AKP’li yıllarda KÜRT SORUNU-I

Elimize posta kanalıyla ulaşan TİKB(B) 6. Konferans Belgeleri’nden

bir bölümü, güncel ve tarihsel öneminden dolayı yayınlıyoruz.

Giriş

Kürt sorunu, sadece Türkiye’nin değil, Ortadoğu’nun bir meselesi olarak yüzyılı aşkın süredir varlığını koruyor. Çünkü Kürdistan, Ortadoğu’nun dört önemli ülkesi; Irak, İran, Suriye ve Türkiye olmak üzere dört parçaya ayrılmış durumda. Yüzölçümü olarak en büyük kısmı Türkiye’de bulunuyor. 16. yüzyıldan itibaren Osmanlı İmparatorluğu sınırları içine girmişti. İlk parçalanmasını 1638’de Osmanlı Devleti ile İran arasında yapılan Kasr-ı Şirin anlaşmasıyla yaşadı. 24 Temmuz 1923 yılında yapılan Lozan Antlaşması’nda ise, dört parçaya bölündü. Bu bölünmenin ardından her egemen devletin iç ulusal boyunduruğu altında yaşadı. Fakat 19. yüzyılın ilk yarısından itibaren Osmanlı Devleti’nin emperyalizmin yarı-sömürgesi haline gelmesiyle birlikte, emperyalizme bağımlılık ilişkisi üzerinden bu boyunduruk gerçekleşti. Ve her bir parçasında baskı ve şiddetle asimilasyon politikaları içiçe yürütüldü.

Bu duruma Kürt halkı çeşitli isyanlarla karşı durdu, değişik düzeylerde direnişler yaşandı. TC’nin kuruluşundan itibaren süregelen Kürt isyanları ise, en son PKK’nin başını çektiği Kürt ulusal mücadelesiyle bugüne dek geldi.

Biz burada 2001’de ABD’nin New-York kentindeki İkiz Kuleler’e yapılan saldırı sonrasında başlayan emperyalist savaşla birlikte, Kürt sorununun geldiği noktayı ele alacağız. Türkiye açısından bu aynı zamanda AKP’nin işbaşına geldiği 2002 yılından itibaren geçen uzunca bir dönemi kapsıyor. Ayrıca Kürt sorununu yakından ilgilendiren, 2011’de başlayıp halen devam eden Suriye savaşı üzerinde yoğunlaşacağız.

Emperyalist savaşın merkezinde Ortadoğu; Ortadoğu’nun merkezinde de Kürt sorununun bulunması, onu daha fazla öne çıkardı, uluslararası bir boyut kazandırdı. Bu durum Kürt hareketi açısından da bir dönüm noktası niteliğine büründü. Gerek bölgede, gerekse Türkiye’de emperyalistlerin her hamlesinde ve tabii egemen sınıfların politikalarında, mutlak hesaba katılması gereken bir odak oldu.

AKP, 2000’lerin başında ABD’nin geliştirdiği “ılımlı İslam” projesinin Türkiye versiyonu olarak kuruldu ve kısa sürede işbaşına geldi. Bunun emperyalist savaşın Ortadoğu cephesiyle doğrudan bağlantısı vardı. Nitekim ABD’nin bölgeye dönük bütün saldırı ve işgallerinde Türkiye aktif biçimde yer aldı. (Her ne kadar Irak işgaline katılımı, 1 Mart tezkeresiyle sekteye uğramışsa da, bunu telafi etmeyi başardılar.)

ABD, kendisine engel çıkarmaya çalışan kliklere AKP aracılığıyla savaş açmış, başta ordu olmak üzere tüm kurumlarda gerçekleşen tasfiye harekatıyla onları zayıflatmıştır. (Süleymaniye’de subayların başına çuval geçirilmesi, Ergenekon operasyonları vb.) Böylece AKP’nin önünü açmış, daha sonraki işgaller için elini güçlendirmiştir. Libya’da Kaddafi’yi devirirken de, Suriye işgalini başlatırken de Türkiye’yi rahatça kullanabilmiştir.

Bütün bu süreçlerde Kürt sorunu, gerek ülke içinde, gerekse bölgede daha fazla öne çıkan, hatta Türkiye-ABD ilişkilerini belirleyen bir faktör haline geldi. 2011 yılında Suriye savaşının başlamasıyla birlikte asıl olarak Suriye’de odaklaştı. Suriye’nin kuzeyine denk düşen Rojava’da (Güneybatı Kürdistan) Kürt ulusal hareketi, savaşın yarattığı boşluğu değerlendirerek fiilen bağımsız bir yönetim kurdu. “Kanton”lardan oluşan ve “özyönetim” adını verdikleri bir yönetim şekliyle bu bölgeyi yönetmeye başladılar. Sonrasında “kanton”lar birleşti, “Kuzey Suriye Federal Bölgesi” olarak adlandırıldı. Halen nasıl sonlanacağı belli olmayan bir mecrada ilerliyor ve savaşta kilit rolü oynamaya devam ediyor. Elbette bu durum, Türkiye’nin başta ABD ve Rusya olmak üzere emperyalistlerle ilişkilerini etkilemeyi sürdürüyor.

Suriye savaşının yarattığı en önemli farklardan bir diğeri ise, Kürt ulusal hareketinin merkezinin değişmesidir. (*) PKK, her ne kadar Kürdistan’ın dört parçasında (Türkiye, İran, Irak, Suriye) örgütlenmeye çalışmışsa da, Türkiye’de kurulan ve asıl olarak Türkiye’de savaşan bir örgüttür. Irak  işgali döneminde Irak’ta da faaliyetlerini arttırmıştır; fakat Barzani-Talabani’nin geçmişe dayanan örgütlülüğü ve işgalle birlikte artan güçleri, PKK’nin Irak’ta büyümesine imkan tanımamıştır. İran’daki örgütlülüğü ise, her dönem diğer parçalara göre daha zayıftır. Suriye ise durum farklıdır. ‘80’li yıllardan itibaren (Öcalan’ın Suriye’de bulunduğu yıllar) başlayan etkisi, emperyalist savaş sonrası daha örgütlü hale bürünmüştür. (PYD’nin kurulması) Suriye savaşında ise, Rojava Devrimi’ni gerçekleştirecek bir güce ulaşmıştır. O andan itibaren PKK, gerek Türkiye’deki, gerekse Avrupa’daki güçlerini Rojava’ya yönlendirerek, Rojava’da elde edilen mevziyi korumayı ve güçlendirmeyi esas almıştır.

 

I- KÜRT HAREKETİNDE BİR DÖNEMEÇ:

Emperyalist savaş ve Irak işgali

Başlangıçta küçük-burjuva devrimci bir çizgide ulusal kurtuluş mücadelesi veren PKK, ilk “kırılma”yı ’93 ateşkes ilanıyla yaşamıştı. O dönemden sonra “diplomatik-siyasi çözüm” temel çizgisi oldu ve küçük burjuva devrimciliğinden küçük-burjuva reformizmine kaydı. Öcalan’ın yakalanması ise (1999) ‘ikinci kırılma noktası’ydı. Ve ilkine göre daha derin, köklü bir dönüşüme yolaçtı. “Paradigma değişikliği” adı altında, o güne dek savundukları temel tezlerini reddettiler. “Üçüncü kırılma”nın ise, ABD’nin 2001 sonrası başlattığı emperyalist savaş ve ardından gelen Irak işgali olduğunu söyleyebiliriz. Emperyalizmle uzlaşma çizgisi, işbirliği kertesine evrildi.

Elbette bu “kırılma”lar birbirinin devamı ve doğal sonucu niteliğindedir. Fakat emperyalist savaşla birlikte Ortadoğu, dolayısıyla Kürt sorunu yeni bir döneme girmiştir. Bu durum PKK’nin adımlarını hızlandırmasını, safını daha açık biçimde belirlemesini getirdi. Sadece politika ve taktikleri değil, ideolojik-programatik görüşleri, örgütsel yapısı da ona göre şekil aldı. (KADEK, Kongra-Gel, KCK, yeniden PKK)

Emperyalist savaşın başladığı andan itibaren süreci incelediğimizde, Kürt hareketinin nereden nereye geldiğini net olarak görebiliriz. Sadece bugünü kavramak açısından değil, geleceğe dair doğru öngörülerde bulunmak için de, bu süreci gözönüne sermek ve tablonun bütününe bakmakta yarar var.(**)

Savaşın başladığı dönemde Kürt hareketi, Öcalan yakalandıktan sonraki değişimin sancılarını yaşıyordu. İlk andaki bocalama evresinden sonra, Öcalan’ın “savunmaları” doğrultusunda çizgilerini değiştirmeye başladılar. O yıllarda Öcalan’ın çağrısıyla gerilla güçlerini Türkiye’den Irak’a çekmişlerdi; Avrupa’dan “barış grupları” Türkiye’ye gelmişti. Bu tür geri adımlarla egemen sınıfların esneyeceğine, bazı değişiklikler yapacağına dair umutlar pompalanıyordu. Fakat öyle olmadı.

Diğer yandan Öcalan’ın yakalanmasının ve ardından PKK’nin teslimiyet ve tasfiye sürecine sokulmasının, ABD’nin başlatacağı emperyalist savaşla doğrudan bağı vardı. ABD açısından bu adımlar, Ortadoğu’daki savaşın hazırlık safhalarıydı. Öcalan’ı Türkiye’ye teslim ederek, hem Türk egemen güçlerini, hem de Irak’taki işbirlikçileri Barzani ve Talabani’yi kendisine daha bağımlı hale getirmiş, savaş öncesi “cephe gerisi”ni sağlama almıştı. Nitekim bunun “nimetleri”ni Irak işgali başta olmak üzere Ortadoğu’daki paylaşım savaşında görecekti.

Böylece devrimci dinamikler taşıyan bölgenin en etkin örgütünü güçsüzleştirmiş, onun yaratacağı olası sonuçları baştan kesmişti. Bölgedeki enerji kaynaklarını ele geçirmesi ve tam bir hakimiyet kurması bakımından bunu başarmak, ABD açısından hayati önemdeydi. Çünkü petrol ve doğalgaz boru hatları Kürdistan bölgesinden geçiyordu ve onların güvenliğini sağlamak zorundaydı. Her ne kadar PKK’nin o güne dek ABD’yi hedef alan bir eylemi olmamışsa da, potansiyel bir tehlike olarak hep varlığını koruyacaktı. Ayrıca PKK ile Türkiye arasında çatışmaların sürmesi, boru hatları dahil olmak üzere tekellerin bölgedeki yatırımını riske sokacaktı. ABD bir yandan Türk egemenlerine, diğer yandan PKK’ye bazı vaatlerde bulunarak, sorunu kendi lehine çözmüş oluyordu.

 

ABD’nin demagojilerine ortak olmak

Savaşın başlamasıyla birlikte PKK’deki ideolojik-siyasi tasfiye daha ileri boyutlara sıçradı. Nisan 2002’de düzenledikleri 8. Kongre’de isimlerini KADEK olarak değiştirdiler. Yani ABD’ye düzenlenen 11 Eylül saldırısından yaklaşık 6 ay sonra…

Doğal olarak kongreye damgasını vuran, emperyalist savaş ve bu süreçte Kürt hareketinin nasıl konumlanacağı oldu. Yani KADEK’le yapılan, sadece bir isim değişikliği değildi. KADEK, Kürdistan’ın dört parçasındaki paralel örgütlerin çatı örgütü olacak ve bölgedeki gelişmelere aktif bir şekilde katılacaktı.

Emperyalist savaş, Kürt ulusal hareketi açısından, bir ‘fırsat’ olarak değerlendiriliyor, yeni tespitler ve teoriler ona göre yapılıyordu.

İlkin, “20. yüzyıl sisteminin tıkandığı, eski statünün değişmesi ve bu sisteme ait her şeyin aşılması gerektiği” söylendi. Ardından “ABD’nin bu sisteme (“20 yy sistemi”-bn) savaş açtığı ve mutlaka değiştireceği” öngörüldü. (Bkz: KADEK Kuruluş Kongre Belgeleri, Mem Yayıncılık)

PKK’nin “eski”diğini söylediği ve “aşılması gerektiği”ne inandığı “20 yy sistemi” nasıl bir şeydi? “Eski”miş olması ve ABD’nin onu değiştirmeye soyunması, iyi bir şey miydi?

Kapitalizmin emperyalizm aşamasına geçişi, 19. yüzyılın sonlarında başlamış ve 20. yüzyıla emperyalist bir dünya olarak girilmiştir. Birinci Emperyalist Savaş da 20 yy. başında, 1914’te başladı zaten. Fakat tam da o yıllarda Rusya’da 1917 Ekim devrimi gerçekleşti ve 20. yüzyılın adı; Lenin’in tanımıyla “emperyalizm ve proleter devrimleri çağı” oldu. İkinci emperyalist savaş sonrası ise, -ki 20. yy ilk yarısıdır- faşizme karşı gelişen ulusal-sosyal kurtuluş mücadelelerinin devrimlerle taçlanmasıyla, dünya net bir biçimde “sosyalist kamp”-“kapitalist kamp” olarak ikiye bölündü.

Sovyetler Birliği’nde 1960’larda başlayan geri dönüş sonrasında, SB ve ABD “iki süper güç” olarak adlandırılmış ve dünyaya hakim olma kavgası bu iki güç arasında yaşanmıştır. ‘90’ların başında ise SB ve ona bağlı ülkelerdeki rejimlerin arka arkaya yıkılması, ABD’nin “imparator”luğunu ilan etmesi, dünyanın da “tek kutuplu” olarak anılmasını getirdi. Dünya 21. yüzyıla böyle girdi. (***)

21. yüzyıla mutlak üstünlükle giren ABD, bunu en fazla 20 yıl sürdürebildi. Çin’in ekonomik atağı, Rusya’nın kendini toparlaması ve askeri hamleleri, Almanya’nın birleşme sonucu artan gücü, ABD’yi zorlamaya başladı. Öyle ki, “tek kutuplu dünya” yerini artık “çok kutuplu dünya”ya bıraktı. ABD’nin saltanatı sallanıyordu. “İkiz kuleler”e yapılan saldırı, buna son noktayı koydu. ABD yeni bir emperyalist savaşı bu olayla başlattı. “Önleyici Savaş Konsepti” adını verdiği bir savaş stratejisiyle, geriye düşüşünü durdurmak istedi. Aradan geçen yaklaşık 20 yıllık sürede bunu başaramadığını biliyoruz.

Dolayısıyla ABD’nin açtığı savaş, “20 yy sistemi”ne değildir! ABD, son kertede “20 yy sistemi”nden galip çıkan bir emperyalisttir; ne 20 yy. ile ne de emperyalist sistemle bir sorunu olabilir. ABD’nin savaşı kendi “imparator”luğunu koruma ve büyütme savaşıdır. “İmparator”luğunun sarsılmaya başladığı ve bunun aleni bir hal aldığı noktada savaşı başlatmıştır. Bunun “eski”yi aşmakla, “statükoyu yıkmak”la hiç bir ilgisi yoktur. Bu iddialar, ABD yanlılarının savaşın gerçek yüzünü örtmek, kitlelerin tepkisini yumuşatmak için uydurduğu demagojilerdir. PKK de bunları tekrarlamıştır. Dahası, ABD’ye açık destek sunmuştur.

PKK’ye göre kurulacak yeni sistemin adı, “Çağdaş Demokratik Uygarlık”tır! Ve bu sistem, “demokratik, özgürlükçü, adil bir sistem” olacaktır! (Emperyalist işgallerle, ABD’nin ve genel olarak emperyalizmin insanlığa kan ve gözyaşı dışında bir şey sunmadığı, sunamayacağı çok açıkken…)

Devam edelim. KADEK Kongre Belgeleri’nde, “ABD’nin açtığı bu değişim ve uygarlık yoluna direnenlerin olduğu… ekonomik ve sosyal gelişmeler önünde engel olan bu rejimlerin aşılacağı” söyleniyor. (age) Ardından, ABD’nin savaş stratejisine uygun bir “kategorilendirme” yapılarak, işgallerine, ekonomik-siyasi baskılarına “meşru zemin” yaratılıyor.

Mesela “birinci kategori”de Afganistan ve Irak var. Bu ülkeler, “konjonktürel ve dışa bağımlı temelde oluşmuş yapılar” olarak niteleniyor ve “şiddet kullanılarak yıkılacaklardır” deniliyor. (ABD önce Afganistan’ı sonra Irak’ı işgal etti!) “İkinci kategori”de İran, Kore, Küba gibi “Sovyet ve ABD blokları arasında bloksuzluk olarak kendini varetmiş ülkeler” sayılıyor ve bunlar için de, “askeri tehdit ve siyasal baskının uygulanmasıyla değişime zorlanacaklar” deniyor. (Ki bu ülkeler, ABD’nin açıkça hedefe çaktığı ülkelerdi!) “Üçüncü kategori”de ise; Türkiye, Arjantin gibi “yeni sömürge statüsünde olan ülkeler” belirtiyor, bunların “yaratılacak ekonomik ve siyasal kriz ve çöküşle” değişime zorlanacağı söyleniyor. (ABD, Türkiye ve Latin Amerika ülkelerinde darbe dahil pek çok ekonomik-siyasi uygulamayı denedi.)

Kısacası aradan geçen zaman zarfında, KADEK’in tespitlerinin ABD’nin yaptıklarıyla örtüştüğü ortadadır. Zaten 11 Eylül sonrası açıklanan “Büyük Ortadoğu Projesi” de bunları öngörüyordu. Ne var ki, ABD, (Kürt hareketinin beklentilerinin aksine) attığı adımların çoğunda başarısız oldu. Ancak Kürt hareketi, görüldüğü gibi savaşın başladığı andan itibaren ABD’nin yanında saf tuttu, onun emperyalist yayılmacılığına kılıflar üretmeye çalıştı.

Kürt ulusal hareketinin o yıllarda dilinden düşürmediği “Çağdaş Demokratik Uygarlık”ın (ABD’nin dilinde “medeniyet götürme”) nasıl bir fecaat olduğu; halklara ne büyük acılar yaşattığı, bırakalım “çağdaş uygarlığı” Ortaçağ döneminin gericiliğini ve vahşetini hortlattığı, bugün artık herkesin teslim ettiği gerçeklerdir.

Emperyalizmin insanlığa “uygarlık” götürdüğü zaten nerede görülmüştür? Ama tüm sömürgeci devletler gibi emperyalistler de kitleleri kandırmak ve boyuneğmelerini sağlamak için bu tür demagojilere başvurmuştur. Yeni emperyalist savaş da bu yalan ve demagojilerle başladı. (Irak halkını Saddam’ın zulmünden korumak, Saddam’ın nükleer silahlarını yoketmek vb…) Ne yazık ki Kürt hareketi de bu demagojileri allayıp-pulladı. Özellikle Irak işgali öncesinde bunu ifrada vardırdı.

 

Irak işgalini savunmak

“Irak’ta değişim olmadan hiçbir alanda kalıcı bir sistem olmayacaktır” diyerek, Irak işgaline açık destek verdi. Hatta Barzani ve Talabani’nin işgal öncesi demagojik bir şekilde söyledikleri “ABD’nin Kuzey İttifakı olmayacağız” sözlerini eleştirdi. (“Kuzey İttifakı” ABD’nin Afganistan işgali sırasında oluşturduğu işbirlikçi Afgan örgütleriydi.) “Özgür Halk” dergisinde Barzani’ye yönelik olarak şunlar söyleniyor: “Dıştan bakınca bir denge gözetiyor gibi görünüyor, ama gerçekte öyle bir dengeden ziyade hedefsiz, stratejisiz, basit ve ucuz kazanç sağlamayı öngören bir yaklaşımın sonuçlarıdır.” Kendi tutumunu ise şöyle açıklıyor: “Özgürlük hareketi … Güney’de, Irak üzerinde de daha yönlendirici olacak… gerekli hazırlıkları yaparak, politik, askeri ve ideolojik cephede gerekli adımları atacak…” (Özgür Halk, sayı 125, sf. 30)

O zamana kadar emperyalistlerle işbirlikçiliği yaptığı için haklı olarak eleştirdiği Barzani ve Talabani’yi bu kez ABD’nin politikalarına yeterince destek vermediği için kınıyor ve kendisinin her biçimde (politik, askeri, ideolojik) destek vereceğini ilan ediyordu.

Sonrasında Barzani-Talabani ikilisi, tam da Afganistan’ın “Kuzey İttifakı” oldular. ABD’nin Irak işgalinin gerçekleşmesinde belirleyici bir rol oynadılar. PKK ise çok istemesine rağmen bu rolü oynayamadı. Çünkü ABD, onlara Irak işgalinde gereksinim duymamıştı. Hem Irak’ın içindeki işbirlikçileri daha etkiliydi, hem de Türkiye’yi karşısına almak istememişti.

PKK, (o dönemki adıyla KADEK) sadece Irak işgali öncesinde değil, işgal sırasında da ABD’nin yanında yer aldığını açıkça ortaya koydu. Öyle ki, Irak işgalini “statükocu güçlerin yıkılması”, “değişimin ve demokrasinin zaferi” olarak kutladı. “Demokratik sömürgecilik” gibi bir tanımlamayla işgali aklamaya da kalktı. Fakat ABD’nin başta Türkiye olmak üzere bölge ülkeleriyle kurduğu ilişkiler, o konjonktürde PKK ile birlikte hareket etmesine imkan tanımadı.

Diğer yandan KADEK ismiyle “yeni bir sayfa” açmak, emperyalistler nezdinde kabul görmek istemişlerdi. Ne var ki, önce ABD, sonra Almanya ve diğer AB ülkeleri KADEK’i “terör örgütleri” listesine aldılar. Daha ileri gidip, Barzani-Talabani’nin istekleri doğrultusunda Irak’tan çıkmaları için baskı yaptılar. AKP hükümetine de yeni bir “Pişmanlık Yasası” hazırlatıp PKK’lilerin Türkiye’ye dönmesi için gerekli zemini hazırlamasını dayattılar.

Kürt hareketi KADEK’le umduğunu bulamamıştı. Buna karşın ABD emperyalizmine yakın durmaya devam etti. Dünyada ve ülkemizde milyonlarca kişinin savaş karşıtı eylemlerle sokağa taştığı günlerde, bu eylemlere mesafeli durdular ve sınırlı katıldılar. (****)

Irak halkının emperyalist işgale karşı direnişini, Saddam’a itaatle özdeşleştirip “geri-feodal bir tutum” olarak kınarken; işgalci güçlerin zaferini, “Kürtlerin özgürlüğü” olarak selamladılar. Keza KADEK çatısı altında Irak’ta faaliyet yürüten PÇDK, işgalden sonra silahlı mücadeleye son verdiğini ve “Demokratik Irak Federasyonu için ABD ile her türlü işbirliğine hazır olduğunu” açıkladı. (Özgür Gündem, 19.05.2003)

ABD işbirlikçiliği böylesine aleni bir şekilde yapıldı. ABD’nin işgalleri savunuldu, güzellemeler dizildi. Savaşa ve işgale karşı çıkan güçlerle yollar ayırıldı. Her şey başta ABD olmak üzere emperyalizm tarafından tanınmak, muhatap alınmak içindi. Ve tabii asıl amaç, kendilerine bir alan açabilmekti. Fakat bu hiç kolay olmayacaktı.

 

İsim değişiklikleri çare olmadı

KADEK olarak istedikleri sonuçlara ulaşamayınca, bir yıl sonra KADEK’i feshedip, Kongre-Gel’i kurdular. (Kasım 2003) Üstelik PKK’nin devamı gibi görülmesin diye başına eski DEP milletvekili Zübeyir Aydar’ı getirdiler; o da “biz sivil bir oluşumuz” diyerek, emperyalistlere ve işbirlikçilerine güvence verdi. (Özgür Halk-15 Kasım 2003 sf. 22)

Kongra-Gel ile Kürt hareketi ABD’nin safında yeraldığını artık bağırarak söylüyordu. “ABD müdahalesi ile birlikte bölgede bazı kesimler eski statükoda ısrar ediyor. Bunun faydası yok… Biz Kürtler yeni statükoda yer almak istiyoruz… Dolayısıyla yeniliğin ittifakında yer alacağız.” (agd sf. 15)

İşgalci ABD-İngiltere ittifakı “yeniliğin ittifakı” olarak sunuluyor; emperyalist işgal “demokratik sömürgecilik” şeklinde takdim ediliyordu! Fakat ne bu teoriler, ne de yapılan onca ‘ince ayar’lar, Kongre-Gel’in de emperyalistlerin ‘terörist örgütler’ listesine alınmasını engelleyebildi. Dahası, Talabani ve Barzani aracılığıyla Kongra-Gel’in içini karıştırdılar. Başını Osman Öcalan’ın çektiği bir grup, örgüt içinde sorunlar yarattıktan sonra, Güney’e sığınıp ayrı parti kurdu.

Bu gelişmeler üzerine yeniden PKK’ye dönüldü. Tabii PKK’nin kuruluş yıllarındaki çizgisine değil! Emperyalizmle ve işbirlikçileriyle uzlaşma çizgisi sürdürülüyor, koşulların zorladığı küçük değişikliklerle yola devam ediliyordu. Asıl amaç, PKK’nin isminden, yarattığı prestijden yararlanmaktı. Buna ihtiyaçları vardı. Çünkü başta Kürt halkı olmak üzere, ezilen halkların nezdinde itibarlarını yitirmişlerdi. Güney Kürdistan’daki gelişmeler, Barzani ve Talabani’yi öne çıkarmış, dört parçada da KYB-KDP çizgisindeki örgütler güçlenmeye başlamıştı.

Sonuçta Kürt ulusal hareketi, Öcalan’ın yakalanmasından sonraki “paradigma değişikliği”ni, emperyalist savaşın başlaması ve Irak işgali ile birlikte yeni koşullara uyarlayarak sürdürdü. 2002-2005 yılları arasına tam üç örgüt modeli sığdırdı. Birçok yeni tespit ve “teori” üretti! Politika ve taktik değişikliği yaptı. Ama bir türlü emperyalistler ve işbirlikçileri tarafından beklediği ilgiyi göremedi.

Suriye savaşı, Irak’ta yakalayamadığı bu fırsatı sunacaktı! Ülke içinde AKP hükümetiyle; uluslararası düzeyde ise, ABD ve AB emperyalistleriyle (yer yer Rusya’yla) ilişkileri geliştirecekler ve sonunda emperyalistler tarafından “muhatap alınan” bir güç haline geleceklerdi.

Sürecek…

 

 

*“Kürt ulusal hareketi” ile esas olarak PKK ve onun çizgisindeki tüm örgütleri tanımlıyoruz. Elbette Kürt sorunu ile PKK bir ve aynı şeyler değildir. Çünkü Kürt sorunu, PKK ortada yokken de vardı, PKK olmasa da varlığını koruyacak. Ancak PKK’nin ortaya çıkışı ve Kürdistan’ın dört parçasında belli bir güce ulaşması, Kürt sorunu ile PKK’nin birlikte anılmasını getirdi. Günümüz koşullarında bu içiçe geçişin anlaşılır bir temeli var. Özellikle Türkiye cephesinden bakıldığında, bu durum daha net görülür. Bununla birlikte kimi durumlarda Kürt sorunu ve PKK’yi ayrı ele almak gerekecektir. Geçmişte olduğu gibi gelecekte de Kürt sorunu -örgütlerden bağımsız bir şekilde- kendi başına ele alınması gereken bir sorundur. Diğer yandan Barzani, Talabani gibi Kürt işbirlikçileri bir yana, irili-ufaklı bir çok Kürt örgütü bulunmaktadır. Fakat konumuz itibarıyla son 20 yıla odaklanacağımız için, Kürt sorununu Kürt ulusal hareketinden kopuk bir şekilde ele alamayacağımızı, Kürt ulusal hareketi olarak da PKK ve onun çizgisindeki örgütleri kastettiğimizi belirtelim. Diğer Kürt örgütlerini kendi isimleriyle geçiriyoruz.

 

* Ayrıca her aşamada neler söylendiğinin, nasıl bir tutum alındığının unutulmaması gerekiyor. Kritik dönemeçlerde kişi ve kurumların aldıkları tavırlar, onların gerçek kimliklerini ortaya koyar. Hele ki emperyalist savaş dönemindeki tutumlar, komünist ve devrimci hareket açısından her zaman belirleyici olmuştur. Konumuz Kürt ulusal hareketi olduğu için, doğal olarak onun üzerinde duracağız. Yoksa Kürt hareketinin kuyruğuna takılan ya da sosyal-şoven çizgilerini koyulaştıran birçok örgütün bu dönemde hiç de iyi bir sınav vermediği ortadadır.

 

** Bu kısa özet de gösteriyor ki, “20. yy sistemi” adı verilebilecek “blok” bir sistem yoktur. İçinde emperyalizmin gelişimini, proleter devrimi, sosyalizmin yükselişini ve geriye dönüşünü barındıran çok farklı dönemlerin yaşandığı bir yüzyıldır.

 

**** Öyle ki, 1 Eylül 2003’te, Dünya Barış Günü’nde Adana’da gerçekleşecek miting için tertip komitesi Amerikan karşıtı sloganları listeye koyunca, “gerginlik yaratacağı”nı söyleyerek çekilmişlerdi.

Bunlara da bakabilirsiniz

Suriye düştü; şimdi yeni bir Ortadoğu

27 Kasım günü HTŞ’nin Halep saldırısı ile başlayan süreç, 10. gününde tamamlandı. 7 Aralık günü …

İşçi sınıfının önderi: Hamit Tekin (1934-1979)

Hamit Tekin (Hamido) doğal işçi önderiydi. Yıllarını işçi sınıfının kurtuluşu mücadelesine vermiş bir proleter devrimciydi. …

Kartal’da “İnsanca yaşamak istiyoruz” mitingi yapıldı

İstanbul Emek Barış ve Demokrasi Güçleri 8 Aralık’ta Kartal Meydanı’nda “İnsanca Yaşamak İstiyoruz” talebiyle miting …