KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimi, 2. turda tamamlandı. 11 Ekim günü yapılan ilk turda yüzde 50’yi aşan olmadı. İkinci tur 18 Ekim günü, mevcut Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ile AKP ve Erdoğan yanlısı Başbakan Ersin Tatar arasında gerçekleşti. Katılımın yüzde 61’de kaldığı seçimleri, Ersin Tatar yüzde 51,74 oyla kazanarak Cumhurbaşkanlığını aldı.
AKP’nin seçimlere müdahalesi
Seçimlere müdahale anlamında, özellikle son 5 günde, AKP’nin çok kritik iki hamlesi oldu. Birincisi, Türkiye’den adaya giden su nakil hattının, tamirden sonra yeniden açılmasına ilişkin tören yapıldı. Aynı zamanda Kıbrıs-Geçitköy Barajı hizmete açıldı. Su nakil hatları, AKP’nin “göbek bağı” benzetmesiyle ve KKTC’yi Türkiye’nin uzantısı olarak ele almanın bir sembolü olarak, 2015 yılında yapılmıştı. Ve “asrın projesi” olarak lanse edilen bu hatlar, sadece beş yıl içinde bozulmuştu. Üstelik tamiratı 2 ayda bitmesi gerekirken, salt seçim öncesine denk getirmek için 9 ay boyunca tamir edilmemiş; böylece hem adadaki su sıkıntısı büyüyüp katlanılmaz hale gelmiş, hem de tam seçim öncesi, 6 Ekim günü açılış yapılarak Ersin Tatar’ın kampanya propagandasına dönüştürülmüştü.
İkinci hamle iki gün sonra geldi. 8 Ekim günü, kapalı Maraş kentinin sahilinin bir kısmı ve Demokrasi Caddesi halka açıldı. Maraş 1974’te TSK tarafından ele geçirildikten sonra askeri bölge ilan edilerek kapatılmıştı. Maraş aslında Kıbrıs Türkleriyle alakası olmayan, Rumların yaşadığı bir kentti. Başlangıçta işgale dönük bir plan da yoktu. Ancak TSK’nın ilerleyişi ile paniğe kapılan Rumlar güneye kaçınca, Türkiye ileride pazarlık konusu yapmak üzere Maraş’ı da işgal etmişti. Sonrasında BM Güvenlik Konseyi Maraş’a “kendi sakinleri” dışında insan yerleştirilmesini “kabul edilemez” ilan ederek bölgenin BM yönetimine bırakılmasını istemişti. Bu nedenle 46 yıldır kapalı olan Maraş’ı, Türkiye’nin kendi kararıyla açması ihtimali yok aslında. Diğer taraftan, son birkaç yıldır izin alarak sahil kesimine girmek mümkün olabiliyordu. Şimdi de “açıldı” denilen şey, bunun resmileştirilmesi aslında; kamuya açık alan olarak değil, sadece kimlik gösterip kayıt yaptırarak içeri girmek mümkün olacak.
Su nakil hattının “yeniden” açılması boş bir gösteri; ancak Maraş’ın açılması KKTC’nin iç siyaseti kadar BM ve Güney Kıbrıs Rum tarafının üyesi olduğu AB’yi de doğrudan ilgilendiren bir unsur. Çünkü Maraş, “barış görüşmeleri”nin en önemli pazarlık maddelerinden birisi. Eski Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş döneminde, Maraş’ın kısmen Rumlara bırakılması, KKTC’ye uygulanan ambargoların kaldırılması şartına bağlanmıştı. Yani bu kadar önemli bir konu. 2004’te gündeme gelen Annan Planı da (Türk tarafı yüzde 65 ile kabul, Rum tarafı yüzde 76 ile reddetmişti) Maraş’ı Rum tarafının kontrolüne bırakıyordu. Keza Maraş’ta bulunan Rum mülkleri, bir çok uluslararası görüşmenin-mahkemenin ve kurumun gündeminde. Maraş hakkında yapılan açıklama, bu nedenle AB ve BM nezdinden büyük tepkiye neden oldu.
Diğer taraftan, bu kararın KKTC’nin resmi kurumlarını hiçe sayarak, hatta tamamen habersiz biçimde, sadece Erdoğan ve Tatar ile alınmış olması, iç siyasette de bir deprem etkisi yarattı. Hükümet ortağı olan Halkın Partisi (HP) koalisyondan çekilme kararını duyurdu. HP’li Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı görevini üstlenen Kudret Özersay, Tatar’ın haber vermeden Ankara’ya gittiğini de özellikle belirtti.
AKP’nin “Kıbrıs Kayyumu”
1974 Harekatı’ndan bu yana KKTC’nin iç ve dış siyasetini belirleyen Türkiye olmuştur. Mesela seçimler, Kıbrıs’ta yaşayan halkın serbest tercihleri değil, Türkiye’deki egemen sınıfların çıkarları doğrultusunda gerçekleşir. Ancak bu denge, 2010 seçimlerinden itibaren kırılmaya başladı. 2010 ve 2015 seçimlerini, AKP ile arası iyi olmayan, hatta açıkça AKP karşıtı bir söylem ve tutum içinde olan Mustafa Akıncı kazandı. Bugünkü seçim öncesinde de, toplumun tüm muhalif kesimleri ilk kez blok hareket etmeye başladı.
Bu nedenle bu seçimler öncesinde AKP işi sıkı tuttu. Mustafa Akıncı’nın yeniden kazanacağı neredeyse kesin gibiyken, Erdoğan’ın müdahaleleri, seçimlerin seyrini değiştirdi. Seçim döneminde, Ersin Tatar AKP’nin gönderdiği özel uçakla, iki kere Türkiye’ye gelip gitti. Tatar “garanti altına alınınca”, AKP’nin hamleleri de peşpeşe geldi. Bunların en görünür olanları su nakil hattı ve Maraş’ın halka açılacağının duyurulması oldu. Ancak müdahaleler, bu propagandif açıklamaların çok ötesindeydi. Seçim öncesinden başlayan, ilk tur seçimin ardından ayyuka çıkan bir biçimde bir taraftan sınırsızca para dağıtıldı, diğer taraftan muhalifler üzerinde terör estirildi. Gözle görülür biçimde seçmenlere rüşvetler dağıtıldı, 3 bin lira karşılığında oylar satın alındı. Mustafa Akıncı’nın seçimlere katılmaması yönünde baskı uygulandı. Muhalif adaylara baskı, tehdit, şantaj, karalama kampanyası pervasızca yürütüldü. Seçim günü oyların fotoğrafları çekildi, partili gençler sandık başında ellerindeki listelerle seçmenler üzerinde baskı kurdu. Mustafa Akıncı’nın deyimiyle, “Türkiye Büyükelçiliği seçim karargahı oldu.” Kıbrıslı gazeteciler “bu güne kadar görülmemiş bir asayiş sıkıntısı yaşandı” diye anlattılar durumu. Sonuçta, AKP’nin “Kıbrıs Kayyumu” Ersin Tatar, seçimleri kıl payı kazanmayı başardı.
Kıbrıs halkının iradesi sağlanmalı
Seçimlerde öne çıkan en önemli unsur, katılımın ilk turda yüzde 58, ikinci turda yüzde 61 gibi düşük bir oranda kalması oldu. Bu rakam, KKTC tarihinin en düşük katılımıydı ve kitlelerin seçimlere güveninin olmadığının göstergesiydi.
Aslında AKP’nin Ersin Tatar’a verdiği açık destek de, onun kazanmasını garanti altına alamamıştı. Bu nedenle seçimler ikinci tura kaldı ve “burun farkıyla” kazandı. Görünen o ki, seçimlerdeki en önemli vaat, “Türkiye ile olan ilişkilerin nasıl yürütüleceği” olmuştu.
Kıbrıs halkının en büyük problemi, Rum kesimiyle kurulan ilişki-yaşanan sorunlar gibi gösteriliyor. Ve “federasyon-bağımsız devlet” tartışmasına sıkıştırılıyor. Oysa Türkiye ve Yunanistan’ın birlikte körükledikleri milliyetçilik, iki halkın arasında sorunları ve saldırıları büyütmeden önce, ada halkı asırlar boyunca birlikte yaşamayı başarmıştı. Ancak emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin adaya hakim olma çabası, Kıbrıs halkının iç ilişkilerini de etkiledi.
Kıbrıs adası, Doğu Akdeniz’de son derece stratejik öneme sahip bir noktada konumlanmış durumda. Ortadoğu’nun Akdeniz’e açılan kapısı, yani Ortadoğu petrollerinin Avrupa’ya gidiş yolu, Kıbrıs’ın üzerinden geçiyor. Keza Çin’in Kuşak ve Yol Projesi’nin önemli duraklarından biri. Çin’den Suriye’ye uzanıp Akdeniz’e açılan yolun göbeğinde duruyor. Son dönemde Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon arama faaliyetleri üzerinden gelişen hegemonya savaşının merkez noktası da Kıbrıs adası. Ayrıca Süveyş Kanalı açıldığı andan itibaren, Kızıldeniz üzerinden Hint Okyanusu’na uzanan trafiğin merkezinde bu ada.
Ve Kıbrıs’a hakim olan, tüm bu kesişen ekonomik-siyasi ve askeri fay hatlarının üzerinde hakimiyet kurma olanağı kazanıyor. Bu nedenle Kıbrıs’ı ele geçirme kavgası, bu kadar şiddetli yürütülüyor. Adanın üzerinde bulunan İngiliz, ABD ve Fransız askeri üsleri ise, bu kavgada önemli bir yer tutuyor.
1878’de mülkiyeti Osmanlı Devleti’nde kalmak üzere adayı kiralayan, 1914’te ise tamamen ele geçiren İngiltere’nin, 1954’teki Sömürge Bakanı şunları söylemişti: “Kıbrıs stratejik öneme sahiptir. Bu nedenle kendi kaderini tayin etmesi, hiçbir zaman söz konusu olmayacak ülkeler arasındadır.”
Kıbrıs tarihi, sömürgeciliğe karşı direnişin de tarihidir aynı zamanda. Bir dönem Osmanlı İmparatorluğu’na, sonrasında İngiliz sömürgeciliğine karşı… 1974’ten sonra ise, Kuzey Kıbrıs Türkleri için yeni bir dönem başladı. TC’nin Kıbrıs Türklerini küçük gören, aşağılayan, ekonomik yaptırımlarla “hizaya sokmaya” çalışan tutumu, yerli halkta her zaman büyük bir tepki oluşturdu. Keza, Türkiye’den göç ettirilen şoven-milliyetçi kesimlerle demografisinin değiştirilmesi, (öyle ki, Kıbrıs’ın yerli Türklerinin toplam KKTC nüfusuna oranı yüzde 44’e kadar düştü) üretimden kopartılarak asalaklaştırılması, asimilasyon politikaları, hatta son dönemde Sünni İslamlaştırma çabaları, Kıbrıs Türkleri için büyük bir işkenceye dönüşmüş durumda. Bu nedenle Türkiye’nin “vesayeti”nden kurtulmak için, Rum kesimi ile yapılacak bir anlaşmaya razı oluyorlar; ya da topraklarını terkederek İngiltere’ye yerleşmeye çalışıyorlar.
Türkiye dahil olmak üzere tüm “garantör ülkeler” ve emperyalistler, Kıbrıs’ın üzerinden ellerini çekmeli ve adadaki halkların kendi iradelerine olanak tanınmalıdır.