EKİM DEVRİMİ; Buzu kırdı yolu açtı!

lenin-kizil-meydanda

Ekim Devrimi 103 yaşında! Bir asırı geride bıraktı, fakat insanlık ne yazık ki, bugün onun ulaştığı düzeyin fersah fersah gerisinde.

Ekim Devrimi’nin 103. yılını, pandemi koşullarında kutluyoruz. Bu yılın başında Çin’de görülen ve kısa sürede tüm dünyaya yayılan koronavirüs salgını, kapitalist-emperyalist sistemin insanlık dışı yüzünü daha görünür kıldı. Başta sağlık sistemi olmak üzere sistemin ne denli çürüdüğünü ortaya serdi. Aynı zamanda sınıfsal uçurumun geldiği boyutları gösterdi.

Korona salgınıyla birlikte sosyalizme duyulan özlem de artmaya başladı. Kapitalizm ile sosyalizm arasındaki fark net biçimde ortaya çıktı. Bu durumu “yeni kamuculuk” sloganıyla düzen-içi çözümlere yöneltmek isteyenler olduysa da, insanlığın kurtuluşunun tek yolunun, sosyalizm ve sınıfsız toplumda olacağı, kendini daha fazla kabul ettirmeye başladı.

Bu yıl Ekim Devrimi kutlamalarında, sosyalizmin sağlık alanındaki başarılarını öne çıkarmakta yarar var. Bu sadece kapitalizmin teşhiri yönüyle değil, sosyalizmin başta sağlık olmak üzere insanlığın temel ihtiyaçları konusunda aldığı mesafenin görülmesi bakımından da öğretici olacaktır. Daha önemlisi, Ekim Devrimi’nin “dün”e ait, geçmişte kalmış tarihsel bir olay değil; bugünümüze ışık tutan ve yarınımızı belirleyen bir dönemeç olduğunu görmemizi sağlayacaktır.

O hala aşılmamış bir zirve olarak önümüzde durmaktadır. İnsanlık önce o zirveye ulaşacak, sonra onun eksiklerini de aşarak sınıfsız topluma doğru ilerleyecektir… Sosyalizmin yaklaşık 40 yıllık deneyimi bile, kapitalizmden her yönden üstün olduğunu ortaya koyan verilerle doludur. Bunun başında da insan sağlığı gelmektedir. Çünkü sağlık sorunu en temel hak olarak ele alınmış ve proletarya diktatörlüğünün temel görevi sayılmıştır.

* * *

1917 Ekim Devrimi’yle kurulan sosyalist Sovyetler Birliği’nin yaptığı ilk işlerden biri, sağlık sistemini köklü biçimde değiştirmek oldu. Devrimden hemen sonra bir yandan iç savaş, diğer yandan açlık ve hastalıkla boğuşan Sovyet yönetimi, 1919 yılında “acil görevler” kapsamında şu kararları aldı: “Bulaşıcı hastalıkların yayılmasını önleyici tedbirler alınması, bilimsel ve hijyenik ilkelere uygun şekilde halkın beslenmesinin sağlanması, erişilebilir, özgür ve kaliteli bir tedavi ve ilaç tedariki…” SSCB’de bunlar yaşama geçirilirken, dünyanın hiçbir ülkesinde böyle bir uygulama yoktu.

“Parasız sağlık” talebi, ilk olarak 1848 ayaklanmalarında gündeme gelmişti. Bu tarihten itibaren sosyalistlerin programlarında yer aldı. 18 Mart 1871’den 31 Mayıs’a kadar tam 72 gün süren işçi sınıfının iktidarı altındaki Paris Komünü’nde halka “parasız sağlık” sunulmaya başlandı. Fakat Komün’ün ömrü çok kısa sürmüştü. Asıl olarak Ekim Devrimi sonrasında  “parasız sağlık” yani herkesin sağlık hizmetlerine rahatlıkla ulaşabilmesi sağlandı. Yanı sıra “önleyici sağlık hizmetleri” esas alındı ve bu alanda önemli başarılar elde edildi.

En başta sağlığı doğrudan etkileyen yeterli beslenme, temiz su ve konut gibi temel haklar herkese sağlandı. Salgın ve bulaşıcı hastalıkların zeminini ortadan kaldıran bir mücadele yürütüldü. Salgına neden olacak çevre kirliliği başta olmak üzere her tür önlem alındı. 1919’da gerçekleşen SBKP’nin 8. Kongresi’nde bu konuda şunlar söyleniyor:

“SBKP, halk sağlığının korunması alanındaki çalışmalarının temelini her şeyden önce hastalıkların gelişmesini önlemek amacıyla kapsamlı hijyen ve sıhhi önlemlerin uygulanması olarak görmektedir… Acil görevler şunlardır:

1-Çalışanların yararına kapsamlı sıhhi önlemlerin kararlı bir şekilde uygulanması; a) yerlerin rehabilitasyonu (toprağın, suyun ve havanın hijyenik olarak izlenmesi); b) bilimsel ve hijyenik ilkelere uygun olarak halk beslenmesinin sağlanması; c) bulaşıcı hastalıkların gelişmesine ve yayılmasına karşı önleyici tedbirlerin uygulanması; d) sağlık mevzuatının oluşturulması.

2-Yaygın hastalıklarla mücadele (tüberküloz, zührevi hastalıklar, alkolizm vb.)

3-Genel olarak erişilebilir, özgür ve kaliteli bir tedavi ve ilaç tedariki sağlamak.”

SSCB’de sağlığa ayrılan bütçe sürekli artmıştır. 1928-41 yılları arasında, 13 yılda 18 kat artış sözkonusudur. Böyle olunca bilimsel araştırma kurumları başta olmak üzere, sağlık sisteminin tüm bileşenleri hem nicel hem nitel olarak gelişmiştir. Çarlık Rusyası’nda 10 bin kişiye bir doktor düşerken 1941 yılında bu sayı 17 doktora çıkmıştır. Keza 10 bin kişi başına düşen 13 yatak, 70 yatağa yükselmiştir. Doktor sayısı olarak kapitalist-emperyalist ülkelerin üzerine çıkmıştır.

1936’da kabul edilen Sovyet Anayasası’nda sağlık sorunu şöyle ele alınıyor:

“SSCB yurttaşları dinlenme hakkına sahiptirler. Dinlenme hakkı, işçi ve ücretli memurlar için 8 saatlik işgününün saptanması, çalışma koşulları zor olan bir dizi meslek için işgünü süresinin 7 ve 6 saate indirilmesi, çalışma koşulları daha da ağır olan bazı işletme bölümlerinde ise, bu sürenin 4 saate düşürülmesi, işçi ve görevliler için her yıl paralı izin verilmesi ve emekçilerin hizmetine sunulmuş sanatoryum, dinlenme yurtları ve kulüplerden oluşan kapsamlı bir ağla güvence altına alınmıştır.

SSCB yurttaşları, yaşlılık, hastalık ve sakatlık durumlarında maddi bakım görme hakkına sahiptirler. Bu hak, işçi ve ücretli memurların sosyal güvenliğinin, devlet hesabına, giderek daha fazla gelişmesi, emekçilere parasız sağlık hizmeti sunulması, emekçilerin hizmetine sunulmuş kapsamlı tedavi merkezleri ağıyla güvence altına alınmıştır.”

Tarihe en büyük salgın hastalık olarak geçen İspanyol gribinde toplamda 50 ila 100 milyon insanın hayatını kaybederken, yeni kurulan Sovyetler Birliği’nde 3 milyon civarında kişi ölmüştür. Bolşeviklerin en önemli önderlerinden Yakov Sverdlov da henüz 33 yaşında iken bu salgında hayatını kaybetmiştir

1918-1920 arasında tifüsten ölenlerin sayısı 1 milyon 600 bindir. Kıtlıktan ve bulaşıcı hastalıklardan ölenlerin sayısı 15 milyonu bulmaktadır. O yıllarda Lenin şöyle diyor:

“Bir kırbaç sallanıyor üstümüze, bit ve tifüs ordularımıza doğru yayılıyor. Yoldaşlar, nüfusun kırıldığı, maddi herhangi bir kaynağın olmadığı, bütün halkın hayatının durduğu tifüs bölgelerindeki korkunç durumu hayal edebilmeniz mümkün değil. Bu nedenle biz diyoruz ki, ‘Yoldaşlar, bütün dikkatlerimizi bu sorun üzerine yoğunlaştırmalıyız. Ya bit sosyalizmi mağlup edecek, ya da sosyalizm biti!”

Elbette sosyalizm biti yendi! Sadece biti değil, insanlığın kanını emen tüm sömürücüleri yenerek eşit ve özgür bir dünyanın kapısını araladı.

Devrimi sonrası ilk kez modern kamu sağlık hizmetlerini hayata geçirdi. 1956 yılında 5 milyondan fazla emekçi, sanatoryumlarda ve dinlenme evlerinde tedavi edildiler. Yaklaşık 6 milyon çocuk ve genç, tatil kamplarında çocuk sanatoryumlarında kaldı.

* * *

Günümüzde parasız sağlığı sürdüren tek ülke Küba kalmıştır. Küba’da gerçekleşen halk devriminden sonra, özel sağlık kurumları kamulaştırıldı, “önleyici sağlık hizmetleri”ne geçildi. Bu, herkesin temiz suya, sağlıklı gıdaya ulaşması, beslenmeye bağlı hastalıkların en aza indirilmesi, en küçük birimde (köyünde, mahallesinde) sağlık hizmetlerine ulaşabilmesi demekti.

Küba, kendi ülkesinde hastalıkları en aza indirirken, 55 ülkeye doktor, ilaç vb. tıbbi yardım gönderdi. Bunların içinde Venezüella gibi halkçı yönetimlerin işbaşında olduğu ülkeler vardı. 2000’lerin başından itibaren “önleyici sağlık sistemi”ne ağırlık veren Venezüella, korona salgınında Latin Amerika’nın en korunaklı ülkesi oldu. Keza Rojava’da, koronavirüse karşı mücadele başarıyla yürütülebildi.

Ne yazık ki, günümüzde sosyalist bir ülke ve onun yarattığı somut örnekler bulunmuyor. Böyle olunca, halkçı yönetimler bile vahşi kapitalizm koşullarında yıldız gibi parlıyorlar.

Kısacası pandemi dönemi, kapitalist-emperyalist sistemin yalan ve demagojilerini yırtarak gerçek yüzünü ortaya koymakla kalmadı; sosyalizmin farkını ve önemini daha net biçimde gözler önüne serdi. Bu soygun ve sömürü düzeninden kurtulmadıkça, ne savaşlardan ne krizlerden ne de salgın hastalıklardan kurtulmak mümkündü. Her şey bir yana insanlık artık ölüm-kalım savaşı veriyordu. Tarihin derinliklerinden gelen “ya barbarlık içinde yokoluş, ya sosyalizm” seçeneğini, artık iliklerinde hissediyordu. “Olmak ya da olmamak” gibi hayati bir seçimdi bu….

Ekim Devrimi, sosyalizm seçeneğini insanlığın önüne yaşanmış bir gerçek olarak koydu. Bunun bir rüya, bir hayal olmadığını gösterdi. Sosyalizm deneyimlerinden çıkarılan derslerle daha iyisine ulaşmak için yolu açtı. Lenin’in büyük bir öngörüyle söylediği gibi…

“Bu ilk zafer, nihai zafer değil henüz. Ekim Devrimimiz bu zaferi emsalsiz cefalar, güçlükler, işitilmemiş acılar içinde ve kendi payımıza büyük başarısızlıklar ve hatalarla gerçekleştirdi. Sanki başarısızlıklar olmaksızın, hatalar yapılmaksızın tek başına geri bir halk dünyanın en güçlü ve ileri ülkelerinin emperyalist savaşlarının üstesinden gelebilirmiş gibi! Hatalarımızı kabul etmekten korkmuyoruz ve biz bunları bu hataları düzeltmesini öğrenmek için soğukkanlılıkla değerlendireceğiz. Fakat olgu şudur ki; yüzlerce, binlerce yıldır ilk kez köle sahiplerine karşı bir devrimle ‘cevap vermek’ için verilen söz, tamı tamına yerine getirildi ve tüm güçlüklere rağmen yerine getirilecek. Biz başlangıcı yaptık. Ne kadar zamanda, ne zaman hangi ulusun proleterleri bu eseri sonuna vardırırlar, bunun önemi yok. Önemli olan, buzun kırılmış, yolun açılmış ve gösterilmiş olmasıdır.”

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …