Egemen sınıflar iktidarlarını korumak ve karlarını arttırmak için içerde-dışarda savaşı körüklüyorlar. Onların temsilcileri de savaşa meşru zemin yaratmak ve kitle desteği sağlamak için ellerinden geleni yapıyor.
Bunun son örneğini Azerbaycan-Ermenistan arasında çıkan savaşta görüyoruz. ‘90’lı yıllardan itibaren iki ülke arasında sorun olan “Dağlık Karabağ” bölgesi, şimdiki savaşın da nedeni. Azeri tarafı bunu “işgale karşı savaş” olarak tanımlarken, Ermeni tarafı da “kendi kaderini tayin etmiş topraklara karşı açılmış bir savaş” olarak görüyor. Her iki ülkenin egemenleri ve onları destekleyen emperyalist güçler savaşı tırmandırıyor.
Bu duruma en fazla sevinen ise, AKP-MHP blokunun yönetimi altındaki Türkiye oldu. Ortadoğu savaşında oynadıkları rolü, Kafkasya’da da oynamak istiyorlar. “Masada da sahada da Azerbaycan’ın yanındayız” diyerek, sadece taraf olmakla kalmıyor, savaşın ateşine odun atıyorlar. Suriye’deki cihatçıların iki bin dolar maaşla Azerbaycan’a gönderdikleri ortaya çıktı mesela.
Azerbaycan ordusunun Türk subayları tarafından kurulduğu ve donatıldığı açıkça söyleniyor zaten. Türkiye’den gönderilen SİHA’ların Ermenistan askeri mevzilerini bombaladığı gururla anlatılıyor. Şimdiden Azerbaycan’ı savaşın galibi ilan ettiler! Dağlık Karabağ bölgesinin Azerilere ait olduğunu ve bu bölgeyi topraklarına katmadan savaşı bitirmemesi gerektiğini söyleyip duruyorlar.
Suriye’de, Libya’da, Doğu Akdeniz’de tam bir fiyasko yaşayan Erdoğan yönetimi açısından, bu savaş tam bir “can simidi” olmuştur. Şimdi buna sarılarak yaşadıkları bozgunları unutturmak, savaş borazanlığını sürdürmek istiyorlar. Üstelik bunu içerde Kürt ve Ermeni düşmanlığını besleyerek, şovenizmi körükleyerek yapıyorlar. Böylece artan hayat pahalılığının, hak gasplarının, salgının üzerini örtüp dikkatleri farklı yöne kaydırmaya çalışıyorlar.
* * *
Her gerici-faşist yönetim gibi AKP de içeride-dışarıda savaşı körükleyerek ayakta duruyor. Son HDP operasyonları bunu bir kez daha gösterdi. Aynı zamanda seçimlerin hiçbir hükmü olmadığını ilan etti. Öyle ki, HDP’nin yerel seçimlerde kazandığı tüm iller gaspedilmiş oldu. Kars’ın belediye başkanını da tutuklayıp kayyum atayarak son noktayı koydular.
Yakın bir zamana kadar “dağda silahla dolaşacaklarına düz ovada siyaset yapsınlar” dedikleri Kürt siyasetçilerine, şimdi “onların yeri dağdır, sokaktır” diyorlar. Yıllar yılı “çözüm”, “diyalog”, “barış” diyerek oyaladıkları ve tek çare olarak sandığı gösterdikleri Kürt halkına, şimdi verdiğiniz oylar bizim gözümünde çöptür diyorlar.
Elbette bunların hepsi, egemenlerin döneme-duruma göre değişen yönetme yöntemleridir. Önce halkı “dağdan-sokaktan” uzaklaştırıyor, burjuva kurumlardan medet bekleyen hale getiriyorlar; sonra onları da ellerinden alıyorlar. Esasında her biri savaşılarak kazanılmış olan bu mevzileri teker teker gaspediyorlar. Bu noktaya gelinmesinde elbette reformizmin payı büyük. Ama devrimci bir basıncın kalmadığı yerde, reformizmin de misyonu bitiyor, alanı daralıyor. Bugün HDP’nin başına gelenler bundandır. Ve HDP ile sınırlı kalmayacağı açıktır.
AKP-MHP gerici-faşist bloku, tüm muhalif kişi ve kurumları yok etmek istemektedir. Tehdit, gözdağı, kapatma, hapis, cinayet, katliam, her yöntemi devreye sokarak yolunu düzlemeye çalışmaktadır. Sadece muhalif partilere değil, meslek ve kitle örgütlerine dönük saldırıları ortada. Önce Baro’ları parçaladı, yandaş barolar kurdurdu, hatta seçimlerini yapamaz hale getirdi; şimdi de TTB’yi hedefe çaktı. Pandemi sürecinde canla-başla çalışan doktorların meslek örgütünü kapatmakla, yöneticilerini tutuklamakla tehdit ettiler. Çünkü TTB, salgınla ilgili gerçeklerin açığa çıkmasını istiyordu. Onları ise halkın sağlığı değil, “ulusal çıkar” dedikleri egemenlerin çıkarları ilgilendiriyordu. Patronlar pandemi döneminde karlarına kar kattılar. İşçi ve emekçiler ise, daha fazla yoksullaştılar, işsiz kaldılar, öldüler…
Örneğin Sabancı Holding bu yılın ilk 8 ayında yüzde 15 oranında karını arttırdığını açıkladı. Bunların içinde en fazla kar eden şirketlerden biri ise Enerjisa. Her yıl elektiriğe yapılan zamlarla Enerjisa yüzde 50 üzerinde kar elde ederken, bu ay elektriğe yüzde 5 zam daha geldi.
Saldırılarının ardı arkası kesilmiyor. Bitmeyen “yeni ekonomi programları”yla bir kez daha esnek-kuralsız ve güvencesiz çalışmayı dayatıyorlar. 25 yaş altı ve 50 yaş üstüne esnek çalışmayı getirmek, kıdem ve emeklilik hakkını da gaspetmek demektir. Keza Erdoğan, işçi ve emekçilerden zorla kesilen Bireysel Emeklilik Sistemi’nde biriken 154 milyar TL’nin Varlık Fonu’na devredilerek “reel sektöre” (yani patronlara) aktarılacağını açıkladı.
Pandemiyi kendileri ve patronlar için gerçekten bir fırsata çevirdiler. Üstelik okulları kapatıp kuran kurslarını açık tutarak, milyonlarca çocuğu tarikatların eline bırakarak geleceğimizi karartıyorlar. Tarikatlar hem toplumu cahil bırakma ve biat kültürünü yayma işlevi görüyor, hem her tür ahlaki bozukluğa kaynaklık yapıyor, hem de silahlandırılarak muhaliflerin üzerinde baskı ve terör estiriliyor.
* * *
Bütün bu tablo, AKP-MHP blokunun ancak savaşla ve saldırganlıkla ayakta durduğunu gösteriyor. Kitle tabanlarını yitirdikçe saldırganlıkları artıyor. Muhalif gördüğü herkese düşmanca davranıyorlar. Onların bakışı çok net. Ama muhalefetin öyle değil… Asıl sorun da burada zaten. Kayyum darbesi olacağını bile bile seçimlere giren, meclisin hiçleştiğini söyledikleri halde mecliste durmaya devam eden muhalif partilerde…
Faşizme karşı mücadele düzen-içi “hukuksal mücadele”yle sınırlandırılamaz. Dünyanın hiç bir yerinde de faşizm bu şekilde yenilmemiştir. Çünkü faşizm ne hukuk, ne kanun-kural tanır. Anayasayı da, anayasa mahkemesini de takmadıklarını açıkça söylediler. Onların takmadıkları kural ve kurumların içinde kalarak onlarla mücadele edilemez.
Emperyalist-gerici savaşları, faşist saldırganlığı durdurmanın tek yolu, sınıf savaşıdır. Egemenlerin böl-parçala-yönet politikasına karşı sınıfın birliğini ve mücadelesini büyütmektir.