fındığı da borçlu olduğu tüccara bekletmeden vermek zorunda kalıyor. Ayrıca üreticilerin fındığı bekletecek depolama alanı olmadığı için, hemen tüccara teslim etmekle karşı karşıya. Bu nedenle üreticiler devletten aralık ayında ödemeli faizsiz kredi istediler. “Tarıma destek” adına tarım ve gıda tekellerine değil, üreticiye destek sağlanmasını talep ettiler, fakat bu talepleri karşılanmadı. Çünkü devlet, her aşamada emperyalist tekellerin çıkarlarını esas alıyor.

Fındığı üreticinin elinden ucuza alan tüccarlar, doğrudan ihracatçı şirketlerle çalışıyorlar. Bu da fındığın asıl alıcısı olan emperyalist tekellerle yarıyor. Fındığın tek bir alıcısı var; o da çikolata sanayisini elinde tutan emperyalist tekeller. Bunların başında Türkiye’ye 300 milyon dolar yatırım yaparak giren ve bölgede fabrika kuran İtalyan Ferrero geliyor. Dünyanın en büyük çikolatalı ürün tekeli Ferrero, bölgede hem en büyük alıcı, hem de en büyük ihracatçı. Daha da önemlisi, verimi artırma gerekçesi ile ortaya atılan “sözleşmeli tarım” faaliyetleri ile etkili bir üretici olma yolunda ilerliyor.

Böylece tütünde yaşanan benzer bir süreç fındıkta da işliyor. Türkiye fındığı da tamamen emperyalist tekellerin eline veriyor. Fındığı üreten, satan, ihraç eden ve alan aynı tekeller oluyor. Karadeniz’in fındık üreticisi ise onların fabrikasında çalışan işçiler haline geliyorlar.

Dünyadaki fındığın yarısından fazlasını üreten Türkiye, fındığı kendisi ihraç edeceğine, İtalyan tekeli Ferrero’ya bırakıyor. Ferrero, Türkiye piyasasından fındık toplayıp ihraç ediyor. Karadeniz Fındık ve Mamulleri İhracatçılar Birliği’nin açıkladığı verilere göre tek başına Ferrero’nun 2018-2019 döneminde ihracat kazancı Türkiye’den yapılan ihracatın yüzde 30’unu buluyor. Miktar olarak payını ise “ticari sır” olarak saklıyorlar.

Fındık fiyatının bu yıl en az 25-30 TL arasında olacağı beklenirken, 22 TL olarak açıklanması da, yine tekellere yarıyor. Çünkü fındık üreticisinin asıl müşterisi, resmi olarak üretimin üçte birini satın alan Ferrero. Ayrıca başka alıcıların üreticiden topladıkları fındığa da, daha sonra onlardan almak üzere talip oluyor. Ferrero işlenmiş fındık ürünlerinin iç piyasadaki büyük üreticisi olduğu gibi, 100’ün üzerinde ülkeye ihracat yapan uluslararası bir tekel. Kur artışları, ihracatta bu tekelin kazancını büyütüyor. Ya da tersinden bakılırsa, içerden topladığı fındığın dolar cinsinden fiyatını düşürerek ihracat kârını büyütüyor. 2015-2019 yılları arasında Türkiye’den ihraç edilen fındığın fiyatı 11,77 dolardan 6,35 dolara kadar düşmüş durumda. Tarımsal girdilerde dışa bağımlı olan, yani tarım ilaçlarını, gübreyi döviz karşılığı alan Türkiye, parası döviz karşısında değer kaybettikçe, kendi ürününün fiyatına da sahip çıkamıyor. İhracatın yabancı sermayeye teslim edilmiş olması önemli bir potansiyel döviz kaynağının değerlendirilememesine yol açıyor. Geçen yıl fındığın ihracat fiyatı 6,35 dolar olmuştu. Bu yıl 25 TL bile olsa yaklaşık 3.5 dolar ediyor. Bu ihracatçı şirket için yüzde 40 kar marjı anlamına geliyor.

Ortaya şöyle garip bir tablo çıkıyor: Fındığın son müşterisi için fiyat, kura paralel şekilde yükselirken; içerdeki üreticiden alış fiyatı bu artışla değil, Ferrero’nun tekel konumuyla belirleniyor. Zaten en büyük alıcı, aynı zamanda en büyük satıcı konumundaysa, her şeyi onun belirlemesi kaçınılmaz. Ferrero Türkiye’den aldığı fındığın fiyatını düşük tutabilmek için, Azerbaycan, Gürcistan, Sırbistan, Avustralya, Şili gibi ülkelerle fındık üretimi için anlaşmalar gerçekleştiriyor. Böylece Türkiye’deki fındığa alternatifler yaratarak fındık fiyatını iyice kırabiliyor.

 

Sonuç olarak

Ferrero, fındıkta Türkiye’yi esir almış durumda. Bu şekilde devam ederse Türkiye’nin fındıktaki üstünlüğü de bitebilir. Zaten her yıl artan sayıda üretici şehirlere çalışmaya gidiyor. Çünkü devlet, üreticinin değil Ferrero’nun çıkarlarını koruyor ve onu zengin ediyor. Çayda Lipton’u mısırda Cargill’i ve diğer tarım ürünlerinde başka emperyalist tekelleri zengin ettiği gibi…

Buna karşın fındık üreticilerinin çıkarlarını korumak amacıyla 1938 yılında bir kooperatif olarak kurulan Fiskobirlik, zarar ettirilerek etkisizleştirildi. Ardından TMO da devre dışı bırakıldı. Fındıkla ilgili tüm kararlar, tüccarlar ve tekellerden oluşan kuruluşların ve onlardan yana olan kurumların katıldığı toplantılarda alınıyor. Yani taşlar bağlanıp köpekler salınmış durumda. Bu koşullarda kazanan tekeller, kaybeden üreticiler oluyor. Ve tabii düşük ücretle uzun saatler çalıştırılan, sağlıksız barınma ve ulaşım koşullarında ölüme terk edilen mevsimlik-göçmen işçiler…

Bu durumda üreticilerin devlet-tekel işbirliğine karşı büyük bir mücadeleyi göze alması gerekiyor. Birliklerini işlevsizleştiren, devlet desteğini ortadan kaldıran yasaları (4572 sayılı yasa) tanımayarak, kendi kooperatiflerini kurup güçlendirmesi, örgütlü hareket etmesi hayat-memat meselesidir ardık. Fındık üreticisi sokaklara yabancı değildir. Önceki yıllardan daha güçlü biçimde sokağa çıkmalı, üzerine çöken tüccar-tekel-devlet cenderesini kırmalıdır. İşçi sınıfı bu noktada özellikle küçük-üreticileri yalnız bırakmamalı, emperyalist tekellere ve işbirlikçilerine karşı mücadeleyi desteklemelidir.

 

(*) Kalkınma Atölyesi Kooperatifi’nin Haziran 2020 tarihli “Fındık dalda kalmaz” başlıklı çalışmasından ve fındıkla ilgili gazete haberlerinden faydalanarak yazılmıştır.

Bunlara da bakabilirsiniz

“MÜHENDİSSEN, Mühendislerin Sendikası Girişimi” ilk toplantısını gerçekleştirdi

Ağır sömürü koşulları altında çalışmaya zorlanan mühendisler, sınıf mücadelesi içinde kendi örgütleriyle yer almak için …

Adana İHD’de Makbule Berktaş anısına toplantı yapıldı

İnsan Hakları Haftası dolayısıyla Adana İHD’de Makbule Ana (Berktaş) anısına bir toplantı yapıldı. 13 Aralık’ta …

Suriye cezaevleri, Türkiye cezaevleri

Yandaş basında Suriye haberlerinin önemli bir kısmını Suriye cezaevleri oluşturuyor. Büyük bir “dehşet ve panik” …